Zerre manası olmayan gereksiz bir tartışmanın içerisindeyiz şu an. Bana söylediğiniz hemen her şeyi kendinizin yaptığınızın farkında bile değilsiniz. Bizans'ın, Roma'nın, Avrupa'nın farklı dönemlerinden ve asıl tartışma konusundan bağımsız örnekler verip duruyorsunuz. En sonunda bir nebze de olsun nabzınıza göre şerbet mealinden durumu açıklamaya kalkınca da ayrı tellerden çalan ben oluyorum ne hikmetse. Forum üzerinden uzuun uzuun akademik tartışma yapıldığını zannedercesine ansiklopedik bilgileri çarpıştırmaya hakikaten zerre niyetim yok. Varsın benim mantık kılavuzum olmasın, okuduklarımı çarpıtıyor olayım. Tartışma kültüründen bahsettikten hemen sonra konuyla doğrudan alakalı ve gayet teknik bir eleştiriye cevap vermek yerine doğrudan doğruya şahsımı hedef alarak niyetinizi ortaya koydunuz zaten. Ayrıca yetki veya sıfattan dolayı liyakatla ilgili problem olduğunu falan da söylemiyorum, hele hele hiçbir şekilde alçaltmıyorum. Çok daha açıkça ifade edeyim madem. Şimdiye kadar birçok defa yazdım aslında. Açıkça tarihçiliğinizi eleştiriyorum. Pragmatik tarihçilik yapmamaktan dem vurmanız, 16. yüzyıldaki Bizans vurgusu yerine 18-19. yüzyıllara odaklanmanız gibi hususlar gayet açık bir şekilde tarih yazıcılığı, metodoloji ve bu konu özelinde düşünce tarihi gibi konularda temelinizin gayet zayıf olduğunu ve hatta ilgilenmediğinizi göstermektedir. Burada bir alçaltma yoktur. Teknik bir konuda yine teknik açıdan açıkça bir eleştiri vardır. Tarihçilik mesleğini fiilen icra ediyorsanız o halde bu mesleki bir eleştiridir. Bulunduğunuz konumu bilmediğim için liyakatinizin uygun olup olmadığını bilemem, bununla ilgili de bir şey söylemedim zaten. O yüzden de ısrarla ve ısrarla en baştan beri bilgiye yönelik detaylarıyla bir tartışmaya girmeyeceğimi söylüyor ve sizin tabirinizle "indirgemeci" ki evet bazı açılardan gayet indirgemeci olabilir, genel bir şeyler söyleyip çekilmeye çalışıyorum. Üzerine tezler, makaleler yazılmış konuları, temeline hakim olmayan biri veya birileriyle forum gibi bir ortamda sayfalarca tartışmaya niyetim yok. Bunu da gayet açıkça söyledim ve söylüyorum da. Bu aşağılayıcı falan bir tavır da değildir. Öyle görüyorsanız bu sizin probleminiz. Ha belki buna daha uygun bir yerde bir araya geliriz o zaman orada en ince detayına kadar tartışırız ve bundan da büyük keyif duyarım. Tartışmaktan ve durum öyle ise yanılmaktan çekiniyor olsam bilimsel araştırma ve üretim yapma çabasına girmezdim. Ha bu arada alışkanlıklarımı bilecek kadar beni takip etmişseniz, lafımı hiçbir zaman esirgemediğimi de net olarak bilmeniz gerekirdi. Yani doğrudan size yönelik söyleyecek bir şeyim olduğunda en ufak çekincem dahi olmadan sizi etiketler veya isminizi veririm. Yaptığınız gibi direkt şahsınıza yönelik bir şey söylemek isteseydim de yine çekinmeden söylerdim. Fakat, bununla ne ilgileniyorum ne umurumda. İsterseniz şimdi yine tek tek cümlelerimi çekip paragraflarca yazabilir, yine şahsıma yönelik istediğiniz teşhisi koyabilir, itham ettiğiniz her şeyi birebir kendiniz yapıp tartışma adabı, saygı vs. gibi şeylerden bahsedebilirsiniz. Konuyla ilgili başka bir zamanda ve muayyen bir ortamda gerçek manada detayını tartışmak için ise kapım her zaman açıktır söylediğim gibi. Yeri ve zamanı uygun olduğu müddetçe tartışmadan geri durmam, takip ettiğinize göre bilirsiniz. Sağlıcakla. |
Yani diyorsunuz ki, ufacık bir beylik, diğer hiç bir beylik üzerinde hakimiyet kuramadığı halde dönemin en güçlü imparatorluğunun içinde sahasını ve etkinliğini geliştirdi, ta ki hepsini alıncaya kadar... Bence arkada başka anlaşmalar var, belki Roma ile. İlginç olan bu. Osmanlı'nın nasıl kurulduğu ve ilk yıllarına dair pek bir şey bilmiyoruz. İlginç olan başka bir şey de örgün tarih eğitiminde bunun böylece anlatılmaması, bu dönemde tarih atlaslarına nedense başvurulmaması. Ancak kritik bir akılla coğrafya ve nesnel izlekler üzerinden farkedebilmemiz. Şimdi nasıl bilmiyorum ama bizim zamanımıda beylikler dönemi, Osmanlı'nın büyümesi ve İstanbul'un alınması şeklinde ilerlerdi dersler. Kronoloji böyle veriliyordu. Neredeyse üç asırdan fazla tamamen Bizans içinde geçen bir yayılma var. Öyle değilse bile milli reflekslerle yazılmış bir resmi tarih dersinde üç asır hiç değilse Osmanlı'nın Bizans'ı alması şeklinde veirlebilirdi. Bizans'ın devamı olmayan özgün bir Türk devleti diğer Türk devletleriyle birleşip veya onlar üzerinde hakimiyet kurup (mesela Timur) Selçuklu'nun ve Anadolu'nun devamı olan ögün coğrafyasına hakim olup Bizans'ı dışardan alması beklenmez mi... Veya Bizans gibi kayıtları, organizasyonu ve tahakküm aygıtları gelişmiş bir devletin içnde onun yönnetim şekli ve kültüründen etkilenmeden, tamamen onun sınırları içinde (muhtemelen de onun kaynaklarıyla) kalarak büyümek mümkün müdür. Örnekleri var mıdır? Timur 1402'de isitila edinceye kadar, Osmanlı İstanbul'un çevresine otuz senedir hakim. Başkent Edirne. İzmit zaten çoktandır Osmanlı'nın önemli şehirlerinden. II. Murat da bu İstanbul'a hiç dokunmaz ama 20'li yaşlarındaki oğluna bırakır. Kendisinin Manisa'da istirahate çekilip İstanbul'u genç padişahın itibarını desteklemesi için bırakmak anlaşılabiir fakat bu istila görmüş, toparlanmaya çalışan bir devlette olabilecek şeylerden midir? Yani, İstanbul'un neden seksen sene boyunca öylece bırakıldığı da enteresan. Bana enteresan geliyor. Tabii herkese gelmeyebilir. |
Açıkçası Bizans'ın kimliğiyle ilgili diyeceklerimi büyük ölçüde söyledim. Daha fazla uzun uzun konu dışı drama (saygı, yetki, adap, forum kuralları vs) yapıp haklı çıkmakla, muhataba yansıtma yaparak kendisinin ve temellendirilmiş argümanların içini boşaltmakla uğraşmayacağım. Narsisizm ve uzun narsisistik drama beni deli eder; kusuruma bakmayın. Metodolojiyle ilgili diyeceğim, umumi bir sanal ortamda tarihin öğretici (didaktik) olması gerektiği ve her türlü tarih sahasında (Bizantoloji, Ottomanoloji vs) genelgeçer evrensel bir tarih metodolojisinin olmaması. Elbette her şey belgeye ve verilere dayanıyor. Elbette genel bir araştırma evreni, kaynak taraması, tasnif, tahlil, tenkit süreci var. Ancak söz konusu gizemci yani içerikten bahsetmeyen Ortodoks metodolog tavrınız anlamsız. Anakronizme düşmeden kendimce tarihselcilik ve bağlamcılık yapmaya gayret ediyorum. Sizi bilemem. Gördüğüm kısımlarda da diyeceğimi dedim. Başka bir yerde güya çok güncel yüksek bir tarih metodolojisine dayanarak Osmanlı Türkçesinin Çince karakterlerle yazılıp Japonca ve Korece kelime haznesine sahip olduğunu, Selçukların veya İlhanlıların Farslarla zerre alakası olmadığını, Fars edebiyatıyla Divan edebiyatının alakasız olduğunu, Enderun ve Birun gibi saray tertibinin ve "padişah" isminin bir Aztek tradisyonu ve krallık ünvanı olduğunu iddia etmem. Bu alaycılığı yaparak ne demek istiyorum? Azıcık tarih ve kültür bilen herkes şu Osmanlı'da Fars veya Arap etkisi veya Osmanlı'nın özgün kimliği ve nitelikleri üzerinden Fars ve Arap geleneklerinin herhangi bir devamlılığı olmadığı iddiasına güler. Halil İnalcık Osmanlı'yı Perslere kadar gittiğini söylediği Yakındoğulu bir "mutlak hükümdarın adalet dairesi" geleneğine bağlarken sizin bunu sergilediğiniz mantığa göre reddetmeniz neye dayanacak? Halil İnalcık'ın Pers İmparatorluğu ile arasında binlerce yıl olan Osmanlı arasında paralellik veya bağlantı kurup karnaval mı yaptığına? Halil İnalcık'ın yüksek tarih metodolojisine aşina olmayıp demode mi olduğuna? Çifte standartlarınız dillere destan.
Doğrudan atladığım, ne demektedir kendisi dediğim kısım. Osmanlı eşittir Arap ve Fars, Bizans eşittir Yunan diyen zaten yok ki. Tarihteki bir süreklilikten ve ortak kültür havzalarından söz ediyorum. Baskın kültürel örüntülerden söz ediyorum. Bu baskın örüntülerden tarihsel evrim ve etkileşim süreci sonucu yeni ve özgün ürünlerin çıkmasından söz ediyorum. Straw man'e kapıldığınız için olmayan argümanlarla tartışıyorsunuz. A, B, C yani alfabeyi bilmeden düzgün okuma yazma öğrenemezsiniz. Mantık kılavuzu bilmeden de tarih metodolojisini bilemez veya özümseyemezsiniz. Aynı hesap. Çünkü mantık kılavuzu dediğim gibi her bilimsel olma iddiasındaki metodolojinin a, b, c 'sidir.
Sizce ben ne diyorum? Hayır efendim "toprak aynı, insan aynı" diye bir şey yok. Hepsi tarihsel kültürel inşadır. Osmanlı ile Bizans'ta paralellikler veya etkileşimler bulunabilir ama hepsi belirli bir inşa ve bağlam yaratım sürecine ait başka fakat etkileşim yaşamış kültürel varlıklardır. Bir Osmanlı Türkü ile Bizans Rumu aralarında ne denli paralellik olsa da ve Yakındoğu bağlamını paylaşsa da kesinlikle aynı insanlar değiller. Rumlar Romalıdır ancak şüphesiz ki antik Romalılardan da farklılaşmışlardır. Osmanlı Türkü diyoruz; klasik Osmanlı kendisini bir kere dahi Türk görmemiştir; Müslüman görmüştür. Bu garip Doğu devleti muhabbeti de indirgemeci algınızdan geliyor. Bir yandan Batı veya Doğu gibi polariteli düşünmenin kendi tehlikeleri bulunur. Bunu saymaya gerek yok. Türklerin deveye bindiğini düşünmekten tutun Batı dünyasındaki "uhrevî despotizm" örnekleriyle Doğu dünyasındaki "demokrasi veya müzakere' örneklerini görmezden gelmeye kadar geniş bir yelpazeye sahiptir. Bizans'ın da hem Doğu hem Batı dünyalarının kesişim noktası olduğuna ve Türkiye'nin aksine ana akım Batı uygarlığının ve tarihinin bir parçası olduğuna adım gibi eminim. Azıcık akıl var izan var. Kendisine Romalı demiş, Hellenik bir dil (Romaika) konuşmuş, boş vakitlerinde Homeros veya Demosthenes okuyup manastıra kapanıp azizlerin yaşam öykülerine öykünmüş, Roma hukuk mevzuatını kullanmış (ve yeniden derlemiş) Hıristiyan bir etnisitede nasıl oluyor da "Batılılık veya Avrupalılık" olmaz? Bal gibi de olur. Doğululuk ve Doğu etkisiyle de bal gibi de bir arada yaşar. İstediğiniz kadar tekil örnek vs diyerek içini boşaltın. Dediğim gibi Güneş balçıkla sıvanmaz. |
Ayrıca birçok savaş da yapılmıştır, sadece bizans ile değil haçlılar ile de sazlıdereden 2kosovaya kadar. Bizans ile gizli anlaşmalar vs. bence çok ütopik bir fikir adamların gel toprağımı al demesi gibi, böyle bir şeyi kimse kimseye yapmaz. Diğer beyliklerin arasından sıyrılması da tecrübe ve bölge halkıyla iyi geçinmesine bağlıdır. |
Eğer bu mantığı devam ettirirsek, yani tecrübeli kişiler nerede ne yapılması gerektiğini bilenler, Roma İmparatorları ve onların bakiyeleri Bizans'ın hem kurdukları şehirler, hem eseleri, hem de devletlerinin süreleri o dönemde Oğuz devletlerininkinden daha uzun. Yani ilk bakışta daha tecrübeli görünüyorlar. O halde bu mantıkla Kayı Boyu'nun Bizans karşısında pek bir şansının olmaması gerekmiyor mu? Devletleri sadece kişi karakterleri gibi düşünmek herhalde ulusalcılıkla orataya çıkan "devletçi tarih" denilebilecek bir yaklaşımın sık düştüğü hata. Andolu ve Avrupa'da birbirinden bağımsız onlarca farklı toplum, Bizans'ın eyaletleri, Roma'dan kurtlmak isteyenler yok muydu. Mesela Çerkez tarihinde, veya Romanya tarihinde Roma İmparatorluğu istilacı olarak görülür. Biri Bosforya'yı diğeri ise Büyük Romanya'yı istiyor. Anadolu'da bir de kocaman,sonradan Roma eyaletine dönüşmüş İyonya var. Adalardaki insanlara konuştuğumda halen Romanın %50 vergi alırken Osmanlı'nın %40 sözü verdiğini anlatıyorlar. Yani kahramanlık hikayelerinden daha fazlası gerekiyor, biraz detay lazım. Bence hala Osmanlı'nın nasıl kurulabildiğini bilmiyoruz. |
![]() |
Uzun zamandır bölümde böyle tartışma dolu bilgi içeren konu olmamıştı merakla okuyoruz. İlginç olan şu ki daha önce kurulan Türk devletlerinin kurulduğu bölgelerdeki yerel halkların Türk devletlerine olan etkisini az çok biliyoruz. Ancak Doğu Roma'nın Osmanlı'ya olan etkisi pek dile getirilmiyor. Belki de dile getirilmek istenmiyor. |
< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >