1. sayfa
hocam yani metafizik icin ayrica bir varsayimdir diyebilir miyiz? |
Varsayımdan kasıt ne dedigimize bağlı,eğer kesinlik arıyorsanız bu zaten felsefenin doğasına aykırıdır. |
hayir hocam :) |
Klasik fiziğin açıklayamadığı olayları açıklamak için uydurulan birşey bence. |
Materyalist felsefe metafiziği ve idealizmi çürüttü çoktan. |
Siz felsefeyi tam olarak anlayamamışsınız sanırım,Felsefede çürütmek,elimine etmek gibi tabirler yoktur.Materyalist felsefe ilk dönem metafizige giriyordu hatta,Maddeyi madde yapan içindeki özüdür,onuda madde açıklayamaz,Dolayısıyla metafizige girer. Metafizigin temel soruları,Hayatın anlamı nedir ?,Gerçeklik nedir ? gibi sorulardır,yani çürütülecek bir şey değil. Eğer Çürütüldüğünü iddaa ediyorsan sen materyalist düsünceden,Felsefi görüşüne geçmiş olursun,oda materyalizm'in doğasına aykırıdır. Bu tartışma demokritos,epukiros döneminden başlayıp karl marx ve hegel dönemine kadar sürmüş bir tartışmadır.Aslında ikisininde birbirleriyle işi yoktur,iki farklı görüştür. Metafiziği sadece doğmalardan ibaret sanabilirsin,ama düsündügünün çok daha ötesinde birşeydir,emin ol. |
İlk dönem metafiziğe mi giriyordu ? Maddeyi madde yapan bir şey yok, madde biz olmasak da maddedir. Madde atomların molekül halini alarak oluşturduğu bir şeydir. Maddenin özü var demek, üstelik bu ideadır demek öncelikle bilime aykırıdır. Çürütmek gayette vardır. Felsefe dediğimiz şey mantık ilkeleri üzerinden gidiyorsa, o mantık ilkeleri çürütülebilir. Karl Marx, Engels, Politzer idealist felsefeyi mantık önermeleri çürütmeyi başarmıştır. Formül o kadar basit ki, düşünceyi oluşturan şey madde yani beyin ise madde olmadan düşüncede yaşayamaz. Metafizik zırvalıkları bu beyin sayesinde varsa bu beyin ortadan kalktıktan sonra hepsi birer hiçe dönüşecek. |
Senin düsündügün tarzda gidersek kuantum'dan sonra materyalizm de çökmüş olur,materyalizm kuantumda çıkmaza girer,kuantumda sebepler,sonuca etki etmez. Yaptıgın son örnek çok saçma,beyin sayesinde var tabii,beynimizde oluyor bunlar evet,ama beynimizde olması için bizde bazı hormonlar olması gerek, dimetiltriptamin,metatonin vb. bunlar neden bizim beynimizde var ?, neden böyle birşeye musade eden güdülerimiz var ?,diye düşünürsek o zaman felsefeye girmiş oluruz,senin dedigin malesef felsefe açısından birşey ifade etmez. |
Noktası virgülüne kadar böyle. İnsanlık beklemeyi sevmiyor öğrenemediği cevaplayamadığı bir şey çıktı mı,hemen varsayımlar üzerinden bir şey üretiyor ve onu doğru kabul ediyor. Dinler de eninde sonunda dibine kadar çürütülecek. |
Bir fikrin gelişimi esnasında mevcut töz zamanla tüz haline gelirse bu duşuncenin evrilmesi adına,bu durum fikri gelişimin dışa açılımından ziyade kendi kendisiyle hesaplaşmasına donebilir mi? Zihni yorum veya akletme aklı farklı bir mekana getirmiş olsa aklın zamansal surecindeki açılım ide kimlik arayışındaki merhaleyi de açıklayabilir mi? Bence dünyanın kül halindeki değerlendirilmesi fikrin gelişimi ile tek boylamdan muteşekkil bir zaman surecine hasredilmişe benziyor. Bize ait değerler bana aiti-beni ifade eden şekline burunuyor. Temelde ilk çağ felsefesinin akletme becerisindeki onları gozetleyen bilinmezler yumağı artık daha bilinebilir hale gelirken bireysel çıkarımlar bunu ilahi olan duşunceye yaklaşım olarak kabul edip ilahi düşünce noktasında ben merkezcil bir tutumu yeğlerken biz denen aklı düşünce mahkumu edip meselelerden sıyrılıyor. |
1. sayfa
Metafizik deyimini ilkin i.ö. 1. yüzyılda Andronikos kullanmış ve Aristoteles'in ders kitaplarını sıralarken doğa bilgisi derslerinden sonra gelen on dört kitabına Meta ta Phusika ( doğa bilimlerini kapsayan kitaplardan sonra gelen kitaplar) adını vermişti. Nitekim bu kitaplarına Aristoteles de duyularla kavranan bilgi (fizik)'in üstünde saydığı usla kavranan bilgiyi kapsadıklarından ötürü ilk felsefe adını vermiş bulunuyordu. Aristoteles için bu felsefenin ilk'liği, bütün bilimler için gerekli ilkeleri incelemesinden ve saptamaya çalışmasındandı. Böylece metafizik, ilk kullanımında fiziğin üstünde, ötesinde ya da dışında sayılan düşünce ile ilgili, düşünsel bir anlam taşımaktadır. İşte bu anlam, giderek onu idealizm ve ruhçuluk ile kaynaştırmış ve gerici bir dünya görüşü oluşturmuştur.
Metafizikle bilinçli biçimde ilk uğraşan ilk filozoflar Eski Yunan düşünürleridir. İlk kez bu düşünürlerin ele aldığı temel metafizik sorun, zihin tarafından bilgi nesnesi edinilebilen, ama gerçek dünyada bulunmayan şeylerin (soyut düşüncelerin, örneğin sayıların), genel olarak biçimlerin varlığı ve niteliğidir. Eski Yunan felsefesi algılanabilir gerçek dünya ile düşünülen zihinsel bir idea dünyasını ayırt etmiş, daha sonra metafizik ile ilgilenen felsefeciler de soyutlamalar ile tözler arasındaki ilişkiler üzerinde durmuşlar, bunların ikisinin de mi gerçek olduğu, yoksa birinin ötekinden daha mı çok gerçeklik taşıdığı sorununu tartışmışlardır. Dolayısıyla doğa, zaman ve uzam, Tanrı'nın varlığı ve nitelikleri gibi sorunları biçim ile idea arasındaki ilişkiyi kavrama çabasıyla irdelemişlerdir.
Felsefe tarihinin ilk metafizikçileri Parmenides ve Platon'du. Sonraki yüzyıllarda metafiziğin en önemli konularından biri olarak görünen dünya ile gerçek dünya ayrımı ilk kez bu düşünürlerce dile getirildi. Platon, sürekli değişen duyulur dünyanın geçici nesnelerinin karşısına, değişmeyen, duyulara verilmeyen, düşünce yoluyla ulaşılabilir bir dünya yerleştirdi. Aristoteles bunu farklı bir biçimde yorumladı. Ona göre madde her zaman kendi en üst biçimine doğru sürekli bir devinim içindeydi. Dolayısıyla Aristoteles için maddi dünya organik değişim içindeki bir süreklilikti.
Hıristiyanlığın gelişmesiyle, ortaçağda dinsel etki alanına giren metafiziğin ana sorunu Tanrı'ydı. Tanrı'nın varlığını kanıtlamak için çeşitli usavurmalar geliştirilirken, Tanrı ile dünya arasındaki ilişkiler (yaratılış, zamanın başlangıcı, Tanrı'nın dünya içinde varlığı vb.) metafiziğin başlıca konuları oldu. Böylece ortaçağda metafizik tanrıbilim ile eş sayıldı. Ortaçağ egemenliği tümüyle Hıristiyan kilisesinin elindedir. Hıristiyan kilisesine göre dinsel dogmaların dışında hiçbir bilim yoktur, tek gerçek dinsel dogmalardır. Birçok aydın düşünceleri kapsadığı halde tanrıbilim ile eş sayılan metafiziğin ortaçağda Hıristiyan kilisesi tarafından kullanılmasıyla ortaçağa karanlık çağ adı verilmiştir.
16. yüzyıldan sonra metafizik deyimi, ontoloji anlamında kullanıldı. Ne var ki bu varlık, “duylarla kavranılan dışındaki varlık” ve “görünüşlerin ardındaki kendilik” olarak ele alınıyordu. Hegel'e gelinceye kadar bu çağın metafiziği de, ortaçağın metafiziği gibi, bilimsel temelden yoksun kurgul görüşler ve varlığın duyularla algılanamayan kendiliği üstüne varsayılan yapıntılar olarak sürüp gitmiştir. Hegel metafizik terimine diyalektik karşıtı anlamını vermiştir.
Metafizik deyimi, ruhçuluk temelinde birleşen şu anlamları kapsar: duyularla kavranılanların dışındaki varlıkların bilgisi, kendiliğinde şey'in bilgisi, doğanın ardında gizlenen ve ona imkan veren varlık bilgisi, mutlak bilgisi, ussal bilgi, madde olmayanın bilgisi, son erek bilgisi, doğasal ve biçimsel olmayanın bilgisi, dogmacı bilgi, varlık yasalarını bulmak için düşünen benliğin bilgisi.
Rene Descartes, bütün varlığı temelde, yer kaplayan madde ile düşünen zihin olarak iki bağımsız alana ayırdı. Bu kavrayış içinde Tanrı'nın konumu yalnızca, yalnızca maddeyi yaratmış bir ilk neden olmakla sınırlıydı; ilk yaratılıştan sonra her iki dünya da kendi yasalarıyla işliyor, aralarındaki ilişki de insanın ruhu ile bedeni arasındaki ilişki aracılığıyla kuruluyordu.