yani buna inanmak için nası bir motivasyon duygusu içinde olmak lazım hayret doğrusu. bir imparatorluk bu kadar güzel cilalanır yani. tamam geçmiş sevgisi ama el insaf. |
|
Geçmişle övünmek elbette hakkımız.Ama geçmişte yaptığımız doğrular bugünki yanlışların üstünü örter mi?Keşke geçmişten feyz alabilsek.Keşke sadece övünmek için yazmak yerine , söylediklerimizin içini doldursak. Günümüz Türkiye sinin gerçeği eyyamcılık,övünme!!!Lafı bırakıp iş yapan derseniz ortalıkta bir Allah ın kulunu göremezsiniz.Nerden tutsam bilmem ki,10 senede sonuçlanmayan davaları ve adalet sistemini mi?Rüşvet alan,polismizi mi ,orman memurumuzu mu?,gümrükçülerimizi mi?oraya buraya rüşvet dağıtan serbest girişimcilerimizi mi?Ya din adına para toplayıp kendi amacı uğruna harcayanlara ne demeli?Parasız cenazeye gitmekten imtina eden imamlara ne demeli?Bu sistem Osmanlıdan beri devam ediyor.Bi türlü hallededemedik.HAla bizi yemeye devam ediyor. Ayinesi iştir kişini laf'a bakılmaz. Siz iş yapında biz kendimizi değil başkaları bizi konuşsun.Lafebeliğine geldiğinde üstümüze yok:) Ağaç diken derseniz !parmakla gösterirsiniz.Suçu başkalarında arayacağınıza kendinizde arayınız.Başkalarını suçlayanlar kendi hatalarını görmekten acizdirler. Saygılarımla, |
| KUNG-FU 61 şu sürekli alıntı yaptığın siteden biraz uzaklaşıp başka şeyler okumanın sana daha büyük faydası olacaktır kanaatindeyim. |
yani arada bir de mesela "iyilik" konusunda "selam verdim, rüşvet değil deyü almadılar" diyen fuzüli ye kulak vermek lazım. |
|
az önce 1826 yeniçerilerin tasviyesiyle ilgili sarsıcı bir tasviri okuyordum. sarayburnunda denizin üstü cesetlerden görülmüyordu deniyor. o kadar büyük bir kıyım oldu. bu tür romantik metinler ile aşırı ideailize ettiğimiz osmanlıya da bir noktadan sonra kötülük edildiği hissine kapılıyorum. |
Hangi centilmenlik!Kendi aralarında olan centilmenlik mi yoksa herkese karşı gösterdikleri centilmenlik mi?Evet öyle centilmenlerdi ki sayısız katliamlar yaparak tarihlerini kan ile yazan bir centilmenlik bu! |
Tabii günümüz şartlarıyla mukayese edecek olursak kimileri inanmakta güçlük çekebilirler.Ama bu durumu elin yabancısı dahi inkar edemezken biz 'Yok bu kadar da olamaz' türünden ifadelerle kendimizi kandırıyoruz maalesef! |
Ben gayet memnunum.Tavsiyen için teşekkür ederim. |
Peki bu bu hadiseye Vak'a-yı Hayriye denmiş.Niçin böyle denmiş acaba?Bunu da araştırdın mı? |
Elin yabancısı mı, Bir avrupaya gidin dolaşın sorun, osmanlı dendiği zaman nasıl suratlar asılıyor. Biz kendimizi kandırıyoruz gibime geliyor. |
|
S.Ahmet Arvâsi'nin arap kökenli olmasına karşın Türkleri övmesi güzel bir şeydir. En güzel haslet, başkasının sizi övmesidir. |
Yazıdaki ifadeler kime ait baktınız mı? |
|
böyle alıntı olmaz, Alıntı hangi kitaptan ya da hangi konuşmadan yapılmış, bu sözler ne zaman söylenmiş belirtilmesi lazım. Söyleyen zat-ı muhteremler kimdir, bu ifadeleri hangi durumda sarfetmişler? Bu ifadeler uydurulmuş olabilir mi? Kaynak verilmezse biz ne bilelim. yoksa: Sir Isaac Friedman: Osmanlılar çok pis insanlar, burnumun direği düşüyor aralarına girince. Ayrıca istisnasız hepsi hırsız. Geçen Cuma iki yeniçeri beni Sultanahmet yakınlarında kıstırıp tüm paramı aldı. Yabancı olduğumu anlarlarsa daha da saldırganlaşıyorlar. oldu mu? bence olmadı! |
Size kaynaklarıyla binlerce örnek verebilirim.Alıntı yaptığım yazı bir yazara ait.Gerçek olup olmadığını araştırabilirsiniz!Böyle örnekler çoktur.İşte sizin istediğiniz şekilde bir kaç örnek daha: Mouradgea d’Ohsson’un 1791’de neşredilen Tableau General de L’Empire Ottoman isimli eserin dördüncü cilt birinci kısım 315. sayfasında şöyle yazar: “Osmanlı Türkleri, umumi ve ferdi ahlaklarının ciddiyetini İslamiyet’in iffet ve hayâ ahkamına medyundurlar. Ahlaki ve dini bir hukuk sisteminin zaruri bir neticesi olan bu hâli örf ve âdetlerinden milletin göçebeliğinden ve kocalarının kıskançlığından mütevellit göstermek haksızlıktır.” A. Brayer’in “Neuf annees a Constantinople” isimli eserinin 1836 Paris tabının birinci cilt 198-199. sayfalarında Osmanlı Türklerinin tevazuu şöyle anlatılır: “Müslüman Türkler arasında kibir ve gurur yok gibidir. Kur’an-ı kerimin en şiddetle nehyettiği temayüllerin biri de budur: - Yeryüzünde sakın azametle yürüme, insanlardan nazarlarını gururla çevirme. - Mütekebbir ve mağrur olandan Allahü teâlâ nefret eder. - Hareketlerinde mütevazı ol, yavaş sesle konuş. - Allahü teâlâ saygısızlardan nefret eder. - Kibir cehaletten ileri gelir. Âlim asla mağrur olmaz. Bir taraftan da mütemadiyen tevazu telkin edilir; - Tevazu Cennet kapısının anahtarıdır. - Tevazu saadetin süsüdür. - Tevazu insana asalet verir. - Hakiki hakim mütevazı olur. - Herkese karşı daima alçak gönüllü ol. İşte bundan dolayı Müslüman Türk’ün yürüyüşünde vakar ve ihtişam olmakla beraber, katiyen kibir ve azamet yoktur. Daima yavaş sesle konuşur, el ve kol hareketlerinde hiçbir zaman zorbalık taslayan bir eda sezilmez. Hizmetinde tatlılık ve kolaylık vardır. Yalnız bir şeyle; diniyle mağrurdur. Onun her emrini yerine getirmeyi borç bilir. Bütün dünyanın İslamiyet’i kabul etmesini ister. Bütün diğer dinlerin bir sürü bâtıllıkla ve müşriklikle lekelenmiş olduğuna kanidir. |
|
@KUNG-FU 61 evet böyle daha güzel, ama yine de yeterli değil. belli ki bu yazılar tercüme, kim tercüme etmiş "...iffet ve hayâ ahkamına medyundurlar..." falan diyerek? Alıntılara güvenebilmemiz için Mehmet Oruç imzası yeterli değil, kendisini tanımam etmem alıntılarını yaparken nelere dikkat ediyor bilmem. |
Ben tercüme etmedim. Netice de bu yazılar kitaplardan alınmış mı alınmamış mı?Elbetteki alınmış.Ama siz tercüme edenlerede güvenmiyorsanız orijinal kitapları bulup inceleyebilirsiniz! Bir kaç örnek daha verelim: Batılı Seyyahlara Göre Osmanlı Temizliği ve Kanaatkarlığı "Türkler çok yaşarlar ve az hasta olurlar .Bizim memleketlerdeki böbrek hastalıkları ve daha bir sürü tehlikeli hastalıkların hiç birini bilmezler. Öyle zannediyorum ki, Türklerin bu mükemmel sıhhatlerinin başlıca sebeplerinden bin de sık sık hamama gitmeleri ve yeyip içmedeki i'tidalleridir. Çünkü az yemek yerler, Hıristiyanlar gibi karma karışık Şeyler yemezler , umumiyet itibariyle içki alemleri yapmazlar ve daima idman yaparlar." (M. de Thevenot-Relation d'un voyage fait an Levant-1665, Paris.) Sayfa 148 ''Yemeklerden evvel ve yemekten sonra ellerini yıkamak Türkler arasında o kadar umumi bir adet hükmünü almıştır ki, insanların el yıkamalarına vesile olmak üzere Allah’ın gıdaları yaratmış olduğundan adeta bir darb-ı mesel şeklinde bahsederIer ." (Ricaut-Histofre de I'etat present de l'Empire ottoman (6701 Paris.) Mutfakları çok temizdir, mutfak takımları da güzellik ve parlaklık itibariyle eşsizdir; gerek sofra takımları, gerek yemekIeri azami nisbette tertemizdir." ''Türkiye'de sofradan kalkılır kalkılmaz mutlaka ellerle ağızlar yıkanır. Önünüze sıcak suyla sabun getirilir, büyüklerin konakIarında ya güI suyu veyahut güzel kokulu başka bir su da ikram .edilir. Bunlarla da mendilinizin bir ucunu ıslatırsınız." (J.B Tavernier-Nouvelle relation de I'interiur du serrail du Grand-Seigneur-1678. Amsterdam) "Türkler, Avrupa'da ekseriyetle tesadüf edildiği gibi insanların yemek yedikleri veyahut yıkanıp temizlendikten sonra tekrar yiyecekleri kaplarda köpeklerin de yemek yemesine müsaade etmezler .Frenklerin bu hali sık sık tecviz etmelerinden dolayı onlardan (Köpekler!) diye bahsederler .Çünkü Avrupa'da çok defa sofraya köpeklerin de kullanmış oldukları kaplarla yemek getirilir." Ev iaşesine gelince, senede bir ölçek pirinçle bir kaç çömlek erimiş yağ ve bir kaç türlü kuru yemiş kalabalıkça bir ailenin belli başlı erzakıdır. Bütün Şarkıların gürbüz ve kuvvetli insanlar olmasının bence yegane sebebi işte bu kanaatkarlıklarıdır ." ''Türkler umumiyyet itibariyle boylu boslu, güzel yapılı adamlardır. Hıristiyan Avrupa'nın tek bir şehrinde bile bütün Osmanlı imparatorluğundan daha çok sakat ve biçimsiz adama tesadüf edilir .Fazla olarak Türkler güçlü-kuvvetli oldukları için pek çok yaşarlar. Herhalde bunun en tabii sebebi gayet sıhhi ve iyi gıdalar kullanmalarında ve mideyi bozmak suretiyle ciğerlere, kalbe ve dimağa ekseriyye zarar veren Iezzetli ve mütenevvi, yemeklere ehemmiyet vermemelerinde aranmalıdır. İşte bundan dolayı Türkler nadiren hasta olurlar. Bizlerin daima tutulduğumuz taş, kum, damla vesaire gibi hastalıklar onlarda hemen hiç , görülmez. Bu sıhhi vaziyetlerini bir taraftan yeyip içmedeki kanaatkarlıklarına, bir taraftan da israfa kaçmamak şartıyla hamamda yıkanıp temizlenme adetlerine medyumdurtar. Kadınları da ayni vaziyettedir. Boylarıyla yürüyüşlerinin ihtişamı erkeklerinkinden aşağı değildir. Uzun fistanlarının da bu ihtişamda büyük bir tesiri vardır." (Comielle Le Bruyn -Voyages de Cornielle Le Bruyn par Ia Moscovie, en Perse et aux indes orientales., 1332, La Haye.) "Eski Türk yemeğindeki temizlikle kanaatkarlık şöyle anlatılır: "Şimdi Türk milletinden umumi surette bahsedelim. Bu millet yemek hususunda çok kanaatkardır, yiyeceklerinin sıhhi ve mugaddi olmasıyla iktifa eder, az yemek yer, her şeyden yediği hiçbir gün yoktur. Macaristan'da Türklerin imparatora iade etmek mecburiyetinde kaldıkları bir çok kalelerin uzun zaman aç kaldıktan sonra teslim olmaları fıtri kanaatkarlıklarının bir delilidir. Miktarı az olan günlük yiyeceklerini bir kaç öğünde yedikleri için, hiç bir zaman mideleri çok dolu olmadığı gibi büsbütün boş da kalmaz. Hazım fiilinin bu suretle muntazam bir faaliyet takip ettiğinden emin olduğum için, ben bu usulün bir hayli sıhhi olduğuna kaniim. İstanbul Türkleri yemek saatlerini o kadar geniş bir şehirde o kadar büyük bir sarayda geçirilen faal hayata uygun ve akılane bir şekilde tanzim etmişlerdir. Türkler sabah namazını şafak sökerken kılmakla mükellef oldukları için, erken kalkmak mecburiyetindedirler. Bu namazı kıldıktan sonra pek hafif bir kahvaltı ederler. Öğleyin bir kaç yemiş yerler. İtalyan saatiyle 21 de (Yani ikindi vakti) hafif bir yemekle iktifa ederler ve gecenin bir buçuğundan (yani saat sekiz buçuktan) evvel de rahat rahat akşam yemeklerini yerler. Yemek saatlerini işte böyle tanzim etmişlerdir. Çünkü diğer saatlerini ibadete ve ticaret sahasıyla Babı-ı Ali'de ve diğer dairelerdeki meslek işlerine hasrederler."(Comte de Marsigli-L'etat militaire de l'Empire ottoman, ses progres et sa decadence, ,1732, La Haye.) ''...Bu harem dairesinin içi kadar temiz bir yer tasavvur edilemez, döşeme tahtalarıyla dehlizler sık ve sağlam hasırlarla kaplıdır. Bunların ürülmüş olduğu samanların yahut sazların rengi soluk bir sarıdır. Odalarda çepe çevre dizilmiş minderlerden başka mefruşat yoktur, perdeler gibi bu minderler de beyaz pamuk bezinden yapılmıştır. Ne erkeklerin, ne kadınların dışarda giydikleri pabuçlarıyla hiç bir zaman ev içlerine girmemeleri Türkler arasında adet olduğu için, döşeme tahtalarında hiçbir zaman kir görülemez." (Ledy Craven -Voyage de Milady Craven a Constaninople, par ia Crimee en 1786 -1789, Paris.) "... Yüzler, eller, ayaklar, tertemiz, yamalı kıyafet pek az ve hele kirlisi hemen hiç yok, bütün ictimai sınıflar arasında umumi ve mütekabil bir hürmet ve riayet manzarası göze çarpıyor." (Edmondo de Amicis -Constantinople -1883, Paris.) |
"inanmıyorsanız ölçün" diyorsun yani, ölçemeyeceğime göre şüphelerim devam edecek. bulup incelemek zorunda değilim. iddia sahibi orjinallerini yayınlamalı, yoksa inandırıcılığı olmaz. |
Başka arzunuz? |
Gerçekten de, Osmanlılar, gönüllerini süsleyen İslam ahlakının zarafet ve nezaket numuneleriyle dolu bir hayat yaşamışlardır. Dolayısıyla Avrupa’da insanlar adeta idarecilerinin eli altında esir muamelesine tâbi tutularak çok ağır şartlarda yaşarken, Osmanlılarda Müslüman olmayan halk bile, gayet huzur ve rahat içinde ömür sürmekteydi.
Nitekim bu hâli müşahede edebilen pek çok memleket ve şehir halkının Osmanlıyı “Gelin bizleri de sizler idare edin!” diye davet eylediği tarihi bir gerçektir.
Zira, o sıralarda Batı’da Galile gibi bir ilim adamı, İslam kaynaklarından mülhem olarak, “Dünya dönüyor!” dediği için idama mahkum edilmiştir. Yine batılıların psikiyatrik hastalar hakkında, “Bunların içine cin girmiş!” deyip de onları ateşe atmaları, ne büyük bir cehalet ve cinayettir.
Osmanlı’nın bu kadar merhametli, şefkatli olmasının esas kaynağı İslamiyet’ti. Herkese karşı gösterdiği iyilik ve insaniyeti, gayri müslimler, kendi dindaşlarından bile göremezlerdi. Osmanlıların bu hâllerini Hıristiyan araştırmacı seyyahlardan dinleyelim:
L. H. Delamarre:
“İstanbul civarındaki gezintilerimde ben hep bu milletin lütufkârlığı ile misafirperverlik aşkına şahit oldum. Rast geldiğim hangi Türk’e yol sorsam, hemen bana rehberlikte bulunuyor, yiyecek ve içecek şeyler hususunda elinden geleni esirgemiyordu. Onların bütün davranışlarında mükemmel bir insaniyet ve kibarlık göze çarpıyordu.”
Dr. A. Brayer:
“Osmanlılarda öyle bir ruh vardır ki, bu sayede onlar, her misafire mukaddes bir nimet nazarıyla bakarlar. Ev sahibi, misafirine evinin en güzel odasını tahsis ederek her hizmetini canla başla yapar. Hatta misafiri hastalandığı zaman hekime götürür parasını dahi verir. Zira misafire masraf yaptırmayı ayıp saymaktadırlar. Misafir, evden ayrılırken de orada kalmak suretiyle gösterdiği lütufkârlığın bir minnet ve şükran hatırası olarak ev sahibinden kendisine birkaç hediye de takdim edilir.”
Osmanlılar, koğuculuk, iftira, kötüleme, küfür, kin, garaz, kumar, intihar, düello ve cinayet gibi her türlü fenalıklardan son derece kaçınıp korunmaya çalışmalardır. Öyle ki dıştan bakanlar, onların bu fenalıkları adeta bilmediklerine hükmetmişlerdir.
Bu hâli Du Loir şöyle ifade eder:
“Türkler herhangi bir intikam hissi beslemekten son derece çekinirler: Dinlerinin bu hususa ait bir hükmü mucibince, Cuma namazına başlamadan önce düşmanlarını af ettiklerini adeta ilan etmek durumundadırlar. Aksi halde, namazlarının kabul edilmeyeceğine inanırlar. Ayrıca her bayramın birinci günü de onlar için umumi bir barış günüdür. Birbirlerine rastladıklarında müsafeha ederler ve küçükler büyüğünün eline öptükten sonra ellerini başlarına götürüp “Bayramın mübarek olsun!” derler.
Küfürbazlık, öfke ve intikam hissinin müşterek mahsulü olduğu gibi, kumarbazlığın da tabii bir neticesidir. Bu, Hıristiyan memleketlerinde pek yaygın bir şekilde ve tamamıyla mevcuttur. Ancak Osmanlıların sokaklarında da evlerinde de hiçbir küfür sözü işitilmez. Bunun yüzümüzü kızartacak ve bizi hayrete düşürecek tarafı da, Osmanlıların yalnız ağızlarında değil, lisanlarında da küfür kelimelerinin bulunmayışıdır.”
(Mehmet Oruç, Türkiye, 30.11.2001
Kaynak:http://www.dinimizislam.com/default.asp
DH forumlarında vakit geçirmekten keyif alıyor gibisin ancak giriş yapmadığını görüyoruz.
Üye Ol Şimdi DeğilÜye olduğunda özel mesaj gönderebilir, beğendiğin konuları favorilerine ekleyip takibe alabilir ve daha önce gezdiğin konulara hızlıca erişebilirsin.