1. sayfa
BİLİNÇ BEYNİN NERESİNDE? < Resime gitmek için tıklayın > Şimdi size 16 Mayıs 2002’de yayınlanmış bir makaleden paragraflar sunuyorum: “The Conscious Electromagnetic (EM) Information Field – Bilinçli Elektromanyetik Bilgi Alanı)” İngiltere’deki Surrey Üniversitesi hocalarından Profesör McFadden tarafından yayınlanmış bir makale. “Senkronize Ateşlenme ve Beynin EM Alanı Üzerine Etkisi: EM Bilinç Alanı Teorisi Üzerine Bulgu.” Bakın yazıda özetle ne diyor Profesör McFadden, anlayabildiğim kadarıyla: “Bir hücre her ateşlendiğinde, elektriksel aktivite beynin EM (ElektroManyetik) alanına bir sinyal gönderiyor. Ancak, sinir hücrelerinin aksine, beynin EM alanına ulaşan dalgasal bilgi beyindeki diğer sinyallerle otomatik olarak birbirine bağlanır. Ancak, diğer sinir hücrelerinin aksine, beynin EM alanındaki nöronlara ulaşan dalgasal bilgi, beyindeki diğer sinyallerle otomatik olarak bağlantı kurar, bütünleşir. Bilincin karakteri olan bu bağlanmayı beynin EM alanı yapar. Profesör McFadden ve Yeni Zelanda’lı Nörobiyolojist Sue Pockett, beynin EM alanının bilincin kendisi olduğunu öne sürmüşlerdir. Beynin EM alanı sadece bir arşiv niteliğinde olan veri tabanı değil, adeta bir "komuta kontrol merkezi" gibi çalışan ve fiillerimizi oluşturan ilgili nöronları, aktive eden yada baskılayan bir merkezdir. İşte bu faaliyet Profesör McFadden’e göre bizim irademizin fiziksel olarak ortaya çıkışıdır. Bu teori bilinçle ilgili eskiden beri sorulan zor soruya cevap getirmekte, özgür irade, spiritüel konular, yapay zeka, hatta yaşam ve ölümle ilgili birçok konuyla ilgili kavramlarımızı da derinden etkilemektedir. Çoğu insan, zihni, farkında, bilincinde olduğumuz şeylerin toplamı olarak tanımlar. Ancak birçok zihinsel aktivite biz farkında olmadan gerçekleşir. Yürüme, vites değiştirme, vs, zamanla nefes alma gibi otomatik hale gelir. Nöroloji biliminde en büyük soru, bilincinde olduğumuz beyin aktivitesi ile biz farkına varmadan gerçekleşen faaliyetleri yapan beyin aktivitesinin farkının ne olduğudur. < Resime gitmek için tıklayın > Bir objeyi gördüğümüzde, retinadan sinyaller elektrik yüklü iyon dalgaları olarak sinirler yoluyla ilerlerler. Terminal sinire ulaştıklarında, nörotransmitterler vasıtasıyla komşu sinire atlarlar. Burada bir sinir hücresi, kendinden yukarıdaki bir grup sinirin vereceği eşik değere göre ateşlenip ateşlenmeyeceğine karar verir. Bu şekilde elektriksel sinyaller vücudumuza aktarılmadan önce beyinde işleme tabi tutulurlar. Peki, tüm bu iyon ve kimyasalların hareketi sırasında bilinç nerededir? Bilim adamları beyinde bilince ait bir yer veya yapıya rastlamış değiller. Bilinç sır olarak kalmıştır. Bizi insan yapan bilinçtir, diyor Professor McFadden. “Bilinç olmadan, dil, yaratıcılık, hisler, spiritüalite, mantık, zihinsel aritmetik, adalet duygusu kavranamaz.. Peki bilinç neden meydana gelmiştir?” Bu yazıda en önemli olgu EM alanıdır. Beynin ürettiği dalgalardan oluşan Elektromanyetik alan.. “Ruh” adını verdiğimiz yapı EM alandır veya değildir. Ama gerçek şudur ki beynin ürettiği ve hatta bilincin kendisi olduğu iddia edilen dalgalar söz konusudur!. Ve bir gün kişinin ölüm ötesi yaşam bedeninin de bu fizik bedenden ayrılan bu tür bir beyinsel enerji dalgası olduğu açığa çıkacaktır. Muhtemelen ben göremesem de.. |
═══════════════════════════ Beynin Gizemi. ═══════════════════════════ < Resime gitmek için tıklayın >< Resime gitmek için tıklayın > Kaynak. |
bu resimleri görünce aklıma hep obsession şarkısı ve onun gibi trance parçaları geliyor ![]() |
Bu resimlerden korkmaya başladım gece uzaylılar gelip beni kaçıracak mı ne ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
Mesajım bulunsun. |
Bilinç=Ruh! Beyinde bulunmaz! Bir et parçası, asla kendine kendine ''BEN BENİM! SEN KİMSİN?'' diye soramaz! Bu sizin yazdıklarınız NEW AGE olarak adlandırılan, modern paganizmdir! |
Okudum. The Secret'ı okumuştum. Ve deneyin. Gerçekten işe yarıyor. Yazılar da çok hoş gerçekten the secret'ı kanıtlar nitelikte teşekkür ederim.. |
Mesajı görünce 2008'de demi bu modaydı diye düşündüm ama tarihi görünce hayal kırıklığına uğradım. |
Secret kitabında okduğum bazı şeylerle çok paralel şeyler yazıyo... sanırım SIR'rı ben de çözdüm şimdi.. çaktım olayı... ve bu farklı yerlerde okduğum 4. aynı durumdan bahsediliş.. demekki böyle birşey var... |
1 yıllık konuyu hortlattın tebrik ederim |
1. sayfa
Beyin Dalgalarının Gizemi
Bütün dünyanın “Secret” (Sır) yasasını konuştuğu son günlerde “titreşim” kelimesi günlük yaşamımızda çok fazla yer almaya başladı. “Çekim yasası var mı, yok mu?” tartışmasını bir tarafa bırakıp, evrendeki her şeyin titreşerek bir arada duran parçacıklardan oluştuğu gerçeğini kabul etmeye sanırım kimsenin itirazı olamaz.
İnanan ya da inanmayan herkesin bir arada yaşadığı bu evren, sayılamaz titreşimlerle bir şeyleri bir şeylere çekiyor ya da itiyor! Galiba tartışılması gereken çekim yasası değil, titreşim yasası… Katı ve cansız cisimlerde maddenin özelliklerini de belirleyen titreşim, canlı organizmaların tümünde çok daha karmaşık ve çoğunlukla da gizemli pek çok şeyin sebebidir. Özellikle İnsan beyninin üzerindeki çalışmalarda keşfedilmesi gereken gerçek “secret”lar hala sayılamayacak kadar çok.
< Resime gitmek için tıklayın >
Beyin titreşimlerinin tespiti ilk defa Richard Caton tarafından 1875 yılında yapıldı. Bugüne kadar geçen yüz otuz yıla rağmen bu konuda hala sırlarını çözemediğimiz beyin, değişik dalga boylarında titreşiyor. Taşıdığımız bir sürü duygunun ve ruh halimizin beynimizde titreşimsel bir karşılığı olduğunu öğrenmek ise yıllarımızı aldı.
< Resime gitmek için tıklayın >
“Ona aşık oldum galiba, gördüğümde her yerim tir tir titriyor; o kadar sinirlendim ki onu parçalamak istedim; duyduklarım beni o kadar rahatlattı ki bir denizde yüzüyor gibiydim; öğrendiğim bu bilgi kafamda pek çok soru oluşturdu; karşıma çıkacak sonuçtan o kadar korkuyorum ki kalbim yerinden çıkacak…”
Yukarıdaki cümlelerin içinde saklı duyguların her birinde beynimiz, ayrı dalga boyunda frekanslarda titreşimler yayıyor. İsimlendirilen her dalga boyunun salınımı, duygu değişimleri sırasında frekansını değiştiriyor.
Beyin dört ana dalga boyunda titreşiyor
< Resime gitmek için tıklayın >
Alpha -Tetha- Beta- Delta adlı dört ana dalganın hangisinde hangi duyguda ve durumda olduğumuz artık rahatlıkla tespit edilebiliyor.
ALPHA:
7.5 – 12 Hz arasında değişen alpha dalgaları; rahatlığın, farkındalığın, sakin ve huzurlu kavrayışın, uykunun ilk evrelerinin dalgaları olarak tanımlanıyor. Sakin ve huzurlu olunan ama asla uyuşukluk yaşanmayan, dünyayı ve gerçekleri algılamada en uygun titreşimlerin olduğu bu dalga boyu, dünyamızın da ölçülen frekansıyla aynı. Dünyanın manyetik frekansına “Shumann” frekansı deniyor ve 7,8 ile 8 arasında tanımlanıyor. (Fakat son yıllarda bilim adamları Shumann frekansının epeyce yükseldiğini ifade ediyor.)
Gözler kapanıp derin nefes alındığında ve dış dünyadan alınan mental etkiler azaldığında Alpha boyutuna geçiyoruz. Alpha dalgalarındayken yaptığımız işlerde başarımız artıyor. Derin uyku ya da endişe ve korku halinde bu dalga hiç görülmüyor. Meditasyon, Yoga, Reiki gibi çalışmalar esnasında beynimiz Alpha boyutundadır. Zihin açık ve uykunun derinliğine dalmadan önceki geçiş koridorunda hissettiğimiz o duyguların yaşattığı huzur, ilginç bir şekilde dünyanın titreşimiyle aynı dalga boyunda.
TETHA:
< Resime gitmek için tıklayın >
Frekansları 4 ile 8 arasında değişiyor ve stresin hiç olmadığı, derin iç dünyamızda olduğumuz dalga boyu olarak tanımlanıyor. Öğrenmenin en yüksek boyutuna geçmeden önce bu dalgada yaşıyoruz ve derin uykudan uyanırken açılan algılarımızın yaşattığı bir durumu temsil ediyor. Alacakaranlık boyutu ismi de kullanılıyor bu dalga boyu için. Yani aydınlanmadan önceki karanlık…
Çok usta meditasyoncuların derin meditasyon halindeyken bu dalga boyunda olduğu tespit edilmiş. Derin düşünüş ve sezgisel kuvvetin en canlandığı bu frekansta sanatsal yeteneklerin zirveye çıktığı düşünülüyor. Özellikle ressam ve müzisyenlerin sanatsal üretimleri esnasında beyinlerinde Tetha boyutunun en yüksek, Alpha frekansının en düşük seviyede olduğu biliniyor. ( yani 7 ile 8 arası) Onların kendi içe dönüşlerinden bize hediyelerle geri dönmeleri ne güzel…
Yapılan bazı araştırmalara göre şifacıların Tetha bandında uzun süreli ve kontrollü olarak kalmayı başarmaları nedeniyle şifa yeteneklerinin geliştiği ortaya çıkmış.
BETA:
< Resime gitmek için tıklayın >
13- 30 Hz arasında olduğu biliniyor ve uyanış frekansı olarak tanımlanıyor. Aktif öğrenme, uyanık olma, her şeyiyle hayatı yaşama, dinamizm, konsantrasyon, problem çözme hallerimizde içinde bulunduğumuz dalga boyu olduğu için yaşamı temsil ediyor. Çok yükseldiğinde stres, gerginlik, öfke gibi negatif uç duygulara varabiliyor.
DELTA:
< Resime gitmek için tıklayın >
0 – 4 frekansında bulunan dalga boyudur ve derin uyku ve dış dünyadan kopuş boyutudur. Bilinçsiz bir huzur halini yansıtır. Beynin en az çalıştığı döneme aittir ve bu dönemde büyüme hormonu salgısı artar. Çocuklarda fiziksel büyümeyi, yetişkinlerde ise güzelleşmeyi ve dinç kalmayı sağlar.
Bu dört ana dalga boyunun dışında son yıllarda tespiti yapılan Gama frekansı, 40 Hz’in üzerinde tanımlanıyor. Üst benlik bağlantı çalışmaları sırasında üretildiği ve Hindu Monkların meditasyonları sırasında ölçümlendiği biliniyor. (Hinduizmde kendini mabede adamış kişilere Monk denir.)
Beyin dalgaları kontrol edilip değiştirilebilir mi?
< Resime gitmek için tıklayın >
Beyin dalgaları, duygu ve ruh durumuna göre kendiliğinden değişirmiş gibi görünse de o titreşimleri bilinçli ve istediğimiz yönde kontrol edip değiştirebileceğimiz ve kendimizi istediğimiz duygu frekansına çekmeyi başarabileceğimiz gibi bir gerçek de mevcut. Bunu nasıl yapabileceğimiz aslında yine kendi titreşimlerimizin içinde saklı bir bilgi. Sadece o frekansı duyabilmeyi ve ayırt etmeyi başaracak bilime ve bilgeliğe ulaşmanın zamanını kendimizde yakalayabilmeyi öğrenmemiz gerekiyor.
< Resime gitmek için tıklayın >
Çoğu zaman farklı Hz’lerde pek çok titreşimin içinde kayboluyoruz. Özellikle de 30 Hz civarında dolaşıyor tüm dünya. Yani şiddet, savaş, bencillik ve paylaşımsızlık frekansında…
Günlük hayatımızda genellikle küçücük şeylere takılıp, öfkeleniyor, hırslanıyor, kıskanıyor, geriliyor, üzülüyoruz. Sevgi- sadakat- şefkat- minnet- huzur-neşe gibi duygulara az kulak veriyoruz nedense…
Düşüncelerimizin bütün bu çeşitliliğine göre beynimizden ve hücrelerimizden değişik frekanslarda yayılan titreşimlerle tüm vücudumuzun etrafında bir enerji alanı oluşuyor. Bu enerji alanı anlık değişimlerle, ruh ve vücut sağlımızı yansıtıyor gözle görünmese de. Son yıllarda alternatif tıp alanı altında kabul edilen enerji dengeleme yöntemlerini kullanarak tedavi sağlama tekniklerinin sayısı epeyce arttı ve gitgide bilimsel olarak desteklenmeye başlandı.
< Resime gitmek için tıklayın >
Tedaviye yardımcı olduğu iddia edilen meditasyon ve Reiki, NLP çalışmaları artık bilimsel tedavilerin yanında yardımcı olarak yer almaya başladı.
Amerika’da pek çok hastanede bu konuda ciddi ve resmi uygulamalar yapılıyor, kemoterapi birimlerinin yanı başında Reiki uzmanlarının da bölümleri açıldı, hemşireler ve doktorlar hızla Reiki öğreniyorlar.
Türkiye bu tür çalışmalarda biraz tutucu tavır sergilese de beyin dalgalarının kontrol edilmesi ve değiştirilmesi için Reiki ve meditasyondan daha bilimsel bir yöntem olan Neurofeedback yöntemini kullanarak stres, down sendromu, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı, otizm, kişilik bozuklukları gibi hastalıkları tedavi etmeye çalışan merkezler ve hastaneler açılmaya başlandı.
Meditasyon, Yoga, Reiki, Neurofeedback adı ne olursa olsun bütün bu yöntem ve tekniklerin peşinde olduğu tek bir amaç var:
Beyin dalgalarını istenilen frekansa çekebilmek ve uygun dalga boyunun titreşimsel ışınımını yakalayarak DNA üzerinde pozitif değişiklik yaratabilmek…
Işık ve titreşim DNA üzerinde değişiklik yaratabilir mi?
< Resime gitmek için tıklayın >
Her organımızı ve beynimizi de oluşturan en küçük özgün birim olan hücrenin 1980 li yıllarda bilim adamlarının yaptığı çalışmalarla foton yaydığı tespit edilmiş. Hücre fotonunun frekansı ölçülmeye başlandığında ise yan yana gelen iki ayrı hücrenin aynı frekansa girdiği ölçülmüş. Yani iki ayrı enerji birbirinden etkileşiyor ve ya iterek ya çekerek birbirlerini değiştiriyorlar.
Kuantum biyologu olan Dr. Vladimir Poponin tarafından yapılan basit mantıklı ama derin bir deneyde önce bir kabın içi boşaltılıyor. Kabın içinde bir vakum yaratılıp içine fotonlar bırakılıyor. Fotonların kabın içinde rast gele bir şekilde dağıldıkları görünüyor ve sonra kabın içine DNA’lar bırakılıyor. Kabın içindeki fotonların DNA’ların dönüşüne göre uyum göstererek düzenli ve sürekli döndükleri tespit ediliyor. Bir sonraki aşamada DNA’lar çıkarılıyor ve fotonlar tekrar izleniyor. Beklenen sonuç Fotonların yine rast gele dağınık olmaları iken DNA’ların ritim ve düzeniyle döndükleri görülüyor. Işık parçacıklarının neye bağlı olarak sistemli dönmeye devam ettiklerinin cevabı bulunamıyor.
< Resime gitmek için tıklayın >
Barışın ve Duanın Gücünün Bilimi” kitabının yazarı Gregg Braden buna benzer deneyleri de anlattığı kitabında bizim henüz tamamen algılamadığımız bir enerji alanının ve ağının tüm evrende mevcut olduğunu ve DNA’nın fotonlarla bu ağ ile iletişim kurduğunu kabul etmemiz gerektiğini söylüyor.
Başka bir deneyde epeyce sayıda deneğe plasenta DNA’ları taşıyan deney şişeleri veriliyor. DNA şişelerinin her biri için aslında her biri uzman olan deneklerden belli bir duygu üretmeleri ve hissetmeleri isteniyor. Her şişe için ayrı bir duygu ve bir denek kullanılıyor. Sonuçta DNA’ların iyi duygularda açılıp gevşediği ve kötü duygularda büzüşüp kapandığı görülüyor. HIV virüsü taşıyan deneklerin DNA’larında bu deney tekrarlandığında minnettarlık-sevgi-takdir-neşe taşıyan duygu titreşimlerinin DNA’yı önceden ölçülen dirence göre yüz binlerce kat daha dirençli hale geldiği tespit ediliyor.
< Resime gitmek için tıklayın >
Braden’e göre pozitif duygular ve sevgi içinde olmayı başarabilen insan kendi DNA’sını değiştirebiliyor ve bunu yapabilmesinin sebebi olarak da tüm her şeyi kapsayan bir enerji ağının mevcut olduğunu söylüyor.
< Resime gitmek için tıklayın >
Bizler kendi titreşimlerimizi etkileyebildiğimiz gibi bu yaratılış ağını da etkileyebiliyoruz. Karşılıklı bu titreşimlerin itme ya da çekme derecelerini henüz sayısal olarak isimlendirip ölçemiyorsak da, gelecek zamanlarda bilimin titreşim ve kuantum alanındaki çalışmaları arttıkça sorular cevaplarını bulacak.
Dün, bugün ve yarından fazla boyutu olan zaman, soruların cevaplarını “ŞİMDİ” de saklasa da biz henüz uzanıp alacak frekansla titreşemiyoruz. Evrensel titreşimden payımıza düşen frekanslarda hissettiklerimizle yaşadığımız kendi dünyamız, reel ya da sanal olduğunu aslında bilmediğimiz gizemli bir rüya sanki…
http://www.indigodergisi.com/nesrin_26.htm
Yazar: Nesrin Dabağlar - KASIM 2007
DH forumlarında vakit geçirmekten keyif alıyor gibisin ancak giriş yapmadığını görüyoruz.
Üye Ol Şimdi DeğilÜye olduğunda özel mesaj gönderebilir, beğendiğin konuları favorilerine ekleyip takibe alabilir ve daha önce gezdiğin konulara hızlıca erişebilirsin.
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi ahmetkb -- 15 Mart 2008; 15:20:10 >