Bir elektronu düşünelim. Bir elektron hiç ama hiç bir suretle kendinden daha küçük parçalara bölünemeyen yusyuvarlak yüzeyi pürüzsüz soyut bir nesne midir?
şu anki teknoloji ile bunu tespit etmek ve yargıya ulaşmak mümkün görünmüyor. ancak maddenin enerjinin yoğunlaşmış hali olduğunu düşünürsek bu giriftlik epey daha gider ondan sonra belki de soyut nesne dediğimiz parçacık ortaya çıkabilir ...
ancak eğer dediğin gibi soyut bir nesne olması durumunda soyutun somuta geçişi de hayli enteresan olur ...
Şu anki bilgimize göre elektronlar herhangi bir iç yapıya sahip değiller. Ya da iç yapıya sahip olsalar da bununla ilgili bize hiç bir ipucu vermiyorlar. Sadece elektron değil bu sınıfta olan parçacık, örneğin muon da böyle bir parçacık. Bu iç yapısı olmadığı düşünülen parçacıkların genel adı "lepton". Ancak doğadaki her madde leptonlardan ibaret değil. Bilmediğimiz başka ekzotik maddeler olabilir ancak bildiklerimiz ve leptonlardan farklı olarak "bir iç yapıya sahip" parçacıklar "hadron" diye adlandırılıyorlar (örneğin: proton, nötron). Hadronlar "kuark"'lardan oluşuyor. Bir anlamda burada da şimdilik bildiğimiz en temel yapı "kuarklar". Ancak şunu da belirtmeliyim şimdiye kadar hiç bir kuarkı doğrudan gözlemedik. Yani hiçbir kuarkı bulunduğu hadrondan izole edemedik. Ancak dolaylı deneysel yollarla kuarkların olduğuna %99 üstü emin olduğumuzu rahatlıkla söyleyebiliriz. "Standard teori" denilen parçacık fiziği teorisinin temelleri bu kuarklarla ve kuarkların etkileşimini sağlayan başka parçacıklarla doğrudan ilişkili.
Şöyle bir şey söylenebilir mi? "Tamam artık bu parçacık kesin olarak kendinden daha küçük parçalara hiç bir suretle bölünemez"..."Kimse bunun üzerine ne kafa yorsun ne de deneyini yapsın bu yüzde yüz böyledir". Bilim bunu söyleyebilir mi? Geçmişteki yüzyıllarda "atom" için aynı şey söyleniyordu. Daha sonra proton için söylenecek oldu ama atom da bölündü proton da...
Şöyle bir şey söylenebilir mi? "Tamam artık bu parçacık kesin olarak kendinden daha küçük parçalara hiç bir suretle bölünemez"..."Kimse bunun üzerine ne kafa yorsun ne de deneyini yapsın bu yüzde yüz böyledir". Bilim bunu söyleyebilir mi? Geçmişteki yüzyıllarda "atom" için aynı şey söyleniyordu. Daha sonra proton için söylenecek oldu ama atom da bölündü proton da...
Bu ifade çok iddialı olurdu. Bunu söylemek bence doğru değil. Ama "şu anki bilgimize göre leptonlar ve kuarkların bir iç yapısı yoktur" denebilir. Şu linke bakabilirsiniz:
Şöyle bir şey söylenebilir mi? "Tamam artık bu parçacık kesin olarak kendinden daha küçük parçalara hiç bir suretle bölünemez"..."Kimse bunun üzerine ne kafa yorsun ne de deneyini yapsın bu yüzde yüz böyledir". Bilim bunu söyleyebilir mi? Geçmişteki yüzyıllarda "atom" için aynı şey söyleniyordu. Daha sonra proton için söylenecek oldu ama atom da bölündü proton da...
ancak atomaltı derinliğinin çok fazla olduğuna inanan benim için o derinliğe bilimin yakın zamanda inebileceğini düşünmemekteyim.
en ucda enerji var(aslında oda tam tanımlanamıyor ama neyse) onunla un ufak maddevi sey arasındaki (kuark vb ne derseniz) iliski bence tanımlanamayan bir sey hala sanki bir uzaktan alısveris radyo sinyali gibi yada kuralları belli bir degis tokus.
en ucda enerji var(aslında oda tam tanımlanamıyor ama neyse) onunla un ufak maddevi sey arasındaki (kuark vb ne derseniz) iliski bence tanımlanamayan bir sey hala sanki bir uzaktan alısveris radyo sinyali gibi yada kuralları belli bir degis tokus.
Doğadaki bazı etkileşimler (mesela elektromanyetik veya kütleçekim etkileşimler) uzaktan etkileşimlerini aralarındaki parçacık alışverişiyle sağlıyorlar denilebilir. Bu çok yanlış bir görüş değil. Bu anlamda etrafımız bir sürü değişik enerji alanlarıyla sarılı.
Gell-mann'ın 60 lı yıllarda ortaya attığı teoriye göre tüm maddeler 6 çeşit lepton ve 6 çeşit quarktan oluşmaktadır. Yani maddenin 12 tane temel yapıtaşı vardır. Şüphesiz bu tip teoriler evreni daha iyi anlamamıza çalışan iyi niyetli ve bilim adına yararlı teorilerdir. Ancak popüler bilim dergilerindeki yazılarda da rastlayacağımız üzere bazı bilimadamları bu parçacıkların bölünemez nihai parçacıklar olduklarına inanmaktadırlar. Ancak geçmişte benzer iddialar önce atom için daha sonra proton için dile getirilmişti. Bu yüzden gelecekte "daha temel" madde biçimlerinin bulunabileceğini söylememiz yanlış mı olur? Bugünkü bilimimizin ve bugünkü teknolojimizin quarkların ve leptonların sahip oldukları şeyleri belirlememize izin vermiyor oluşu bize onların belli bir yapıya sahip olmadıklarını kesin olarak dayatma hakkını bence vermez.
Gell-mann'ın 60 lı yıllarda ortaya attığı teoriye göre tüm maddeler 6 çeşit lepton ve 6 çeşit quarktan oluşmaktadır. Yani maddenin 12 tane temel yapıtaşı vardır. Şüphesiz bu tip teoriler evreni daha iyi anlamamıza çalışan iyi niyetli ve bilim adına yararlı teorilerdir. Ancak popüler bilim dergilerindeki yazılarda da rastlayacağımız üzere bazı bilimadamları bu parçacıkların bölünemez nihai parçacıklar olduklarına inanmaktadırlar. Ancak geçmişte benzer iddialar önce atom için daha sonra proton için dile getirilmişti. Bu yüzden gelecekte "daha temel" madde biçimlerinin bulunabileceğini söylememiz yanlış mı olur? Bugünkü bilimimizin ve bugünkü teknolojimizin quarkların ve leptonların sahip oldukları şeyleri belirlememize izin vermiyor oluşu bize onların belli bir yapıya sahip olmadıklarını kesin olarak dayatma hakkını bence vermez.
Katılıyorum. Bir gün öyle bir yöntem bulabiliriz ki bu yöntemle temel parçacıkların da aslında temel olmadıklarını bulabilelim. Bu imkansız değil.
madde enerjinin yoğun hali deniyor, peki ya enerji nedir?
Enerji fizikte iş yapabilme yetisi , bir şeyleri etkileyebilme gücüne sahip şey olarak tanımlanıyor.
Peki o şey nedir? Özü nedir? Elle tutulabilen madde eğer elle tutulamayan soyut enerji nin yoğun hali ise maddenin gerçekliği hakkında şüphe edebilirmiyiz?
Ya da maddenin varlığının şiddeti?
Benim inancıma göre madde olmayan Tanrı'nın varlık şiddeti sonsuzdur,
O zaman maddenin varlık şiddeti sadece bir gölge seviyesinde olsa gerek,
Bana göre zaten maddenin varlık şiddeti diye bir şey olamaz çünkü madde zaten varlığın kendisidir dolayısıyla benim için "varlığın varlık şiddeti" diye bir düşünce söz konusu değil. Madde ve de enerji diye kesin bir ayrım da yok çünkü geniş anlamıyla madde demek bana göre içerisinde yaşadığımız gerçekliğin adıdır.
Tanrı diye yorumlamak ta yine bir yaklaşım meseledisir. Çünkü Tanrı kavramının mahiyeti çok daha farklıdır.
Öncelikle şunları belirteyim; Konu çok güzel ve orjinal olduğundan ve yeni bir topic açmayı gereksiz gördüğümden buradan, kalınan yerden devam etmeyi arzuluyorum. Bu sebeple 2 sene önce açılmış bir topği ''hort''lattığım için önce konu içersinde fikirlerini yazmış arkadaşlardan sonrada diğer üyelerden aflarına sığınarak özür diliyorum. -----------
Şu bir gerçektir ve ilk olarak kabul edilmelidirki ''sonsuza bölünme'' diye bir şey yoktur ve olamaz. Bunu kabul ettiğimizi düşündüğümüzde karşımıza tonla paradoks çıkmaktadır. Pratikte yani fizikte paradoks olamıyacağına göre böyle bir idiada temelden yanlıştır.
En basit ve anlaşılabilir olanından örnek vericek olursak: Zenon paradoksları. Sonsuz bölünmenin olağandışılığını ve ayriyeten sürekli hereketin anlaşılmazlığını anlamak için lütfen bknz; Zenon Paradoksları Buradaki kaynakta bu söylediklerimden çok daha fazlasını bulacağınızdan ve faydalanıcağınızdan eminim.(reklam değildir.)
Atom altı fizikte, gözleme dayanan bir deney ile veya bir işaret ile kuarklardan aşağısına inilemediği bir gerçek. Bunun aşağısı için artık muhtemelen hayallerimiz ve matematiğimiz devreye giriyor. Şuanda atom altı parçacıklar yada daha doğru bir söyleyişle atom altı modüller için elimizde sadece sınanamayan teoriler, anlaşılamayan formüller ve karmaşık fikirler var.
Bunlardan en fantastiği, en akla yatkın olanı ve hiç şüphesiz en ilgi çekici olanı String diğer adıyla Sicim Teorisidir.
İşte bu teori şu anda tartışmakta olduğumuz ve aramakta olduğumuz ''Maddenin en küçük yapıtaşı nedir?'' sorusuna ve çok çok daha fazlasına cevap aramaktadır. Bunun için büyük bir mantık sahası yaratıp, bunu yatıracak ameliyat masasınıda kurmuştur. Görece büyük adımlar atmış olsada henüz çok genç ve emeklyen bir teoridir. Sınayabildiğimizi veya sınanabilir olduğunu henüz kimse söyleyemez. Ancak önümüze harkulade bir evren sunduğu aşikar.
Temelde, ''Maddenin en küçük yapıtaşı nedir?'' sorusuna; Maddenin en küçük yapıtaşı string(sicim) deinlen enerji halkaları veya iplikçikleridir der. Buradan yola çıkıp bize farklı boyutlardan, uzay zaman dokusundan, solucan deliklerinden, zaman geçitlerinden, paralel evrenlerden oluşan fantastik bir alem sunar.
Bu konu sayfalarca sürecek ve anlatılacak, anlatımına doyum olmuyacak bir konu. Yani uzun hikaye... Ama aradığımız soruya ciddi manada eğilen ve çözüm arayan aynı zamanda harkulade olan bir saha. Araştırmanızı tavsiye ederim...
Böyle bir konu içersinde konuşacaklarımız anlatıcaklarımız elbette bukadarla sınırlı değil. Gerçekten üzerine düşünülmesi dahi insana zevk veren harika bir soru.
Unutmadan; Konu içersinde özelikle adı geçen ve üstünde durulan ''soyut nesne'' terimini bir türlü anlıyamadım. Aceba bunun anlamı nedir? Lütfen biraz daha açar mısınız?
Sonsuzu bir sayı olarak benimseyip en büyük sayı budur demek gibi. Oysaki onu sayı olarak benimsersek üzerine 1 ekleriz ve en büyük sayı değişir. Bu olay da sanki ona benzemiş gibi.
Ayrıca hiç bir şey bölüne bölüne bitmez. Yani ben bunu düşünüyorum. Yani bi kağıdı sürekli yarısından kesersen bitmez. Benim düşüncelerim bu.
Orjinalden alıntı: El-Cezeri Konu içersinde özelikle adı geçen ve üstünde durulan ''soyut nesne'' terimini bir türlü anlıyamadım. Aceba bunun anlamı nedir? Lütfen biraz daha açar mısınız?
cern deki deney bize çok şey anlatacaktır bu konuda ----------------------------------------------------- fakat maddeyi gözlemleyebildiğimiz bir sınır var onun aşşağısındaki hakikati teorilerle açıklamaya çalışıyoruz bu teoriler ise bize ya olasılıkar dünyası yada kuantum belirsizlikler sunuyor
atom altı dünyada maddeyi gözlemlediğimiz dünyadaki maddenin özelliklerine sahip miş gibi düşğünürsek hata yapabiliriz mesela bize makro dünyada anlamsız gelen; bir şeyin hem parçacık hem dalga özelliği göstermesi mikro dünyada bir gerçektir. tabi bu çelişkilerin (kuantum belirsizliklerin) açıklanması için farklı yaklaşımlar var aşşağıda bi alıntı yaptım
"KUANTUM KURAMININ BELİRSİZLİK İLKESİNE
FARKLI YAKLAŞIMLAR
Entropi yasasının ve izafiyet teorisinin fiziksel yaklaşımı üzerinde genel bir ittifakın olduğu söylenebilir. Felsefeciler ve teologlar, bu teoriler üzerinde, ortak fiziksel kabullere rağmen farklı ve birbiriyle çelişen yorumlarda bulunmuşlardır. Oysa kuantum teorisinin, fiziksel yaklaşımı üzerinde de bir ittifak yoktur; bu teorinin fiziği üzerindeki farklı yaklaşımlardan herhangi birini benimseyenlerin felsefi ve teolojik yorumları da farklıdır. Bu teorinin, objektif indeterminist bir evrene işaret ettiğine dair yorumda bulunanların felsefi ve teolojik yorumları farklı olabildiği gibi, bu görüşe katılmayanlar da kendi içlerinde farklı felsefi ve teolojik farklı kanaatlere sahiptirler.
Bu teori, mevcut haliyle ancak olasılıkçı yorumlara izin verir. Birçok atomdan oluşan radyoaktif bir elementin ne zaman bozulacağını olasılık hesaplarıyla tahmin edebiliriz, ama belirli tek bir atomun ne zaman bozulacağını tam olarak söyleyemeyiz. Heisenberg’in Belirsizlik İlkesi atom-altı bir parçacığın yerini ne kadar iyi hesaplarsak, hızının o kadar belirsizleşeceğini; hızını ne kadar iyi hesaplarsak, konumunun o kadar belirsizleşeceğini söyler. Atom-altı dünyadaki bu belirsizliklerin, gerçek dünyadaki var olan ontolojik bir belirsizliğe mi, yoksa bizim epistemolojik durumumuzdan kaynaklanan bir belirsizliğe mi karşı geldiği konusunda en ünlü fizikçiler dahi kendi aralarında itilaf etmişlerdir. Farklı görüşleri, Barbour’ın sınıflamasını takip ederek üçe ayırabiliriz:[23]
1- Cehaletimizden Kaynaklanan Belirsizlik: Özellikle Newtoncu yaklaşımın determinist modelini takip edenler, atom-altı dünyadaki belirsizliklerin, ontolojik gerçekliği yansıtmadığını düşünmüşlerdir. Planck, Penrose ve Einstein bu görüşün en önemli temsilcileridir. Einstein’ın ünlü “Tanrı zar atmaz”[24] sözü, kuantum dünyasında ontolojik belirsizliklerin bulunamayacağını ifade etmek için söylenmiştir. Einstein, Podolsky ve Rosen atom-altı dünyaya dair teorilerimizin eksik olduğunu ve bizim bilemediğimiz ‘gizli değişkenlerin’ (hidden variables) olması gerektiğini söylediler.[25] Buna göre, cehaletimiz belirsizliklerin sebebidir, kuantum teorisinin olasılıklarla ifade edilmesi, gerçek dünyaya olasılıkçı yasaların hakim olmasından kaynaklanmaz, gerçek dünyada determinist yasalar çerçevesinde olaylar gerçekleşir.
2- Deneysel ve Kavramsal Sınırlılıklarımızdan Dolayı Belirsizlik: Bahsedilen görüş, belirsizliklerin aslında olmadığı görüşü için kullanılabileceği gibi, atom-altı dünyanın bizim için tamamen ulaşılmaz olduğu ve objektif determinizmin veya indeterminizmin hangisinin gerçekte var olup olmadığını bilemeyeceğimizin dile getirilmesi için de kullanılabilir. Bu düşünce ‘kendinde şey’in ulaşılmaz olduğunu söyleyen[26] Kant’ın modern fizikteki izdüşümü olarak kabul edilebilir. Bu, aynı zamanda, kuantum teorisi ile, klasik fizikteki gözleyenin rolünün önemsenmediği epistemolojik yaklaşımın da değiştiğini ifade eder. Bu görüşü savunanlar, deney aşamasında gözleyen ile gözlenen arasındaki etkileşimden belirsizliğin çıktığını söylerler. Bir elektronun gözlemlendiğini düşünün; en azından bir ışık kuantasının bu elektrona çarpıp gözümüze gelmesi gerekir ki elektronu görebilelim. Bir gezegeni görmemiz de, ona çarpan ve sonra gözümüze gelen ışık sayesinde olur, ama makro düzeyde bu etki gezegenin konumunu da hızını da etkilemeyecek kadar önemsizdir. Ama mikro düzeyde, elektrona çarpan ışık parçacığı elektronun konum ve hızını etkileyeceğinden gözlemimizin neticesine de etki eder. Sonuçta atom-altı dünya ile ilgili gözlemler için, gözleyenin etkisinin de dikkate alındığı bir epistemoloji geliştirmek gerekir. Fakat kuantum teorisinin belirsizlikleri sadece bu tip gözlemlerle alakalı değildir; radyoaktif elementlerin bozumunun ne zaman olacağı gibi belirsiz durumlar vardır ki, bunlar, gözleyenin etkisiyle açıklanamaz.[27]
Kavramlarımızın sınırlılıklarından dolayı belirsizlik olduğu iddiası ise adeta Kant’ın, insan zihninin kendi kategorilerini dış dünyaya dayattığına dair görüşünün bir tekrarı gibidir. Deneysel durumu seçerek, hangi kavramsal çerçeveyle (dalga veya parçacık; konum veya hız) elektronun durumunu değerlendireceğimizi seçeriz. Barbour, bu yaklaşımın agnostik olduğunu; atom-altı dünyada determinizmin mi, indeterminizmin mi olduğunu anlayamayacağımız anlamına geldiğini belirtir.[28]
3- Objektif İndeterminizm Olarak Belirsizlik: Bu yaklaşıma göre, atom-altı dünyaya dair belirsizliklerin, bizim “gizli değişkenleri” bilemememiz veya deneysel ve kavramsal yetersizliklerimiz gibi epistemolojik eksiklikler ve sorunlar ile alakası yoktur; belirsizlikler doğanın bir gerçeği olarak vardır, doğada epistemolojik indeterminizm veya subjektif indeterminizm denilebilecek sahte bir indeterminizm değil, gerçek ontolojik indeterminizm vardır. Bu görüşün en ünlü savunucusu olan Heisenberg, kuantum kuramına özgü matematik şemanın, klasik mantığın bir genişlemesi veya tarz değişimi olarak yorumlanması gerektiğini söyler. Ona göre bu kuram, mantığın en temel ilkelerinden “üçüncü halin olanaksızlığı” ilkesinin değiştirilmesini gerektirir.[29] Adı kaos teorisiyle özdeşleşen Prigogine de, metafiziksel ve felsefi bir tercihe bağlı olmaksızın, fizikte, indeterminizmin kendini kabul ettirdiğini şöyle ifade eder: “Bergson, Whitehead, Popper tarafından savunulan indeterminizm, bundan böyle fizikte kendini kabul ettirmiştir.”[30] Fakat bizce, Prigogine’in metafiziksel bir tercihten bağımsız olarak indeterminizmin kendini kabul ettirdiğini söylemesi hatalıdır. Prigogine kitaplarında “Laplace’ın cininden” olan rahatsızlığını birçok kere dile getirmektedir. Örneğin Isabelle Stengers ile beraber yazdığı kitabında şöyle der: “İki yüzyıla yakın bir süredir, Laplace’ın cini hayal gücümüze musallat oldu; her şeyi anlamsız kılan kabuslar getirdi. Eğer dünya gerçekten de bir cinin, bir anlık durumdan yola çıkarak geleceğini ve geçmişini hesaplayabildiği bir dünya olsaydı, bizim tanımlayabileceğimiz basit sistemleri, bir cinin ancak tanımlayabileceği daha karmaşık sistemlerden niteliksel olarak ayıran hiçbir şey olmasaydı, o zaman bu dünya bir yoğun totolojiden ibaret olurdu. İşte bu, atalarımızdan devraldığımız bilimin bize meydan okuyuşudur, artık büyüsünden kurtulmamız gereken tılsım da budur.” Sonuçta, Prigogine’in neden Einstein’ın yaklaşımını değil de Heisenberg’inkini tercih ettiğinin cevabı, sadece modern fiziğin önüne çıkardığı tablo olamaz; Einstein aynı tablodan kendi metafizik tercihine uygun seçim yaptığı gibi, Prigogine de kendi metafizik tercihine uygun olarak, hep yakındığı Laplace’ın cininden kendini kurtaracak yorumu tercih etmiştir. Burada durumu ilginç olan bizce Popper’dır. O, fizikte indeterminizme en büyük desteği veren Heisenberg’in Belirsizlik İlkesi’ne karşı çıkmış olsa da,[31] kuantum kuramından bağımsız olarak insan özgürlüğüne tehdit olarak gördüğü Laplaceçı determinizme karşı indeterminizmi savunmuştur.[32]
Heisenberg ve onun takipçileri, epistemolojik olarak neyi bilebileceğimizi betimlerken, bunun ontolojik gerçekliği tarif ettiğine geçiş yaparak, belirsizliğin cehalet ile deneysel ve kavramsal sınırlılıklarımızdan kaynaklanmadığını, doğanın gerçek bir durumu olduğunu savunmuşlardır. Bu durum, Polkinghorne’un “Epistemoloji ontolojiyi şekillendirir”[33] sözüyle ifade ettiği gibi; neyi bilebileceğimizin veya bilemeyeceğimizin, neyin gerçekte varolduğunu anlamamızın güvenilir bir rehberi zannedilmesinin bir neticesidir. Bu stratejiyi Newton da benimsemişti, onun Heisenberg’den farkı: Newton bildiklerinden yola çıkarak ontolojik determinist bir evren modellemiş, Heisenberg ise bilmediklerinden (belirsizliklerden) yola çıkarak ontolojik indeterminist bir evren öngörmüştür. Determinist evrende alternatiflerin ontolojik statüsü imkansızlığa eşitken, indeterminist evrende alternatif olayların oluşmasının ontolojik statüsü mümkündür. Tanrı-evren ilişkisi açısından ontolojik determinist evren modeli, birçok felsefi ve teolojik yaklaşımın çıkmasına sebep olduğu gibi, ontolojik indeterminist evren modeli de felsefi ve teolojik birçok yeni yaklaşımın hareket noktası olmuştur."
Maddenin ''en büyük'' ve ''en küçük'' halinin bulunduğuna inanmıyorum.Sebebine gelince;
Önce biz bu dünyadaki en küçük varlığız diyorduk.Böcekleri bilip tanıdıkça bu tez çürüdü.Sonra tek hücreliler, daha minik organizmalar, atom, nötron, elektron derken protonun içinde de 4 değişik küçük yassı parçacığın bulunduğu açıklandı. En büyük kısmına gelirsek, yine filleri, dağları, gezegenleri, sistematiği, galaksiyi ve boşluğundaki nice büyükleri keşfettikçe bunun da sınırsızlığını anlıyorsunuz.
Açıkçası hayat sonsuz olduğu için büyüğün ve küçüğün de bir sonu olduğu kanaatinde değilim. -------------------------------------------------------------------
@kaotika, Deep Impact gözükmüyor bu aralar, ne yaptınız öldürüp foseptik çukuruna mı attınız yoksa?
ancak eğer dediğin gibi soyut bir nesne olması durumunda soyutun somuta geçişi de hayli enteresan olur ...
Bu mesaja 1 cevap geldi. Cevapları Gizle
Bu mesaja 1 cevap geldi. Cevapları Gizle
"Tamam artık bu parçacık kesin olarak kendinden daha küçük parçalara hiç bir suretle bölünemez"..."Kimse bunun üzerine ne kafa yorsun ne de deneyini yapsın bu yüzde yüz böyledir".
Bilim bunu söyleyebilir mi?
Geçmişteki yüzyıllarda "atom" için aynı şey söyleniyordu. Daha sonra proton için söylenecek oldu ama atom da bölündü proton da...
Bu mesaja 2 cevap geldi. Cevapları Gizle
Bu ifade çok iddialı olurdu. Bunu söylemek bence doğru değil. Ama "şu anki bilgimize göre leptonlar ve kuarkların bir iç yapısı yoktur" denebilir. Şu linke bakabilirsiniz:
http://whatis.techtarget.com/definition/0,,sid9_gci858975,00.html
ancak atomaltı derinliğinin çok fazla olduğuna inanan benim için o derinliğe bilimin yakın zamanda inebileceğini düşünmemekteyim.
Bu mesaja 1 cevap geldi. Cevapları Gizle
Bu mesaja 1 cevap geldi. Cevapları Gizle
Bu mesaja 1 cevap geldi. Cevapları Gizle
Bu mesaja 1 cevap geldi. Cevapları Gizle
Doğadaki bazı etkileşimler (mesela elektromanyetik veya kütleçekim etkileşimler) uzaktan etkileşimlerini aralarındaki parçacık alışverişiyle sağlıyorlar denilebilir. Bu çok yanlış bir görüş değil. Bu anlamda etrafımız bir sürü değişik enerji alanlarıyla sarılı.
Bu mesaja 1 cevap geldi. Cevapları Gizle
Bu mesaja 1 cevap geldi. Cevapları Gizle
Katılıyorum. Bir gün öyle bir yöntem bulabiliriz ki bu yöntemle temel parçacıkların da aslında temel olmadıklarını bulabilelim. Bu imkansız değil.
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi mfiz -- 7 Temmuz 2006; 16:29:17 >
Bu mesaja 1 cevap geldi. Cevapları Gizle
madde enerjinin yoğun hali deniyor, peki ya enerji nedir?
Enerji fizikte iş yapabilme yetisi , bir şeyleri etkileyebilme gücüne sahip şey olarak tanımlanıyor.
Peki o şey nedir?
Özü nedir?
Elle tutulabilen madde eğer elle tutulamayan soyut enerji nin yoğun hali ise
maddenin gerçekliği hakkında şüphe edebilirmiyiz?
Ya da maddenin varlığının şiddeti?
Benim inancıma göre madde olmayan Tanrı'nın varlık şiddeti sonsuzdur,
O zaman maddenin varlık şiddeti sadece bir gölge seviyesinde olsa gerek,
üflesen yıkılacak.
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi vese -- 7 Temmuz 2006; 17:11:54 >
Bu mesaja 1 cevap geldi. Cevapları Gizle
Bana göre zaten maddenin varlık şiddeti diye bir şey olamaz çünkü madde zaten varlığın kendisidir dolayısıyla benim için "varlığın varlık şiddeti" diye bir düşünce söz konusu değil. Madde ve de enerji diye kesin bir ayrım da yok çünkü geniş anlamıyla madde demek bana göre içerisinde yaşadığımız gerçekliğin adıdır.
Tanrı diye yorumlamak ta yine bir yaklaşım meseledisir. Çünkü Tanrı kavramının mahiyeti çok daha farklıdır.
Bu mesaja 1 cevap geldi. Cevapları Gizle
Konu çok güzel ve orjinal olduğundan ve yeni bir topic açmayı gereksiz gördüğümden buradan, kalınan yerden devam etmeyi arzuluyorum.
Bu sebeple 2 sene önce açılmış bir topği ''hort''lattığım için önce konu içersinde fikirlerini yazmış arkadaşlardan sonrada diğer üyelerden aflarına sığınarak özür diliyorum.
-----------
Şu bir gerçektir ve ilk olarak kabul edilmelidirki ''sonsuza bölünme'' diye bir şey yoktur ve olamaz.
Bunu kabul ettiğimizi düşündüğümüzde karşımıza tonla paradoks çıkmaktadır.
Pratikte yani fizikte paradoks olamıyacağına göre böyle bir idiada temelden yanlıştır.
En basit ve anlaşılabilir olanından örnek vericek olursak: Zenon paradoksları.
Sonsuz bölünmenin olağandışılığını ve ayriyeten sürekli hereketin anlaşılmazlığını anlamak için lütfen bknz; Zenon Paradoksları
Buradaki kaynakta bu söylediklerimden çok daha fazlasını bulacağınızdan ve faydalanıcağınızdan eminim.(reklam değildir
Atom altı fizikte, gözleme dayanan bir deney ile veya bir işaret ile kuarklardan aşağısına inilemediği bir gerçek.
Bunun aşağısı için artık muhtemelen hayallerimiz ve matematiğimiz devreye giriyor.
Şuanda atom altı parçacıklar yada daha doğru bir söyleyişle atom altı modüller için elimizde sadece sınanamayan teoriler, anlaşılamayan formüller ve karmaşık fikirler var.
Bunlardan en fantastiği, en akla yatkın olanı ve hiç şüphesiz en ilgi çekici olanı String diğer adıyla Sicim Teorisidir.
İşte bu teori şu anda tartışmakta olduğumuz ve aramakta olduğumuz ''Maddenin en küçük yapıtaşı nedir?'' sorusuna ve çok çok daha fazlasına cevap aramaktadır. Bunun için büyük bir mantık sahası yaratıp, bunu yatıracak ameliyat masasınıda kurmuştur.
Görece büyük adımlar atmış olsada henüz çok genç ve emeklyen bir teoridir.
Sınayabildiğimizi veya sınanabilir olduğunu henüz kimse söyleyemez.
Ancak önümüze harkulade bir evren sunduğu aşikar.
Temelde, ''Maddenin en küçük yapıtaşı nedir?'' sorusuna; Maddenin en küçük yapıtaşı string(sicim) deinlen enerji halkaları veya iplikçikleridir der.
Buradan yola çıkıp bize farklı boyutlardan, uzay zaman dokusundan, solucan deliklerinden, zaman geçitlerinden, paralel evrenlerden oluşan fantastik bir alem sunar.
Bu konu sayfalarca sürecek ve anlatılacak, anlatımına doyum olmuyacak bir konu. Yani uzun hikaye...
Ama aradığımız soruya ciddi manada eğilen ve çözüm arayan aynı zamanda harkulade olan bir saha.
Araştırmanızı tavsiye ederim...
Böyle bir konu içersinde konuşacaklarımız anlatıcaklarımız elbette bukadarla sınırlı değil.
Gerçekten üzerine düşünülmesi dahi insana zevk veren harika bir soru.
Unutmadan;
Konu içersinde özelikle adı geçen ve üstünde durulan ''soyut nesne'' terimini bir türlü anlıyamadım. Aceba bunun anlamı nedir?
Lütfen biraz daha açar mısınız?
Bu mesaja 2 cevap geldi. Cevapları Gizle
Sonsuzu bir sayı olarak benimseyip en büyük sayı budur demek gibi. Oysaki onu sayı olarak benimsersek üzerine 1 ekleriz ve en büyük sayı değişir. Bu olay da sanki ona benzemiş gibi.
Ayrıca hiç bir şey bölüne bölüne bitmez. Yani ben bunu düşünüyorum. Yani bi kağıdı sürekli yarısından kesersen bitmez. Benim düşüncelerim bu.
Bu mesaja 2 cevap geldi. Cevapları Gizle
-----------------------------------------------------
fakat maddeyi gözlemleyebildiğimiz bir sınır var
onun aşşağısındaki hakikati teorilerle açıklamaya çalışıyoruz
bu teoriler ise bize ya olasılıkar dünyası yada kuantum belirsizlikler sunuyor
atom altı dünyada maddeyi gözlemlediğimiz dünyadaki maddenin özelliklerine sahip miş gibi düşğünürsek hata yapabiliriz
mesela bize makro dünyada anlamsız gelen; bir şeyin hem parçacık hem dalga özelliği göstermesi mikro dünyada bir gerçektir.
tabi bu çelişkilerin (kuantum belirsizliklerin) açıklanması için farklı yaklaşımlar var aşşağıda bi alıntı yaptım
"KUANTUM KURAMININ BELİRSİZLİK İLKESİNE
FARKLI YAKLAŞIMLAR
Entropi yasasının ve izafiyet teorisinin fiziksel yaklaşımı üzerinde genel bir ittifakın olduğu söylenebilir. Felsefeciler ve teologlar, bu teoriler üzerinde, ortak fiziksel kabullere rağmen farklı ve birbiriyle çelişen yorumlarda bulunmuşlardır. Oysa kuantum teorisinin, fiziksel yaklaşımı üzerinde de bir ittifak yoktur; bu teorinin fiziği üzerindeki farklı yaklaşımlardan herhangi birini benimseyenlerin felsefi ve teolojik yorumları da farklıdır. Bu teorinin, objektif indeterminist bir evrene işaret ettiğine dair yorumda bulunanların felsefi ve teolojik yorumları farklı olabildiği gibi, bu görüşe katılmayanlar da kendi içlerinde farklı felsefi ve teolojik farklı kanaatlere sahiptirler.
Bu teori, mevcut haliyle ancak olasılıkçı yorumlara izin verir. Birçok atomdan oluşan radyoaktif bir elementin ne zaman bozulacağını olasılık hesaplarıyla tahmin edebiliriz, ama belirli tek bir atomun ne zaman bozulacağını tam olarak söyleyemeyiz. Heisenberg’in Belirsizlik İlkesi atom-altı bir parçacığın yerini ne kadar iyi hesaplarsak, hızının o kadar belirsizleşeceğini; hızını ne kadar iyi hesaplarsak, konumunun o kadar belirsizleşeceğini söyler. Atom-altı dünyadaki bu belirsizliklerin, gerçek dünyadaki var olan ontolojik bir belirsizliğe mi, yoksa bizim epistemolojik durumumuzdan kaynaklanan bir belirsizliğe mi karşı geldiği konusunda en ünlü fizikçiler dahi kendi aralarında itilaf etmişlerdir. Farklı görüşleri, Barbour’ın sınıflamasını takip ederek üçe ayırabiliriz:[23]
1- Cehaletimizden Kaynaklanan Belirsizlik: Özellikle Newtoncu yaklaşımın determinist modelini takip edenler, atom-altı dünyadaki belirsizliklerin, ontolojik gerçekliği yansıtmadığını düşünmüşlerdir. Planck, Penrose ve Einstein bu görüşün en önemli temsilcileridir. Einstein’ın ünlü “Tanrı zar atmaz”[24] sözü, kuantum dünyasında ontolojik belirsizliklerin bulunamayacağını ifade etmek için söylenmiştir. Einstein, Podolsky ve Rosen atom-altı dünyaya dair teorilerimizin eksik olduğunu ve bizim bilemediğimiz ‘gizli değişkenlerin’ (hidden variables) olması gerektiğini söylediler.[25] Buna göre, cehaletimiz belirsizliklerin sebebidir, kuantum teorisinin olasılıklarla ifade edilmesi, gerçek dünyaya olasılıkçı yasaların hakim olmasından kaynaklanmaz, gerçek dünyada determinist yasalar çerçevesinde olaylar gerçekleşir.
2- Deneysel ve Kavramsal Sınırlılıklarımızdan Dolayı Belirsizlik: Bahsedilen görüş, belirsizliklerin aslında olmadığı görüşü için kullanılabileceği gibi, atom-altı dünyanın bizim için tamamen ulaşılmaz olduğu ve objektif determinizmin veya indeterminizmin hangisinin gerçekte var olup olmadığını bilemeyeceğimizin dile getirilmesi için de kullanılabilir. Bu düşünce ‘kendinde şey’in ulaşılmaz olduğunu söyleyen[26] Kant’ın modern fizikteki izdüşümü olarak kabul edilebilir. Bu, aynı zamanda, kuantum teorisi ile, klasik fizikteki gözleyenin rolünün önemsenmediği epistemolojik yaklaşımın da değiştiğini ifade eder. Bu görüşü savunanlar, deney aşamasında gözleyen ile gözlenen arasındaki etkileşimden belirsizliğin çıktığını söylerler. Bir elektronun gözlemlendiğini düşünün; en azından bir ışık kuantasının bu elektrona çarpıp gözümüze gelmesi gerekir ki elektronu görebilelim. Bir gezegeni görmemiz de, ona çarpan ve sonra gözümüze gelen ışık sayesinde olur, ama makro düzeyde bu etki gezegenin konumunu da hızını da etkilemeyecek kadar önemsizdir. Ama mikro düzeyde, elektrona çarpan ışık parçacığı elektronun konum ve hızını etkileyeceğinden gözlemimizin neticesine de etki eder. Sonuçta atom-altı dünya ile ilgili gözlemler için, gözleyenin etkisinin de dikkate alındığı bir epistemoloji geliştirmek gerekir. Fakat kuantum teorisinin belirsizlikleri sadece bu tip gözlemlerle alakalı değildir; radyoaktif elementlerin bozumunun ne zaman olacağı gibi belirsiz durumlar vardır ki, bunlar, gözleyenin etkisiyle açıklanamaz.[27]
Kavramlarımızın sınırlılıklarından dolayı belirsizlik olduğu iddiası ise adeta Kant’ın, insan zihninin kendi kategorilerini dış dünyaya dayattığına dair görüşünün bir tekrarı gibidir. Deneysel durumu seçerek, hangi kavramsal çerçeveyle (dalga veya parçacık; konum veya hız) elektronun durumunu değerlendireceğimizi seçeriz. Barbour, bu yaklaşımın agnostik olduğunu; atom-altı dünyada determinizmin mi, indeterminizmin mi olduğunu anlayamayacağımız anlamına geldiğini belirtir.[28]
3- Objektif İndeterminizm Olarak Belirsizlik: Bu yaklaşıma göre, atom-altı dünyaya dair belirsizliklerin, bizim “gizli değişkenleri” bilemememiz veya deneysel ve kavramsal yetersizliklerimiz gibi epistemolojik eksiklikler ve sorunlar ile alakası yoktur; belirsizlikler doğanın bir gerçeği olarak vardır, doğada epistemolojik indeterminizm veya subjektif indeterminizm denilebilecek sahte bir indeterminizm değil, gerçek ontolojik indeterminizm vardır. Bu görüşün en ünlü savunucusu olan Heisenberg, kuantum kuramına özgü matematik şemanın, klasik mantığın bir genişlemesi veya tarz değişimi olarak yorumlanması gerektiğini söyler. Ona göre bu kuram, mantığın en temel ilkelerinden “üçüncü halin olanaksızlığı” ilkesinin değiştirilmesini gerektirir.[29] Adı kaos teorisiyle özdeşleşen Prigogine de, metafiziksel ve felsefi bir tercihe bağlı olmaksızın, fizikte, indeterminizmin kendini kabul ettirdiğini şöyle ifade eder: “Bergson, Whitehead, Popper tarafından savunulan indeterminizm, bundan böyle fizikte kendini kabul ettirmiştir.”[30] Fakat bizce, Prigogine’in metafiziksel bir tercihten bağımsız olarak indeterminizmin kendini kabul ettirdiğini söylemesi hatalıdır. Prigogine kitaplarında “Laplace’ın cininden” olan rahatsızlığını birçok kere dile getirmektedir. Örneğin Isabelle Stengers ile beraber yazdığı kitabında şöyle der: “İki yüzyıla yakın bir süredir, Laplace’ın cini hayal gücümüze musallat oldu; her şeyi anlamsız kılan kabuslar getirdi. Eğer dünya gerçekten de bir cinin, bir anlık durumdan yola çıkarak geleceğini ve geçmişini hesaplayabildiği bir dünya olsaydı, bizim tanımlayabileceğimiz basit sistemleri, bir cinin ancak tanımlayabileceği daha karmaşık sistemlerden niteliksel olarak ayıran hiçbir şey olmasaydı, o zaman bu dünya bir yoğun totolojiden ibaret olurdu. İşte bu, atalarımızdan devraldığımız bilimin bize meydan okuyuşudur, artık büyüsünden kurtulmamız gereken tılsım da budur.” Sonuçta, Prigogine’in neden Einstein’ın yaklaşımını değil de Heisenberg’inkini tercih ettiğinin cevabı, sadece modern fiziğin önüne çıkardığı tablo olamaz; Einstein aynı tablodan kendi metafizik tercihine uygun seçim yaptığı gibi, Prigogine de kendi metafizik tercihine uygun olarak, hep yakındığı Laplace’ın cininden kendini kurtaracak yorumu tercih etmiştir. Burada durumu ilginç olan bizce Popper’dır. O, fizikte indeterminizme en büyük desteği veren Heisenberg’in Belirsizlik İlkesi’ne karşı çıkmış olsa da,[31] kuantum kuramından bağımsız olarak insan özgürlüğüne tehdit olarak gördüğü Laplaceçı determinizme karşı indeterminizmi savunmuştur.[32]
Heisenberg ve onun takipçileri, epistemolojik olarak neyi bilebileceğimizi betimlerken, bunun ontolojik gerçekliği tarif ettiğine geçiş yaparak, belirsizliğin cehalet ile deneysel ve kavramsal sınırlılıklarımızdan kaynaklanmadığını, doğanın gerçek bir durumu olduğunu savunmuşlardır. Bu durum, Polkinghorne’un “Epistemoloji ontolojiyi şekillendirir”[33] sözüyle ifade ettiği gibi; neyi bilebileceğimizin veya bilemeyeceğimizin, neyin gerçekte varolduğunu anlamamızın güvenilir bir rehberi zannedilmesinin bir neticesidir. Bu stratejiyi Newton da benimsemişti, onun Heisenberg’den farkı: Newton bildiklerinden yola çıkarak ontolojik determinist bir evren modellemiş, Heisenberg ise bilmediklerinden (belirsizliklerden) yola çıkarak ontolojik indeterminist bir evren öngörmüştür. Determinist evrende alternatiflerin ontolojik statüsü imkansızlığa eşitken, indeterminist evrende alternatif olayların oluşmasının ontolojik statüsü mümkündür. Tanrı-evren ilişkisi açısından ontolojik determinist evren modeli, birçok felsefi ve teolojik yaklaşımın çıkmasına sebep olduğu gibi, ontolojik indeterminist evren modeli de felsefi ve teolojik birçok yeni yaklaşımın hareket noktası olmuştur."
Bu mesaja 1 cevap geldi. Cevapları Gizle
Önce biz bu dünyadaki en küçük varlığız diyorduk.Böcekleri bilip tanıdıkça bu tez çürüdü.Sonra tek hücreliler, daha minik organizmalar, atom, nötron, elektron derken protonun içinde de 4 değişik küçük yassı parçacığın bulunduğu açıklandı.
En büyük kısmına gelirsek, yine filleri, dağları, gezegenleri, sistematiği, galaksiyi ve boşluğundaki nice büyükleri keşfettikçe bunun da sınırsızlığını anlıyorsunuz.
Açıkçası hayat sonsuz olduğu için büyüğün ve küçüğün de bir sonu olduğu kanaatinde değilim.
-------------------------------------------------------------------
@kaotika, Deep Impact gözükmüyor bu aralar, ne yaptınız öldürüp foseptik çukuruna mı attınız yoksa?