Arama butonu
Bu konudaki kullanıcılar: 1 misafir
76
Cevap
5662
Tıklama
-1
Öne Çıkarma
Cevap: Amour (2012) | Michael Haneke (3. sayfa)
A
13 yıl
Binbaşı

Ben Kosmos hakkında bir şey mi söyledim?İsmi geçti mi yorumumda?Kusura bakma söylemediğim bir şeyi söylemişim gibi göstermişsin.


Bu mesaja 1 cevap geldi.
Z
13 yıl
Yarbay

harbiden adam kosmos a bişey dememiş ki ha sen diğer tartışmadan ötürü öyle anlamışsın sanırım

beyler sakin biraz gerek yok bu tarz atışmalara azı güzeldir de uzatınca tadı kaçıyor


Bu mesaja 1 cevap geldi.
M
13 yıl
Yarbay
Konu Sahibi

Yapma şimdi hacı alenen söylemediğini biliyorum ama önceki yazılarla ilişkili olarak yazdığını düşünüyorum. Hani benim burda yazdığım yoruma karşılık o şekilde bir dokundurma yapmışsın gibi geldi bana.


Bu mesaja 1 cevap geldi.
A
13 yıl
Binbaşı

Sana dokundurma yapmak aklımın ucundan geçmedi desem.Ama haklısın yanlış anlaşılmaya mahal verebilecek bir yorum olmuş.Fakat o hissiyat ile yazmadığımı söyledim zaten.Benim sitemim daha farklı uç noktalardaki yönetmenlere idi.


Bu mesaja 1 cevap geldi.
M
13 yıl
Yarbay
Konu Sahibi

Ben yanlış anlamışım o vakit, kusuruma bakma.


Bu mesaja 1 cevap geldi.
A
13 yıl
Binbaşı

Z
13 yıl
Yarbay

25. Avrupa Film Ödülleri'nin Sahipleri Belli Oldu


Bu yıl Malta'da düzenlenen 25. Avrupa Film Ödülleri'ne damgasını vuran yapım Michael Haneke'nin yönettiği Aşk (Amour) oldu. Büyük ödül En İyi Film başta olmak üzere En İyi Erkek Oyuncu ve En İyi Kadın Oyuncu dallarında da ödül kazanan Haneke'ye En İyi Yönetmen Ödülü'nü de getirdi.


Bu mesaja 1 cevap geldi.
&
13 yıl
Yüzbaşı

Z
13 yıl
Yarbay

dvd dolanıyor eğer aksilik çıkmaz ise yarına falan izlerim

yönetmenin izlediğim en iyi filmi ilk filmi oldu,cache ve weisse bandda tuz biber,bunların yarısı olsa yeter ki ben bu filmden çok şey bekliyorum


Bu mesaja 1 cevap geldi.
S
13 yıl
Binbaşı

Filmekimi festivalinde izlemiştim.

Bu yıl izlediğim en iyi film diyebilirim.

İzlemeyen arkadaşlara tavsiye ederim


Bu mesaja 1 cevap geldi.
F
13 yıl
Yarbay

dp'den altyazı bekleniyor





< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Federico Fellini -- 6 Aralık 2012; 17:46:19 >
Bu mesaja 2 cevap geldi.
A
13 yıl
Binbaşı

İlgimi çekti ben de bakıyım bi



Z
13 yıl
Yarbay

quote:

Orijinalden alıntı: Federico Fellini

dp'den altyazı bekleniyor

aynen ya yarın dedik altyazıya falan bakmadan


Bu mesaja 1 cevap geldi.
J
13 yıl
Yarbay

İzledikten sonra arkadaşlara lazım olabilir, ekşideki kısa inceleme yazımı paylaşayım. Spoiler içine alıyorum.


filmekimi gösterimi başlamış olan izmir ve istanbul'da çıktığı an biletleri tükenmiştir bu filmin. herkes, haneke'nin ismini afişte gördüğünde hemen atlamış olacak. keza ben de ilk filmekimi biletimi bu filme aldım, yer bulamam korkusundan. zaten aldığım gün bitmişti.

haneke'nin filmleri asla ve asla sağlıklı bir kafa ile yorumlanamaz. haneke kadar hastalıklı, huzursuz, rahatsız ve çevrenize tecavüz etmeyi kendine borç bilmiş bir birey olmanız gerekmektedir. haneke'yi azıcık araştırmış olan bile onun meşhur sözünü bilir (filmleri seyircisine tecavüz eder, onları rahatsız eder). ve haneke, bilimum bir ödül töreninden ödül aldığında şaşırır, dumura uğrar, aynı nbc gibi. çünkü zannetmez o kitle benim filmimi anladı diye. çok basit bir melodramı bu kadar çekilmez, aksi, nalet bir kalıba sokmasını da becerir. filmin ilk bölümünde gerek olay yeri inceleme sekansıyla, gerek konser sekansıyla "farklı bir şey" izleteceğini düşündürtse de.

amour, hazmı çok zor bir film. bu hazımsızlığın asıl sebebi de, haneke'nin filmi gittikçe sıkıcılaştırıp, gittikçe huzursuz hale getirip servis etmesinden dolayı olsa gerek. ne georges'un akıbetinden, ne de eve zırt pırt giren güvercinin akıbetinden bi haber bırakarak kapıları yüzümüze kapatıyor bu adam. yani her zamanki gibi seyircisi ile dalgasını geçiyor, onları huzursuz ve melankolik bir ruh haline sokuyor, palme d'or'u alıp evine doğru yol alıyor.

"ben filmden çok etkilendim, teletubbies izlesem kendime gelemem" diyen ağır çakma entel'e de bir çift lafım var. haneke senin için film yapmıyor. haneke senin o sanatçıymış gözüken boktan imajına film yapmıyor. haneke, hani televizyonlarda oynayan ikea reklamı var ya, mutlu mesut yaşlanan aile, aslında öyle bir ailenin olmadığı mesajını veriyor. ha ayrıca, yaşanmışlık olmadan, ailesi, büyüğü bu hale gelmeden dengesiz bir yorum yapabilmek, sizi daha çok ana akım sinemaya da yaklaştırmıyor.

haneke efsane veya kural olmak istemiyor sinemada. gerçek olayları, hem de fazlasıyla gerçek olayları olabildiğinde huzursuz hale getirip vizyona sokuyor, olay bundan ibaret. ve ayrıca, her haneke filminin birbiriyle bağlantısı olurdu. bu film, eski filmlerine göndermeleri dışında bağ açısından üzerinde zerrenin de zerresini taşımayan bir yapıda. amour, haneke'nin en sert filmi. "bu film en iyi film" denmemesi için bu kadar sertleştirmiş ayrıca.


Bu mesaja 2 cevap geldi.
Z
13 yıl
Yarbay

izlemediğim Le temps du loup ve La Pianiste kalmıştı ve az önce La Pianiste yi izledim

arkadaşlar izledikleim arasında Hanekenin açık ara en iyi filmi,
kadının peçeteyi kokladığı sahne olsun,mektup faslı olsun
o kadar güzel sahneler vardı ki Haneke ustanın zekasına bir kez daha hayran kaldım,bu tarz bir konu bu kadar ustaca başka nasıl işlenebilirdi bilmiyorum,
yalnız o porno sahneleri uzatılmayacaktı ağa,bir saniyeden az gösterdin eyvallah,yahu devamında niye bize blowjob izletiyosun


herkese tavsiye etmiyorum ancak Haneke sever birisinin de sevemeyeceğini düşünmüyorum,müthişti gerçekten

edit:altyazı çıkmış,bugün Le temps du loup yapalım,,yarınada amour





< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Zebercet -- 11 Aralık 2012; 14:25:32 >
Bu mesaja 1 cevap geldi.
M
13 yıl
Yarbay
Konu Sahibi

Dayanamadım izledim, yüklenen alt yazı da gayet yeterli. İzlediğime, beklediğime kesinlikle değdi. Yalnız bu filmindeki rahatsız edicilik farklı yönlerden izleyicinin duygularını zorluyor, eski filmlerindeki, seyirciyi doğrudan zorlama niyeti yok Haneke'nin.

Filmin anlattığı, günümüzün değersizleştirdiği aşk mıdır, yoksa daha ciddi duygular mıdır, orası bize kalmış bence. Yine de yaşlı adamın, felçli karısının onun gözü önünde erirken, içten içe nasıl ıstırap çektiğini görüyoruz. Onca yıl beraber yaşamış iki insan artık birbirlerinin sahibi olmuşlar. İkisi aynı kişi olmuş yani biri ölse diğeri eksik kalacak.
Bu sefer fena etkiledi Haneke. Ölümün ürkütücülüğünü üzerimize salarak seyircinin bir nebze de olsa korkmasını sağlıyor. Düşündürüyor. İnsana her durumda verilen saygıyı sorguluyor.

Apartman dairesinin, dairedeki eşyaların, Georges ve Anne'in yaşlarıyla doğru orantılı şekilde, eski olarak kullanılması çok başarılı bir sahne tasarımı olmuş. Bunun dışında son sahnelerde,
Georges'un Anne'i öldürdükten sonra, güvercini de aynı şekilde boğarak öldürmesi, kâğıda kuşu saldığını yazması. Zaten öyle de değil mi? Anne'i öldürdü ve onu salmış oldu.
Son sahnede artık Georges ölmüştür. Bunu da bize çok güzel bir şekilde gösterir yönetmen. Karısı bulaşıkları bitirir ve birlikte evden çıkıp giderler. İşte bu sahne harikaydı.
Filminin öylece bittiğini düşünmek bu filmi anlattığını benimsememektir.

Bir de Georges'un rüya gördüğü sahne, tamamen onun içinde bulunduğu zor, psikolojik durumu ifade ediyordu.


Eğer bu filmde sıkılırsanız, filmin size verdiği hiçbir şeyi almamışsınız demektir. İki saatin bu kadar çabuk geçeceğini tahmin etmezdim. Sanki o yaştaydım, karım felç olmuştu ve ben o acı çekmesin diye ona nasıl bakacağıma karar vermeye çalışıyordum. Aşkı bir kenara itiyor film, seyirciyi tek bir mekâna sokuyor, yalnızlıkla, ölüm korkusuyla, yaşlılıkla, insani değerlerin değersizleşmesiyle gerçek yaşamlardan bir kesit sunuyor.

10/10



M
13 yıl
Yarbay
Konu Sahibi

quote:

Orijinalden alıntı: Jokě

İzledikten sonra arkadaşlara lazım olabilir, ekşideki kısa inceleme yazımı paylaşayım. Spoiler içine alıyorum.


filmekimi gösterimi başlamış olan izmir ve istanbul'da çıktığı an biletleri tükenmiştir bu filmin. herkes, haneke'nin ismini afişte gördüğünde hemen atlamış olacak. keza ben de ilk filmekimi biletimi bu filme aldım, yer bulamam korkusundan. zaten aldığım gün bitmişti.

haneke'nin filmleri asla ve asla sağlıklı bir kafa ile yorumlanamaz. haneke kadar hastalıklı, huzursuz, rahatsız ve çevrenize tecavüz etmeyi kendine borç bilmiş bir birey olmanız gerekmektedir. haneke'yi azıcık araştırmış olan bile onun meşhur sözünü bilir (filmleri seyircisine tecavüz eder, onları rahatsız eder). ve haneke, bilimum bir ödül töreninden ödül aldığında şaşırır, dumura uğrar, aynı nbc gibi. çünkü zannetmez o kitle benim filmimi anladı diye. çok basit bir melodramı bu kadar çekilmez, aksi, nalet bir kalıba sokmasını da becerir. filmin ilk bölümünde gerek olay yeri inceleme sekansıyla, gerek konser sekansıyla "farklı bir şey" izleteceğini düşündürtse de.

amour, hazmı çok zor bir film. bu hazımsızlığın asıl sebebi de, haneke'nin filmi gittikçe sıkıcılaştırıp, gittikçe huzursuz hale getirip servis etmesinden dolayı olsa gerek. ne georges'un akıbetinden, ne de eve zırt pırt giren güvercinin akıbetinden bi haber bırakarak kapıları yüzümüze kapatıyor bu adam. yani her zamanki gibi seyircisi ile dalgasını geçiyor, onları huzursuz ve melankolik bir ruh haline sokuyor, palme d'or'u alıp evine doğru yol alıyor.

"ben filmden çok etkilendim, teletubbies izlesem kendime gelemem" diyen ağır çakma entel'e de bir çift lafım var. haneke senin için film yapmıyor. haneke senin o sanatçıymış gözüken boktan imajına film yapmıyor. haneke, hani televizyonlarda oynayan ikea reklamı var ya, mutlu mesut yaşlanan aile, aslında öyle bir ailenin olmadığı mesajını veriyor. ha ayrıca, yaşanmışlık olmadan, ailesi, büyüğü bu hale gelmeden dengesiz bir yorum yapabilmek, sizi daha çok ana akım sinemaya da yaklaştırmıyor.

haneke efsane veya kural olmak istemiyor sinemada. gerçek olayları, hem de fazlasıyla gerçek olayları olabildiğinde huzursuz hale getirip vizyona sokuyor, olay bundan ibaret. ve ayrıca, her haneke filminin birbiriyle bağlantısı olurdu. bu film, eski filmlerine göndermeleri dışında bağ açısından üzerinde zerrenin de zerresini taşımayan bir yapıda. amour, haneke'nin en sert filmi. "bu film en iyi film" denmemesi için bu kadar sertleştirmiş ayrıca.




Georges'un ve güvercinin akıbeti belli aslında, üstteki yorumda da yazdım, Georges'un öldüğünü anladığımız sahneyi ve kuşu da öldürüyor aslında Georges. Sonuçta karısının yansıması diyebiliriz o güvercin için.

Gittikçe sıkıcılaştırması demişsin ama buna katılamam. Bu film sıkıcı değildi, orada yaşanan duyguları seyirciye de yaşatma amacı güden bir filmi.
Rahatsızlık konusundaysa dediğim gibi, bilmiyorum eski filmlerini izledin mi, ama o filmlerden çok ayrı bir huzursuz etme niyeti var bu sefer yönetmenin. Eski filmlerinde gerçekten seyirciyi zorlardı ve bu filmlerin amacı zaten buydu. Bu filmindeyse ölüme yaklaşıyor olmanın, sevdiğini, alıştığın insanı kaybedecek olmanın verdiği ıstırabı seyircinin üstlenmesini istiyor.


Bu mesaja 2 cevap geldi.
Z
13 yıl
Yarbay

Le temps du loup filmini 55. dakikada kapatmış bulunuyorum,kıyamet sonrası senaryo denemiş Haneke ve bana kalırsa yaptığı en kötü iş çıkmış ortaya,açılış sahnesi iyiydi ama sonrası gelmedi,çok denedim ama olmadı,yinede bu tarz kıyamet sonrası senaryoları sevenler için hele hele de karakter tahlilleri açısından son derece doyurucu bir film,ancak ben filmin konusunu dahi bilmeden oturduğumdan aha sçtım demem uzun sürmedi

keşke bu filme hiç bulaşmayıp direkt Amour'u izleseydim



J
13 yıl
Yarbay

quote:

Orijinalden alıntı: diminishedtriad

quote:

Orijinalden alıntı: Jokě

İzledikten sonra arkadaşlara lazım olabilir, ekşideki kısa inceleme yazımı paylaşayım. Spoiler içine alıyorum.


filmekimi gösterimi başlamış olan izmir ve istanbul'da çıktığı an biletleri tükenmiştir bu filmin. herkes, haneke'nin ismini afişte gördüğünde hemen atlamış olacak. keza ben de ilk filmekimi biletimi bu filme aldım, yer bulamam korkusundan. zaten aldığım gün bitmişti.

haneke'nin filmleri asla ve asla sağlıklı bir kafa ile yorumlanamaz. haneke kadar hastalıklı, huzursuz, rahatsız ve çevrenize tecavüz etmeyi kendine borç bilmiş bir birey olmanız gerekmektedir. haneke'yi azıcık araştırmış olan bile onun meşhur sözünü bilir (filmleri seyircisine tecavüz eder, onları rahatsız eder). ve haneke, bilimum bir ödül töreninden ödül aldığında şaşırır, dumura uğrar, aynı nbc gibi. çünkü zannetmez o kitle benim filmimi anladı diye. çok basit bir melodramı bu kadar çekilmez, aksi, nalet bir kalıba sokmasını da becerir. filmin ilk bölümünde gerek olay yeri inceleme sekansıyla, gerek konser sekansıyla "farklı bir şey" izleteceğini düşündürtse de.

amour, hazmı çok zor bir film. bu hazımsızlığın asıl sebebi de, haneke'nin filmi gittikçe sıkıcılaştırıp, gittikçe huzursuz hale getirip servis etmesinden dolayı olsa gerek. ne georges'un akıbetinden, ne de eve zırt pırt giren güvercinin akıbetinden bi haber bırakarak kapıları yüzümüze kapatıyor bu adam. yani her zamanki gibi seyircisi ile dalgasını geçiyor, onları huzursuz ve melankolik bir ruh haline sokuyor, palme d'or'u alıp evine doğru yol alıyor.

"ben filmden çok etkilendim, teletubbies izlesem kendime gelemem" diyen ağır çakma entel'e de bir çift lafım var. haneke senin için film yapmıyor. haneke senin o sanatçıymış gözüken boktan imajına film yapmıyor. haneke, hani televizyonlarda oynayan ikea reklamı var ya, mutlu mesut yaşlanan aile, aslında öyle bir ailenin olmadığı mesajını veriyor. ha ayrıca, yaşanmışlık olmadan, ailesi, büyüğü bu hale gelmeden dengesiz bir yorum yapabilmek, sizi daha çok ana akım sinemaya da yaklaştırmıyor.

haneke efsane veya kural olmak istemiyor sinemada. gerçek olayları, hem de fazlasıyla gerçek olayları olabildiğinde huzursuz hale getirip vizyona sokuyor, olay bundan ibaret. ve ayrıca, her haneke filminin birbiriyle bağlantısı olurdu. bu film, eski filmlerine göndermeleri dışında bağ açısından üzerinde zerrenin de zerresini taşımayan bir yapıda. amour, haneke'nin en sert filmi. "bu film en iyi film" denmemesi için bu kadar sertleştirmiş ayrıca.




Georges'un ve güvercinin akıbeti belli aslında, üstteki yorumda da yazdım, Georges'un öldüğünü anladığımız sahneyi ve kuşu da öldürüyor aslında Georges. Sonuçta karısının yansıması diyebiliriz o güvercin için.

Gittikçe sıkıcılaştırması demişsin ama buna katılamam. Bu film sıkıcı değildi, orada yaşanan duyguları seyirciye de yaşatma amacı güden bir filmi.
Rahatsızlık konusundaysa dediğim gibi, bilmiyorum eski filmlerini izledin mi, ama o filmlerden çok ayrı bir huzursuz etme niyeti var bu sefer yönetmenin. Eski filmlerinde gerçekten seyirciyi zorlardı ve bu filmlerin amacı zaten buydu. Bu filmindeyse ölüme yaklaşıyor olmanın, sevdiğini, alıştığın insanı kaybedecek olmanın verdiği ıstırabı seyircinin üstlenmesini istiyor.


Haneke filmlerinin büyük bir bölümü seyirciye binbir soru sordurtma düşüncesinde olur, biliyorsun. Hatta Haneke'nin, "bir filmin her seyirciye göre farklı farklı finalleri olmak zorundadır, bir film ancak böyle bir yapıda olduğu sürece iyi bir film olabilir" gibisinden bir sözü vardı. Bu soruları sordurturken seyirciye bence fazlasıyla sıkıcılık aşılıyor. Çünkü yaşlılık öyle bol gerilimli, atraksiyondan atraksiyona koşturulan bir eylem değil. Son demlerini yaşayan çiftin son perdesini anlatma cesaretini göstermiş Haneke. Ve bunu da artık alamet-i farikası olmuş ilahi bakış açılı kamerasıyla yapmış. Her şeyi uzaktan izleyen, etliye sütlüye karışmayan, tarafsız kamera. Bu sayede seyirci bence karakterler ile daha rahat empati kuruyor. George'a da hak veriyor, Anne'e de.

Aynı yola çıkıyoruz gene, "ızdırap verme" konusunda hiç olmadığı kadar gaddar olduğunu düşünüyorum Haneke'nin. Bu başlı başına seyirciyi zorlama değil de nedir ? Altın Palmiye'nin ardından "umarım sizlere bir rahatsız edici gece daha yaşatmışımdır" sözünü bir adam neden söyler ?

"Sıkıcılık" kelimesine takılma diminis, biliyorum sen bir şeye taktın mı illallah ettirirsin bizlere Yaşlılığın verdiği huzursuzluğun, çaresizliğin insan bünyesindeki acımasız etkisi diye afilli, entelektüel bir kelam yerine bunu kullanmış oldum. Aşkın bir kusurun önünde nasıl yitip gittiği de denilebilir. Bu arada, bak son sahneyi unutmuşum, hatırlattığın iyi oldu. Bir Haneke filmini ikinci kez izlemek psikolojik bozukluk yaratır diye korktuğumdan dokunmuyorum Amour'a.


Bu mesaja 1 cevap geldi.
M
13 yıl
Yarbay
Konu Sahibi

quote:

Orijinalden alıntı: Jokě

Haneke filmlerinin büyük bir bölümü seyirciye binbir soru sordurtma düşüncesinde olur, biliyorsun. Hatta Haneke'nin, "bir filmin her seyirciye göre farklı farklı finalleri olmak zorundadır, bir film ancak böyle bir yapıda olduğu sürece iyi bir film olabilir" gibisinden bir sözü vardı. Bu soruları sordurturken seyirciye bence fazlasıyla sıkıcılık aşılıyor. Çünkü yaşlılık öyle bol gerilimli, atraksiyondan atraksiyona koşturulan bir eylem değil. Son demlerini yaşayan çiftin son perdesini anlatma cesaretini göstermiş Haneke. Ve bunu da artık alamet-i farikası olmuş ilahi bakış açılı kamerasıyla yapmış. Her şeyi uzaktan izleyen, etliye sütlüye karışmayan, tarafsız kamera. Bu sayede seyirci bence karakterler ile daha rahat empati kuruyor. George'a da hak veriyor, Anne'e de.

Aynı yola çıkıyoruz gene, "ızdırap verme" konusunda hiç olmadığı kadar gaddar olduğunu düşünüyorum Haneke'nin. Bu başlı başına seyirciyi zorlama değil de nedir ? Altın Palmiye'nin ardından "umarım sizlere bir rahatsız edici gece daha yaşatmışımdır" sözünü bir adam neden söyler ?

"Sıkıcılık" kelimesine takılma diminis, biliyorum sen bir şeye taktın mı illallah ettirirsin bizlere Yaşlılığın verdiği huzursuzluğun, çaresizliğin insan bünyesindeki acımasız etkisi diye afilli, entelektüel bir kelam yerine bunu kullanmış oldum. Aşkın bir kusurun önünde nasıl yitip gittiği de denilebilir. Bu arada, bak son sahneyi unutmuşum, hatırlattığın iyi oldu. Bir Haneke filmini ikinci kez izlemek psikolojik bozukluk yaratır diye korktuğumdan dokunmuyorum Amour'a.

Haneke'nin sordurttuğu sorular, o sorular yok mu her sahnede neden diye sordurtuyor. Ki bu da onu diğer yönetmenlerden ayıran en önemli özellik. Bir de karakterlerin duygularını, yönelimlerini anlamak, sezmek öyle zor ki. O sorular benim açımdan -sıkıcılıktan ziyade- zihnimi canlı tutmamı sağlıyor film boyunca. Haneke'nin bu tarafsızlığı da dediğim gibi, karakterlerin tavır ve tutumlarını saptayamamızı, onları sadece iyi ya da sadece kötü olarak algılamamamızı sağlıyor. Ki insanın özetini, hayatın gidişatının onu o gidişata nasıl zorladığını çok güzel gösteriyor. En batıdaki kıtada çekilen filmlerde ya karakter sevdirme ya da nefret ettirme çabası vardır ama bir karakterin tüm iyi ve kötü yanları gösterilmez.

Seyirciyi yine rahatsız ettiği kesin fakat bu sefer amaç farklı, onu demek istemiştim. Aynı görüşteyiz, ufak bir yerde ayrılıyoruz sadece. Haneke'nin geçmiş filmleriyle karşılaştırıyorum ve çok belli bir şekilde rahatsız etme bakımından onlardan farklı. Onlarda aldığım rahatsızlığı bu filmde almadım. Zaten o filmde karakterlerle seyirci arasında duygu uyuşması yoktu. Bu filmdeyse duygudan duyguya sürüklüyor bizi. Bir de tüm dünyadan uzakta, küçücük bir apartman dairesinde.

Aman düşüncelerimde diretiyorum sanma, sadece senin yazdıklarınla ilgili olarak kendi düşüncelerimi belirtiyorum. Üstte yazdıklarımı da senin görüşün yanlıştır diye yazmadım onu da belirteyim:)


Bu mesaja 3 cevap geldi.