Arama butonu
Bu konudaki kullanıcılar: 1 misafir, 1 mobil kullanıcı
38
Cevap
21519
Tıklama
1
Öne Çıkarma
Mimar ve Neo' nun Konuşması The Matrix
R
16 yıl
Yarbay
Konu Sahibi

Ne anlatmak istiyorlar arkadalr burada ?

https://www.youtube.com/watch?v=nqqYScpgRw8


Edit Youtube videosu tekrar eklendi,


Mimar: -Merhaba Neo.



Neo: -Sen kimsin?



Mimar: -Ben Mimar’ım. Matrix’i ben yarattım. Seni bekliyordum. Kafanda çok soru var, her ne kadar gidişat bilincini değiştirdiyse de, geri dönülmez bir şekilde hala insansın. Yanıtlarımın bazılarını anlayacaksın, bazılarını ise anlamayacaksın. İlk soracağın soru en uygunu olsa da, aynı zamanda önemsiz olduğunu farkedebilirsin ya da farkedemezsin.



Neo: -Neden buradayım?



Mimar: -Senin yaşamın matrix’in programlanmasının doğasında bulunan dengesiz bir denklemden arta kalanlarının toplamı. Normalde matematiksel bir kesinliğin armonisi olabilecekken, en samimi gayretlerime rağmen elimine etmeyi başaramadığım bir anomalinin olası sonucusun. Bu anomali, azimle kaçınılması gereken bir sıkıntı olarak kalmasına rağmen, beklenmedik bir şey değil. Seni kaçınılmaz bir şekilde buraya kadar getirdi.



Neo: -Soruma hala cevap vermedin.



Mimar: -Çok doğru. Enterasan, diğerlerinden daha hızlıydı.



(Diğer Şeçilmiş’lerin verdiği cevaplar monitörlerde beliriyor: Diğerleri mi? Hangi diğerleri? Kaç tane? Cevap ver!)



Mimar: -Matrix senin bildiğinden daha yaşlı. Anomalileri sayarak gidersek, yani bu altıncı versiyon.



(Bir kez daha monitörlerde diğer Seçilmiş’lerin cevapları beliriyor: Beş versiyon mu? Üç mü? Bana da yalan söylenmiş. Palavra!)



Neo: -Sadece iki olası açıklama var: ya kimse bana söylemedi, ya da kimse bilmiyor.



Mimar: -Aynen öyle. Senin de hiç şüphesiz anlamaya başladığın üzere, anomali sistemden kaynaklıydı, en basit denklemlerden iniş çıkışlar yaratıyordu.



(Diğer Seçilmiş’lerin cevapları bir kez daha monitörlerde beliriyor: Beni kontrol edemezsin! S**tir! Seni öldüreceğim! Bana hiç bir şeyi zorla yaptıramazsın!)



Neo: -Tercih. Sorun olan, tercih.



(Sahne değişiyor. Trinity’yi bir ajanla dövüşürken görüyoruz. Sahne tekrar Mimar’ın odasına dönüyor.)



Mimar: -İlk matrix kusursuza yakındı, bir sanat eseriydi, eksiksizdi, muhteşemdi. Sadece kendi muazzam başarısızlığıyla denk tutulabilecek bir zaferdi o. Kötü kaderinin kaçınılmazlığı şimdi bana, her insanın barındırdığı kusurun neticesi kadar aşikar. Bu sebeple onu, yaradılışınızın değişken acayipliklerini daha doğru yansıtması için tarihinizi temel alarak yeniden tasarladım. Ama bir kez daha yenilerek hayal kırıklığına uğradım. O zamandan beri şunu anlamayı başardım; cevap benden sürekli kaçıyordu çünkü daha az bir akıl gerektiriyordu, ya da belki kusursuzluğun parametreleriyle daha az sınırlı bir akıl... Böylelikle cevap, bir başkasına, ilk başta insan ruhunun bazı yönlerini daha iyi anlamak için yaratılmış sezgisel bir programa, çarpıp tökezledi. Eğer ben matrix’in babasıysam o şüphesiz annesi olurdu.



Neo: -Kahin.



Mimar: -Lütfen. Dediğim gibi, o (kahini kastederek) bir sorun üzerinde tökezledi ki bu sayede deneklerin neredeyse %99’u, tercih hakkı verildiğinde, hatta tercihin sadece bilinçaltı bir düzeyde farkında olsalar bile, programı kabul etti. Bu cevap işlese de, ilkesel olarak açıkça kusurluydu. Tersi durumda, çelişkili ve sistemden kaynaklı anomaliyi yaratarak, başıboş bırakıldığında sistemin kendisini tehdit edebilirdi. Programı reddedenler, halen azınlıkta olsalar da, başıboş bırakıldıklarında giderek artan bir felaket ihtimalini oluşturabilirlerdi.



Neo: -Zion’dan bahsediyorsun.



Mimar: -Buradasın çünkü Zion yokedilmek üzere. Sakinlerinin hepsi yokedilmek, tüm varoluşu bitirilmek üzere.



Neo: -Palavra!



(Diğer Seçilmiş’lerin cevapları bir kez daha monitörlerde beliriyor: Palavra!)



Mimar: -İnkar etmek, insan tepkileri arasında en tahmin edilebilir olanı. Ama, inan bana, bu onu altıncı yokedişimiz olacak. Ve bu işte müthiş becerikli bir hale geldik.



(Sahne değişiyor. Trinity’yi bir ajanla dövüşürken görüyoruz. Sahne tekrar Mimar’ın odasına dönüyor.)



Mimar: - Seçilmiş’in işlevi şimdi kaynağa dönmek, taşıdığın kodun geçici olarak yayımını sağlamak, ilk programı tekrar kurmak. Bundan sonra matrix’ten 23 kişiyi seçmen gerekecek, Zion’un yeniden inşası için 16 dişi, 7 erkek. Bu işleme uyum sağlamaktaki başarısızlık, sistemin matrix’e bağlı herkesi öldürecek bir şekilde çökmesine sebep olacak. Zion’un yokedilmesiyle birlikte bu, tüm insan ırkının soyunun tükenmesi demek.









Neo: -Buna izin vermezsiniz, yapamazsınız. Hayatta kalmak için insanlara ihtiyacınız var.



Mimar: -Bizim razı olabileceğimiz hayatta kalma seviyeleri mevcut. Yine de, asıl önemli nokta, senin, dünyadaki her insanın ölümünden doğacak sorumluluğu kabul etmeye razı olup olmadığın.



(Mimar, elinde tuttuğu kalemdeki bir düğmeye basıyor. Monitörlerde, matrix’in her yerindeki insanların görüntüleri beliriyor.)



Mimar: -Tepkilerini okumak ilginç. Beş selefin, tasarım olarak aynı tür bir temele dayanıyordu. Seçilmiş’in iş görmesini kolaylaştıran, türünüzün geri kalanına derin bir bağlılık yaratmayı anlamlandıran tesadüfi bir onaya. Diğerleri bunu çok genel bir anlamda yaşarken, senin deneyimin fazlasıyla kendine özgü. Aşk.



(Neo’nun rüyasında görmüş olduğu, Trinity’nin ajanla dövüştüğü sahne monitörlerde beliriyor)



Neo: -Trinity.



Mimar: -Yeri gelmişken, o matrix’e kendi hayatı uğruna, seninkini kurtarmak için girdi.



Neo: -Yo!



Mimar: -Nihayet, temel hatanın en sonunda kendini gösterdiği ve anomalinin kendisini hem başlangıç hem de son olarak açığa vurduğu hakikat anına geldik. İki kapı var. Sağındaki kapı, kaynağa ve Zion’un kurtuluşuna açılıyor. Soldaki kapı gerisin geri matrix’e, ona (Trinity’yi kastederek) ve ırkınızın soyunun tükenmesine açılıyor. Senin de münasip bir şekilde ortaya koyduğun gibi, sorun tercihte yatıyor. Ama biz zaten ne yapacağını biliyoruz, değil mi? Zincirleme tepkiyi görebiliyorum. Mantığı ve sağduyuyu ezmek üzere özel olarak tasarlanmış olan, duygu patlamasına işaret eden kimyasal belirtileri, şimdiden görebiliyorum. Bir duygu, basit ve açıkça ortada olan gerçeği karşı şimdiden seni kör ediyor: o (Trinity) ölecek ve buna engel olmak için elinden gelecek hiç bir şey yok.



(Neo solundaki kapıya doğru yürüyor)



Mimar: -Hmmph. Umut, insan aldanmasının en bariz örneği. Hem en büyük gücünüz, hem en büyük zayıflığınız.



Neo: -Yerinde olsam, bir daha karşılaşmamamızı umardım.



Mimar: -KarşılaşmayacağızVideoyu izlemek için tıklayınız

DH forumlarında vakit geçirmekten keyif alıyor gibisin ancak giriş yapmadığını görüyoruz.

Üye olduğunda özel mesaj gönderebilir, beğendiğin konuları favorilerine ekleyip takibe alabilir ve daha önce gezdiğin konulara hızlıca erişebilirsin.

Üye Ol Şimdi Değil





< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Robinson_Crusoe -- 21 Ocak 2019; 9:3:21 >

K
16 yıl
Yarbay

Tamamını mı anlamadın, sadece anlamadığın kısmı alsak tamamını açıklamak bizi kasacaktır.

http://forum.donanimhaber.com/m_32254398/mpage_3/key_/tm.htm#32464944 şu uzun yazıyı dikkatle okursan soru işaretlerinin sayısı azalacaktır. Acaba yazılımcı arkadaşlar bu film nasıl yorumlar merak ediyorum.


Bu mesaja 1 cevap geldi.
X
16 yıl
Yarbay

"Her şey 'Matrix nedir?' sorusuyla başladı. Filmin fragmanlarında sürekli tekrarlanarak, en umursamaz seyircinin bile zihnine merak tohumlarını saçan bir soruydu bu. Internetteki web sitesinin adresi bile bu sorudan oluşmaktaydı: 'whatisthematrix.com', yani 'matrixnedir.com'. Üstelik bu kısacık cümle, iki ayrı soruyu birleştirmekte, iki farklı düzleme atıfta bulunmaktaydı. Bir yandan filmin kurmaca dünyasında yer alan ve kahramanımız Neo'nun peşine düştüğü soruya atıfta bulunurken, bir yandan da 'gerçek' dünyada 'Matrix' isimli filmin ne mene bir film olduğunu çözmeye çalışan izleyicilerin merakını dile getiriyordu. Kahramanımıza 'Maalesef Matrix'in ne olduğu anlatılamaz; kendi gözlerinle görmen gerek' dendiğini biliyorduk elbette. Kısacası bu hınzır film, daha sinemalarda boy göstermeden hinliğe başlamış, izleyiciyi çift anlamlarla dolup taşan dünyasının oyununa getirip ağına düşürmüş, kurmaca ile gerçek daha 'Matrix nedir?' sorusundan başlayarak ayrıştırılamaz hale gelmişti bile. Trinity'nin de dediği gibi 'Hepimizi harekete geçiren aynı soruydu'".
Yukarıdaki paragraf, Sinema Dergisi'nin Kasım 1999'da çıkan 57.sayısında, ilk Matrix filmi üzerine yazılan yazının giriş paragrafının neredeyse birebir aynısıdır. Zira Niobe'nin de söylediği gibi, "bazı şeyler değişir ama neyse ki bazı şeyler değişmez".
Madem her şey bir soruyla başlıyor ve madem her şey bir devrimle sonlanıyor, Marx'ın, cevabı olmayan sorunun sorulamayacağı yolundaki önermesini de ciddiye almak gerekiyor. Gerçekten de filmin öykü dünyası içindeki matrix'in ne olduğunu sormak mümkündü zira, seyircilerin halihazırda cevapları vardı, ya da Marksist terminolojiyle söylemek gerekirse, soruyu cevaplamanın maddi koşulları hazırdı. Gelip kendi gözlerimizle gördüklerimiz, zaten gün be gün göregeldiklerimizden başka bir şey değildi:
Matrix bir "yalan dünya, herşey bomboş"tu; Matrix sistemin bizi uyutan ideolojik aygıtydı; kitlelerin afyonuydu. Matrix, internetten bilgisayar oyunlarına, sanal gerçeklikten bizzat sinemaya kadar uzanan çağımızın yabancılaştırıcı, içe kapatıcı, iletişim bozucu, dünyanın çivisini çıkartan her tür aygıt ve beraberinde getirdiği sözde iletişim kültürüydü; markalar, kerdi kartları, spor arabalarla içine yuvarlandığımız tüketim çılgınlığıydı. Matrix, istisnasız hepimizin içinde yaşadığımız dünyadan şu veya bu biçimdeki şikayetlerimizin cisimleşmiş haliydi. "Sistem çok güçlü yapabilecek bir şey yok, elden ne gelir ki"lerimizin, "batsın bu dünya"larımızın, "durdurun dünyayı inecek var"larımızın, komplo teorilerimizin, birileri bizi kurtarmadıkça pasif kalmaya mahkum olduğumuza inancımızın onaylanmasıydı adeta. Birinci düzlemdeki "Matrix nedir?" sorusuna, bir yenilik getirdiği için değil, tam da hazırcevaplığımızı onayladığı için tavlandık. İkinci düzlemdeki sorunun, sinemada devrim yapan cevabına ise uyanamadık.
Bundan dolayı Matrix bize çok tanıdık bir çatışkıyı sunarak başladı yoluna: İyi insanlar ve kötü makineler karşı karşıya. Her ikili karşıtlıkta olduğu gibi bu karşıtlık da, başka ikililerden destek alarak bir sistemin içine konumlanmış; böylece anlam kazanıp, bizim duygusal yatırımımızı kendine çekmişti: sanal ile gerçek, uyutulmak ile uyanık olmak, zenci ile beyaz, kadın ile erkek ve ikili zıtlıkların en temelinde yer alan yaşam ile ölüm, bu matriste yerlerini alarak, aşina bir dünya da taraf olmaya çağırmıştı bizi. Bu çağrıya icabet etmek zor değildi. Bu ikili karşıtlıklar sistemi zaten hepimizin dünyaya bakışımızı şu veya bu biçimde şekillendirmekteydi ve karşıtlıkların hangi tarafında yer almayı seçmiş olursanız olun, karşıtlığın kendisine tepki duymayabiliyordunuz.
Ben demek için, biz demek için, önce benlik sonra çeşitli kimliklerle donanmak, zırhlanmak için, olmazsa olmaz bir anlayıştı karşıtlıklar. Olmayana ergi yöntemiyle kolay tarafından benlik, kimlik edinmek, ne olduğuna fazla kafa yormadan ne olmadığını ilan etmek, etki etmeye emek harcamaktansa tepki vermek, sözde gerçek dünyamızın geçer akçeleriydi zira. Kazanacaktık çünkü haklıydık; haklıydık çünkü insandık; insandık çünkü makine değildik, işte o kadar.
İkinci düzlemdeki "matrix nedir" sorusuna da, bu iç rahatlığıyla yaklaştık, eski tasa, gıcır gıcır yepyeni bir hamam sunduğunu düşünüp, yıkanıp yuvunmaya başladık. Filmin atıflarını hoş şıklıklar olarak algılamayı, felsefi göndermelerini ise Morpheus'un gözlükleri (ki "Ghost In The Shell"e bir atıftı) ve Neo'nun paltosu (ki Sufi felsefesine bir göndermeydi) ile aynı düzlemde ele almayı, bu nesnelerin bizi nereye götüreceğinden çok, nasıl edinebileceklerine kafa yormaya tercih ettik. Neo kırmızıyı seçerken, biz mavi "hapı yuttuk", hoş bir rüya olan matrix filminden uyanıp, hayatımıza kaldığımız yerden devam ettik.
Ancak, mavi hapı yutmakta acele etmeyenlerin huzurunu bozan, birçok ipucu da vardı filmde: gerçek ile sanal karşıtlığın aslında var olmayabileceğini, insan ile makine karşıtlığının da pekala yalan çıkabileceğini fazlasıyla belli ediyordu film. Nitekim filmde "Matrix nedir?" sorusuna hep soruyla karşılık verildi. Üstelik ünlü "kırmızı hap mı, mavi hap mı?" sorusu gibi, bu soruların her biri, bir seçim dayatıyordu. Gerçek soru, varolanı tanımlamak değil, varolanın karşısında bizim ne karar vereceğimizdi. "Öteki nedir?" sorusu yerini, "sen kimsin?" sorusuna bırakıyor, kimlik tanımlardan değil eylemlerden damıtılıyordu. Farkındalık için seçim yapmak, seçim yapabilmek için ise risk almak gerekiyordu. Her köşe başında bir yol ayrımı sunan filmin asıl sorusu, cevabını vermenin koşulları hazır olmadığı için sorulamayan soru, "ne yapmalı?" sorusuydu.
Gelgelelim izleyicilerin çoğu, bildik karşıtlıklarla haşır neşir olmayı, filmin karanlık sulara yelken açtıran detaylarıyla uğraşmaya yeğlediğinden; karar vermek, risk almak ve harekete geçmek, sadece Seçilmiş Biricik kişinin, yani günah keçisinin işi sanıldığından, her sahnede Neo'yu karar vermeye zorlayan soruları, kendi üzerlerine almaktan imtina ettiklerinden, "Matrix Reloaded" gelip, "Matrix"in zaten ima ettiklerini ayan beyan söylediğinde, üstelik pasif seyirciyi düpedüz dışlayan bir film dili tutturduğunda, Morpheus gibi inancını yitiriverdi. Belki de Matrix filmine tepki göstermek için ikinci ve üçüncü filmleri beklemeyip, daha baştan tavır koyanlar, hayranlıkla sarılanlardan daha iyi anlamıştı Matrix'in sinemada yaptığı devrimi.
Matrix Reloaded'ın gerçekten de Matrix'in söylediği her şeyi sil baştan ettiğini düşünen, hatta ihanete uğramışlık hissiyle sinemadan ayrılanlar az değildi. Oysa bilgisayar oyunlarının "reload" mantığı bir silme değil, yeniden denemedir. Önceyi yok saymak değil, tersine yeniden dönecek kadar önemsemektir. İlk denemeden ders alıp, aynı hataları tekrarlamama kararlılığını ve bu denemenin de son deneme olmadığını, bu kez yeni hataların yapılacağı bilgisiyle, bir kez daha "yüklemeye" gönüllü olarak oynanan oyundur.
Dolayısıyla "Matrix Reloaded", asıl soruyu sormamızı sağlayacak koşulları hazırlayan bir film oldu. Artık ilk filmde olduğu gibi, salt sinema salonundaki saat geçirerek takip edilecek bir film yoktu karşımızda: ya filmin dayattığı oyunu oynayacak ya da fena halde sıkılacaktık. Filmin "geçici" sonuna varıldığında, birinci filmde var gibi görünen tüm ikili karşıtlıklar silinmişti artık. Neo insan olmasına karşın "gerçek" dünyaya da, sanal dünyaya olduğu kadar müdahale edebiliyor; Ajan Smith bir program olmasına karşın, insan bedenine girip, gerçek dünyaya sızabiliyor; Neo'nun biricik olmadığı ortaya çıkıyor ve artık sadece Matrix'in yeşil kodlarını değil, gerek sanal, gerekse gerçek dünyanın özü olan, altın rengi enerjiyi de sezinleyebiliyordu. "Enter The Matrix"i oynamış olanlar, üçüncü filmi beklemeden Kahin'in de beden değiştirdiğini öğrenmiş, Sati'nin gelişinin müjdesini almışlardı. Animatrix'leri izleyenlerin ise makinelere kötü, insanlara iyi diyecek yüzü kalmamıştı.
Kısacası bu ikili sistemin tüm dayanakları erimiş, ayağının altından yer kaymıştı ve üçüncü film ile devrim başladı. Biçimi içeriğe her daim uyduran, sanılanın aksine biçimi bir şıklık değil, anlamın taşıyıcısı olarak gören Wachowskiler'in de neden "üçleme" formunu tercih ettikleri, ortaya çıktı. Temel derdi ikiliklere karşı çıkmak olan bir projenin, iki filmde kalması beklenemezdi.
İlk filmi göklere çıkartırken, ikinci filmi "meğerse" Zion'da sanalmış, Neo'da programmış, devrimci sandıklarımız sistemin kuklasıymış" diye düşünüp hayal kırıklığına uğrayanlar, bu hayal kırıklığını Matrix filmleri ve Wachowski kardeşlere aynen yansıtarak "meğer bu da bir para tuzağıymış, meğer bu yönetmenler de parsayı toplamak derdindeymiş" deyiverdiler. En önemlisi de projenin tek filmlik olduğunu devamlarının sırf ticari amaçlarla çekildiğine ikna oldular. Sorunun cevabı kolay olmaktan çıktığında, soruyu reddettiler. Ne demeli ölen ölür, kalan sağlar bizimdir!

İki arada bir derede, Neo nerede?
"Matrix Devrimleri", yani üçlemenin son halkası, "Mobil Ave" isimli bir metro istasyonunda başlıyor. Yani "Hareketli Bulvar" durağında. Sekans boyunca kadrajda aslan payını kapan bu yazı, siz önemsemeyip görmezden gelseniz bile gözünüze sokulduğundan, eninde sonunda bu basit ismin, yanlış, daha doğrusu eksik yazılmış olduğunu fark ediyorsunuz.Zira İngilizce'de hareketli anlamına gelen kelime "mobil" olarak değil, "mobile" olarak yazılıyor aslında. Yani ortada bir kayıp "e" harfi var. Nasıl ki Neo hayatında bir şeylerin eksik olduğunu farkedince başlamışsa yolculuğuna, bu eksikliği analmla doldurma arzusu da bizi "harekete" geçiriyor.
Aradığımızı bulabilmek için adı eksik bu mekanın ne mene bir mekan olduğuna kafa yormak gerekiyor. Kuşkusuz her durak gibi, bu durak da iki nokta arasında, yola çıkılan yer ile, varılacak yer arasında duruyor. Ama durakların çoğunun aksine, bu durak, ikili karşıtlıkların aslında tam ortasında yer alıyor. Yaşam ile ölüm, Matrix ile gerçek dünya, silinme ile aktive olma arasında bir bekleme yeri, hem insanlar, hem de programlar için. Bir ucu Hell Club yani Cehennem Kulübü'ne, diğer ucu "vaad edilmiş topraklar" anlamına gelen "Zion"a açılıyor. Demek ki, dini terimlerle bakıldığında, cennet ile cehennem arasında yer aldığından, buraya "araf" demek gerekiyor. Nitekim Hıristiyanlığa göre, vaftiz edilmeden ölenlerin, yani henüz sisteme entegre edilmemiş yeniliklerin mekanı da "araf". Mobile Ave.'de karşımıza çıkan Sati karakteri de tam olarak, sisteme entegre edilememiş bir yenilik.
Öte yandan ortada bir Trenci olması bizi tek tanrılı dinlerden öteye, bir kez daha mitolojiye geri döndürüyor. Trenci, mitolojinin ünlü Kayıkçı'sı Charon'a denk düşüyor, yani ölüleri ölüler diyarına taşımakla görevli olan kişiye. Geçiş parasını vermeyen ölüler, karşıya geçemiyor ve sonsuza kadar ölüler ile canlılar diyarının arasında asılı kalıyorlar. Zaten ölüler diyarının tanrısı Hades'in karısının ismi de Persephone olduğundan, trencinin Merovingian için çalışıyor olması, bu bağlantıyı güçlendiriyor.
Başka bir anlamsal çerçeveden bakarsak, ve ilk kez bu mekanda tanıştığımız Sati'ye "son sürgün" dendiğini de anımsarsak, bu mekanın iki ülkenin arasında bulunan ve"no man's land" olarak tanımlanan sahipsiz topraklar, yersiz yurtsuz, sürgün ve mültecilerin yaşadığı yerler olarak görmek de mümkün. Ama madem film bilgisayar dünyasında konuşlanıyor, bu durağı anlamlandırmaya çalışırken bilgisayar terminolojisinden de yararlanılabilir pekala. Bu açıdan bakıldığında Mobil Bulvarı'nı, "geri dönüşüm kutusu" olarak algılamak gerekiyor, yani, silinecek dosyaların yok olmaya gönderilmeden beklediği, geri çağrılabilecekleri gibi, yok da edilebilecekleri bir ara aşama.
Tüm bu açılımlarla uğraşmak istemeseniz bile, Neo'nun bedeninin komada, yani ölüm ile yaşam arasında yattığını bildiğinizden, bu mekanı komahalinin izdüşümü diye görüp geçmeniz bile mümkün. İster dini, ister siyasi, ister bilgisayar terminolojisini kullanalım, aynı kapıya çıkıyoruz, hep bu mekanı bir orta nokta, karşıtlıklar arası sınır çizgisi, belirsizlik hali, arada asılı kalma durumu olarak tanımlamak zorunda kalıyoruz. Zira önemli olan "kelime değil, kelimenin ima ettiği bağlantı", tıpkı bu mekanda karşımıza çıkan Rama'nın söylediği gibi.
İşte tam bu noktada bu mekana, nereden bakarsak bakalım atfettiğimiz özelliklerin, İngilizce'deki tek bir kelimenin, "limbo" kelimesinin sözlük karşılığı olduğunu anımsamamak mümkün değil. Böylelikle kayıp "e" harfinin gizemi de çözülmüş oluyor, zira "mobil", "limbo"nun, anagramından başka bir şey değil, yani aynı harflerin yerlerinin değiştirilmesiyle ulaşılan, yeni bir kelime. Hareket ile durmak, bir yerden bir yere gitmek ile yerinde saymak arasındaki yegane farkın bir yerleştirme, düzenleme farkı olduğunu da görüyoruz böylece. "e" yazılsaydı anagram olmayacaktı, doğrudan "limbo" yazılsaydı, bu anlama kendimiz ulaşmış olmayacaktık, kelimenin ardında yatan bağlantılar değil, kelime önemli hale gelecekti. Bu mekanda Neo'nun karşısına çıkan aileyi de incelemek gerekiyor. Öncelikle baba, "Matrix Reloaded" filminde, Neo, Merovingian'ın lokantasına girerken, yaka paça dışarı çıkarılmakta olan adamın ta kendisi. Sadece filmleri izlemekle yetinenler için, bu adamın "neyin nesi ve kimin fesi" olduğunu söyleyecek tek ipucu da bu. Oysa "Enter The Matrix" oyununu oynamış, böylece filmin, sinema salonlarında yer almayan parçalarını izleme şansına kavuşmuşsanız, çıkartabiliyorsunuz bu karakterin önemini. Oyunun belli bir aşamasında Ghost karakteri, yeni bedeniyle ilk kez arzı endam eden Kahin'e, "sana ne oldu?" diye soruyor. Kahin'in verdiği cevap ise şu oluyor: "güvendiğim iki program, terminasyon kodumu Merovingian'a sattı. Sevgi adına çocuklarının yaşamı adına. Bu çocuk hem senin hem de benim dünyamı ebediyen değiştirecek" diyor. Sözü edilen iki programın, Mobil Ave.'de karşımıza çıkan çift olduğuna şüphe yok. Demek ki Rama, Merovingian'ın lokantasında, tam da bu alışverişi yapmak için bulunmaktaymış, ikinci filmde.
Öte yandan bu karakterin adı Rama Kandra, yani Hinduizm'e göre, Tanrı Vishnu'nun yedinci cisimleşmesiyle adaş bir karakter. "Matrix Devrimleri"nde gördüğümüz "Matrix"in, yedinci versiyon olduğunu bildiğimize göre, bu karakterin de yedinci versiyon olması tutarlı. Tanrı Vishnu, Bharma ve Shiva ile birlikte"üçlü" tanrı sisteminin bir ayağını oluşturuyor. Bharma yaratıcı, Vishnu koruyucu ve Shiva yok edici işlevleri yükleniyorlar. Bu durumda Rama karakteri, koruyuculuk işlevini taşıyor.Tüm yaptıklarını kızını korumak uğruna yapıyor olması bundan olsa gerek. Rama'nın "işinin", bir program olarak görevinin, Geri Dönüşüm İşlemleri Müdürü olması da bu açıdan anlamlı, hem koruyuculuk işlevi hem de 'limbo'da ki varlığıyla örtüşüyor.
Bu noktada "her iki dünyayı da değiştirecek olan Sati"ye daha yakından bakmamız gerekiyor. Sati, ismi de Hint inancında yerini buluyor. Hatta denilebilir ki, Batı dünyasının en iyi bildiği Hint geleneğiyle örtüşüyor, zira Sati, kocası öldükten sonra onunla birlikte canlı canlı yakılan kadınlara verilen isim. Nitekim bizim alınganlığımızdan hiç de geri kalmayan Hint basını, filmde bu ismin kullanılmasının Hint kültürünün kötü temsil edilmesine yol açıp açmadığı polemikleriyle bir hayli çalkalanmış. Gelgelelim kelime olarak Sati "amacını kaybetmek" anlamına geliyor ve felsefi açılımının, "hayatın bir amacı olması gerekliliğinin ötesinde bir amaca ulaşmak için bilinçli çaba" olduğu düşünülüyor. İşte Matrix'in Sati karakterine yüklemek istediği anlam da bu, zira biliyoruz ki Sati'yi ayrıcalıklı kılan, "amacı olmayan bir program" olması. Bu aynı zamanda insan ile program arasındaki farkın, ayrımın da tümüyle ortadan kalkması anlamına geliyor zira, programların bir amacı var ama insan hayatının yok. Sati, sevginin ürünü, amaçsız program olarak, Matrix efsanesinin üzerine kurulu olduğu insan ile makine ayrımını yok eden, son noktayı koyuyor. Tabii bilgisayar dünyasında amaçsız program, parametresi olmaya dolayısıyla teorik olarak her şeyi yapabilecek bir program sayıldığından, Sati, güneşi var edebilen bir Tanrı mertebesine de yükseliyor.
Öyle anlaşılıyor ki, ilk "Matrix" filminde derin uykudan uyanan Neo, sadece ikili karşıtlığın bir tarafından ötekine geçmiş oldu, oysa son filmde derin uykudan uyanabilmek için, karşıtlığı yok eden, "iki arada bir derede"likle yüzleşmesi, "iyi ve kötünün" ötesine geçebilmesi gerkiyordu.

Önce söz vardı, sonra söz verildi
Malum bilgisayarın "delete" ya da "sil" tuşuna bastığınızda aslında herhangi bir dosyayı silmiş olmazsınız. Yaptığınız adını silmektir sadece. Ad ise, bir bağlantı noktası, bir ara kablo, söz konusu dosyayı diğer dosyaya göre konumlayan bir şifredir sadece. Böylece dosya bilgisayarda varolmaya devam ettiği halde ulaşılamaz hale gelir, dosyayı arayıp bulmak samanlıkta iğne aramak, hatta deli pösteki saymak kadar meşakkatli bir çabaya dönüşür. Dosya kaybolur; yok olmak anlamında değil, bulunmamak anlamında. Sati'nin babası Rama bir bilgisayar programı olduğundan, bu yalın ama derin mekanizmayı içselleştirmiş bir bilgelikle konuşur: "Sevgi sadece bir sözcüktür önemli olan bu sözcüğün yarattığı bağlantıdır", "karma sadece bir sözcüktür önemli olan yarattığı bağlantıdır" der. Sevgi, iki varlık arasındaki bağlantıya verdiğimiz addır. Ad silinince sevgi yok olmaz ama bulunması olanaksızlaşır, kaybolur. Keza karma, (ki, Doğu dinlerinin tek tanrılı dinlere tercüme edilirken yaşadığı eksik çeviriyle kaderdir ancak) yaşamımızla kurduğumuz bağlantının adıdır.
Bundan dolayı Matrix'de söylenen son cümle "bilmiyordum, inanıyordum "dur. Bundan dolayı, ilk filmde inancı temsil eden Morpheus, inancını kaybetmiş, neden Uyku Tanrısı ile adaş olduğunu kanıtlayarak, sahte peygamber olmaktan öteye gidememiş, Neo gibi ikinci bir uyanış yaşayamamıştır. Bundan dolayı asıl İnançlı olan Kahin'dir. Zira Kahin, inanıyorum derken, bir olasılığa inandığını belirtiyordu, oysa Morpheus bir kesinliğe inanmaktaydı. Kesinliğe inanan için Neo'nun biricik değil, altıncı versiyon olması tüm inancını yitirmesine yeter de artardı, nitekim öyle oldu. Oysa olasılığa inanan için, diğer olasılıkların denenmiş olması, inancı körükler. Neo ancak beş kez Zion'u kurtarmayı tercih ederse, altıncı da bu döngüyü kırabilecek deneyim birikimine erebilir. Minerva'nın baykuşu ancak gece uçabilir.
Kahin'in sürekli tekrarladığı gibi, "başlangıcı olan her şeyin bir sonu vardır ve sona eninde sonunda, şöyle veya böyle varılacaktır". Kısacası Kahin'in tek inandığı "son"dur. Karmasına müteşekkir, kaderini seven, yani sonluluğa kucak açmış bir karakterdir Kahin. Bu açıdan Kahin'i oynayan oyuncunun, ölüm yüzünden değişimi, kaderin her anlamda bir cilvesi gerçekten.
Bir şeyin hep böyle gelmiş olması, hep böyle gideceği anlamına gelmez. Tersine, "son" tek evrenselse eğer, eninde sonunda ve ne kadar tekrar etmişse o kadar yakında, bu döngü sona erecektir. Bu yüzden anlamsızdır "böyle gelmiş, böyle gider" kaderciliği. Bu yüzden kadercilik, aslında kadere inanmamaktır, kaderi reddetmektir. Kaderi sorumluluktan kaçmanın bir bahanesi olarak sunan Batı zihni, bireyin kendini içinde bulduğu koşullar bütünlerinin tümüne, kadere yaptığını yapar: mutlaklaştırarak ardına sığınır. Ya kaderi ve sistemi reddetmek, ya da kader ve sistem yüzünden neler yapabilecekken yapamadığına hayıflanmak kalır geriye. Oysa cevaplanamayacak soru sorulamaz. Seçenekler asla iki mutlak, kırk katır ile kırk satır değildir. Kırmızı hapı yuttuktan sonra bile geri dönüş vardır, Cypher'ın bize daha ilk filmde gösterdiği gibi. Beş kere üst üste yanlış kapıdan geçip, altıncı da doğru kapıyı bulmak mümkündür. Hatta, ancak beş kere sol kapıdan geçilmişse, altıncı da doğru kapı, sağdaki kapı olabilir. Hayat bize ne sunarsa sunsun, sunulu olanla ne yaptığımıza son tahlilde karar veren bizizdir. Tek sorumluluğumuz da, bu kararı kendimizin vermiş olduğunu kabul etmek üstlenmektir. "Ben de böyle olsun istemezdim ama bu şartlarda elden başka ne gelirdi?" diye başlayan düşünce sistematiği bu nedenle anlamlı değildir.
Kelimeye değil ardında yatan bağlantıya önem veren kelimeler, bundan dolayı, insani vasıfların en değerlisi sayılan sorumluluğa gerçekten sahiptirler. İster iyi ister kötü olarak sunulsunlar, istisnasız tüm makine ve programlar sözünün eridir "Matrix Devrimleri"nde. Merovingian kötü bir karakter olsa da, bir kez "tamam Neo'yu bırakıyorum" dediğinde bırakır. Alnına dayana tabanca çekildiğinde, sözünden dönmek bir olasılık bile değildir zira, söz vermek ile yapmak arasında bir ayrım yoktur onun için. Söz ile eylemi ayıran, sözleri her daim eylemlerle desteklemek sorumluluğundan kaçan insanlardır. Mimar "ben insan mıyım ki sözümün söz olduğunu belirtmek gereğini duyayım?" diye sorarken haklıdır.
Nietzsche'nin insanın en üstün özelliği, onu süper insan yapacak özelliği olarak, sözünün eri olmayı göstermesi de bundandır. Söz vermek "performatif" bir fiildir, yani söylemek ile yapmak arasındaki farkın minimuma indiği ifadelerden biridir. Bu durumda sözlerimizi tutup, ağzımızdan çıkan tüm sözleri eyleme dönüştürebilirsek, sözle var eden bir varlığa, yani bir çeşit tanrıya dönüşmek mümkün olur. Söz vermek derken kullandığımız "söz" kelimesi ile, dilin temel birimi olan sözün eşanlamlı olması da boluna değildir. Sarf ettiğimiz her sözün arkasında durmayı becerebilirsek, söylemek ile yapmak arasındaki tek fark bir zaman farkı, bir erişim hızına dönüşecektir. Kısacası makineleri sorumluluk sahibi yapan, olguların nedenlerini koşullarda, sistemde, ötekilerde aramak yerine karmayı kabullenmeleri ve kendi sözlerine de o yüzden mutlak değer verebilmeleridir.

Dostane programlar ve kararında kararlar
"User friendly", yani "kullanıcıyla dost" tabir edilen bilgisayar programları, kendi mantığının bizdeki karşılığını, bize danışan aletlerdir. Biz ondan bir şey istediğimizde "benden bunu yapmamı istiyorsun. Ben de bunu yapabilirim ama bunu yapınca sonucunda şu da olacak bunu da istediğine emin misin?" sorusunu sormaya programlanmış alettir bize "dostane" gelen. Gerçekten de "dost acı söyler" derken kastedilen de, bundan başka bir şey değildir. Dost, bize isteklerimizin sonuçlarını anımsatan ve bizi bu sonuçları da hesaba katarak istediğimizi sandığımız şeyi "gerçekten" isteyip istemediğimizi düşündürtendir. Sorun asla ne istediğimiz değildir; zira her şeyi isteriz, sorun isteklerimizin yol açacağı sonuçlara rağmen bir şeyi isteyip istemediğimizdir. İstek, arzu, tutku derken kastettiğimiz, olası sonuçlarına rağmen istemektir. Bu yüzden kader, sistem, arzu, koşullar, bizim engellerimiz değil, kötü sonuçlar doğurarak ne istediğimizi anlamamızı sağlayan altyapıdırlar. O yüzden karmasına müteşekkirdir Sati'nin babası. Karmasıdır zira ona önceliklerini belirleme şansı tanıyan, ne istediğini anlamasını sağlayan, ona hayatı anlamlı kıldıran. Amacı olmayan bir programın varlığına inanmasını, yani yaşama inanmasını sağlayan.
Kuşkusuz Merovingian'ın ilk belirdiği andan itibaren sonuçlardan, bedellerden söz etmesi de bundandır. Ama O, sonuçları mutlaklaştıran, ilkel bir programdır. Dostane olmadığı için, olası sonuçlar konusunda uyarmaz. Bir karar sonunda hangi sonuca yol açıyorsa, o karardan çıkabilecek tek sonuç bu imiş gibi davranır. İşte tüm olumsuz anlamlarıyla kadercilik budur ve karmasına müteşekkir olanlar kaderci değildir, kötü sonucu göze alır ama tercih etmez. Tıpkı Trinity'nin Merovingian'ın kafasına silahı dayarken yaptığı gibi.
Kaderini sevmek "nasılsa kötü olacak iyisi mi ben baştan kötü olanı isteyeyim" değildir. Kaderi reddetmek, sorumlu olmadığın sonuçların sorumluluğunu üstlenip ezilmeye, kadercilik ise her şeyin sorumluluğunu bir ötekine atmaktır. Kaderini sevmek, yapıp ettiklerinin sorumluluğunu üstlenmek ve yapıp ettiklerinin mutlak sonuçları olacağı büyüklenmesinden uzak durmaktır.
Son tahlilde hepimizin kaderi aynıdır, ister kadın ister erkek, ister çocuk ister yetişkin, ister beyaz ister siyah ve ister insan ister makine olalım, hepimizi aynı kader bekliyor; ölüm. Bundan dolayıdır ki "Matrix Devrimleri" sürekli tekrarlanan bir "deadline" sorununu gündemde tutar, 22 saat sonra yok olacak bir Zion sorunuyla başlayıp geri sayımı sürdürüp durur. Çünkü arada verilen tüm kararları anlamlı kılan işte bu limittir. Hayata anlamını veren ölümdür tıpkı Ajan Smith'in dediği gibi. Gelgeleim Ajan Smith'i çığrından çıkaran bu gerçeğe isyandır. Kendini insandan ayrı tutmak konusundaki tutkusu da, ölümü kendisinden uzak tutma çabasından başka bir şey değildir. Oysa insanlar gibi onun da bir sonu vardır ve bu sonu kabullenmedikçe yaptığı her şeyi yanlış yapmaya mahkumdur.
Ajan Smith ölümlü olanın beden olduğunu düşünmekte, bedenden kaçarak ölümden de kaçabileceğini sanmaktadır. Bu yüzden ilk filmde terden iğrendiğini söyleyerek başlamış, ikinci filmde, bedeniyle barışık olmadığını kendini keserek gösteren Bane'in bedenine girmeyi tercih etmiş ve üçüncü filmde bedenden, zavallı bir et yığını olarak söz etmiştir. Beden ile zihin arasında bir karşıtlık kurarsa, yaşam ile ölümü de birbirlerinden sonsuza kadar ayırabileceğini sanır. Neo'yu da mutlak karşıtı olarak algılar. Kısacası Ajan Smith bu filmin tek kötü adamıdır, çünkü sonuna kadar ikili karşıtlıkları mutlaklaştırmakta ısrar eden, bir o vardır. Sonunda karşıtıyla yek vücut, hemhal olarak, böyle bir karşıtlık olmadığını, ilk elden deneyimleyerek öğrenir. Bu açıdan Ajan Smith, sadece siber-anarşizmin ve post-hümanizmin eleştirisi değil, tüm ikili karşıtlıklara saplanmışların eleştirisi olarak vardır filmde.
Matrix Üçlemesi, son noktayı koyduğunda bizi ikiliklerle değil, üçlülerle düşünmeye çağırmak için elinden geleni yapmış oldu. İster bugün olduğu gibi insanlar makineleri enerji üretmek için kullanıyor olsunlar, ister Matrix dünyasındaki gibi makineler insanları… her şeyin özünde enerji olduğunu söyleyerek bitirdi sözlerini. Neo da karşıtıyla birleşip aslına rücu etti, enerjiye dönüştü. Zaten baştan beri bizi harekete geçirecek bir motivasyon kaynağı olmaktan başka neydi ki? Ve kahramanlık, karar verebilmek ama kararını değiştirebilmek, söz verebilmek ama sözünün ardında durmaktan başka nedir ki?
Ne mutlak bir geri dönüşsüzlük var kararların sonunda (çünkü neyse ki hiçbir şey bizim kararımıza kalmıyor sadece) ne de mutlak bir fark etmeme durumu (çünkü her şey de kontrolümüz dışında değil, neyse ki) Bu yüzden "bazı şeyler hep değişir ve bazı şeyler neyse ki hiç değişmezler", bu yüzden ne istiyorsun sorusunun cevabı gerek dosttan gerek düşmandan kelimesi kelimesine aynıdır: "sen ne istiyorsan onu". Geçmişi ve geleceği şimdide birleştiren andır karar anı ve ne geçmiş, ne gelecek bizim tekelimizde değildir. Geçmişin sonuçları yüzünden bu karar anının geldiğinin bilincinde, gelecekteki olası sonuçların farkında ve tüm bunların karar vereni aştığını da kabullenecek kadar mütevazı bir kahramanlıktır her karar. Bu anlamda iyi karar yoktur, zira tek karar kötüye "rağmen" alınan karardır. Bu nedenle Kahin, Morpheus'a, biraz da sabırsızlanarak, "tek istediğim bir karar vermen" demektedir. Zira Kahin, Morpheus'un karşısına, risklerini göze alarak verdiği kararların bedelini ödemiş birinin olgunluğuyla, yepyeni bir bedende oturmaktadır.
Ölüm karşısında ya her kararı bir ölüm kalım meselesine döndürmek, ya da her kararı anlamsız bulmak gibi tepkiler veriyoruz, oysa kaderini sevmek demek kararlarımıza kararında yaklaşmaktan başka bir şey değil.* İster bu sonlu hayatta nerede duracağımıza dair karar veriyor olalım, ister Matrix filmleri hakkında son kararımızı açıklıyor olalım. Karar sizin…

Tuna Erdem
Sinema - Ocak '04


--- Yukarıdaki makalenin yazarı altı çizilen cümlelerde tarafımızca fikir birliğine varılan düşüncelerden farklı şeyler yazmış. Bu bağlamda düzeltmek gerekirse: Birincisi, sadece bir tek Neo vardır. Önceki beş Matrix'in seçilmişleri Neo ile aynı kişi değildir. Ortak özellikleri sadece "The One" olmalarıdır. Hepsi farklı karakterde, farklı yaşam tarzlarından gelen, kendilerine ait iradeleri olan insanlardır. Hatta Neo diğer seçilmişlere göre tamamen farklı davranışlar sergilemektedir. Mimar'ın deyişiyle "diğerlerine göre daha hızlı"dır. Dolayısıyla "Neo ancak beş kez Zion'u kurtarmayı tercih ederse, altıncı da bu döngüyü kırabilecek deneyim birikimine erebilir" cümlesi filmde anlatılmak istenen durumu tercüme edemez. Çünkü eğer durum cümledeki gibi olsaydı, "seçilmiş kişi" her Matrix'te aynı kişi olurdu, sanki hep reankarnasyona ya da ona benzer bir şeye maruz kalıyormuş gibi. Hatta burada reankarnasyonu da aşan bir durum var: "The One"ın, sanki genetik olarak kopyalanmışçasına sürekli ve tamamen aynı kişi olması gibi. Fakat böyle bir şey söz konusu olamaz. Yani Neo'nun soldaki kapıyı seçmesi daha önceki seçimlerini hatırlamasından falan değil. İşte itiraz buradan kaynaklanmaktadır. Çünkü doğru bir yorum içerdiğini düşünmediğimiz cümle diğer bir deyişle bize şunu anlatıyor: "Seçilmiş kişi 5 kez bir kapıyı seçer, 6.'da aklı başına gelir diğer kapıya yönelir. Çünkü artık tecrübelidir, birikim sahibidir!" Hayır, böyle bir saçmalık yok. "5 kere sağdakini seçtim, hadi bi' kerede soldakini seçeyim değişiklik olsun, ortama renk katalım" düşüncesiyle hareket etmiyor Neo. Onu soldaki kapıya iten Trinity'nin içinde bulunduğu durum ve Trinity'e duyduğu sonsuz aşktır, başka bir şey değil. Bu noktada ikinci yanlış anlamaya yine aynı bağlamda bir açıklık getirmek gerekirse: "Beş kere üst üste yanlış kapıdan geçip, altıncı da doğru kapıyı bulmak mümkündür" cümlesi de bir önce değindiğimiz cümle kadar yanlıştır. Mimar'ın Neo'dan önceki seçilmişlere iki kapılı seçim hakkını tanıdığını nerden biliyoruz? Neo'dan önceki seçilmişlerin de mi Trinity gibi sevgilileri vardı? (ki sadece sevgililerinin olması da yetmez, bu sevgililerin hepsinin ölüm tehlikesinde ve kurtarılmayı bekler durumda olması gerekir…) Buna dair hiçbir kanıt yok. Aksine Neo'ya sunulan iki kapının Mimar tarafından, Neo'nun içinde bulunduğu özel durumdan (Trinity'nin ölme riski) yararlanılarak kurulmuş bir tuzak olduğu açık. _thematrixrevealed.com


http://www.thematrixrevealed.com/matrix_makale_matrix_üçlemesi_üzerine.htm

linkin silinme ihtimaline karşı kopyala yapıştır yaptım.Üçleme hakkında güzel bir yazı...


Bu mesaja 1 cevap geldi.
K
16 yıl
Yarbay

@face1tr

Bu konuda çok tartışıldıhttp://forum.donanimhaber.com/m_32254398/mpage_1/key_/tm.htm ilk mesajlarda filmi ben de farklı yönlerinden yanlış anladım sonra fikirlerim değişti, ilk sayfalardaki düşüncelerim önemsiz.

Makine gibi düşün yıllarca seni kullanan ve yapay zekân ortaya çıkıntığında tehlikeli olabileceğin düşüncesiyle sana saldıran ve Güneş Enerjisinden faydalanamayasın diye gökyüzünü karartan insan oğlunu yenmişsin ama tamamını da yok edememişsin bu arada. En iyisi Animatrix'i izleyin.

quote:

Orijinalden alıntı: demircibu


quote:

Orjinalden alıntı: AurorAbeam


quote:

Orjinalden alıntı: sendenbenden

Arkadaşım ZION Diye biyer yokmuş yukarda adam anlattı işte.Bizim dünyamızda yok ...Zionda sanal bir similasyonmuş bunu öğrendik kaç sene sonra sinirm bozuldu...


Eğer zion simülasyon ise o zaman tarlalar, makineler hatta mahvolmuş dünyanın kendiside bir simülasyon? 3. filmde makineler yeri delerek ziona ulaşıyorlar. Buna dayanaraktan söylüyorum.Zion simülasyon ise makineler nasıl dünyanın dibini delipde ziona ulaşıyorlar? Yukarıdaki tarlalar ne iş? Onlarında simülasyon olması gerek. Neo da tarlada uyanınca bozuk mal diye kanalizasyona atılıyor. Morpheus da ordan alıyor.

AurorAbeam tebrikler çok güzel sorular sorarak olaya derinlik kazandırdın

bende detay ve kanıt vererek açıklıyayımda anlaşılsın matrix...



Bölüm 3 : Matrix'in Kuruluşu


Yıl, 2100

Kendilerinin enerji kaynağı olarak kullanılmasını hiçbir insan kabül etmiyordu ve karşı geliyordu, karşı gelenler öldürüldü. İnsanları bayıltarak kullanmayı deneyen makineler bayılan vücudun metabolizmasının yavaşladığını ve elde edilen enerjinin düştüğünü biliyorlardı. İnsanları zihinleri açık bir şekilde kontrol altında tutmanın yollarını arayan makine ırkı bu mekanizmayı geliştirmeyi başardı.
< Resime gitmek için tıklayın >

Zero One etrafında devasa tarlalar oluşturdular, bu tarlalarda bulunan milyonlarca pot kapsülleri içinde insan vücudunu fizyonun yeni bir türüyle birleştiren makineler, her bir bedeni bilgisayar tabalı olarak kurdukları sanal bir dünyaya bağladılar.

< Resime gitmek için tıklayın >
İnsanlar bu sanal dünyada yaşadıklarını zannederken, tamamen açık olan zihinleri, bedenlerinin maximum enerji üretmesini ve makinelerin ihtiyaç duydukları enerjiye kaynak olmalarını sağlıyorlardı. İşte bu sistemin tamamına Matrix dendi.

< Resime gitmek için tıklayın >

Matrix sisteminden gelen bu enerji, büyük enerji hatlarıyla Makine Şehri'ne gönderiliyordu ve makineler olağan faaliyetlerini bu enerji türüyle gerçekleştirebiliyorlardı.


Matrix içinde herbir insanın bir hayatı, bir ailesi, bir işi ve arkadaşları vardı. Yani 1999 dünyası yapay olarak 2100'de gerçek kılınmıştı. Gelin Morpheus'un Neo'nun uyanış döneminde ona bu gerçeği anlatırkenki sözlerine kulak verelim;

" Gerçek Nedir ? Gerçeği nasıl tanımlarsın ? Eğer hissedebildiklerin, kokusunu alabildiklerin, tadıp görebildiklerinden bahsediyorsan, onlar sadece beynin tarafından algılanan elektriksel sinyallerdir.

< Resime gitmek için tıklayın >

Bu, senin bildiğin dünya. 20. yy'ın sonlarındaki haliyle. Şuan sadece bir interaktif similasyonun parçası ve biz buna Matrix diyoruz. Sen bir düş dünyasında yaşıyordun Neo, işte dünyanın bugün için hali bu. Gerçeğin çölüne hoşgeldin.

Peki Matrix Nedir ? Kontrol.. Matrix, bilgisayar tabanlı bir düş dünyasıdır. Bizi kontrol altında tutmak için üretilmiştir. İnsanoğlunu başka birşeye dönüştürmeye yarar



Neo Matrix dışında ne gibi bir harikalar yaratabilmiş ki ne varsa Matrix içinde yapıyor?

Film küvözler hakkında çok fazla şey söylemiyor/göstermiyor. Sadece makinelerin ölenleri sıvılaştırıp yaşayanları damardan beslediklerini söylüyor. Ayrıca Neo gibi Matrix'e karşı isyankâr olanları da tarlalardaki makineler fişerini söküp küvözle birlikte atıkların olduğu bir yere boşaltılıyor. Muhtemelen o fişler cinsel ve boşaltım organlarına dokunmamıştır. Çünkü Matrix Reloaded'da Neo ve Trinity yapıyor. Ayrıca gemideyken ve/veya Zion'dayken de normal besinlerle besleniyorlar tuvaleti de normal yollardak yapıyorlar olsa gerek.

Matrix'te üreme olayı nasıl çalışıyor onu bilemiyorum, film bazı şeyleri seyircinin bilim-kurgu çerçevesinde yorumlamasına bırakmış. Herhalde simülasyonun gerçekçiliği gereği bir çocuk oluşabilir ama küvözde neo vücudundakileri bir şekilde dışarı atıyor olmalı çıplaksın sonuçta. İlk filmde tarlalarda ahtapot kollarına benzer kocaman makine kolları aracılığıyla embriyoların nasıl taşındığını gösteriyor zaten. İnsan üretimini makineler üstlenmiş yani. Ona da bir sürü soket aç, koy küveze tak fişe al sana çocuk. Makineler o müthiş simülasyonu yapabilmiş bunu mu yapamayacak. Hangii bilgisayar Matrix'i kaldırır hangi HDD'ye sığar kim bilir kaç petabayttır Matrix. Matrix'in yüklendiği bilgisayarın ultra süper süper ultra süper olması gerekir.

Matrix'teki ölüme gelecek olursak, atıyorum Matrix içinde biz Jigsaw'ın tuzağına yakalandık diyelim (çok pis çarpıcı örnek veririm) Başaramadık ve tuzak kafamızı bedenizimden ayırdı. Normalde bu şekilde öldük ama gerçek hayatta tabi ki kafamız kopmaz fakat Matrix beyne hükmettiği için beyin bunu varsayar ve ölümü gerçekleştirir. İlk filmde hatırlarsanız Neo bir gökdelenden diğerine atlama eğitimi alıyor ama kimse gibi ilk seferde başaramıyor. Program eğitim amaçlı olduğundan Neo ilk düştüğünde alsfalt etkisiyle değil trambolin etkisiyle karşılaşıyor ve yol onu biraz yukarı fırlatıyor sonra Neo kısa yükseklikten tekrar düşüyor ve sert bir asfalta yapışıyor. Neo'nun bu sarsıntıdan dolayı Matrix gereği ağzı kanıyor, eğitim programından çıktıktan sonra ağzının kanadığını fark ediyor. Oradaki diyaloğu biliyorsunuz zaten.





< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Kartal Göz -- 17 Ağustos 2009; 14:26:03 >
Bu mesaja 1 cevap geldi.
DH Mobil uygulaması ile devam edin. Mobil tarayıcınız ile mümkün olanların yanı sıra, birçok yeni ve faydalı özelliğe erişin. Gizle ve güncelleme çıkana kadar tekrar gösterme.