|
< Resime gitmek için tıklayın > COSMOS-Web NIRCAM verilerini kullanan bilim insanları (Yale Üniversitesi'nden Pieter van Dokkum ve Kopenhag Üniversitesi'nden Gabriel Brammer) iki çarpışmış galaksiden meydana gelen ve olağandışı biçiminden dolayı "sonsuzluk galaksisi" (the ∞ galaxy) olarak bilinen bileşik galaksinin çarpışma bölgesinde beklenmedik bir aktif süper masif karadelik keşfettiler. Normalde temel bir astronomi olgusu ve bilgisi olarak süper masif karadeliklerin genelde galaktik merkezlerde yer aldıkları iyi bilinmektedir ve özellikle de faal halleriyle aktif galaktik çekirdek olarak adlandırılmaktadırlar. Sonsuzluk bileşik galaksisinin iki eski kaynak galaksisi de bu süper masif karadeliklerden barındırmaktadır. Ancak normalde böyle bir denklemde herhangi bir süper masif karadeliğe fazladan eşlikçi veya dışardan galaksiye giriş yapmış başıboş bir obje olarak mümkün olabilecek üçüncü bir süper masif karadeliğin varlığı ve olağanüstü özellikleri araştırmacıları şaşırtmıştır. < Resime gitmek için tıklayın > < Resime gitmek için tıklayın > < Resime gitmek için tıklayın > Aktif süper masif karadelik beklentilerin aksine iki devasa galaktik çekirdeklerin herhangi biriyle ilişkili görünmemektedir, ancak bunların arasındaki karmaşık çarpışma bölgesinde yer almaktadır. Buradan oldukça belirgin biçimde yüksek iyonizasyonlu UV/optik emisyon çizgileri, radyo emisyonu ve X ışınları yaymaktadır. Araştırmacılar bu tuhaflığı açıklamak için çeşitli senaryoları irdelemişlerdir. İlk senaryo olarak bir süper masif karadeliğe yani bir galaktik çekirdeğe ev sahipliği yapan üçüncü bir galaksinin de bileşik sonsuzluk galaksisinde yer aldığı ve üç galaksili birleşme senaryosu üzerinde durmuşlardır. Ancak bu senaryoyu üçüncü bir galaksinin varlığına dair galaksi şişkinliği, diski, uzantıları vb özelliklerin mevcut bulunmamasından dolayı elemişlerdir. İkinci senaryo olarak araştırmacılar ilgili süper masif karadeliğin bambaşka bir galaksinin merkezinde bulunup ya ikili süper masif karadelik interaksiyonu yüzünden ejeksiyon veya dağılan bir galaksinin soyulmasıyla ayrışmış olabileceği ihtimalini değerlendirmişlerdir. Ancak bu model herhangi bir galakside gerçekleşebiliyor olsa da süper masif karadeliğin özellikleri ile eski veya yeni taşıyıcı galaksiler arasında zaruri bir ilişki öngörmemektedir ve bu süper karadeliğin tuhaf düzenli durumunu bir tesadüfe bağlamaktadır. Araştırmacılara göre iki model de bileşik sonsuzluk galaksisinin olağandışı morfolojisini, ilgili süper masif karadeliğin radyal hızının onlara uyar/paralel şekilde iki halkanın ve çevresindeki iyonize gazların hızları arasında kalmasını ve iki galaktik çekirdek arasında sıkışmış iyonize gaz dağılımının tam ortasında durmasını tatmin edici veya anlamlı biçimde açıklamamaktadır. < Resime gitmek için tıklayın > Dolayısıyla araştırmacılar günümüzde James Webb teleskobunun erken galaksilere dair bulgularıyla daha fazla geçerlilik kazanmış bir teoriyi raftan indirmeye karar vermişler: Doğrudan gravitasyonel çöküşe (direct gravitational collapse) dayanan ağır tohumlama (heavy seed) modeli. Araştırmacılar göre iki galaksinin çarpışması çekirdekler arasındaki kalan iyonize gazı şoklayarak sıkıştırmış ve bu sıkışan aşırı sıcak gaz ağır tohumlama modelinin izahına uygun olarak ekstrem koşullar yüzünden herhangi bir yıldız formasyonu yaşamadan doğrudan devasa bir karadeliğe dönüşmüştür. Çünkü onlara göre bu senaryo süper masif karadeliği içinde bulunduğu gaz bulutuyla özellik uyumlarını açıklayabilecek biçimde ilişkilendirmekte ve karadeliğin radyal hızının neden iki galaktik halkadaki gazların hızlarına bu kadar uyumlu olduğunu açıklamaktadır (daha iyi anlatmak için şöyle ifade edebiliriz; korunum yasaları gereği karadelik belirli bir kısmından oluştuğu gaz yığının momentum niceliklerini ve lokasyonunu muhafaza etmektedir ve gazdan arta kalanlarla uyumu bu sebepledir). Sonuçta bu araştırmaya göre bileşik sonsuzluk galaksisine vücut vermiş olan bu çarpışmış galaksiler - hem de oldukça geç sayılabilecek bir kozmolojik fazda - doğrudan çöküş yoluyla karadelik doğurmuşlardır. Yine de araştırmacıların doğrudan çöküş ve ağır tohumlama modeline kanıt adayı olarak tanımladıkları galaksi üzerinde daha fazla çalışılması, bilim camiasının bu hipotezleri daha fazla veriyle sınaması ve modelleri güncelleyebilecek veya tamamen yadsıyabilecek yeni bulgulara göre perspektifi geliştirmesi gerekmektedir. Kaynak: https://validate.perfdrive.com/fb803c746e9148689b3984a31fccd902/?ssa=b5073a70-8559-4c2e-a5b5-781a118dc791&ssb=94977284497&ssc=https%3A%2F%2Fiopscience.iop.org%2Farticle%2F10.3847%2F2041-8213%2Faddcfe&ssi=0467ed90-cnvj-4c97-9e7b-5f8169d5933f&ssk=botmanager_support@radware.com&ssm=35844976455692037106258758189130&ssn=59df3d8cff75f18dab472b12311c2a3f74b9ae04c414-f2ef-4f83-ab51ea&sso=7e3c43cb-30919ff6c0886ef4e84a32f125cfc3d7764f8b6246fc15c8&ssp=08864640781753849785175383252092329&ssq=39960816186622496330661866166626243782084&ssr=MTA0LjI0Ny4xNzIuNjE=&sst=&ssu=&ssv=&ssw=&ssx=eyJyZCI6ImlvcC5vcmciLCJfX3V6bWYiOiI3ZjkwMDBhZTA0YzQxNC1mMmVmLTRmODMtYTNjYi0zMDkxOWZmNmMwODgxLTE3NTM4NjE4NjY1ODEwLTAwMDNjYjkzODQzZWE3YzJiMWQxMCIsInV6bXgiOiI3ZjkwMDBhYjJhNTQ5Ny00ZDNhLTQxNDYtYWMyMy0xZTI4YjA5MjU2NGYxLTE3NTM4NjE4NjY1ODEwLWQ2MDhlNDYxMzYwMjExMDQxMCJ9 https://validate.perfdrive.com/fb803c746e9148689b3984a31fccd902/?ssa=b5073a70-8559-4c2e-a5b5-781a118dc791&ssb=94977284497&ssc=https%3A%2F%2Fiopscience.iop.org%2Farticle%2F10.3847%2F2041-8213%2Faddcfe&ssi=0467ed90-cnvj-4c97-9e7b-5f8169d5933f&ssk=botmanager_support@radware.com&ssm=35844976455692037106258758189130&ssn=59df3d8cff75f18dab472b12311c2a3f74b9ae04c414-f2ef-4f83-ab51ea&sso=7e3c43cb-30919ff6c0886ef4e84a32f125cfc3d7764f8b6246fc15c8&ssp=08864640781753849785175383252092329&ssq=39960816186622496330661866166626243782084&ssr=MTA0LjI0Ny4xNzIuNjE=&sst=&ssu=&ssv=&ssw=&ssx=eyJyZCI6ImlvcC5vcmciLCJfX3V6bWYiOiI3ZjkwMDBhZTA0YzQxNC1mMmVmLTRmODMtYTNjYi0zMDkxOWZmNmMwODgxLTE3NTM4NjE4NjY1ODEwLTAwMDNjYjkzODQzZWE3YzJiMWQxMCIsInV6bXgiOiI3ZjkwMDBhYjJhNTQ5Ny00ZDNhLTQxNDYtYWMyMy0xZTI4YjA5MjU2NGYxLTE3NTM4NjE4NjY1ODEwLWQ2MDhlNDYxMzYwMjExMDQxMCJ9/pdf Görsellerin Kaynağı: Aynı makale, karadelik görseli ESO ve M. Kornmesser'den: https://www.eso.org/public/images/eso2402a/ |
|
< Resime gitmek için tıklayın > < Resime gitmek için tıklayın > < Resime gitmek için tıklayın > S25 FE ana konusuna hoş geldiniz. Ufukta artık iyicene belirginleşmiş olan S25 FE geçmiş FE modelleri gibi ana akım - S25 - üst segment serinin daha düşük ancak gene de amiral seviyede donanım bileşenlerine sahip daha bütçe dostu bir versiyonudur. O sebeple S25 FE'nin neler sunduğunu anlamak için başta önceki FE modeli olan S24 FE ile kıyaslamak cihaza dair anlamlı bir resim çizmemize yardımcı olacaktır. S24 FE ile kıyaslandığında ön kamerada 2 MP artış, batarya kapasitesinde 200 mAh artış, 45W şarj desteği ve Exynos 2400e yerine ana akım S24 serisinde kullanılan birazcık daha kaliteli ve daha performanslı Exynos 2400 işlemciye geçilmesi dikkat çekmektedir. Bunun haricinde S24 FE'ye kıyasla ağırlığın 23 gram azaldığı ve kalınlığın 6mm civarında kırpıldığı görülmektedir. Cihazın birçok açıdan önceki ana akım amiral seriden S24 Plus'ın "Lite" versiyonu hatta S25 FE eğer FHD+'ın ve LTPS'nin ötesinde QHD+ ve LTPO da sunsaydı yeniden çıkarılmış bir versiyonu olduğunu söylemek de mümkündür. 4900 mAh batarya ve 45 W şarj desteği, Exynos 2400 işlemci, 12 MP ön kamera, 190 g civarı ağırlık ve 7-8 mm arası kalınlık ile S25 FE'nin S24 Plus'ınkine oldukça benzer bir işlem hızı, şarj, kamera ve tutuş deneyimi sunacağını - ancak ekran deneyiminin biraz daha aşağı kalacağını - kabul edebiliriz. Bu anlamda S25 FE modelini S24 FE modelinin "S24 Plus'laştırılması" olarak okuyabiliriz. Lansmanda ayrıca Galaxy S25 FE'nin ProVisual Engine ile gelen yeni yapay zeka destekli özelliklerine vurgu yapılmıştır. Öne çıkan özellikler şunlar: Generative Edit fotoğrafların arka planındakileri otomatik olarak algılıyor ve neyin kaldırılacağını proaktif olarak öneriyor, böylece manuel seçimler ve düzenlemeler yapmaya gerek kalmıyor. Portrait Studio ise kullanıcıların daha gerçekçi yüz ifadeleriyle kişiselleştirilmiş avatarlar oluşturmasına olanak tanıyor. Anlık Ağır Çekim özelliği, kullanıcıların tek bir dokunuşla herhangi bir klibi ağır çekime dönüştürerek en sevilen video anlarının daha sürükleyici bir şekilde yeniden yaşanabilmesini sağlıyor. Audio Eraser; sesler, müzik, rüzgar, ortam sesi, kalabalık ve arka plan gürültüsü gibi belirli ses öğelerini izole ederek videolardaki gürültüyü temizlemenin kolay bir yolunu sunuyor ve kullanıcılara hangi sesi azaltacaklarını veya tamamen kaldıracaklarını hassas bir şekilde kontrol etme imkanı sağlıyor. Galaxy S25 FE'deki Auto Trim özelliği ise çekimlerdeki en iyi anları otomatik olarak seçerek video düzenleme sürecini kolaylaştırıyor (ProVisual Engine kısmı doğrudan alıntıdır ve kredisi haber editörlerine aittir). Cihaz 5 Eylül 2025 itibarıyla satışa sunulmuştur. Galaxy S25 FE Özellikleri: Ekran Boyutu: 6.7 inç Ekran Teknolojisi: Dynamic AMOLED 2X Ekran Çözünürlüğü: FHD+ (2340 x 1080 piksel) Parlaklık: 1900 nits Ekran Koruma Teknolojisi: Gorilla Glass Victus+ İşlemci Seti: Exynos 2400 RAM: 8GB RAM Depolama: 128GB, 256GB, 512GB Arka Kamera: Ana 50 MP f/1.8, 12 MP Ultra Geniş Lens, 8 MP 3× Optical Zoom Telefoto Ön Kamera: 12MP (F2.2, FOV 80°) Bağlantı: 5G, LTE, Wi-Fi 6E, Wi-Fi Direct, Bluetooth® v 5.4 Batarya Kapasitesi: 4900 mAh Li-Ion Kablolu Şarj: 25W (45W desteği artık mevcut, en kayda değer gelişim bu görünüyor, 10V/4.5A ya da 15V/3A kablolu hızlı şarj*) Kablosuz Şarj: Mevcut, 15W Yazılım: Android 16 One UI8 Yapay Zeka Desteği: Galaxy AI Ağırlık: 190 g (karşılaştırma bakımından S24 FE 213 g) Ebat: 161,3 x 76,6 x 7,4 mm (karşılaştırma bakımından S24 FE 162 x 77.3 x 8 mm) Gövde Çerçevesi: Alüminyum (Armor Aluminum, güçlendirilmiş alüminyum*) Arka Yüzey: Cam Toz ve Su Dayanıklılığı: IP68 Sertifikası Renk Seçenekleri: Lacivert, Buz Mavisi, Jet Siyahı ve Beyaz (Sızıntı/İddia) Kaynaklar: https://forum.donanimhaber.com/beklenen-oldu-galaxy-s25-fe-icin-exynos-dogrulandi--161343689 https://forum.donanimhaber.com/samsung-galaxy-s25-fe-en-net-haliyle-goruntulendi-iste-tasarimi--161563000 https://forum.donanimhaber.com/samsung-galaxy-s25-fe-icin-geri-sayim-iste-tum-bilinenler--161567205 https://forum.donanimhaber.com/galaxy-s25-fe-nin-detaylari-netlesmeye-basladi-pil-kapasitesi-ve-sarj-hizi-artacak--161705369 https://forum.donanimhaber.com/galaxy-s25-fe-tasarimi-ortaya-cikti-s24-fe-den-farki-neredeyse-yok--161734082 https://forum.donanimhaber.com/samsung-galaxy-s25-fe-renkleri-ve-depolama-secenekleri-sizdirildi--161802012 https://www.sammobile.com/news/samsung-galaxy-s25-fe-everything-to-know/ https://www.sammobile.com/news/galaxy-s25-fe-first-real-life-image-leaks https://www.digit.in/news/mobile-phones/samsung-galaxy-s25-fe-launch-timeline-price-specifications-camera-battery-and-all-other-latest-leaks.html https://www.log.com.tr/samsung-galaxy-s25-fe-ile-galaxy-buds-3-fe-de-gelebilir https://www.tomsguide.com/phones/samsung-phones/samsung-galaxy-s25-fe-just-tipped-for-a-surprising-ultra-level-upgrade https://sammyguru.com/galaxy-s25-fe-and-tab-s10-lite-charging-speeds-revealed-ahead-of-launch/ https://www.gadgets360.com/mobiles/news/samsung-galaxy-s25-fe-fan-edition-leaked-exynos-2400-8gb-ram-soc-specifications-features-expected-8871254 https://www.hindustantimes.com/technology/samsung-galaxy-s25-fe-5g-mobile-launch-camera-features-specs-and-more-updates-101752642632631.html https://www.hindustantimes.com/technology/samsung-galaxy-s25-fe-to-launch-in-september-full-specs-and-features-leaked-online-101753071573149.html https://www.timesbull.com/gadgets/samsung-galaxy-s25-fe-expected-ram-colours-and-storage-options-revealed-555338.html https://forum.donanimhaber.com/samsung-galaxy-s25-fe-yakinda-geliyor-iste-beklenen-ozellikler--161842081 https://forum.donanimhaber.com/galaxy-s25-fe-nin-tanitim-tarihi-belli-oldu-iste-beklenen-ozellikler--161870697 https://forum.donanimhaber.com/samsung-galaxy-s25-fe-yeni-goruntuleri-ortaya-cikti-iste-tasarimi--161906635 https://forum.donanimhaber.com/samsung-galaxy-s25-fe-icin-yeni-gorseller-paylasildi--161926936 https://forum.donanimhaber.com/samsung-galaxy-s25-fe-sizdirildi-iste-tasarimi-ve-ozellikleri--161995523 https://forum.donanimhaber.com/samsung-galaxy-s25-fe-nin-fiyati-ve-cikis-tarihi-belli-oldu--162010781 https://forum.donanimhaber.com/samsung-galaxy-s25-fe-tanitildi-iste-ozellikleri--162062143 https://forum.donanimhaber.com/samsung-galaxy-s25-fe-on-inceleme-beklentilerin-uzerinde-mi--162061913 https://forum.donanimhaber.com/samsung-galaxy-s25-fe-fiyat-karmasasiyla-piyasaya-cikti--162077970 |
|
< Resime gitmek için tıklayın > Çığır açan bir çalışma, kara deliklerin tekillikler olmadan da var olabileceğini göstererek egzotik madde ihtiyacını ortadan kaldırıyor. Yeni kuantum yerçekimi düzeltmelerine dayanan bu keşif, kara delik oluşumunun daha doğal bir açıklamasını sunuyor ve termodinamik yasalarla uyum gösteriyor. Kaynak: SciTechDaily.com Bilim insanları, fiziğin çöktüğü gizemli tekillikler olmadan kara delikler yaratmanın yeni bir yolunu keşfettiler. Egzotik madde varsayımı yerine saf kütleçekimini kullanan yeni model, önceki teorilere meydan okuyor ve bizi uzay-zamanın gerçek doğasını anlamaya yaklaştırıyor. Bu buluş sadece kara delik oluşum koşullarını basitleştirmekle kalmıyor, aynı zamanda termodinamiğin temel yasalarıyla da uyum sağlıyor. Araştırma yeni astrofiziksel uygulamalara kapı açıyor ve nihayetinde evrenin tekilliklerin oluşmasını nasıl engellediğini ortaya çıkarabilir. Tekillikleri Olmayan Kara Delikler Albert Einstein'ın Genel Görelilik Teorisi tarafından tanımlanan kara deliklerin, fizik kurallarının artık geçerli olmadığı matematiksel noktalar olan tekillikler içerdiği düşünülmektedir. Bu tekilliklerin kuantum kütleçekimi çerçevesinde nasıl çözülebileceğini anlamak teorik fizikteki en büyük zorluklardan biri olmaya devam etmektedir. Ancak yakın zaman içerisinde Barselona Üniversitesi Kainat Bilimleri Enstitüsü'nden (ICCUB) araştırmacılar çığır açan bir keşif yapmış olabilirler. İlk kez, kara deliklerin önceki bazı tekilliksiz modellerin dayandığı bir bileşen olan egzotik maddeye ihtiyaç duymadan, sadece kütleçekimsel etkilerle oluşabileceğini gösterdiler. Physics Letters B'de yayınlanan bu kuramsal bulgu, kütleçekiminin kuantum doğasına dair yeni bilgiler sunuyor ve uzay-zamanın gerçek yapısına dair anlayışımızı yeniden şekillendirebilir. < Resime gitmek için tıklayın > Soldan sağa, Barselona Üniversitesi Kainat Bilimleri Enstitüsü'nden (ICCUB) uzmanlar Pablo Cano ve Pablo Bueno. Kaynak: Barselona Üniversitesi Egzotik Maddeye İhtiyaç Olmayabilir Egzotik madde terimi, sıradan maddede bulunmayan olağandışı özelliklere sahip bir madde türünü ifade eder. Genellikle negatif enerji yoğunluğuna sahiptir, itici yerçekimi etkileri yaratır ve genel görelilikteki belirli enerji koşullarını ihlal edebilir. Egzotik madde büyük ölçüde teoriktir ve doğada gözlemlenmemiştir, ancak solucan delikleri, ışıktan daha hızlı seyahat ve kara delik tekilliklerinin çözümü gibi kavramları keşfetmek için modellerde kullanılır. Yeni çalışma, sonsuz sayıda yüksek dereceli kütleçekimsel düzeltmenin bu tekillikleri ortadan kaldırabileceğini ve tekilliksiz anlamında normal kara deliklerle (regular black holes) sonuçlanabileceğini matematiksel olarak göstermektedir. < Resime gitmek için tıklayın > Saf Yerçekimi ve Normal Kara Delikler Egzotik madde gerektiren önceki modellerin aksine, bu yeni çalışma saf kütleçekiminin - ek madde alanlarına başvurmadan - tekillikler barındırmayan normal kara delikler oluşturabileceğini ortaya koyuyor. Bu keşif, önceki teorilerden önemli bir sapmayı temsil ediyor ve normal kara delikler için gerekli koşulları basitleştiriyor. Fizik Fakültesi ve ICCUB Kuantum Fiziği ve Astrofizik Bölümü'nden araştırmacı Pablo A. Cano, “Modelimizin güzel tarafı, yalnızca kuantum kütleçekimi tarafından doğal olarak öngörülen Einstein denklemlerinin modifikasyonlarına dayanmasıdır. Başka hiçbir bileşene ihtiyaç yok” diyor ICCUB ekibi tarafından kullanılan teoriler, beşten büyük veya beşe eşit herhangi bir uzay-zaman boyutuna uygulanabilir. “Daha yüksek uzay-zaman boyutlarını dikkate almamızın nedeni tamamen teknik” diyor Cano, ”çünkü bu, problemin matematiksel karmaşıklığını azaltmamızı sağlıyor.” Ancak araştırmacılar “aynı sonuçların bizim dört boyutlu uzay-zamanımız için de geçerli olması gerektiğini” söylüyorlar. Tekilliklerin Gizemini Çözmek Robie Hennigar “Çoğu bilim insanı genel göreliliğin tekilliklerinin nihayetinde çözülmesi gerektiği konusunda hemfikir, ancak bu sürecin nasıl başarılabileceği konusunda çok az şey biliyoruz. Çalışmamız, belirli simetri varsayımlarından yola çıksa da, bunu sağlam bir şekilde başarmak için ilk mekanizmayı sağlıyor,” diye açıklıyor. Hennigar, “Doğanın evrende tekilliklerin oluşumunu nasıl engellediği henüz net değil, ancak modelimizin bu süreci daha iyi anlamamıza yardımcı olacağını umuyoruz” şeklinde tamamlıyor. < Resime gitmek için tıklayın > Barselona Üniversitesi Kainat Bilimleri Enstitüsü'nden (ICCUB) uzman Robie Hennigar. Kaynak: Memorial Üniversitesi Gazetesi Termodinamik ve Astrofiziksel Anlayışlar Çalışma ayrıca bu tanımladıkları normal kara deliklerin termodinamik özelliklerini araştırmakta ve termodinamiğin birinci yasasına uyduklarını ortaya koymaktadır. Geliştirilen teoriler, kara deliklerin termodinamiğini tamamen evrensel ve kesin bir şekilde anlamak için sağlam bir çerçeve sağlamaktadır. Bu tutarlılık, bulgulara güvenilirlik ve potansiyel uygulanabilirlik katıyor. Araştırmacılar çalışmalarını dört boyutlu uzay zamana empirik anlamda genişletmeyi ve bulgularının çeşitli astrofiziksel senaryolardaki etkilerini araştırmayı planlıyor. Ayrıca bu normalleştirilmiş kara deliklerin kararlılığını ve olası gözlemsel imzalarını da araştırmayı amaçlıyorlar. “Bu teoriler sadece tekillik içermeyen kara delikleri öngörmekle kalmıyor, aynı zamanda bu nesnelerin nasıl oluştuğunu ve bir kara deliğe düşen maddenin kaderinin ne olduğunu anlamamızı sağlıyor. Halihazırda bu sorular üzerinde çalışıyoruz ve gerçekten heyecan verici sonuçlar bulmayı umuyoruz,” diye sözlerini tamamlıyor Cano. Çevrilen Haber Kaynağı: No More Singularities? Quantum Gravity Could Finally Solve the Black Hole Mystery Orijinal Çalışma: Regular black holes from pure gravity - ScienceDirect |
|
< Resime gitmek için tıklayın > Bir mikrokuasar sisteminde bir yıldızı yavaşça yutan yıldız kütleli bir kara deliğin illüstrasyonu. (Kaynak: Robert Lea (Canva ile oluşturulmuştur)) NASA'nın gama ışını tespit eden Fermi uzay aracından elde edilen 16 yıllık verileri kullanan gökbilimciler, bir kara deliğin bir yıldızı yavaşça yuttuğu sistemler olan mikrokuasarların görece küçük olsalar da sandığımızdan çok güçlü olabileceklerini keşfettiler. Küçücük yapılarına rağmen bu araştırma, küçük yıldızları yiyen mikrokuasarların bile etkileyici bir kozmik etkiye sahip olabileceğini ve güçlü doğal parçacık hızlandırıcıları haline gelebileceğini gösteriyor. Bu da her boyutta yıldızla beslenen kara deliklerin, Dünya'yı sürekli bombardıman eden ve kozmik ışınlar olarak adlandırılan yüksek enerji yüklü parçacıkların tahmin edilenden daha fazla miktarda olmasından sorumlu olabileceği anlamına geliyor. Bu parçacık hızlanmasının mekanizması, mikrokuasarlardan çıkan ışık hızına yakın astrofizik jetlerdir. Università di Trieste'den ekip eş lideri Guillem Martí-Devesa “Dünya sürekli olarak galaksimizin başka yerlerinde hızlandırılmış parçacıklar tarafından bombardımana tutuluyor. Bunlar genellikle kozmik ışınlar olarak bilinen protonlar ve elektronlardır,” diyor. “Ancak bunların kökeni onlarca yıldır tartışılıyor.” diyerek tamamlıyor. Max Planck Nükleer Fizik Enstitüsü'nden Martí-Devesa ve ekip eş lideri Laura Olivera-Nieto'nun bulduğu şey, bir kara deliğin düşük kütleli bir yıldızla yavaşça beslendiği iyi bilinen bir mikrokuasar olan GRS 1915+105'in konumuyla tutarlı yeni bir gama ışını kaynağı. Olivera-Nieto yaptığı açıklamada, “Parçacıkları hızlandırabilen kaynakları bulmak ve onları özel kılan şeyin ne olduğunu anlamak, evrenin bazen parçacıkların çok küçük bir kısmına neden ve nasıl büyük miktarlarda enerji sağladığını ortaya çıkarmak için ilk adımdır” dedi. “Parçacıkları hızlandırmak için tipik olarak birkaç bileşene ihtiyacınız vardır: güçlü manyetik alanlar, yüksek miktarda güç ve ayrıca hızlandırılacak parçacıkların varlığı. “Mikrokuasar jetleri bunların hepsine sahip!” Kuasarlar Karşısında Mikrokuasarlar Alışıldık standart kuasarlar, aktif galaktik çekirdek (active galactic nucleus, AGN) adı verilen bazı galaksilerin merkezi bölgelerinde çevrelerindeki madde ve gazla beslenen süper kütleli kara deliklerden güç alır. Kuasarlar evrendeki en parlak ışık kaynaklarından bazılarıdır ve genellikle kendilerini çevreleyen galaksideki milyarlarca yıldızın birleşik ışığını gölgede bırakırlar. Süper kütleli kara delikler Güneş'in milyonlarca ila milyarlarca katı kütleye sahipken, mikrokuasarların kalbindeki yıldız yutan yıldız kara deliklerin kütleleri birkaç yüz güneş kütlesinden fazla değildir (çeviren notu: birkaç yüz Güneş kütlesi bile olağanüstü derecede büyük; stellar karadeliklerin çoğu birkaç veya birkaç on Güneş kütlesindedir). “Galaksideki çoğu yıldız yalnız değildir, aslında başka bir yıldızın yörüngesindedir. Mikrokuasarlar, iki yıldızdan birinin çoktan 'öldüğü', yani yakıtının bittiği ve patladığı özel bir merdiven çifti türüdür,” diyor Olivera-Nieto. “Geride kalan şey bir kara deliktir. Eğer normal yıldız kara deliğe yeterince yakınsa, kara delik ondan madde koparmaya ve onu yutmaya başlayacaktır. “Bu nesnelere 'mikrokuasarlar' diyoruz çünkü benzer bir fenomen olan ancak galaksilerin merkezinde süper kütleli kara delikler bulunan kuasarlara benziyorlar.” < Resime gitmek için tıklayın > Bir yıldızı yavaşça yutan bir kara deliği gösteren illüstrasyon (Kaynak: MPIK/H.E.S.S. için Bilim İletişim Laboratuvarı) Kara deliklerin yıldızları kemirmesi oldukça yaygın bir olgudur. Bir yıldız süper masif bir kara deliğe çok yaklaştığında, bu kozmik devin muazzam kütleçekim etkisi, yıldızı dikey olarak gererken yatay olarak ezen gelgit kuvvetleri üretir. Bu spagettileşme süreci talihsiz yıldızı, süper kütleli kara deliğin etrafını saran ve yavaş yavaş ona beslenen bir yıldız malzemesi şehriyesine dönüştürür. Bu güçlü ve şiddetli olaylar gelgit bozulma olayları (tidal disruption events) olarak adlandırılmaktadır. < Resime gitmek için tıklayın > Süper masif bir kara deliğin bir yıldızı parçaladığı gelgit bozulması olayının bir örneği (Kaynak: Sophia Dagnello, NRAO/AUI/NSF) Mikrokuasarlar süper masif karadeliklere ilişkin gelgit bozulma hadiselerinden farklıdır çünkü bu daha küçük kara delikler kurban yıldızlarını yok etmekten ziyade kemirirler. Olivera-Nieto, “Bir mikrokuasar kararlı bir yörüngededir ve kara delik yıldızdan yalnızca çok yavaş bir hızda kütle alır” dedi. “Bu, gelgitleriyle yıldızı yok etmediği ve evrimi sırasında da bunu yapmayacağı anlamına geliyor.” Kozmik Parçacık Hızlandırıcıları olarak Mikrokuasarlar Bu yeni araştırma, kara delik motorlarının süper masif kara deliklere kıyasla küçücük boyutlarına ve yıldızları yemeye yavaş yaklaşmalarına rağmen, mikrokuasarların güçlü doğal parçacık hızlandırıcıları haline gelerek etkileyici bir kozmik etkiye sahip olabileceğini gösteriyor. Martí-Devesa, “Bir mikrokuasar durumunda, bir kara delik tarafından yavaşça yutulan bir yıldızımız var” dedi. “Sonuç olarak, kara delik güçlü rölativistik jetler üretebilir ki bu da bir mikrokuasarın ayırt edici özelliğidir.” Bu çıkışlar galaksimizde bulunan en güçlü astrofiziksel jetler ve dolayısıyla mükemmel kozmik parçacık hızlandırıcıları haline gelir. Asıl soru şu: Samanyolu'nun kozmik ışın içeriğinin ne kadarına mikrokuasarlar, özellikle de çok düşük kütleli kara delik motorlarına sahip olanlar katkıda bulunuyor? Olivera-Nieto ve Martí-Devesa bu soruyu yanıtlamak için NASA'nın Fermi uzay aracı tarafından Büyük Alan Teleskobu (LAT) dedektörü kullanılarak toplanan 16 yıllık verilere başvurdu. “V1487 Aquilae” olarak da bilinen mikrokuasar GRS 1915+105 ile ilişkili bir gama ışını sinyali buldular ve bu büyük bir sürpriz oldu (çeviren notu: normalde/genelde mikrokuasar adayı olabilecek veya mikrokuasarlara dönüşebilecek karadelik yıldız çiftleri en çok bilinen Kuğu X-1 örneğindeki gibi X-ışınlarında görülürler; eletromanyetik spektrumun daha enerjetik tarafında kalan gama ışınları esas kuasarlara yani yoğun biçimde beslenen süper masif karadeliklere mahsus). < Resime gitmek için tıklayın > Chandra X-ışını Gözlemevi tarafından X-ışınlarında görüntülenen mikrokuasar GRS 1915+105. (Kaynak: Chandra) Sürprizin nedeni GRS 1915+105'in 14 güneş kütlesinde bir kara delikten oluşan düşük kütleli bir ikili olması ve güneş kütlesinin yaklaşık yarısı kadar bir yıldızı yavaşça yutmasıdır. Bu durum, daha önce bilinen ve yalnızca büyük kütleli yıldızlara ev sahipliği yapan parçacık hızlandırıcı mikrokuasarlarla tam bir tezat oluşturmaktadır. Örneğin SS 433 mikrokuazarı, güneşin on katı kütleye sahip bir yıldızı yiyen bir kara deliğe ev sahipliği yapıyor. Olivera-Nieto, “Bu sistemi özel kılan şey aslında oldukça yaygın olması olabilir” dedi. “Galaksideki yıldızların sayısı kütleleri arttıkça dik bir şekilde düşer: düşük kütleli yıldızlar yüksek kütleli yıldızlardan çok daha yaygındır. Sonuç olarak, aynı durum mikrokuasar sistemleri için de geçerli olmalıdır.” Bununla beraber böylesine küçük bir yıldızı yavaşça yutan bir kara deliğe sahip bir sistemin bile parçacıkları gama ışını fotonları yaratacak kadar hızlandırabildiğini bulmak, mikrokuasarların bir bütün olarak galaksimizin kozmik ışın içeriğine katkısının bilim insanlarının beklediğinden daha yüksek olabileceği anlamına geliyor. < Resime gitmek için tıklayın > Fermi Gama Işını Uzay Teleskobu'nun (FGST) artistik tasviri. (Kaynak: NASA) Olivera-Nieto, “Gama ışını emisyonu kanıtı olmayan, yani yüksek enerjilere parçacık hızlandırma kanıtı olmayan bilinen daha birçok mikrokuasar var” dedi. “Bunların bazıları yeterince hassas teleskoplarla bakmadığımız için, ancak diğerleri basitçe verimli hızlandırıcılar değil gibi görünüyor. “Mikrokuasarların jetlerinde ne kadar kozmik ışın üretildiğini anlamak için ipucu barındıran bu sistemler arasındaki farkı anlamak istiyoruz.” Böylece, düşük kütleli yıldızlara sahip mikrokuasarların da parçacık hızlandırıcı olabileceğine ve Dünya'ya ulaşan kozmik ışınlara katkıda bulunabileceğine dair bu yeni kanıtla birlikte Martí-Devesa, daha önce keşfedilen mikrokuasar sistemlerini yeniden ziyaret etmenin zamanının gelmiş olabileceğini açıkladı. Martí-Devesa, “Çalışmamızın, mikrokuasarların galaksimizdeki kozmik ışın bolluğuna gerçek katkısını anlamak için önemli bir adım olacağını umuyoruz” dedi. “Bu şekilde, tüm mikrokuasar popülasyonunu ve bunların galaksimizdeki kozmik ışın üreticileri olarak gerçek önemlerini yeniden değerlendirebileceğiz.” Ekibin araştırması Ocak ayında The Astrophysical Journal Letters'da yayımlanmıştır. Çevrilen Haber Kaynağı: Black holes snacking on small stars create particle accelerators that bombard Earth with cosmic rays | Space Orijinal Çalışma:
Persistent GeV Counterpart to the Microquasar GRS 1915+105 - IOPscience |
|
Bir nötrinonun kuantum boyutu, büyük çarpıştırıcılara veya devasa yeraltı dedektörlerine başvurmaksızın parçacığın bozunumunun yenilikçi masa üstü ölçümleri kullanılarak ilk kez ölçüldü. < Resime gitmek için tıklayın > Berilyumun lityuma bozunması, nötrino boyutunu devasa bir dedektör yerine masa üstünde ölçmenin bir yolunu üretiyor. Kaynak: Smolsky, J., Leach, K.G., Abells, R. ve diğerleri Nature (2025). (CC BY-NC-ND 4.0) Nötrinoların fotonlardan sonra evrendeki en yaygın ikinci ve kütleliler içerisinde kitlesel olarak en fazla sayıda olan parçacıklar olduğu düşünülmektedir, ancak fizikçilerin varlıklarını deneysel olarak kanıtlayıp kanıtlayamayacağımızı merak etmelerinin üzerinden gerçekten çok fazla bir zaman geçmemiştir. Nötrinolar dedektörlerimiz de dahil olmak üzere diğer madde formlarıyla o kadar nadir etkileşime girerler ki, yalnızca en küçük alt kırılımları gözlemlenebilmektedir. Tespit edilen nötrino ve madde etkileşimleri içerisinde bir önceki enerji rekoru sahibinden 35 kat daha enerjik bir tanesinin yakın zamanda (dolaylı olarak) tespit edilmesi, gördüklerimiz arasında ne kadar büyük bir zaman aralığı bulunduğunu, ne kadar nadir yakalanabildiklerini gösteriyor. Nötrinoları gözlemlemeyi başardığımızda, enerjileri hakkında makul tahminler elde edebiliyoruz - ancak boyutları da dahil olmak üzere diğer birçok ölçüm büyük ölçüde kapasitemizin ötesinde. Yeni bir makalede nötrinoları “doğanın en az anlaşılmış temel parçacıkları” olarak tanımlayan bir grup araştırmacı, süper iletken tantal-alüminyum sensörlere yerleştirilmiş radyoaktif berilyum kullanarak bu durumun değişmesine yardımcı oldu. Atom altı parçacıklar, bilinen nesneler gibi sabit boyutlara sahip değildir. Bunun yerine, dalga-parçacık ikiliği, dalga benzeri bir olasılık dağılımı olarak var oldukları anlamına gelir. Nötrinoların durumunda, bu dalga paketinin (tekil kuantum, çoğul kuanta) yayılımı bilinmemektedir. Nötrino yayılım boyutuna ilişkin geçmiş tahminler on trilyon kat arasında değişiyordu; bu biraz da bir şeyin misket büyüklüğünde mi yoksa Dünya ile Güneş arasındaki mesafe kadar mı olduğunu söyleyememek gibi bir vaziyet. Ekip, berilyum-7 atomlarının, Güneş'ten tespit ettiğimiz nötrinoların bir kısmını üreten bir süreç olarak lityuma bozunmasına izin verdi. Araştırmayı yöneten Colorado Maden Okulu Fizik Doçenti Kyle Leach yaptığı açıklamada, “Berilyumun bozunmasında üretilen lityum atomlarının davranışını hassas bir şekilde ölçerek, tespit edilmesi oldukça zor olan parçacıklar olarak nötrinoların kuantum özelliklerine doğrudan erişim sağladık” dedi (çeviren yorumu: bir kuantum sistemindeki korunum prensiplerine/örüntülerine dayanarak sistemin evrimindeki diğer özellikleri bunları tespit etmeden öngörebilirsiniz, kısaca sistemin neye evrileceğini, kuantum bozunum ürünlerinin ne olduğunu biliyorsanız şahane bir yaklaşım). Süperiletken Tünel Bağlantılarında Berilyum Elektron Yakalama Deneyi (BeEST) olarak adlandırılan yaklaşım, nötrino ve lityum çekirdeğinin kuantum dolanık olması nedeniyle işe yarıyor, böylece birinin ölçümleri bize diğeri hakkında bilgi veriyor. Ekip bu durumda nötrinonun 6,2 pikometreye eşit ya da daha büyük bir uzaysal genişliğe sahip olduğu sonucuna vardı. Bu küçük bir atomun yarıçapının onda biri, ancak bir atom çekirdeğinin yaklaşık bin katı büyüklüğünde. Yine de bu, 2 metre (7 feet) kadar geniş olabilecekleri ihtimalini açık bırakan önceki çalışmaların en üst sınırından hala çok daha küçük. Nötrinoların müon ve tau gibi farklı leptonlarla ilişik çeşnileri vardır ve ölçümler sadece elektron nötrinoları olarak bilinenler için geçerlidir. Nötrinoları incelemek için kullanılan deney düzeneklerinin çoğu ya Büyük Hadron Çarpıştırıcısı gibi güçlü parçacık hızlandırıcıları ya da buzun içine veya denizin dibine gömülmüş dev toplayıcı alanlarıdır. Ancak bu ekip, lityum atomlarının davranışlarını insan saçından daha ince süper iletken sensörlerle gözlemleyerek deneyin çok daha mütevazı bir laboratuvarda yürütülmesini sağladı. Leach, “Çalışmamız, küçük ölçekli, yüksek hassasiyetli deneylerin büyük parçacık çarpıştırıcılarında yapılan keşifleri nasıl tamamlayabileceğinin en iyi örneğidir” dedi. Leach, “Bu sadece buzdağının görünen kısmı” dedi. “Bulgularımız, parçacık fiziğinin standart modelini iyileştirmekten nükleer reaktörlerden ve astrofizik kaynaklardan nötrinoları tespit etme yöntemlerini geliştirmeye kadar geniş kapsamlı etkilere sahip olabilir. Bundan sonrası için heyecanlıyız.” Çalışma Nature dergisinde açık erişimli olarak yayımlanmıştır. Çevrilen Haber Kaynağı: Neutrinos' Quantum Size Likely Thousands Of Times Larger Than Atomic Nuclei | IFLScience Orijinal Çalışma:
Direct experimental constraints on the spatial extent of a neutrino wavepacket | Nature Bahsi Geçen Yeni Rekor Kırmış Nötrino Etkileşiminin Tespiti Hakkında Kaynaklar: Şimdiye kadarki en yüksek enerjili nötrino tespit edildi | DonanımHaber Forum Highest Energy Neutrino Ever Detected Breaks Record By 3,500 Percent | IFLScience |
|
< Resime gitmek için tıklayın > İlksel kara deliklerin artistik izlenimi. (Kaynak: NASA'nın Goddard Uzay Uçuş Merkezi) 1974 yılında bilim kurgu yazarı Larry Niven ilginç bir önermesi olan bir cinayet gizemi yazdı: Bir adamı küçük bir kara delikle öldürebilir misiniz? Hikayeyi spoiler vermeyeceğim, ancak çoğu insanın cevabın açıkça evet olduğunu iddia edeceğine bahse girerim. Yoğun yerçekimi, gelgit kuvvetleri ve olay ufku kesinlikle nahoş manzaralı bir sona yol açacaktır. Ancak bilimsel cevabın biraz daha ilginç olduğu ortaya çıktı. Esasında yeterince büyük bir kara deliğin sizi öldürebileceği açıktır. Öte yandan, tek bir hidrojen atomunun kütlesine sahip bir kara deliğin fark edilemeyecek kadar küçük olduğu da açıktır. Asıl soru kritik kütle. Bir kara delik hangi minimum boyutta ölümcül hale gelir? ArXiv ön baskı sunucusunda yayınlanan yeni bir makalenin araştırma sorusu işte budur. İlgili çalışma ilksel kara delikler üzerine eğiliyor. Bunlar evrenin aşırı yoğun ilk anlarında oluşmuş olabilecek ve yıldız kütleli kara deliklerden çok daha küçük olabilecek teorik cisimlerdir. Atom kütlesinden Dünya'nın birkaç katı kütleye kadar herhangi bir kütlede olabilirler. Gökbilimciler hiçbir zaman ilksel kara delikler bulamamış olsalar da, gözlemler belirli kütle aralıklarını dışlamaktadır. Örneğin, 10^12 kg'dan küçük herhangi bir ilksel kara delik Hawking radyasyonu yüzünden çoktan buharlaşmış olurdu. 10'20 kg'dan daha büyük herhangi bir nesne ise Samanyolu'ndaki yıldızları çekimsel olarak mercek altına alacaktır (gravitasyonal mercekleme). Bu mercekleme etkilerini tespit edemediğimize göre, en azından bu limit üzerinde ilksel karadelikler son derece nadir olmalılar. Tabii eğer varlarsa. Bazı teorik modeller ilksel kara deliklerin karanlık maddenin kaynağı olabileceğini savunmaktadır. Eğer durum buysa, gözlemsel sınırlar kütlelerini 10^13-10^19 kg aralığında kısıtlıyor ki bu da asteroitlerin kütle aralığına benziyor. Bu nedenle, çalışma bu aralığa odaklanıyor ve iki etkiyi inceliyor: gelgit kuvvetleri ve şok dalgaları. Gelgit kuvvetleri meydana gelir çünkü bir kütleye ne kadar yaklaşırsanız, gravitasyon o kadar güçlü olur ve uzay zaman parçaları boyunca gravitasyonal kuvvet farkları oluşur. Bu da bir kara deliğin yaklaştıkça size bir kuvvet farkı uygulayacağı anlamına gelir. Asıl soru, bu kuvvet farkının dokuları yırtacak kadar güçlü olup olmadığıdır. Asteroid kütleli kara delikler bir mikrometreden daha küçüktür, bu nedenle gelgit kuvvetleri bile küçük bir alanı kaplayacaktır. Eğer bir tanesi gövdenizden ya da uzuvlarınızdan birinden geçerse, bir miktar lokal hasar olabilir, ancak ölümcül bir şey olmaz. İçinizden küçük bir iğnenin geçmesine benzerdir. Ancak kara delik kafanızdan geçseydi, bu farklı bir hikaye olurdu. Gelgit kuvvetleri beyin hücrelerini parçalayabilir ki bu çok daha ciddi bir durumdur. Beyin hücreleri hassas olduğundan, 10-100 nanonewtonluk bir kuvvet farkı bile sizi öldürebilir. Ancak bunun için yukarıda verilen kütle aralığımızın en üst sınırında bir kara delik gerekecektir. Şok dalgaları çok daha tehlikeli olacaktır. Bu durumda, bir kara delik vücudunuza girdiğinde, içinizde dalgalanacak bir yoğunluk dalgası yaratacaktır. Bu şok dalgaları hücrelere fiziksel olarak zarar verecek ve daha da fazla zarar verecek ısı enerjisini aktaracaktır. Kara deliğin 22 kalibrelik bir mermininkine benzer bir enerji şok dalgası yaratması için 1,4 x 10^14 kg'lık bir kütleye ihtiyacı vardır ki bu da olası ilksel kara deliklerin kütle aralığındadır. Yani evet, stellar ve galaktik kuzenlerine göre çok daha küçük ilksel bir kara delik sizi öldürebilir. Bu enteresan bir hikaye olsa da, gerçek hayatta bu asla gerçekleşmez. Asteroid kütleli ilksel kara delikler var olsa bile, uzayın genişliğine kıyasla bunların sayısı, herhangi birinin yaşamı boyunca başına gelme olasılığının 10 trilyonda 1'den daha az olduğu anlamına gelir. Çevrilen Haber Kaynağı: What would happen if a tiny black hole passed through your body? Orijinal Çalışma:
[2502.09734] Gravitational Effects of a Small Primordial Black Hole Passing Through the Human Body |
|
< Resime gitmek için tıklayın > Yüksek enerjili parçacık çarpışmaları, doğada, ekonomide ve iklim biliminde de bulunan bir hareket modeli olan Lévy yürüyüşleri sergilemektedir. ELTE araştırmacıları simülasyonları ve büyük parçacık hızlandırıcılarından elde edilen verileri kullanarak bunu doğruladı. Bulguları geleneksel varsayımlara meydan okuyor ve nükleer fiziği daha geniş bilimsel disiplinlere bağlıyor. Kaymak Mate Csanad / ELTE Eötvös Loránd Üniversitesi Son araştırmaların ortaya koyduğu kadarıyla yüksek enerjili nükleer çarpışmalardaki parçacıklar da Lévy yürüyüşleri olarak bilinen ve birçok bilimsel alanda görülen bir hareketi takip edecek şekilde hareket etmektedirler. Adını matematikçi Paul Lévy'den alan Lévy yürüyüşleri (ya da bazı durumlarda Lévy uçuşları) doğada ve çeşitli bilimsel süreçlerde görülen bir tür rastgele hareketi tanımlar. Bu örüntü, yırtıcı hayvanların yiyecek arayışından ekonomik dalgalanmalara, mikrobiyolojiye, kimyasal reaksiyonlara ve hatta iklim dinamiklerine kadar çok çeşitli olgularda ortaya çıkmaktadır. Yüksek Enerjili Nükleer Çarpışmalarda Lévy Yürüyüşleri ELTE Atom Fiziği Bölümü ve Astro ve Parçacık Fiziği Mükemmeliyet Programı'ndan (TKP) Dániel Kincses, Márton Nagy ve Máté Csanád, son araştırmalarında yüksek enerjili nükleer çarpışmalarda parçacıkların hareketinin de aynı matematiksel çerçeveyi izlediğini gösterdiler. Elde ettikleri bulgular, Lévy yürüyüşlerinin karmaşık sistemleri anlamadaki geniş ve disiplinler arası önemini vurgulamaktadır. ELTE'de doktora sonrası araştırmacı olan Dániel Kincses, “Simülasyona dayalı çalışmalarımız, parçacıkların yolunu takip ettiğimizde, adımların uzunluğunun ve son konumların dağılımının Lévy yürüyüşünün matematiğine karşılık geldiğini gösterdi” diye özetliyor. Parçacık Hızlandırıcılarından Deneysel Kanıtlar Communications Physics'te yayınlanan yeni bir çalışma, ELTE araştırmacılarının yıllar boyunca çok sayıda büyük ölçekli deneyde gözlemledikleri bulguları doğrulamaktadır. Teorik modellere dayalı sayısal simülasyonlar kullanan çalışmanın sonuçları, ELTE'nin CERN SPS (NA61 deneyi), BNL RHIC (PHENIX ve STAR deneyleri) ve CERN LHC (CMS deneyi) dahil olmak üzere birçok büyük parçacık hızlandırıcıda yaptığı ölçümlerden elde edilen verilerle yakından uyumludur. Araştırma, çarpışmalardan sonra parçacık konumlarının dağılımının normal (Gauss) bir dağılım izlemediğini, bunun yerine yavaşça bozunan Lévy kararlı dağılımı izlediğini ortaya koyuyor. ELTE'de profesör olan Máté Csanád, “Bu aynı zamanda süreçlerin dinamiklerinin biyolojiden yer bilimleri ve ekonomiye kadar diğer birçok bilim alanında gözlemlenenlere benzer olduğu anlamına geliyor” diye ekliyor. < Resime gitmek için tıklayın > Kaynak: ELTE Eötvös Loránd Üniversitesi Ağır iyon fiziğinin benzer soruları ele alan alt alanı femtoskopi olarak adlandırılıyor, çünkü nükleer çarpışmaların uzay-zamansal yapısının femtosaniye ölçeğinde araştırılmasıyla ilgileniyor. ELTE'deki araştırmacılar femtoskopi disiplininin ön saflarında yer almakta, ilgili araştırmalara hem deneysel hem de teorik olarak katılmakta ve ilgili sonuçlarını düzenli olarak önemli uluslararası konferanslarda sunmaktadır. Yakın zamanda yayınlanan makaleleri, gözlemlenen Lévy dağılımlarının kökenine ışık tutarak deneysel araştırmalara yeni bir yön verebilir. Çevrilen Haber Kaynağı: https://scitechdaily.com/this-strange-motion-keeps-appearing-everywhere-even-in-high-energy-collisions/ Orijinal Çalışma:
Lévy walk of pions in heavy-ion collisions | Communications Physics |
|
Fizikçiler, zamanın gerçekliğin temel bir yönü değil, kuantum dolanıklığından kaynaklanan bir illüzyon olabileceğini öne sürerek, zaman hakkındaki uzun müddettir süregelen yerleşik ve alışıldık inançlara meydan okuyor. < Resime gitmek için tıklayın > Yeni bir çalışma, zamanın temel olmadığını, kuantum dolanıklığından ortaya çıktığını öne sürüyor. (Kaynak: CC BY-SA 4.0) Physical Review A dergisinde yayınlanan yeni bir çalışma, zamanın doğasının, 1983 yılında geliştirilen ve zamanı gözlemlenebilir bir kuantum değişkeni olarak ele alan Page ve Wootters (PaW) Mekanizması ile açıklanabileceğini öne sürüyor. Fizikteki en büyük engellerden biri, zamanın kuantum mekaniği ve genel görelilikteki tutarsızlığıdır. Kuantum mekaniğinde zaman dışsal ve değişmeyen bir parametredir. Kuantum sisteminin kendi içinde mevcut değildir, bunun yerine harici varlıklarla etkileşimler yoluyla ölçülür. Bu bir paradoks yaratır: gerçek bir gözlemlenebilir değilse zaman kuantum evrimini nasıl yönetebilir? Bu arada, genel görelilik zamanı, yerçekimi ve hareketten etkilenen, uzayla iç içe geçmiş bir boyut olarak ele alır. Bu da zamanın esneyip büzülebileceği anlamına gelir ki bu da kütleli nesnelerin yakınında zaman genişlemesi gibi olgulara yol açar. Bu iki tanım arasındaki uyumsuzluk, fizikçilerin birleşik bir her şey teorisi geliştirmelerini engelleyen bir zorluk olan zaman sorunu olarak adlandırılmıştır. < Resime gitmek için tıklayın > Evrimleşen sistem faz-uzay koordinatlarına göre |𝛽|2 ile ilgili marjinal olasılık dağılımının kontur grafiği. (Kaynak: Physical Review A) İtalya Ulusal Araştırma Konseyi'nden fizikçi Alessandro Coppo bu ikilemi şöyle açıklıyor: “Görünüşe göre kuantum teorisinde ciddi bir tutarsızlık var. Biz buna zaman sorunu diyoruz.” Page ve Wootters Mekanizması Bu tutarsızlığı çözmek için araştırmacılar PaW mekanizmasını yeniden ele aldılar. Bu teori, zamanın bağımsız bir varlık olarak değil, iki sistem arasındaki kuantum dolanıklık yoluyla ortaya çıktığını öne sürüyor: bir saat ve ölçtüğü evrimleşen sistem. Dolanıklığın olmadığı bir sistemde zaman ortadan kalkar ve evren donmuş bir halde kalır. Araştırmacılar bu teoriyi, etkileşime girmeyen ancak dolanık iki kuantum sistemini simüle ederek test ettiler: titreşen bir harmonik osilatör ve saat işlevi gören bir dizi küçük mıknatıs. Sistemin davranışının kuantum mekaniğinde temel bir denklem olan Schrödinger denklemiyle uyumlu olduğunu buldular. Osilatörün evrimi harici bir zaman parametresi tarafından değil, saatin kuantum durumu tarafından belirleniyordu. Bu fikir bakış açısında radikal bir değişim sunuyor: zaman bağımsız bir arka plan parametresi değil, dolanıklığından kaynaklanan bir özelliktir. Kuantum-Klasik Ayrımı Arasında Köprü Kurmak Araştırmacılar çalışmalarını daha da ileri götürerek PaW mekanizmasını daha büyük, makroskopik sistemlere uyguladılar. Mıknatıslı saatin ya da harmonik osilatörün klasik bir nesne olduğunu varsayarak, denklemlerinin doğal olarak klasik fizikte kullanılanlara basitleştiğini buldular. Bu da zamanın klasik akışının daha büyük ölçeklerde bile kuantum dolanıklığından kaynaklandığını göstermektedir. Coppo, “Doğru ve mantıklı yönün kuantum fiziğinden başlamak ve klasik fiziğe nasıl ulaşılacağını anlamak olduğuna inanıyoruz, tersi değil” dedi. Bu bulgu, klasik fiziğin ayrı bir çerçeve olarak var olmaktan ziyade kuantum mekaniğinden ortaya çıktığı fikrini desteklemektedir. Ayrıca zamanın kendisinin temel olmayabileceğini, bunun yerine kuantum korelasyonlarının bir yan ürünü olabileceğini düşündürmektedir. < Resime gitmek için tıklayın > Uzay-zaman koordinatlarına göre |β|2 ile ilgili marjinal olasılık dağılımının grafiksel gösterimi ve b) ana metinde tanıtılan κ = 3/4'lük örnek için herhangi bir sabit zamandaki kesiti. (Kaynak: Physical Review A) Sonuçları ve Gelecekteki Zorluklar Bu bakış açısı matematiksel olarak tutarlı olsa da, fizikçiler temkinli olmaya devam ediyor. Bazı araştırmacılar, PaW mekanizmasının ilgi çekici bir açıklama sunmasına rağmen, doğrudan deneysel doğrulamadan yoksun olduğunu savunuyor. Oxford Üniversitesi'nde kuantum bilgi bilimi profesörü olan Vlatko Vedral, “Evet, evrensel zamanı kuantum alanları ile 3 boyutlu uzayın kuantum durumları arasındaki dolanıklık olarak düşünmek matematiksel olarak tutarlıdır” dedi. “Ancak bu resimden yeni ya da verimli bir şey çıkıp çıkmayacağını kimse bilmiyor; örneğin kuantum fiziğinde ve genel görelilikte yapılacak değişiklikler ve bunlara karşılık gelen deneysel testlerin nasıl olması gerektiği gibi.” Deneysel kanıtlar bu teorinin nihai testi olmaya devam ediyor. Dolanıklıktan zamanın ortaya çıkıp çıkmadığını gerçekten belirlemek için fizikçilerin bu etkileri gerçek dünya sistemlerinde ölçebilecek deneyler tasarlamaları gerekecektir. < Resime gitmek için tıklayın > M = 20 (solda) veya M =50 (sağda) için cm= 0∀m ve κ = 3/4, r = 2/3 olduğunda kabul edilen yörüngelerle birlikte sistem faz uzayının evrimi. (Kaynak: Physical Review A) Belirsizliklere rağmen, bazıları bu yaklaşımın zamanın daha derin bir şekilde anlaşılmasına yönelik bir adım olabileceğine inanıyor. Rochester Üniversitesi'nde teorik fizikçi olan Adam Frank, zamanın bağımsız, nesnel bir olgu olarak değil, ancak bir sistemin içinden bakıldığında anlamlı olabileceğini öne sürüyor. “Belki de zamanı anlamanın tek yolu dışsal tanrısal bir gözden değil, içeriden, dünyanın böyle bir görünümünü ortaya çıkaran yaşamla ilgili ne olduğunu soran bir perspektiften bakmaktır” dedi. Eğer ki temel değil de ortaya çıkan bir özellik olarak zaman kavramının geçerliliği kanıtlanırsa, bu birleşik kuantum gravitasyon kuramının gelişiminde atılımlara yol açabilir ve hatta gerçeklik anlayışımızı baştan yeniden şekillendirebilir. Ancak deneyler bu fikirleri onaylayana kadar, zamanın gerçek doğası fiziğin en büyük gizemlerinden biri olmaya devam edecek. Çevrilen Haber Kaynağı: Time is an illusion resulting from quantum entanglement - The Brighter Side of News Orijinal Araştırma:
Magnetic clock for a harmonic oscillator | Phys. Rev. A |
|
Bu olayın burada hiç haberini göremedim, o sebeple konusu hazırlayayım dedim. Keşke her gün gerçekleşen alakasız binlerce uçuş gibi uçtuklarını ve oraya vardıklarını ruhum bile duymasaydı da hiç haberini yapmasaydım ama kader ve hayat böyle. Nereden, kimi, nasıl, neyle vuracağı belli olmuyor. Özellikle bu vakada. Olayın özeti ve gelişimi şöyle: 29 Aralık Pazar günü yerel saate göre sabah 9 civarı Güney Kore'de yaşanan gelmiş geçmiş en ölümcül hava kazalarından birisinde Muan Uluslararası Havalimanı'na gövde üstü iniş yapan Boeing 737-800 tipi bir yolcu uçağının pistin sonuna kayması ve beton bir duvara çarparak patlaması sonucunda 179 kişi hayatını kaybediyor. https://www.reuters.com/world/asia-pacific/plane-drives-off-runway-crashes-airport-south-korea-yonhap-reports-2024-12-29/ Kaza anı (rahatsız edici olabilir): https://www.youtube.com/watch?si=IB9hxwfMD6U5qyfI&v=riA5BSq-O2Q&feature=youtu.be Kuş uyarısı alan kokpit mürettebatı kuleye kuş çarpması olarak acil durum bildirimi yapmışlar. https://www.youtube.com/watch?si=dn22vNmzK0llENDv&v=HV16-U93V5A&feature=youtu.be Ayrıca sürekli yayımlanan/gösterilen ayrı bir kısa video kaydında uçak bir köprünün üstünden alçak irtifada havalimanına doğru uçarken sağ motorunda bir hadise meydana geldiği de görülüyor. Ama sıkıntı şu ki çeşitli uzmanlar ve B737-800 pilotları hidrolik sistemin hatta motorun bile kuş çarpması ile bozulabileceğine ihtimal vermiyorlar. Motor bozulsa bile hidroliklerin sağlam kalması gerektiğini söylüyorlar. Daha da garibi flaplar ve iniş takımları kapalı, trim iniş için ayarsız - fakat hidrolikler ve kontrol yüzeylerinde bozukluk işareti olan tüm bunların aksine hidroliklerin sağlıklı çalıştığını gösterir şekilde fevkalade de başarılı bir gövde üstü iniş girişimi mevcut - görünüyor. Ki bunlar bile şimdiye kadar işin teferruatı, esas yıkım olayının gelişimine öncülük eden olumsuz veya tuhaf gelişmeler. Kazayı ölümcül hale getiren esas unsur ILS inişi sağlayan LDP lokalizer antenin destekli beton duvarla yapılmış olması. Normalde uçak devasa cüssesiyle o antenleri kırıp geçecek ve patlamayacaktı. Ama gene işin uzmanlarının çok yadırgadığı ve anlamlandıramadığı garip bir şekilde antenler - öylece pis sonunda durdukları diğer pek çok havalimanındakinin aksine - Muan Havalimanı'nda kalın bir beton duvarla beraber mevcut. Uçak haliyle sürüklenip sürtünme ve ters iticiye alınmış motorlar uyarınca durmak yerine duvara çarpıp patlıyor. Kuyruk tarafında yer alan 1 kadın, 1 erkek kabin görevlisi hariç herkes patlamada - uçağın kinetik enerjisinin o duvar yüzünden etki tepkiyle kendisine yansıması ve parçalanması sonucu - ölüyor. https://www.youtube.com/watch?si=1eWg69TCIoP-yNph&v=1vjMRCG7Mjg&feature=youtu.be https://www.youtube.com/watch?si=UfRvT6_cqVl4azF0&v=w1r8dl4RqMw&feature=youtu.be https://www.youtube.com/watch?si=dNG6KiXRJAv65sAl&v=P3U_REggAtk&feature=youtu.be Kara kutu analiz edilmeden, kokpitte tam olarak ne döndüğü anlaşılmadan olayın bilhassa uçağın görüntülerdeki bahsettiğim uygunsuz acil iniş ayarlarına ilişkin detayları aydınlanamayacak. Anlaşıldığı kadarıyla kontrol listesine (checklist) motor arızası karşısında paniğe kapılıp uymayan yorgun pilotların havacılık prosedürleri bazında kusurlu inisiyatifleri - hidrolikler bozulsa bile iniş takımlarının belirli bir prosedürle açılabileceği gerçeği buna işaret ediyor - kusurlu bir havalimanı mimarisiyle beraber ölümcül bir kazaya davetiye çıkarmış. Gene de esas sorumluluğun yolcuları, uçağı ve kendilerini kurtarmak için ellerinden geleni yapıp piste bir kuş zarafetiyle konan ama buna rağmen hayatlarından olan pilotlardan ziyade havalimanını bu şekilde tasarlayan ve onaylayanlarda olduğunu düşünüyorum. Azıcık fizik bilen herkes bir uçağın aynı burada acı bir şekilde gerçeğe döküldüğü gibi olası bir acil durum senaryosu güzergahına destekli beton duvar koyulmaması gerektiğini idrak edebilir. Havalimanının bu şekilde tasarlanmasında başrolü olanlar bence tutuklanmalı ve yargılanmalılar. Sürekli uçan ve sevdikleri de uçan, havacılıkla amatör seviyede ilgilenen birisi olarak ölenlere ebedi huzur, ailelerine ve etkilenen diğer herkese baş sağlığı dilerim. Yakın zamanda yaşanmış ve geçmiş diğer kazalarda ölenler, yaralananlar ve sevenlerine de aynı dileklerimi iletirim. Havacılığın kurallarının halen kanla yazıldığını ve bunun da temelde bilimin ve güvenliğin dikkate alınmamasından, bence bilime dair bir idrak yoksunluğundan kaynaklandığını görmek üzücü. |
Valens Iustinianus'tan çok önce, sonra değil. Hem de az buz değil; aralarında aşağı yukarı bir buçuk asır var diyebiliriz. Esasında bu kemerlerin yapımı Büyük (Magnus) olarak anılan I.Konstantin döneminde başlamıştır ve halef oğulları ve Julian ve Jovian iktidarlarında devam etmiştir. İmparatorluğun doğu yarısından o zamanlar sorumlu olan Valens devrinde tamamlandığı için Valens Kemeri adını almıştır (İstanbul'daki Bozdoğan Kemeri).
Bu doğru ama hangi Theodosius, bu açık değil. Söz konusu olan II.Theodosius. Yalnızca Theodosius demek geç Roma-Bizans ve geç antikite tarihine yabancı olmayan birisi için sıkıntı değil ama umuma açık köşe yazısında belirtmekte fayda var.
Özellikle bir önceki hatayı yaptıysan hangi Theodosius olduğunu net belirtmemen iyicene şüphe uyandıracaktır. Ayrıca genelde yalnızca Theodosius yazıldı mı Büyük Theodosius olarak bilinen ilk Theodosius kastedilir. Surların genişlediği bilgisi doğru (Theodosyan Surları, Teichos Theodosiakon, Konstantinopolis Surları ya da İstanbul tarihi yarım adadaki surlar olarak da geçer).
Iustinianus klasik geç Roma İmparatorluğu'nun batı yarısının kontrolü kaybedilmiş topraklarının tamamını hiçbir zaman fethedemedi. Generali Belisarius'un askeri operasyonlarında İtalya, İspanya ve Kuzey Afrika'da kontrolü sağlaması elbette bu yönde bir adımdı ama batı yarısını tekrardan fethedilmiş görmek için Galya ve Britanya'ya karşılık düşen alanı dikkate almayıp yalnızca İtalya'nın ve çevresindeki Akdeniz'in kontrolünü yeterli görmelisiniz, ki bu da neden öyle olduğunu açıkladığım gibi tartışmalı.
Roma temelde bir Akdeniz gücü (Mare Nostrum) olup Akdeniz'le tanımlanan ve alameti farikalarından birisi olan devasa bir deniz lojistik hizmet sistemine (Annona ya da Cura Annonae) sahip bir devletti ama elbette imparatorluk dediğimiz bundan fazlasıydı. Iustinianus imparatorluğun batı tarafındaki Annona mekanizmasının arta kalan unsurlarını veya Roma şehrini elde ettiyse bile bu imparatorluğun batı yarısını tamamen geri alabildiği anlamına gelmiyor. Galya, Britanya hatta İtalya ve İspanya'nın bazı kısımları Iustinianus ve onun Roma birlikleri ve bürokrasisinin kontrolünün dışında kalmıştır.
İpek Yolu ile ilgili söyledikleri de - en azından kısmen - yanlıştır. Roma-Bizans - bölgedeki her büyük hegemonik tarihsel güç gibi - İpek Yolu'na ve kontrol edilmesine her zaman meraklıydı; bu merak Iustinianus'tan çok öncesine gitmekte.
Iustinianus'tan çok önce Roma-Bizans İpek Yolu'nun kontrolü için İran'da - ve öncesinde Anadolu'da - konuşlanmış Aryan, Ermeni veya Helenistik devletler ve sülalelerle asırlar boyunca mücadele etmiştir. İpek Yolu da Roma dünyasına Iustinianus'tan asırlar önce girmiştir. Roma dünyasının zenginliğinin dayanaklarından birisi de zaten bu imparatorluğun - ta Cumhuriyet devrinden başlayarak - İpek Yolu'nun batıda kalan kısmına nüfuz edebilmesidir. Artık daha çok doğuda varlık gösteren bir devlet ve imparatorluk olarak Roma'nın Bizans fazındaki zenginliği de bu mirasın bir devamıdır.
Burada neyin kastedildiği açık değil ve İlber Ortaylı Bizans dönemini doğrudan Roma'nın devamı addeden kendi söylemleriyle biraz çelişiyor. Ortaylı burada klasik anlamda Iustinianus'un "son Roma imparatoru" olmasından söz ediyor olmalı.
Yani... Bu tartışmaya çok açık. Atina'daki "pagan" Akademi'yi kapatan fanatik Hıristiyan bir Roma imparatoru olarak Iustinianus'un Klasik Roma yerine Bizans Roması çizgisine daha uygun düştüğü iddia edilebilir. Klasik bir Roma imparatoru "politeist", "klasik dinden" ve daha "antikite kültürlü" olacağı için yükselen Hıristiyanlığa ters biçimde Hıristiyanlıktan açıkça çıkıp yadsıdığı, Hıristiyanlık karşıtı politikalar izlediği ve Hıristiyanlık öncesi eski dinin uygulamalarını desteklediği için Dönek (Apostata) olarak bilinen Julianus'a son Roma imparatoru demek çok daha makul olabilir, Julianus Justinianus kadar devamlı olmasa da öyledir ("klasik din" yani "religio" terimiyle kastım, Roma-Yunan çok ilahçılığı ve bu dinin felsefi ayar yermiş daha elit ve daha entelektüel neo-Platonik ya da Stoik tek yüce tanrı eğilimli versiyonlarıdır).
Justinianus son Roma imparatoru olmaktan ziyade imparatorluğun Latin hukuk ve devlet mirasında ve bunun imparatorluğun Yunan yüzüne ve devamında modern Avrupa'nın geleneğine yerleşmesinde devasa bir yere sahiptir. Klasik anlamda son Roma imparatoru Justinianus'tan ziyade bahsettiğim üzere kendisinden çok önce hüküm sürmüş son klasik tarz imparator olan Julianus'tur. "Bizans" anlamında ve bağlamında son Roma imparatoru ise elbette 1453'te şehri savunurken teslim olmayı reddedip ölen XI.Konstantin Palaiologos'tur (tipik bir Romalı kahraman ölümü zaten bu).
Ortaylı umarım zaman makinesine düşmesin ve I.Theodosius gibi imparatorlar bu dediğini duymasın. Düpedüz saçmalık/yanlış bu dediği. Uzun uzun tartışmayacağım. Bazısının samimiyetleri şüpheli olsa da Justinianus'tan önce bir sürü Hıristiyan imparator mevcut.
Aryan mezhebine yakınlık daha çok oğullarından birisi olan II.Constantius'la mevzu bahis olmakta ama esasında onun da mezhebi tam açık-kesin değildir. Açık olan şey II.Constantius, I.Valentinianus, I.Anastasius gibi birçok Hıristiyan addedilmesi gereken Roma imparatorunun dini konularda görece ılımlı ve hoşgörülü kimseler oluşlarıdır. Bu hem kişisel sebepler ve karakterle ilişkili olduğu gibi Hıristiyanlığın yükselişi sırasında aslında halen çok dinli, çok ilahlı, çok hizipli bir imparatorlukta siyasi kaygılar ve teşviklerle ilişkilidir. En basitinden Hıristiyanlık kendi içinde bir bütün değildi. Hıristiyan mezhepler ve hizipler arasında imparatorluğu kontrol etme en azından alınan kararları etkileme konusunda kıyasıya bir rekabet ve çekişme vardı. Hıristiyanlar hatta kuvvetli bir olasılık dahilinde klasik dinden kimselerden çok yaşadıkları - bilhassa İsa'nın doğasının nasıl yorumlanacağına dair - mezhep kavgalarında Hıristiyan öldürmüş olabilir. Hıristiyanlar açısından İsa'ya dair yanlış yorumlar ve inançlar tanrısal hakikatten sapış ve İsa'nın vadettiğine inanılan ilahi kurtuluştan tasfiye edilme anlamına geliyordu.
Tabii özellikle böyle rekabetçi ve amansız bir ortamda herkesin hükümdarlığa soyunabileceği "Cumhuriyetçi/Kamucu" ideolojiye sahip bir monarşi (Latince Res Publica) olarak Roma İmparatorluğu'nda bir Roma imparatoru olmak ve tacı (corona, diadem) muhafaza etmek kolay değildi. O sebeple imparatorlar siyasi sebeplerle dini konularda samimiyetlerinden ve gerçek görüşlerinden bağımsız birçok - politik - tutum takınmışlardır.
I.Konstantin'in de şüphesiz Hıristiyanlık üzerinden siyasi bir gündemi vardı ama tarihsel kanıtlar Caesarealı Eusebius gibi kilise tarihçilerinin tüm propagandaları ve sattıkları - gökyüzünde ışıldayarak beliren haç gibi efsaneler - bir tarafa Hıristiyanlığa gerçekten - samimi inançlarla - meylettiğini göstermektedir. Aksi takdirde söz gelimi Konstantin oğullarını ve ailesini genel olarak Hıristiyan gözetmenlere emanet etmezdi.
Mesela o bahsettiğim "dönek" Iulianus da Konstantin'in ailesindendi ve ailede bahsettiğim gibi I.Konstantin tarafından teşvik edilmiş bulunan Hıristiyan etkisi ve indoktrinizasyonunu yadsımıştır. Bu sebeple de Julianus Hıristiyanlar ve kendinden sonra gelen yorumcular tarafından dönek olarak damgalanmıştır. Ammianus Marcellinus gibi klasik dinden asker kökenli bir tarihçi ise Hıristiyan olmayıp klasik bir Roma imparatoru gibi hissettiren ve klasik dini yoğun bir çaba içerisinde canlandırmaya çalışan esas "son Roma imparatoru" Julianus'u göklere çıkarmıştır (Julianus da aslında tek tanrılı/en yüce ilahlı bir din anlayışına sahipti ama Hıristiyanlıktan doktrin ve tutum olarak ve ayrıca Hıristiyanlardan şahsi ve ailevi nedenlerle tiksiniyordu; bu tutum büyük tıp bilgini Galen gibi klasik antikitenin entelektüel figürlerinde rastlanmaktadır; Julianus da imparator olmasının yanı sıra yazdığı diyalogta eski dönemin imparatorlarına - Platon veya Cicero'nun tarihsel veya çağdaş karakterlerle yaptığı gibi - felsefi tartışmalar yaptırtan bir entelektüeldi).
Justinianus | İlber Ortaylı Köşe Yazısı - Hürriyet Haberler
Bir tarihçinin uzman olduğu konularda konuşması ve diğer konularda susmasının önemini görüyoruz; İlber Ortaylı gibi çok birikimli ve donanımlı birisinin bile uzmanlık alanı dışında uzman gibi konuşmasının sakıncalarını görebiliyoruz. Uzman olduğumu iddia etmiyorum ama İlber Ortaylı maalesef gördüğüm kadarıyla artık "ahkam kesme" çizgisinde ve bunu ileri yaşına verdim.