F

Binbaşı
22 Aralık 2006
Tarihinde Katıldı
Takip Ettikleri
15 üye
Görüntülenme (?)
79 (Bu ay: 1)
Gönderiler Hakkında
F
5 yıl
TÜRKÖK (KÖK HÜCRE BANKASI)
3 tüp kan ile hastalığa şifa olabiliriz.

Bir gün bizde donör arayabiliriz.

Hasta insanların sesine kulak verip donör olalım. < Resime gitmek için tıklayın >
F
5 yıl
Sizce en iyi haber kanalı hangisidir?
Ülkemizde muhtelif haber kanalları var.Acaba en iyisi hangisi?
F
5 yıl
İNSANIN YALNIZLIĞI
Günümüz insanı giderek yalnızlaşıyor.Sizce sebebi ne olabilir arkadaşlar?Ayrıca çözüm yollarını da belirtirseniz memnun olurum.
F
15 yıl
3 baba, 3 rezalet!
Böyle haberleri duyunca elim ayağım birbirine karışır.
İnsanların lakaytlığını, sıradan bir şeymiş gibi davrananlarını anlayamıyorum.
Sadece bizim başımıza gelince mi önemli oluyor? Bir hafta içinde üst üste benzeri üç olay yaşadık.
İlkinde, Diyarbakır’da oğlu kavgaya karışan uzman çavuş okul basıp oğlu ile kavga edenleri dövdü.
İkincisinde Eskişehir’de polis bir baba, oğlu ile kavga eden çocuğun başını klozete soktu.
Üçüncüsü İstanbul’da yaşandı.
Bir site içinde, 5 yaşındaki çocuk oyun arkadaşının babası olan hakimin şikayeti üzerine annesi ile birlikte gözaltına alındı. Bir rivayete göre çocuklar kavga ettiği için baba müdahale etti. Diğer bir rivayete göre hakimin oğlu taş attı, kızın annesi müdahale etti, baba da balkondan bunları gözaltına alın, emri verdi.
Anne ile çocuk 4 saat gözaltında kaldı.
Çocuk yüzünden kavga eden ailelere Türkiye alışık. Köyde, kasabada, şehirde sık sık olur. Ama küçücük çocukların kavgasına müdahil olup kendi çocuğunu korumak adına öbür çocuğa zarar veren bir baba ve anne beni hep korkutmuştur. Üstelik bu insanlar kamu görevi yapıyor..
Haberde, “diğer iki olay için soruşturma devam ederken..” diyor. Böyle bir olay sıradan bir olay gibi mi soruşturulur?
Tek sorunun cevabı aranır..
Doğru ise o iş orada biter.
O şahıs uzman çavuşluk yapamaz.
Diğeri polislik yapamaz.
5 yaşındaki çocukla annesini sudan sebeble..yahut keyif için..yahut korkutmak için..yahut kendini imtiyazlı zannettiği için gözaltına aldıran şahıs da hakimlik yapamaz.
Benim mantaliteme göre 500 bin dolar rüşvet almaktan daha büyük bir zaaf.
Bu ruh haliyle sağlıklı karar da veremez.
Dört saat sonra komşuların tepkisi üzerine şikayetinden vazgeçmesi bu zaafını örtmez.
...
Allah korusun. İnsan empati yoluyla aynı şeyin başına geldiğini -veya gelebileceğini- düşününce infiale kapılıyor.
Sizin çocuğunuz kavgaya karışsa..kavga ettiği çocuğun babası okula gelip oğlunuzun/kızınızın başını klozete soksa ne yaparsınız?
Ben bu soruya cevap ararken çıldıracak gibi oldum.
Ve şunu fark ettim: Yapılacak ilk iş çok zor olsa da sabırla birkaç saat geçirip, düşünüp öyle karar vermek.
Ani kararlar insanların hayatını karartıyor.
Kamu otoritesinin de vatandaş gibi düşünelim, sakinleşelim deme hakkı yoktur.
Bu ne biçim soruşturma ki üç gün, beş gün sürüyor.
Demek ki herkes çok rahat.. Sıradan bir olay sayıyor..
En geç 12 saat içinde her şeyiyle netliğe kavuşturulup gereğini yapmak için neye muhtaçsınız?
Önemli işlerinizden vakit kalırsa tabii.

Ahmet SAĞIRLI



Kaynak
F
15 yıl
Artık oğlan tarafının da şartı var!..
Tek bir oğlum var. Allahü teala başka evlat vermedi. Çok şükür, ona da hamd ediyoruz. Olmayanlara da sabır diliyoruz.
Aman gençler okuyun, okuyun ama hayırlısını isteyin.
Herkes gibi ben de istedim evladımın okumasını. Ama o kadar istememe rağmen ne yazık ki oğlum okumadı.
Lise ikiden sonra okulu yarım bıraktı. Biz de fazla üstüne gitmedik. Daha sonra aklına koymuş, altı ay bilgisayar kursuna gitti. Kursta çok da başarılı oldu. Demek ki insan bir işi severek yapmalı. O zaman zor diye bir şey olmuyor.
Şimdi büyük bir şirkette bilgisayar operatörü olarak çalışıyor. Çok şükür iyi de maaş alıyor. Bu arada Allaha şükür oturacak kadar bir de evimiz var. Beyim de Toprak Mahsulleri Ofisinden emekli. Çok şükür kimseye muhtaç olmadan geçinip gidiyoruz...
Yaşadığımız olay iki yıl önceydi. Gülşen isminde bir tanıdığım komşuma demiştim ki:
“Filan kimsenin kızının bir fikrini arasan... Acaba oğlumuza kızlarını düşünürler mi?”
Sağ olsun beni kırmadı. Bir gün benden habersiz gibi kızın annesine gitmiş:
“Sizin kızı Ayşe Teyze’nin oğluna münasip görmez misiniz?” diye söylemiş.
Aldığı cevap enteresan:
“Yok” demiş, “En azından bir evi, bir arabası olmalı. Bir de üniversiteli...”
En çoğundan ne kadar olurdu bilemiyoruz. Tabii kadın bana durumu anlattı. Ben bu durumdan oğluma bahsetmemiştim. Fakat bir gece dedim ki:
“Gülşen Teyzen bir ahbabın kızına bizlerden söz etmiş, böyle böyle demişler.”
Hayret! Daha önce böyle şeyler duyardım ama inanmazdım. Meğer insanın başına bu türlü işler gelince inanıyor. İnanılır gibi değil.
Aileler evlendirecekleri kızları ya da oğulları için nasıl da ahlâktan, edepten güzel huydan önce bu tür istekleri öne sürüp, böyle şeyler konuşabiliyorlar?
Oğlum bana dedi ki:
-Üzülme anam, herkesin bir şartı oluyor. Asıl benim şartım var. Alacağım kızın hem arabası olacak hem de bir dairesi. Sen Gülşen Teyzeye söyle, benim şartlarımdan bahsetsinler, bakalım o zaman ne diyecekler?
Gülşen Hanım bunu kız tarafına bahsettiğinde kızın annesi gözlerini öyle bir açmış ki, şaşırmış. Kızına dönerek “Gördün mü? Senin şartların varsa oğlanların da var” demiş.
Bu konu öylece kapanmış... Aradan bir iki ay geçtikten sonra kızın annesi Gülşen Hanıma mevzuyu açmış ve bizim oğlandan söz etmiş:
-İyi insanlar, sen bizim söylediklerimize bakma, laf gelişi söyledik. Babası “eğer isterlerse veririm” diyor.
Haberi oğluma iletince, oğlum ayak diretti. “Hayır, olmaz. Allahın izniyle ben istediğim gibi bir kız alacağım, herkes gönlüne göre bulsun” dedi.
Çok sürmedi. Balıkesir’in şirin bir kasabasında oturan kız kardeşim, hayırlı bir haber getirdi.
-Abla bizim komşular Almanya’dan dönüş yaptılar. Liseyi bitirmiş bir kızları, iki de oğulları var ama oğlanlar henüz küçük. Almanya’dan gelirken babası kıza bir de araba getirmiş. Mudanya’dan da üç çocuğuna birer yazlık almış. Diyorlar ki, “Dürüst bir genç bulursak, kızımızı evlendireceğiz.”
Bizim çocuk hemen devreye giriyor. Balıkesir’in bu şirin kasabasında oturan kızı görmeye gittik. Her iki aile de birbirimizi sevdik. Söz alıp geldik. Üç ay içinde de kendimize uygun düğün yaptık...
İki senedir oğlum çok mesut bir hayat sürüyor. Bu arada bir de kız torunumuz oldu, tatlı mı tatlı... Allahü teâlâ herkese hayırlısını nasip etsin. Şimdi oğlum diyor ki:
“Anne inanın ne zenginlikte gözüm var, ne hanımın arabasında ya da dairesinde... Yalnızca böyle düşünenlere inat olsun diye böyle bir kız aradım. Allahü teala da muradımı verdi.”
Darısı muradı hayır olan gençlere...

Rumuz: “Rana”-Eskişehir



Kaynak
F
15 yıl
“Sabah sabah bu kadının camide işi ne?!.”

“5 Ağustos 1995 tarihinde yayınlamıştık hatırasını. Aradan bunca yıl geçtiği halde bu hatıra da unutulmamış, e-maille isteniyor. Unutulmaz sanatçının ruhu yine fatiha bekliyor olmalı...”

“Hatıranın asıl sahibi, Cemal Hoca namıyla anılan mütevazı bir din görevlisi... Ama biz onun arkadaşı Ali Kosif’ten dinlemiştik.
İstanbul’da görev yapmakta olan Cemal Hoca, o zamanlar Tekirdağ’da bir camide görevli...
Sabah namazı vakti... Cemal Hoca, minarede ezanı okuyup camiden içeri adımını atarken her zamanki gibi cemaatinin kaç kişi olduğunu biliyor. Üç beş ihtiyardan başka kimse gelmez sabah namazına... Fakat o da ne öyle? Camide hem de en ön safta bir garip kimse oturmaktadır. Tanımadığı bir kimsedir bu. Ama biraz garibine gider. Sonra tüyleri diken diken olur birden. Heyecanlanır yarı korku yarı endişeyle:
-Bu da ne böyle? Bir kadın bu?
Ağzı bir karış açık, adım atamaz halde bakar o köşeye... Evet yanılmamıştır... Uzun saçlarıyla bir kadın, başı öne eğik halde cemaatin geleceği yerde en ön safta oturmaktadır... Rahat mı rahat... Bir iki adım atacak olur... Sonra binbir türlü yorum:
-Sabahın köründe bu kadının camide işi ne böyle? Meczup mu yoksa? Biri evinden mi kovdu? Sahipsiz mi?
Bir iki adım atar... Cübbesini giyip mihraba geçecektir... Ama beyninde düşünceler cirit atmakta... Az sonra cemaat gelecek... Sonra ne olacak? Acaba gidip sorsa mı kendisine? Ama ne diyecek de ne soracak?
-Allah’ım sen sabır ver... Sen bana yardım et!
Cübbesini giyip, sanki o orada yokmuş gibi yönünü o tarafa dönmeden mihraba geçer... Rahleyi çeker önüne ve açar Kur’ân-ı kerimi... Yarı titrek sesle okuyama başlar...
Oooh! Nihayet caminin kapısı hafif bir gıcırtıyla açılmıştır... İçeri ilk gelen cemaat imam efendinin yüreğine su serper... Cemaat hiç oralı olmaz. Gelir imam efendinin ta önüne diz çöküp dinlemeye başlar tilaveti...
Bir iki derken, zaten sayılı cemaat tamam olup da sıra namaz kılmaya gelince, herkes ayağa kalkar. Bizim imam efendi, dönüp bakamaz ama o uzun saçlının da cemaatle birlikte namaz için ayağa kalktığını hisseder... Hayırlısı bakalım...
Sünnet kılınır... Sıra gelir farza... Tabii sabah namazında imam efendi açıktan okuyacak kıraati... Heyecan zirvede... Öyle bir heyecan ki, şimdiye kadar hiç böyle bir heyecan duymamış... Biraz daha açıklamak gerekiyor galiba... İçindeki şüpheyi giderememenin verdiği heyecan? Nedir o?
-Bu garip âdem kimdir? Bu bir kadınsa cemaatin arasında nasıl duracak? Cemaat ne diyecek? Cemaatten de ses gelmediğine göre, o kadın safta yerini almadı mı yoksa? Yoksa bir tek ben mi öyle gördüm? Yoksa namazdan sonra hava aydınlandığında böyle bir şeyin hayal olduğunu anlayıp şaşıracak mıyım?
İşte bu ve benzeri akıl almaz soruların heyecanı... Yoksa Cemal Hocanın başka bir endişesi yok çok şükür... Namaz kılınıyor... Tesbih ve duadan sonra Kur’ân-ı kerim de okunuyor... Cemaat yavaş yavaş camiden çıkmak üzere... Ama o yine aynı yerinde başı öne eğik bekliyor...
Nitekim hocadan önce, en son ayağa kalkan cemaat o oluyor... Göz göze geliyorlar... Aman Allah’ım bıyıkları da var bu saçlının... Bu kadın olamaz... Ama kim ola ki? İmam efendi şaşkınlığını belli etmemeye çalışırken, elini uzatıp müsafeha ediyor meçhul şahıs:
-Allah kabul etsin hocam... Nasılsınız iyi misiniz?
-Affedersiniz muhterem, sizi tanıyacak gibi oldum ama?
-Ben Barış... Barış Manço... Buraya turne düzenlemiştik de... Otobüsten erken indik... Sabah namazını kılmak burada nasipmiş...
Evet evet... Bu Barış, bizim “7’den 77’ye” hepimizin tanıdığı, (Şimdi ise milyonların gönlünde taht kuran) Barış Manço’nun ta kendisi...”

Ali Kosif-İstanbul



Kaynak
F
15 yıl
“Bu kız kimi istiyor?..”
Çok mutlu anılara imza atmış bir nikâh memuresiyim. Enteresan anılarım var. Nice sevinçlere nice hüzünlü beraberliklere şahit oldum. Ama içlerinden biri var ki halen hafızamda.
Hatıramı okurken masal ya da bir hikâye kitabından öykü anlattığımı zannetmeyin.
Hayır, bu ne bir hikâye ne bir masal kitabından alınmıştır. Tamamen yaşanmış hatıradır.
Bir genç kız vardı. Daha yeni mezun olmuştu tıp fakültesinden. Tanıdığı yakın çevresi, komşuları, herkes bu kızı oğluna almak sevdasıyla yanıp tutuşuyordu.
Öyle ya, zenginlik dersen onda, mal mülk onda, boy pos desen onda. Güzellik onda, zekâ onda. Üstelik bir evin bir kızı.
Meslek mi? Canım bu devirde doktorluktan daha iyi meslek mi olur? Bundan iyisi can sağlığı demişler. E böyle dört dörtlük bir kızı kim gelin etmek istemez?
Herkes böyle bir gelini olsun ister istemesine ama bakalım bu kızın gönlünde kim var? Bu kız kimi isteyecek? Öyle ya, bir de kendisine sormak gerekmez mi?
Derken onca taliplisini elinin tersiyle iten genç ve güzel doktor kız, diye diye bir taksi şoförüne “peki” deyiverir.
Ailesi bu söze inanmaz. Şaka zannederler. İş ciddiyete binince annesi küplere biner:
-Sen aklını mı oynattın kızım? Senin gibi bir doktor taksi şoförüyle evlenir mi?
-Neden evlenilmesin anne? Ben onunla evlenmek istiyorum.
-Kızım sen bir doktorsun. Bizim belli bir çevremiz var. Eğitimlisin, kültürlüsün. Bu ne yakışık almaz ısrardır canım?
-Ne söylersen söyle anneciğim. Beni ikna edemezsin. Ben bu kararı pat diye vermiş değilim. Enine boyuna düşündüm. Sonra da gönül rahatlığıyla kararımı verdim.
-Madem bir taksici için bizi ailemizi, sosyal çevremizi, itibarımızı beş paralık etmekten hiç çekinmiyorsun. Şunu bil ki biz de gözünün yaşına bakmaz, seni evlatlıktan reddederiz.
-Ne ederseniz edin, beni o taksi şoföründen vazgeçirtemezsiniz.
-Kızım bizim fark edemediğimiz ne özelliği var? Ne buluyorsun o şoförde sen?
Doktor genç kız bu soruyu bekliyordu. Gerçekten enteresan olan, belki çok genç kızın düşünüp de açıklayamadığı, belki çok erkeğin gizliden gizliye arzulayıp ulaşamadığı duyguları açıklamaktan çekinmedi:
-Anneciğim o genç, bizim çevremizde tanıdığımız, entel havalarında uzun saçlı, kulağı küpeli, sakız çiğneyen kadınsı gençlerden değil. O kız arkadaşından bir “aferin” alabilmek veya onu bir kerecik olsun güldürebilmek için okul çıkışında, otobüste, şurada burada maymunlara bile taş çıkartacak kadar şaklabanlık yaparken çevresinde kendisini tiksinerek seyreden insanları bile fark edemeyen palyaço ruhlu gençlerden değil.
O, duruşuyla oturuşuyla sözleriyle tam bir Anadolu erkeği. Yani hiçbir şekilde kadınlaşmamış net bir delikanlı. Ben onu tanıyana kadar çevremdeki erkeklerden de erkek milletinden de nefret ediyordum.
Bana göre kadın, nasıl kadınca hareketleriyle güzel olursa, erkek de erkekçe hareketleriyle erkekleşir. Bana göre erkek dediğin “yiğit” olmalıdır. “Ciddi” olmalıdır. “Vakur” olmalıdır. Paralı olmuş, şöhretli olmuş veya şusu varmış busu varmış hiç önemli değil. Evet, size göre o bir taksi şoförü. Sizin bildiğiniz anlamda hiçbir özelliği yok. Ama bir özelliği var. Erkek... Ben bu özelliği, milyonlarla milyarlarla değişmem. Ben kadın isem erkek olanla evlenirim...

Annesi kızına diyecek bir şey bulamıyor ama kızın bu garip fikirlerini efsunlamışlar, büyülemişler diyerek kocasına açıyor.
Bunun üzerine aile genç doktor kıza yoğun bir baskı uyguluyor. Ama beklemedikleri bir sonuçla karşılaşıyorlar. İdealist bir yapıya sahip genç kız bir gün akşam eve gelmiyor.
Ailesinin karşı gelmesine rağmen, ısrarla bir taksi şoförüyle evlenmek isteyen genç doktor kız, evi terk etmiştir. Peki, ne olacaktır şimdi?
Ailede herkes kızın akıbetinden endişe etmeye başlamıştı. Ama hepsi iyi biliyordu ki, bu kız gitse gitse, o sözü edilen taksi şoförüne gitmiştir.
Doktor kızın ailesinin üzerine bir kâbus gibi çöken bu taksi şoförü de kimdi? Nereden rastlamıştı? Nasıl da cezbetmişti biricik kızlarını? Onlara göre işin en korkunç ve acı tarafı da bu konuda en ufak bilgilerinin olmayışıydı.
Düşünebiliyor musunuz? Doktor hanım kız kendi kararını kendi vermiş... Tamam, ama bu işin resmiyet yönü nasıl hallolacak? Bu iki genç, kara kara bu durumu düşünüyor. Mutluluklarına da tek gölge bu durum: Evliliğin resmen olması...
Genç kız değil mi bu? Gelinlik giymek isteyecek elbette. Damat bu, davul çaldırmayacak mı düğünde?
Derken damadın bir arkadaşı olayı öğrenince arkadaşına diyor ki:
“-Al yengeyi getir bize. Burada bir bayan nikâh memuru var. Ona yaptırırız.”
Gençler geliyor. Damadın, ev sahipliği yapan arkadaşı bütün resmi muameleleri de tamamlıyor.
Biz genelde, nikâhı kıyılacak olan gelin ile damadı önceden tanımayız. Hatta yaz günleri o kadar çok nikâh kıyılır ki personel olarak akşama kadar birbirimizle görüşemediğimiz günler bile olur.
Ama bu enteresan bir evlilikti. Bu gençleri tanımak istedim. Geldiler. Mutlulukları gülücüklerine yansıyan bu çiftin hikâyelerini dinledim. Bu arada doktor kızın ev telefonunu, amacımı belli etmeden öğrendim. Nikâh günlerini belirledim. Onları gönderdikten sonra hemen telefona sarıldım. Kendimi tanıttım.
Günlerdir kızlarını arayan bu aile gözyaşları içindeydi. Ne isyan edebiliyor ne sevinebiliyorlardı. Epeyce bir tatlı dil döktükten sonra anneyi nikâha gelmeye ikna ettim. Ama nikâh anına kadar kızının bundan haberi olmayacaktı. Bu iş tamamdı. Ama maceraperest bu geline ben de bir sürpriz yapmalıydım.
Gelinlik bulundu, kınalar yakıldı. Derken nikâh günü ve saati geldi. Gelin ile damat el ele, konuk oldukları evin sahibi beyle birlikte geldiler. Gelini aldım, odamda süsledim. Salona çıkardım. Masaya oturdular. Ama gelinle damadın sevinç çığlıkları, gözyaşı sadece gelinlik giymek içindi. Hâlbuki onu daha büyük bir sürpriz bekliyordu.
Tam sorularımı soracaktım ki birden bir çığlık koptu. Gelin kızın annesi benim sandalyemin arkasında görünmüştü. Kızın çığlığı doldurdu salonu:
-Anneee?
-Kızııım!
Anne kızın birbirine öyle bir sarılması vardı ki bu manzarayı görmeyenlere anlatabilmek kelimelerle mümkün değildi. Neşe, gözyaşı ve sevinç hepsi bir aradaydı.
Bu enteresanlıklar içerisinde ben de hayatımın en heyecanlı nikâhını kıydım. Kendilerine nasihatlerin en güzelini verdim.
O günden sonra çifti bir daha görmedim. Bu hatıra eğer onların mutluluk dolu gözlerine çarparsa eminim onlar da buruk bir tebessümle Sabiha ablalarını hatırlaya-caklardır.
Şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Annesi gelirken, kızına bir hasır çanta dolusu mücevher getirmişti. Evet, bir çanta dolusu mücevher... Annesi, yine de evladına dayanamamış alelacele geldiği nikâha ancak bu kadarını (!) getirebilmişti.
Şimdi bir kez daha anladım ki iki gönül bir olunca samanlık seyran oluyormuş gerçekten.
Onlar birbirine kavuşmuştu ya varsın kollarında boynunda takıları olmasın. Ama arada yaşanan böyle bir sevgi beraberinde bu takıları da getirmişti.
Evlilik hazırlığındaki tüm genç kızlara, damat adayı tüm delikanlılara böylesi mutluluklar dilerim.

Sabiha A.-Ankara



Kaynak
F
15 yıl
Top toplayıcı çocuk
Futbol maçlarında top toplayıcı bir çocuk... On dört yaşında...
Babası, şoförlüğünü yaptığı şehirler arası otobüsü, kendisiyle birlikte beş kişiye mezar ettiği günden beri, yani sekiz yıldır yetim...
Evin tek çocuğu... Annesiyle yaşıyor.
Anne, sigortadan gelen “sadakayla” kıt kanaat geçindiriyor evi...
Çocuk okuyor. Hafta sonları da Süper Lig’de “top topluyor.”
Fanatik bir imparator hayranı...
***
Uykunun en tatlı olduğu sabah saatlerinde, annesinin sert hareketlerle kendisini sarsmasıyla sıçradı top toplayıcı çocuk:
- Kalk bakayım kalk! Nedir bu paralar? Nereden buldun bunları? Çaldın mı yoksa? Söylee!
Depreme mi uyandım diye korkan gözlerle yataktan fırlayan çocuk, annesinin elinde salladığı kirli, kırış kırış kağıt paraları görünce rahatladı. Cevap vermeden yüzünü yıkamaya gitti.
Annesi aynı endişeyle oğlunu musluk başında kıstırdı:
- Nedir bu paralar?
Çocuk, ıslak ellerini yüzünden çekti, annesine döndü:
- Bi saniye anne, anlatacağım.
Günlerden cumartesiydi.
Havluyla kurulanıp kahvaltı masasına oturdu çocuk:
- Cebimi mi karıştırdın, diye sordu.
- Hayır! Pantolonunu çamaşır makinesine atacaktım, ceplerini boşalttım.
- Merak etme anne, senin oğlun hırsızlık yapmaz.
- Eee?
- Hele otur, hem yiyip hem konuşalım.
***
Televizyonda imparatorun, idmana baklava getiren taraftarlarla görüntüsünü gören top toplayıcı çocuk, hayran olduğu bu futbolcuya bir “iyilik” düşünmüştü.
Sabahları erkenden servise binip okula gittiği için annesinin uykusunu bölmüyor, annesi de ona her gün poğaça, çay alması için beş lira harçlık veriyordu.
Çocuk, beş gün boyunca kahvaltı etmemiş, okulda verilen öğle yemeğini beklemişti. Biriktirdiği yirmi beş lira ile baklava alıp imparatora götürecekti.
İçi burkuldu annesinin:
- Evladım! Bunun için aç kalmana gerek yoktu ki yavrum. Al sen bu paraları. Şükür un da var, şeker de... Hem ev baklavası daha iyi olur. Bu akşam ben sana nefis bir baklava yapayım, yarınki maça götür. Maçtan önce yesin, gollerini atsın. Tamam mı?
***
Top toplayıcı çocuk imtiyazlı olarak girdiği soyunma odasında, büyük bir mutlulukla baklava tepsisini imparatora verdi.
İmparator başını okşadı.
Maçın başlamasına sayılı dakikalar vardı. Tepsiyi bir kenara koydu ünlü futbolcu...
***
Top toplayıcı çocuk, imrenerek seyrettiği ve 3-1 kendi takımının lehine biten maçın sonrasında, stat dışında, bir kenarda imparatorun çıkışını bekledi.
Adını koyamadığı bir duyguyla, bu kez takım otobüsünün yanına gitmeye utanıyordu.
Bu duygunun adı “asaletti.” Bir iyilik yapmıştı ve bunu imparatorun “yüzüne vurmak istemiyordu.”
İmparator, bir elinde spor çantası, diğer elinde tepsiyle göründü. Top toplayıcı çocuk uzaktan izliyordu.
İmparator tam otobüse binecekken geri döndü. Tepsiye sarılı gazeteyi yırtarak açtı. Kenarda, taraftarı futbolculara yaklaştırmayan polislerin yanına gitti:
- O bunu yer mi, diye sordu.
Polis güldü:
- Tepsiyi bile yer!
İmparator düzgün sıralı baklavanın ortasına işaret parmağını geçirerek dilimleri parçaladı.
Ve, tepsiyi polis köpeğinin önüne koyarak otobüse koştu...
***
Çocuk, bütün gün kalbinin acıdığını hissederek, annesinin kızmayacağı en son saate kadar başı önünde, sokaklarda dolaştı.
Eve girdiğinde annesi merak içindeydi:
- Nerde kaldın oğlum? Beğendi mi baklavayı imparator ağabeyin? Ev baklavası olduğunu söyledin mi? Annem yaptı dedin mi? Diğerleri de yedi mi? Beğendilerse haftaya yine yapayım mı? Tepsi nerede?
Top toplayıcı çocuk, gözyaşlarını saklamak için musluk başında habire yüzünü yıkıyordu...

Sadık SÖZTUTAN



Kaynak
F
15 yıl
Kız yüzünden arkadaş katili olmak!..
Liseli gençliğin öğrencilikten çok “aşna fişne” olaylarını canlandıran dizileri izlerken yıllar önce lisedeki arkadaşım Selahattin geliyor hep gözlerimin önüne... Hiç unutmuyorum o duygu dolu hallerini:
-Seviyorum o kızı oğlum seviyorum, diyordu. Ölesiye seviyorum... Onsuz yapamıyorum...
Böyle diyordu Selahattin. Ben ise güya sınıfta onun en samimi arkadaşıydım.
Henüz lise ikinci sınıftaydık. Hemen yanı başımda sıra arkadaşımdı. Cebinde kelebek dedikleri bir bıçak taşıyordu. Hemen her gün yalvarırdım:
-Madem sen âşık adamsın, sende bu bıçak neyin nesi?
-Nevin’e sarkan varmış. İcabına bakacağım!...
-Nee? Çıldırdın mı sen? Kafayı mı yedin?
-Bir kız yüzünden nasıl geleceğini böyle tehlikeye atarsın.
-Sana ne be!.. Git işine...
-Ben senin arkadaşınım...
-Arkadaşsan adam gibi ol. Ben koca okulda madara mı gezeceğim.
-Ya bana yine kızacaksın ama, senin sevdiğim kız dediğin eğer seni sevmiş olsaydı
-Eee?
-Yani gerçekten sevmiş olan, senden başkasına ilgi göstermezdi.
-Oğlum, canımı sıkma benim. Ya Fikret, kıza asılıyo anlamıyor musun?
-Senin nerden haberin oldu? Nevin mi söyledi?
-Evet... Sürekli rahatsız ediyormuş çıkalım diye...
-Belki de kız prim yapmak için ortalığı kızıştırıyor?
-Yürü git işine ya. Durum düzeltme ayakları yapma...
Endişemi dile getirdim:
-Ya onda da varsa bıçak?
-Olsun be... Kim ki o?
-Yani kız yüzünden iki arkadaş birbirinizi öldürmekten bile çekinmezsiniz öyle mi?
Ne dediysem ikna etmem mümkün olmadı... Daha ileri gidersem, benimle de kavga etmekten çekinmeyecek kadar asabi bir ruh hali vardı.
Aradan üç gün mü ne geçmişti. Bu iki delikanlı öğrenci... Esasında iki zavallı genç, bu mevzuu konuşmak için parkta buluşmaya karar veriyorlar.
İkisi de arkadaş. Selahattin’in seviyorum dediği, Fikret’in güya rahat bırakmadığı kız, yani Nevin ile de arkadaşlar...
Hepsi birbirini tanıyan çocuklar. Ama hepsi hayatı delikanlılık çağındaki cevher gibi görüyor... Mevzu belli. “Sen benim sevdiğim kıza asılamazsın!”
“Sen de kimsin be! Beni tehdit mi ediyorsun?”
Ve önünü sonunu düşünmeden yapılan kabadayılık gösterisi. Nasıl olsa dizilerde böylesi olaylar çok kolay oynanıyor. Vurmalar, kırmalar, bıçaklamalar hatta öldürmeler... Hiçbirine de bir şey olmuyor...
İki genç parkta filmde rol yapar gibi davranıyor. Selahattin, kavgaya dönüşen güç gösterisinde, yanında taşıdığı bıçağı arkadaşı Fikret’in göğsüne saplayıveriyor. Fikret, “yandım!” diyerek yığılıyor olduğu yere... Selahattin, korkudan bembeyaz kesilmiş halde... Arkadaşının göğsü bir anda kıpkızıl kan oluyor. Çevreden yetişenler Fikret’i hastaneye kaldırıyorlar ama hayat filmlerdeki gibi değil ki... Zavallı Fikret ameliyata alınamadan can veriyor...
Selahattin’i gözaltına alıyorlar. Ardından yargılama ve cezaevi günleri... Nasıl üzüldüm anlatamam...
“En çok da uğruna “arkadaş” bıçaklanan Nevin’in umarsızlığına... Nevin bu olay sonrası zerre tedirgin olmadı. Zerre üzülmedi. Selahattin’i ziyaret bile etmedi. Bir kerecik olsun aramadı. Mesaj bile atmadı. Onlar hayatında hiç olmamış gibi davrandı.
Oysa onun yüzünden bir arkadaş toprağa, bir arkadaş geleceğini yok etmiş olarak cezaevine giriyordu. Nevin çoktan bir başkasının manitalığını yapmaya başlamıştı bile...
Selahattin, “Çok pişmanım” diyordu hakime... Ziyaretçi dostlarına da “ah” çekerek dert yanıyordu: “Sevdiğim gibi sevildiğimi sanıyordum.”
Sevmek ve sevilmek... Bu ikisi o kadar yüce bir duyguydu ki, her seviyorum diyenin ona ulaşabilmesi mümkün değildi... Hele şehveti sevgiyle karıştıranlar için hiç...

Rumuz: “Arkadaş”-Samsun



Kaynak
F
15 yıl
Ölümüne sevenler...
Nereden bakıyoruz hayata?
Bombanın atıldığı yerden mi?
Yoksa, düştüğü yerden mi?
Düştüğü yerde bıraktığı enkazdan mı?
Yoksa bir sevgilinin parçalanmış bedeninde yitirilmiş umutlardan mı?

“BİR AN İÇİN”

Şimdi, hayatta en çok sevdiğiniz ve onsuz yapamam dediğiniz insanın “bir an için” gözünüzün önüne parçalanmış cesedini getirin...
Ya da SEVDİĞİNİZİN belli belirsiz “son sözlerini” sizin dizlerinizde kan revan içinde verdiğini düşünün sadece “bir an için”.
(Her birinizin şu an sesli-sessiz “Aman Allah korusun” dediğinizi duyar gibiyim)
Bu kısmı daha da uzatıp sizi daha fazla yaşanan gerçeklerle yüz yüze getirmek ve üzmek istemesem de, daha acınızı yaşayamadan, yasınızı tutamadan ertesi gün diğer bir sevdiğinizin cansız bedeni ile karşı karşıya kaldığınızı düşünün, sadece ama sadece ‘bir an ’…

Ve şimdi beynimize kazılan, eşinin ve 4 (yazıyla DÖRT) ÇOCUĞUNUN cansız bedenlerini yan yana dizip kameralar karşısında ağlayan o Filistinli babayı düşünün…

Leonardo ve Kate… Peki, Abdullah ile Zeynep?

‘Brave Heart’ filmini hatırlayın ya da ‘Er Ryan’ı Kurtarmak’ hatta bildiğiniz tüm savaş ve aksiyon filmlerine bakın, onca kan-acı-gözyaşı içinde mutlaka bir “sevda örgüsü, insan hikayesi” vardır. TITANIC filminde geminin batması ve yüzlerce insanın ölmesine ‘eş bir acıdır’ baş karakterin denizde sevgilisinin gözleri önünde donarak ölmesi ...

Film bittiği andaki ruh halinizi hatırlayın!!!

Oysa o bir filmdir ve Kate Winslet’in Leonardo Di Caprio’su yaşamaktadır…
Peki şu an -çekimleri- devam eden “Filistin” filmindeki Zeynep’in Abdullah’ı ?

Biz sadece ölen insanları biliyoruz.
Ya geride onu ölümüne sevenler…?

Objektiflere yansıyan somut acılara şahit oluyoruz. Kucağında ölmüş çocuğuyla ağlayan bir baba, eteklerindeki bomba tozlarını süpürerek delicesine koşan bir anne, dağılmış Pazar yerleri, yıkılan binalar, harabeye dönmüş okullar, parçalanmış camiler..
Ve bu arada göremediğimiz ve asla göremeyeceğimiz…
Kavuşmayı mahşere bırakan âşıklar, nişan yüzüğü parmağında omuz başından parçalanan kollar, doyamadığı sevgilisinin soğuk bedenine dolanan kollar, içinin yangını dışından fazla olanlar.

Filmine ağlayan Dünya, gerçeğine suskun…

Dilerim Allah’tan;
Geride kalan ve ölümüne sevenlerin “AHI”
Sebep olanların boynunu vursun…

Bedirhan GÖKÇE



Kaynak
DH Mobil uygulaması ile devam edin. Mobil tarayıcınız ile mümkün olanların yanı sıra, birçok yeni ve faydalı özelliğe erişin. Gizle ve güncelleme çıkana kadar tekrar gösterme.