Aslında insanın kavramsallığında ideaların veya idealin mükemmel bir ifadesi. İdea veya ideal aranan bir şeydir ve pek çok taklidi, sahtesi ya da diğer değişle mağara alegorisindeki gibi "gölgesi" bulunur. Bizi bu taklit veya gölgelere mahkum eden bir takım zincirler vardır ve esasında hapsolduğumuz mağaranın çıkışındaki hakikatin aslında karanlık gölgelerin de ortaya çıkış noktası olan "güneşini" göremeyiz. Fakat Platon Aristo'nun aksine idealizmi kavramsal alana hapsedip doğanın veya eşyanın hakikatinden kaçmıştır, büyük atomcu filozof Demokritos'un kitaplarını toplayıp yakmaya teşebbüs ettiğine dair menkıbelere konu olacak derecede maddeyi şeytanileştirmiştir o ayrı konu.
Aristo hocası Platon'un idealarını "form" olarak revize ederek tek tek materyal dünyanın bireysel unsurlarına ve algılara gerçeğin kavramlaştırmalarını - yani ideaları - yeniden yükledi (hilomorfizm). Diğer bir deyişle Platon'un idealar kuramıyla keyfince gerçeklikten kopardığı insan kavramsallığını tekrardan gerçeklikle buluşturdu. Empirik düzlemdeki değişen gerçekliğin unsurları (ousiai) gaipten sezgilerle gelen gizemli ve değişmez bir gerçekliğin yanında sahte veya taklit olmaktan çıktı. Kendi başlarına gerçek bir özgünlük kazandılar. Nedenler ve işlevle - yani aitia'yla, teleolojiyle - donandılar. Teleoloji (erekbilim) de şüphesiz hatalı ve genel anlamda kendisini tekrar ettiği için bilgi üretimi konusunda verimsiz bir yaklaşımdı. Ama en azından odağı bir kez daha İyon tabiat felsefesi okullarında olduğu gibi gözümüzün önündeki somut dünyanın unsurlarına ve bu dünyanın genel prensibine (arkhe) çevirdi. Gerçekliği Sokrat veya Platon gibi gaipten gelen bir takım seslerde değil, onlarda aradı. Aristo öncülleri Sokrat ve Platon'un aksine eşyanın ve tabiatın mantığa uygun bir gerçekliği kendisinde barındırabileceğine, sadece ruhun veya ahlakın değil, tabiatın da araştırmaya değer olduğuna inandı.
Sokrat veya Platon'un zeka ve yetenekleri yadsınamaz ama "büyük üçlü" içerisinde filozof ve bilim insanı lakabını esas hak eden kişi bence Aristo. Mağara Alegorisi çok anlamlı ama kurgusu çok yanlış. Acayip tersten kurulmuş. Bilakis Platon'un kendi idealizmi bir hapishane veya içinden çıkılmaz bir mağara gibi. Platon klasik idealar kuramıyla gerçekliğin güneşinden kaçıp güneşin meydana getirdiği çarpılmış gölgeler peşinde koşuyor. Esasında bence travmatik deneyimlerinden dolayı gayet nefret dolu şekilde bu gölgelere kendi karanlık dehlizinde bizatihi biçim vermek istemiş. Aristo neredeyse her zaman makul bir tavır sergilerken Platon'un yazıları yer yer aleni bir kibir ve nefret sezdiriyor. Düz yazı tercih eden Aristo'nun sadeliğinin ve neredeyse eşit mesafeli samimi tavrının (samimiden kastım ne düşünüyorsa ve ne iddia ediyorsa açıkça söylüyor) aksine Platon kinci, başkalarına olan hıncını diyaloglarla çıkaran, gerçekten sorgulamak yerine takip ettiği bir ajendası olan bir karakter tablosu çiziyor. Platon bu konuda eski hocası Sokrat'ı diyaloglarının çoğunun yenilmez baş kahramanı yaparak adeta silahlaştırmış. Diyaloglarında Sokrat'ın ağzından sanki zehir zemberek duygularla bazen çok yerinde gerekçelerle, bazen çok iki yüzlü biçimde beğenmediği herkese kuklalaştırıp saldırıyor. Tersi yolla da beğendiği fikirleri Sokrat veya diyalog akradaşına cilalayıp parlatıyor. Platon'un Şölen, Savunma gibi daha hikaye veya yaşantı bazlı giden istisna yazıları ve Alkibiades gibi gayet masumiyetle yazılmış erken diyalogları hariç birçok diyaloğu ondan beni çok rahatsız eder. Çünkü çoğu bana yapay ve belirli fikirlerin çaktırmadan yapılmaya çalışılan partizanca bir savunusu gibi gelir. Sokrat karakterinin "kusursuzluğu" zaten insanı rahatsız etmeye başlar. İdealize edilmeye çalışıldığı, üstüne Platon tarafından araçsallaştırılmış olduğu için tarihsel Sokrat'ı tanımlamayı da zorlaştırır. Tarihsel Sokrat bu arada Platon'un allayıp pullayan büyüklenimci fantazisinin aksine felaket bir karakter gibi görünüyor (bknz: çağdaş tanığı Ksenophon ve Roma devrinden Diogenes Laertios'un aktarımları).
Artık tıraşı kesersem Aristo sağlıklı bir iletişim kurabileceğin düzgün ve makul bir karakter izlenimi veriyor ama Sokrat ve Platon'un zannedildikleri gibi olmadıklarına inanıyorum. Sokrat'ın psikiyatrik bir bozukluğu (malum transa geçme ve cin / daimon anlatıları), Platon'un da megalomanik büyüklenmeci narsisistik kişilik bozuklukları olabilir. Fikirsel olarak zaten Aristo'nun çok daha üstün ve ayakları daha yere basar olduğu da kesin. Sokrat ve Platon, açık söyleyeyim, modern standartlarda gayet manyak tipler. Aristo günümüze gelseydi bile yaşayacağı şaşkınlıklardan sonra çağdaş dünyaya uyum sağlayabilecek bir karakter gibi. Çünkü günümüz dünyası birçok açıdan Aristotelyen zaten. Bilhassa da kavramsallaştırmalarıyla akademi dünyası. Tabii ağır biçimde modifiye edilmiş o ayrı konu.
< Bu mesaj bir yönetici tarafından değiştirilmiştir >
DH forumlarında vakit geçirmekten keyif alıyor gibisin ancak giriş yapmadığını görüyoruz.
Üye Ol Şimdi DeğilÜye olduğunda özel mesaj gönderebilir, beğendiğin konuları favorilerine ekleyip takibe alabilir ve daha önce gezdiğin konulara hızlıca erişebilirsin.