Arama butonu
Bu konudaki kullanıcılar: 1 misafir
430
Cevap
7766
Tıklama
8
Öne Çıkarma
Cevap: Kuran Müslümanı Olmak (4. sayfa)
B
9 yıl
Binbaşı

quote:

Orijinalden alıntı: melinoz

Kuran bir kale,sünnet ise onun surlarıdır,kuranı sünneti yoketmeden yokedemeyeceklerini anladıklrından beridir,kuran mealciliğini ortaya çıkardır,ibni sebenin yolundan gitmek isteyen,resulü aradan cıkarsın,sonunda varacakları yer fetullahın yanı olacaktır.
Konuda yine ateistler ve kamalsit ler,leş bulmuş sinek gibi ucusuyor,burada sadece kendi cehaletinizi ve atopogenesisliğinizi derinleştirirsiniz,hadi cehennemin dibine kadare yolunuz var...

Hay Allah razı olsun kardeşim. Bunlara kalsa salatıda namaz olarak kabul edecekler. Dün geceden beri bu Peygamber (sav) düşmanları ile uğraşıyorum.



< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >

O
9 yıl
Binbaşı

Hz. Muhammed ölmeden önce bize Kur'an'i bırakıyor.

Allah; eksiksiz olduğunu defalarca söylüyor. Sizi ALLAH ile aldatmasinlar diyor.

Hz. Muhammed ve ilk halifeler hadis oluşumlarıni engelliyor.

Düşün bakalim; Aklını nasıl kullanacaksın?

1.5 milyar olup, tamamına yakını sefalet ve katliamlarla yaşayan, kabullerinin çoğu da Musevilik ve Hıristiyanlık kalıntısı olan bilgileri ıslam zanneden ve bir türlü uyanamayan insanlar gibi mi aklını kullanacaksın? Yoksa; bi' dakka ya! Bizi sürekli asagiliyorlar. Burada büyük sorunlar var. Gerçek din bu mu, diye ne zaman soracaksın?

Tekrar söylüyorum, yabana atma:

Kur'an meallerini indirilis sırasına göre (Allah'in sirasi) karşılaştırmalı oku. Ama mutlaka oku. Duvarda asılı olanin sana bir yararı olmaz. Sağlıcakla kal :)





< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Orhan Hoca -- 25 Eylül 2016; 12:48:18 >

< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
Bu mesaja 1 cevap geldi.

Bu mesajda bahsedilenler: @barracudaaa
V
9 yıl
Binbaşı
Konu Sahibi

quote:

Orijinalden alıntı: acar85


quote:

Orijinalden alıntı: vTeck


quote:

Orijinalden alıntı: acar85

Haklısın. Uykuluyken o kadar yapabildim. Şimdi bu arkadaşa soruyorum.Abdest alma ve Namazın kılınış şekli kuranda anlatılmıyor. Bu arkadaş neye göre kime göre bunları yapıyor cevaplarsa sevinirim.

Önceki mesajlarımda anlattım. 50 tane ayet sundum oraya. İsteyen bakar görür. Bıktım sizinle tartışmaktan. Dünyanın en zor şeyi düşünmeyen birine laf anlatmak. 10 farklı yoldan da söylesen sana kağıttan okur gibi sürekli aynı şeyleri söyleyecek.

Önce saygı göster ve laflarına dikkat et.
Soru sordum sana.Abdest almayı ve Namazı nasıl öğrendin. Kim öğretti.Açıklar mısın?

Şimdi yazacağım şeyleri buraya 10-15 defa yazdım. Kuran daha ne desin ki yani. Neyse uzatmayacağım al oku. Kime oku dediysem okumadı kime ayetlere tek tek bak dediysem bakmadı bakmadan okumadan yorum yapmayın her şeyden önce. Bi kere namazın farzları abdestin farzları diye bir olay var. Farz olan hükümler nereden çıkartılır? Hadislerden mi çıkartılır farz olan şeyler? Hadi bunun cevabını ver. Sonra da al oku
Hadis ve Sünnet kaynaklarındaki yüzlerce çelişkiyi, saçmalıkları, palavraları eleştirdiğimizde onların mukallit ve mürit savunucuları bize sürekli olarak şu eleştiride bulunmaktadırlar: “Hadisler olmazsa namazı nasıl kılacağımızı nereden öğreneceğiz?”

Bir youtube konuşmamda hadis kitaplarına göre namaz kılmanın mümkün olmadığını delilleriyle isbat ettim… Hadislere göre namaz uyduran mezhepler arasında da büyük farklılıklar olduğunu gösterdim. Bu makalede ise Kuran’da namazla ilgili geçen 60-70 ayeti incelememi sizinle paylaşıyorum. Siz de benzeri bir araştırma yapınız ve Kuran’a göre aklınızın ışığında namazı öğrenin. Peygambere en iğrenç hakaretleri ve akla zarar saçmalıkları içeren uyduruk hadis kitapları yerine aklın ışığında Kuran’ın ayetlerini izleyiniz.

Namazın Amacı

Namaz kılmak, sıkça zekatla ve muhtaçlara yardım etmekle birlikte anılarak namaz kılan kişinin toplumsal bilinç ve sorumluluğa sahip olması vurgulanır (2:43,83,110; 4:77, 22:78; 107:1-7). Namaz sadece Allah’ı anmak için kılınır (6:162; 20:14). Bu özel anma ve iletişim ibadeti gözetilirken dış dünya ile ilişkiler minimuma indirilmeli (4:101-103). Namaz, müslümanları günahlardan ve başkalarına zarar vermekten alıkor (29:45). Namaz hayat boyu gözetilecek bir görevdir (70:23).

Abdest

Namaz kılmak için abdestli olmak gerekir (4:43; 5:6). Yüzler yıkanır, eller dirseklere kadar, başlar meshedilir, ayaklar da. Ayetlerdeki ifade, ayakların hem yıkanabileceği ve hem meshedilebileceği biçimde anlaşılır (nitekim bunu bir önceki cümleyle yansıtmaya çalıştık). Böylece, duruma ve iklime göre bize serbesti tanınır. Abdesti sadece cinsel ilişkide bulunmak ve tuvalet ihtiyacını gidermek bozar; gaz kaçırmak, kanamak, kadınlarla tokalaşmak ve kadının adet görmesi abdesti bozmaz ve namaza engel olmaz (5:6; 2:222). Su bulunmazsa, namaza zihinsel olarak hazırlanmak için temiz bir zemine dokunularak yüzler ve eller meshedilir (5:6).

Kıble

Kıble (yöntem) genel strateji anlamına gelir. İbrahim peygamberin kurduğu Sınırlanmış Mescid tevhid mesajının ve yönteminin bir odak noktasıdır (2:125, 143-150; 22:26). Bu yöntemin coğrafi mekanında ötesinde olduğu anlaşılıyor (2:115).

Rekat Sayısı

Tehlike ve korku gibi olağanüstü hallerde kısaltılması öğütlenen namaz bir rekat olunca normal koşullarda kılınan namaz en az iki rekat olmalı ve namazda dış dünya ile irtibatı minimuma indirmeli (4:101-103). Cuma namazının sadece iki rekat olması ilginçtir. Bu namaz her hafta topluca tekrarlandığı için rekat sayısına ekleme yapılamamıştır. Cuma namazı dışında, cemaatle kılınmayan namazların rekat sayıları çeşitli biçimlerde zamma uğramıştır.

Mekanik Biçim

Namazı ayakta durarak kılmaya başlamalı (2:238; 3:39; 4:102) ve özel durumlar hariç durulan yerden hareket edilmemeli (2:239). Namazda eğilerek yere kapanmalı (rüku ve secde) böylece Allah’a teslimiyet fiziksel olarak da bildirilmeli (3:43; 4:102; 22:26; 38:24; 48:29). Herhangi bir korku durumunda ayakta durma ve eğilerek yere kapanma koşulu aranmaz (2:239).

Okuma

Namazda okuduğumuz duanın anlamını namaz anında bilmeli ve Allah ile konuştuğumuzun bilincinde olmalıyız (4:43). Namazları saygı içerisinde kılmalı (23:2). İhtiyacımıza ve içinde bulunduğumuz duruma uygun olarak Allah’ın herhangi bir ismini (sıfatını) zikredebiliriz (17:111). Namazda Allah’tan başkasını anmak namazın amacıyla çelişir (6:162; 20:14; 29:45). Namazda Allah’ı anmalı, övmeli, yüceltmeli, tesbih etmeli ve sadece O’ndan yardım istemeli (1:1-7; 20:14; 17:111; 29:45; 2:45). Fatiha suresi baştan sona Allah’ı muhatap alan bir dua niteliğinde olan biricik sure olup değişik dilleri konuşanların topluca namaz kılabilmelerini sağlayabilmesi açısından uygundur (62:9-11; 4:101-103). Namazlarda orta bir sesle okumalı ve namazlar ne özellikle gizlenmeli ne de gösteriş amacıyla açıkta kılınmalıdır (17:110). Toplu namaz kılınırsa, namaza önderlik eden kişinin orta bir ses tonuyla okuduğu dua dinlenmeli (7:204; 17:110). Otururken “tahiyyat” denilen duayı okumamalı; zira bu dua Muhammed peygamber sanki herşey nazır ve hazır bir tanrıymış gibi bir hitap içermekte ve Allah’tan başkalarını anmaktadır. İlla birşey okunmak dilenirse, Allah’ın birliğine şahadet getirilebilir veya herhangi bir dua yapılabilir.

Cuma Namazı

Kadın-erkek tüm gerçeği onaylayanlar haftada bir Cuma (toplantı) günü öğle namazına açık bir duyuru ile çağrılır ve namazı erkek veya kadın bir müslümanın önderliğinde topluca gözettikten sonra herkes tekrar işine döner (62:9-11). Duyuru Allah’ı anmaya bir çağrı olup başka isimler zikredilmez (72:18-20). Hutbe namazın bir parçası olmayıp toplantıdan yararlanılarak yapılan bazı hatırlatmalar ve güzel öğütlerden ibarettir. Mescitler (camiler) sadece Allah’a özgülenmeli. Allah’ın ismi bir levhaya asılmışsa O’nun ismi yanında hiçbir ismi özellikle yerleştirmemeli (72:18-20). Mescitler topluma açık yerler oldukları için mescitlere gidenler temiz ve güzel giyinmeli. (7:31).

Cenaze namazı olarak bilinen dua, bir namaz değil aslında. Dileğe bağlı bir duadır. Allah’a ortak koşmadan ölmüş olanları hayırla anıp geride kalmış yakınlarına destek verme amacını güder (9:84).

Vakitler

Gecenin gündüzün iki ucuna yakın bölümlerinde gözetilmesi gereken Sabah (Fecr: 24:58; 11:114) ve Akşam namazlarıyla (İşa: 24:58; 17:78; 11:114; 38:32) güneşin sabah ile akşam arasında olduğu, yani öğle vaktinde kılınan Orta (Vusta: 2:238) namazı olmak üzere üç vakit namaz mevcuttur.

Kuran’da sadece üç namazın ismi geçer. Bir başka deyişle, “salat” (namaz) kelimesi, zaman bildiren üç tanımlayıcı kelime ile birlikte anılır.

Salat-el Fecri-SABAH NAMAZI (24:58; 11:114).
Salat-el İşa’-AKŞAM NAMAZI (24:58; 17:78; 11:114; 38:32)
Salat-el Vusta- ORTA NAMAZ (2:238)
Namaz vakitlerini belirleyen ayetlerin hepsinin bu üç vakit hakkında olduğunu görüyoruz. Spekülasyonlara girmezsek ORTA NAMAZ olarak adlandırılan namazın sabah ile akşam namazı önceleri öğle namazı olarak anlıyordum… 73:20’deki ifadeyi gece namazının zamanı konusunda bir rahatlık sağlama olarak değilde gece namazının farz olmadığı biçiminde anladığım içindi… Demek ki, gece namazı ve izleyen Kuran çalışması güneşin batışından başlayıp doğuşuna kadar süreyi gecenin üçte birinden başlıyor ve üçte ikisinde sona eriyor. Güneş saat 7’de batıp 5’te doğuyorsa gece namazının zamanı saat 10:20 ile 1:40 arası olur. Cuma, yani cemaatle kılınan namaz özel bir toplumsal namaz olduğu ve gündüzün gerçekleştiği anlaşılıyor (62:9-11).

Tevrat bu anlayışı destekler. Namazın İbrahim peygamberle başladığını ve Musa’nın namaz kıldığını hatırlarsak Tevrat’ta namaz vakitleriyle ilgili ifadelerin tarihsel değerini daha iyi idrak ederiz. Tevrat’ın çevirilerine güvenim tam olmamakla birlikte Tevrat’ın en az üç ayetinde bulduğumuz bu desteğin bir hata veya tahrif sonucu oluştuğunu onaylamıyorum. Tevrat’taki bu ayetlerin gerek birbirleriyle ve gerekse Kuran ayetleriyle olan tutarlılığına dikkatinizi çekerim. (Bak: 1 Samuel 20:41; Zebur 55:16-17; Daniel 6:10).

Namaz vakitlerinin beşe çıkarılmasının oluşturduğu dumanların izini mezhepler tarihinde görebilirsiniz. Şia’nın beş vakit namazı üç vakte sıkıştıran garip pratiği, namazları beşe çıkartan Sünniler’in baskısı neticesi bir uzlaşmadan kaynaklanıyor olmasın? Sünnetlerle, nafilelerle, teravih namazlarıyla namaza sürekli zam yapan hadis ve sünnet izleyicilerinin üç vakit namazı beşe çıkarmaları çok mu uzak bir ihtimal?

Kuran’dan beş namaz çıkarıyorsanız kuşkusuz beş vakit namaz kılmaya devam etmelisiniz. Siz, iyi niyetle Kuran’ı inceledikten sonra kendi anlayışınızı izlemelisiniz.

Namaz Sonrası

Namazları oruç gibi kazaya bırakmak diye birşey olmayıp belli vakitlerde yerine getirilmeli (4:103). Namazdan sonra Allah’ı anmaya ve zikretmeye devam etmeli (4:103).

Bidatler

Namazları birleştirmek, kaçırılmış namazları kaza etmek, namazları yolculuk anında kısaltmak, sünnet ve nafile namazlar eklemek, namaz kıldırma memurluğu (imamlık) diye bir meslek icat etmek, kadınların namazda önderlik etmesini yasaklamak, otururken Et-tahiyatü duasını okumak ve bu duada peygambere ikinci şahıs olarak seslenmek, şahadette Muhammed peygamberin ismini Allah’ın yanına eklemek, Fatiha’dan sonra zammussure okumak, Fatiha’nın Besmelesini okumamak, eller ve parmakların yeri konusundaki detaylarla meşgul olmak, abdest alırken ağzı ve burnu yıkamayı abdestin bir şartı bilmek, namazdan önce ağzı misvaklamanın, sarık veya terlik giyilmesinin daha sevap olacağına inanmak gibi nice kurallar ve inançlar Hadis-Sünnet ve mezhepler yoluyla Muhammed Peygamberden daha sonra sokulan bidatlerdir.



< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
Bu mesaja 2 cevap geldi.
V
9 yıl
Binbaşı
Konu Sahibi

quote:

Orijinalden alıntı: uA-kktc

Nacizane tavsiyem Tevrat ı oku . Ondan sonra dönüp Kuranı bir daha oku . Saçmalama derecesinin sandığından çok daha fazla olduğunu göreceksin .

Ben gayet memnunum halimden hocam. Bu iş bi duvar değil yani o duvardan atlamakla bitecek bir şey değil. Sorgulamak bitmez. Bu iş sonu olmayan bir merdiven gibi, sürekli bi basamak atlıyorsun, bi seviye kastediyorsun ama bitmiyor sürekli daha yüksek seviyeye çıkıyorsun. Bu arada 19 mucizesini Tevrat hocaları ve İncil hocaları da doğruluyor videosu da YouTube da var. 19 mucizesi videosunu izleyin tavsiyem. Biz bu sorgulama işine ateist olmaya çalışarak başladık. Evet denedik. İnanmamayı gerçekten denedik ama bunca delil varken inanmamak hiç de etik değil. 19 mucizesi ve bunca düzen, hiçbir şey bir rastlantı değil her şey bir düzen içerisinde dönüp duruyor ve bunun da bir sonu var her şeyin olduğu gibi.





< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi vTeck -- 15 Eylül 2016; 4:16:14 >

< Bu ileti tablet sürüm kullanılarak atıldı >
Bu mesaja 1 cevap geldi.
D
9 yıl
Binbaşı

Tevratı okudum, Kuran'ı kısmen. Tevratta kızının tecavüzüne uğrayan peygamber babalar, alkolik peygamberler, kıskanç olduğunu direkt söyleyen, kendi kavmi dışındakilere apaçık düşman olan bir Tanrı var. "saçmalama derecesi"nin kıstası nedir anlamadım ama Kuran çok daha tutarlı, kesinlikle ahlaklı ve net bir kitap.



< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >


Bu mesajda bahsedilenler: @uA-kktc
L
9 yıl
Yarbay

Hocam şii leri doğru mu kabul ediyoruz da onların görüşünü doğru kabul edelim? Zaten mezhepçiliğe karşı bir akım bu. Şiilerin ne dediği bizi ilgilendirmez. Ki her türlü Allah kuranı koruyacağını bildirdiğine göre ve Kurana ayet eklenmesi Kuranı deforme etmek olduğuna göre Tevbe suresinin son iki ayeti Kurana sonradan eklenmemiştir. Bak sen şu an elinin altındaki internetle YouTube la envai çeşit kuran meali ile Tevbe suresinin son iki ayetini reddediyorsun. 800 yılında yaşamış bir Müslüman düşün. Bu adam nasıl anlayacak Tevbe suresinin son iki ayetini? Bu adamın neyin ne olduğunu anlamasına imkan yok. E o zaman Allah Kitabını koruyamamış demek oluyor bu. Zira sizin iddia ettiğiniz şey şudur, Allah Kuranı 19 ile koruduğundan hangi ayetin yanlış olduğunu anlayabiliyoruz. E 800 yılındaki adam ne bilecek bu ayetler doğru mu yanlış mı?
Buhariyi biliyorum hocam. Arada açıp okuyorum ya da internette hadisini görünce açıp teyit ediyorum. Zaten neyin ne olduğu belli Buhariye iman etmenin bir anlamı yok. Ama Buharinin naklettiği bütün hadisler yanlış mıdır? Hayır. Peki Kuranla çelişmeyen her hadisin doğru olduğu kesin mi? O da hayır. Ama Kuranla çelişmeyen bir hadisi doğru olarak kabul etmekte bir sıkıntı var mı? Bence yok.



< Bu ileti DH mobil uygulamasından atıldı >


Bu mesajda bahsedilenler: @vTeck
G
9 yıl
Teğmen

Gerçekten yazdıkların ilgi çekici bir süredir ben de arafraydım huşu ile iabdet edemiyordu kafamda sorular var dı. Yazın beni araştırmaya itti. Bakıcam tekrar özellikle de türkçe namaz kılma konusuna.



< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >

N
9 yıl
Yarbay

40 yaşına geldiğini düşün. o vakit annenin ve babanın senin karşına geçip biz senin annen ve baban değiliz dediğini düşün. psikolojin nasıl olurdu ? keşke söylemeseydiniz dersin değil mi ? işte senin sürekli bi yerde tıkanmanın sebebi yüzleşememe korkusudur.


Bu mesaja 2 cevap geldi.

Bu mesajda bahsedilenler: @vTeck
V
9 yıl
Binbaşı
Konu Sahibi

quote:

Orijinalden alıntı: neczer

40 yaşına geldiğini düşün. o vakit annenin ve babanın senin karşına geçip biz senin annen ve baban değiliz dediğini düşün. psikolojin nasıl olurdu ? keşke söylemeseydiniz dersin değil mi ? işte senin sürekli bi yerde tıkanmanın sebebi yüzleşememe korkusudur.

Öncelikle yukarıda arkadaşa yanlış bilgi verdin namaz vardır Kuran da her şeyden önce namazın farzları diye bir şey vardır bunu da mı bilmiyorsun anlamıyorum. Neyse sürekli bir yerde tıkanmamın nedeni bu değil :) Olamaz da benim ailem hala sünni müslüman hergün tartışma İçerisindeyiz hala gerçekleri kabullenmiyorlar. Eğer ateist olacak olsam çok rahat bir şekilde bunu zaten beyan ederim kimseden sakınmam. Çok yakın arkadaşlarımı kaybettim ben. Kimlerle muhabbetim kesildi benim sırf bu görüşlerime ters düşüp benle iletişimi kesti kardeşim dediğim insanlar. Yani sen içini ferah tut ben bugün beni bir düşünce ateistliğe itse ben içim rahat ateist olurum.

Ama sen hala benim dediğimi anlamadın hocam. Ben sana bu iş sonu olmayan bi merdiven gibi diyorum. Hani aklındaki soru işaretleri hiç son bulmamalı zaten. Zaten bütün soru işaretlerin cevap bulsa bi anlamı kalmaz, araştırmazsın. Bu muydu yani bu kadar mıydı düşüncelerine girersin bi sonu olsa.



< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >

V
9 yıl
Binbaşı
Konu Sahibi

quote:

Orijinalden alıntı: mr.polis

quote:

Orijinalden alıntı: vTeck


quote:

Orijinalden alıntı: mr.polis

quote:

Orijinalden alıntı: vTeck


quote:

Orijinalden alıntı: mr.polis

islamın ve kuranın her tarafı hatalıdır.bu hataları bir çocuk bile farkedebilir. lakin bir tek görmek istemeyenler göremez.

Hadi göster hatalı olduğu tarafları öyle hatalı bu diyerek geçiştirilmez bu delil sun bana. Hadislerle gelme ama ayetlerle gel

sana bir çok hatalı ayet gösterebilirim ama sen görmezden geleceğin için gerek yok. yinede senin kabul etmeyeceğini bile bile sadece soruna cevab vermek adına bir öernek vereyim ;

Kuran Miras Paylaşımındaki Matematik Hatası ve Müslümanların Savunma Taktikleri
Kuran'daki matematik hatası, internette inananlarla inanmayanlar arasında belki de en yoğun tartışılan konulardan olsa gerek. Bu durum, yani meselenin bu denli yoğun tartışılıyor olması, "demek ki iddia edildiği gibi Kuran'da bir matematik hatası yok, aksi halde bu kadar tartışma olmazdı, ne de olsa matematik kuralları objektif ve kesindir" gibi bir algıya yol açabilir. Oysa söz konusu hata, aslında tartışma götürmeyecek kadar açık-seçik ve ilgilenen herkesin kontrol edebileceği türden.
Ama elbette ki, konu Kuran olduğu için, inananların kabul etmesi pek kolay olmuyor, kırk türlü argüman ve itiraz geliştiriliyor Kuran'daki hatayı kabullenmemek için. Bu yazıda, söz konusu matematik hatasını islamî kaynakları da delil göstererek açıklamaya ve inananlar tarafından geliştirilen karşı argümanların/savunmaların (görebildiğim kadarı ile) hepsine cevap vermeye çalışacağım.
1. Giriş
2. Nisa Suresi'nin 11. ve 12. Ayetleri
3. Ayetlerdeki İlk Tuhaflık
4. Ayetlerdeki Düzenleme Tekniği
5. Malın Fazla Gelmesi ve Reddiye Meselesi
6. Kuran'daki Matematik Hatası: Malın Az Gelmesi - Pay'ın Payda'dan Büyük Çıkması
7. Ehli Sünnetin (Halife Ömer'in) "Çözümü": Avliye Yöntemi
8. Şia'nın (İbn Abbas'ın) "Çözümü": Öncelik Sırası Yöntemi
9. Her İki Çözümün de Sakatlığı
10. Müslümanların Savunma Taktikleri
(a) Meseleyi topyekûn inkâr etmek
(b) "Avl gerektiren varis tabloları (durumlar) tek bir cümle/ayet bütünlüğü içinde geçmiyor, dolayısıyla zaten Kuran'da doğrudan düzenlenmiyor" iddiası
(c) "Avliye yöntemiyle varislere verilen payların arasındaki orantılar aynı kalıyor" savunması
(d) "Ayetlerdeki oranlar sadece birer sınırdır" iddiası
(e) "Reddiyeyle ayetteki hisselerden daha fazla vermek sorun değilse, avliyeyle daha eksik vermek neden sorun olsun?" savunması
(f) "Bu durumlarda avliye yönteminin uygulanması gerektiği zaten en baştan ve kendiliğinden bellidir" iddiası
(g) "Bütün mümkün durumları öngörecek bir düzenleme zaten imkânsızdır" iddiası
(h) "Kuran'da sadece ana ilkeler belirlenir, ayrıntılar ise Hadis ve İçtihad'a bırakılır" savunması
(i) İnsan vasiyetinden örnekler getirmek
(j) Yepyeni yöntemler bulmak
(k) Aklın almadığı şeyleri Allah'a havale etmek
1. Giriş
Nisa Suresinin 11., 12. (ve 176.) ayetleri, detaylı olarak miras paylaşımının nasıl olacağını düzenliyor. Bu ayetlerin içerdiği apaçık matematik hatasını düzeltmek için, İslam Miras Hukuku'nda -ayetlerdeki açık hükümden sapan- bir takım pratik yöntemler geliştirilmiş ve 1.400 yıldır hata yokmuş gibi davranılmış.
Baştan belirteyim ki, aşağıdaki metinde kendi kafama göre ayetleri yorumlayarak ve kendi uydurduğum örnekler üzerine keyfî bir şekilde uygulayarak kasıtlı bir hata çıkartma girişimim yok. Gerek örnekler, gerek ayetlerin yorumu ve örnekler üzerine uygulanışı bizzat İslam Miras Hukuku'nun ("Feraiz ilminin") öngördüğü şekilde ele alınmıştır.


Başvurulan İslami Eserler:
• Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Celal Yıldırım, Uysal Kitabevi, 3. Cilt, VIII. Bölüm: İslam Miras Hukuku (Feraiz) S. 284-296
• Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı, Camisab Özbek, Ravza Yayınları, 4. Cilt, 69. Bölüm: Feraiz.
• el-İhtiyar, el-Mavsili, çeviren: Mehmet Keskin, Ümit Yayınları, Feraiz Bölümü, Avl Başlığı
• Feteva-i Hindiyye, Akçağ Yayınları, Miras Bölümü, Başık "13-Avliyye"
• Fıkhu's-Sünne - Ayet ve Hadislerle İslam Hukuku, Seyyid Sabık, Pınar Yayınları, 22. Bölüm, Miras İlmi, Avl
• Açıklamalı Minhâc Tercümesi (Minhâcü't-Talibin), İmam Nevevi, Kahraman Yayınları, Feraiz Bölümü
• Ğayet’ül-İhtisar ve Şerhi, Kadı Ebu Şuca, Ravza Yayınları: 402-405.

2. Nisa Suresi'nin 11. ve 12. Ayetleri
Ayetlerin başındaki linklere tıklayarak, hem Arapçasını hem de diğer bütün Türkçe meallerini de okuyabilirsiniz.
Nisa/11
Allah, size, çocuklarınız(ın alacağı miras) hakkında, erkeğe iki dişinin payı kadarını emreder. (Çocuklar) ikiden fazla kız iseler, (ölenin geriye) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer kız bir ise (mirasın) yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığı maldan, ana babasından her birinin altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da (yalnız) ana babası ona varis oluyorsa, anasına üçte bir düşer. Eğer kardeşleri varsa, anasının hissesi altıda birdir. (Bu paylaştırma, ölenin) yapacağı vasiyetten ya da borcundan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan, hangisinin size daha faydalı olduğunu bilemezsiniz. Bunlar, Allah tarafından farz kılınmıştır. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Nisa/12
Eğer çocukları yoksa, karılarınızın geriye bıraktıklarının yarısı sizindir. Eğer çocukları varsa, bıraktıklarının dörtte biri sizindir. (Bu paylaştırma, ölen karılarınızın) yaptıkları vasiyetlerin yerine getirilmesi, yahut borçlarının ödenmesinden sonradır. Eğer sizin çocuğunuz yoksa, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır. Eğer çocuğunuz varsa, bıraktığınızın sekizde biri onlarındır. (Yine bu paylaştırma) yaptığınız vasiyetin yerine getirilmesinden, yahut borçlarınızın ödenmesinden sonradır. Eğer kendisine varis olunan bir erkek veya bir kadının evladı ve babası olmaz ve bir erkek veya bir kız kardeşi bulunursa, ona altıda bir düşer. Eğer (kardeşler) birden fazla olurlarsa, üçte birde ortaktırlar. (Bu paylaştırma varislere) zarar vermeksizin yapılan vasiyetin yerine getirilmesinden, yahut borcun ödenmesinden sonra yapılır. (Bütün bunlar) Allah’ın emridir. Allah, hakkıyla bilendir, halîmdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir.)

3. Ayetlerleki İlk Tuhaflık
Aslında bu ayetlerde göze çarpması gereken ilk tuhaflık birazdan uzunca ele alınacak olan Kuran'daki matematik hatasından neredeyse daha da ilginç: Allah neden kıyamete kadar bütün zaman ve mekânlar için detaylı bir şekilde mirasın tam olarak nasıl bölüştürüleceğini emretsin?
Kuran çok daha önemli konularda, örneğin devlet başkanının nasıl tayin edileceği, "şûra"da yer alacak kişilerin nasıl, kim tarafından belirleneceği, ibadetlerin tam olarak nasıl icra edilmesi gerektiği gibi konularda hemen hemen hiçbir somut düzenleme bulundurmaz. Hukuk sistemi için mirastan çok daha mühim denilebilecek alanlarda bu kadar detaylı ayetler yok. Hatta birçok alim bu durumu "İslam Hukukunun esnekliği ve evrensel olmasının bir gereği" olarak yorumlar ve Allah'ın kullarına değişen şartlara göre (İslam'ın özüne sadık kalarak) somut kuralları değiştirmelerine izin vermekle ne kadar da rahmetli davrandığını söyler.
Hâl böyle iken, neden miras gibi nisbeten daha önemsiz, üstelik çok daha değişken olması gereken bir konuda bu kadar detaylı hükümler gelmiş? Neden müslüman toplumlara kıyamete kadar, ekonomik, sosyal, kültürel, demografik şartlar ne olursa olsun, miras paylaşımını tam olarak bu şekilde yapmak emredilmiş? Ve neden bu paylaşım her zaman ve her yerde en âdil, hatta tek âdil seçenek olsun?
4. Ayetlerdeki Düzenleme Tekniği
Yukarda okuyabildiğimiz Nisa Suresi'nin 11. ve 12. ayetleri daha sonra gelen 176. ayetle birlikte miras paylaşımını düzenler. Metni kısa tutmak için 176. ayeti yukarda alıntılamadım. Çünkü açıklamaları sadece Nisa 11 ve 12'yi ilgilendiren örneklerle kısıtlı tutacağım ve aşağıda sadece bir yerde 176. ayetin de kapsamına giren bir ek örnek vereceğim.
Her üç ayet de birden çok cümle içerir ve her bir cümle "eğer şöyle ise, şu varise (mirasçıya) şu kadar verilir" şeklinde düzenlemeler getirir.
Meselâ bir ayetin bir cümlesinde "ölenin eğer çocuğu yoksa annesine şu kadar" diye geçer, diğer ayetin başka bir cümlesinde "ölenin eğer çocuğu yoksa kocasına şu kadar" diye geçer. Pratikte eğer ölen bir kadının çocuğu yok, fakat annesi ve kocası var ise, bu somut durum için her iki cümle de aynı derecede ve doğrudan geçerli olur. Yani "eğer çocuk yoksa anneye şu kadar" cümlesi bir tek ölenin sadece annesinin olduğu, başka kimsesinin (örneğin eşinin) olmadığı durumu düzenlemekle kalmıyor. Zaten bu mantıksız olurdu, cümle sadece ve sadece bu durumu (ölenin varis olarak yalnızca annesinin kaldığı durumu) düzenlemiş olsaydı, neden anneye sadece üçte bir versin? "Eğer çocuk yoksa anneye şu kadar" cümlesi, ölenin çocuğunun olmadığı, fakat annesinin olduğu her durum için doğrudan geçerli (ölenin eşi olsa da, olmasa da).
Başka bir deyişle, pratikte çıkabilecek olan durumlar (varis tabloları) tek tek bir bütün olarak tek bir ayet veya tek bir cümle bütünlüğü içerisinde ele alınmamış. Dolayısıyla ayetleri herhangi bir somut durum (varis tablosu) üzerinde uygulamak istediğimizde, üç ayeti de cümle cümle okuyacağız ve işlemekte olduğumuz somut durum (varis tablosu) için geçerli olan cümleleri tespit edeceğiz.
Örnek:
İlkin örnek olarak sorunsuz bir olaya bakalım.
Çocukları ve babası olmayan bir kadın (borç ve vasiyet bırakmadan) ölür. Geriye sadece annesi, kocası ve üç (aynı anadan, farklı babalardan) erkek kardeşi kalır.
Ölen kadının malı, varisler (mirasçılar) arasında nasıl bölüştürülecek?
Yukardaki ayetleri okuyoruz ve bu somut durum için geçerli olan cümleleri tespit ediyoruz.
Nisa/11'den: "Eğer kardeşleri varsa, anasının hissesi altıda birdir."
Nisa/12'den: (Koca için) "Eğer çocukları yoksa, karılarınızın geriye bıraktıklarının yarısı sizindir."
Nista/12'den: "Eğer (kardeşler) birden fazla olurlarsa, üçte birde ortaktırlar."
Demek ki:
anneye: 1/6
kocaya: 1/2 = 3/6
3 kardeşe (toplam): 1/3 = 2/6
Görüldüğü gibi bu somut durumda toplam 6/6 = 1 çıkıyor. Yani pay ile payda eşit. Ve miras aynen ayette yazılı olan oranlarıyla paylaştırılabiliyor.
(Not: Tefsirlerin çoğunluğuna göre, Nisa/12'de adı geçen "kardeşler" sadece anne tarafından olan kardeşleri kapsamakta, aynı anne ve aynı babadan olan kardeşlerin durumu ise 176. ayette düzenlenmekte. örn. bkz. ve bkz. Ayetin lafzında böyle bir anlam yok. Ama müfessirler böyle bir ayrıma gitmiş. Burada ele alınan mesele için bir önemi de yok. Yukarda sadece sorunsuz bir duruma örnek getiriliyor. Eğer tefsirlerin bu yorumunu benimsiyorsanız, yukardaki örnek durumda kardeşler aynı anneden, farklı babalardan olsun. Eğer bu yorumu kabul etmiyorsanız tam öz kardeşler olsun.)

5. Malın Fazla Gelmesi ve Reddiye Meselesi
Yukardaki örnek durumda ayette belirtilen oranlar tam yetiyor, ne eksik kalıyor ne de fazla. Fakat elbette ki, birçok durumda ayetteki oranları dağıttığımızda mal fazla gelecek, yani artakalacaktır.
Örneğin çocuğu, kardeşi, anne-babası olmayan bir kadın (borç ve vasiyet bırakmadan) ölür ve gerisinde bir tek kocasını bırakırsa
Nisa/12'deki "Eğer çocukları yoksa, karılarınızın geriye bıraktıklarının yarısı sizindir."
cümlesi gereği kocaya malın yarısı verilir. Diğer yarısı artar.


Veya çocuğu, babası ve kardeşi olmayan, fakat kocası ve annesi olan bir kadın öldüğünde:
Nisa/11'deki: "Eğer çocuğu yok da (yalnız) ana babası ona varis oluyorsa, anasına üçte bir düşer."
Nisa/12deki: (Koca için) "Eğer çocukları yoksa, karılarınızın geriye bıraktıklarının yarısı sizindir."
cümleleri uyarınca mal şu şekilde paylaştırılır:
anneye: 1/3 = 2/6
kocaya: 1/2 = 3/6
toplam: 5/6
Ve geriye malın 1/6'sı artakalmış, yani fazla gelmiş olur.
Ama bu gibi durumlarda herhangi bir sorun yok, çünkü ayetlerde yazan hisseler sahiplerine verilebilmiştir.
Sorun sadece, fazla gelen malın kime ve nasıl verileceği. Bu soruya (İslam Miras Hukukundan bağımsız olarak) kendimizce alternatif çözümler üretmeye çalışsak, meselâ aklımıza şu seçenekler gelebilir:
(1) Kimseye verilmeyip devlet hazinesine geçmesi,
(2) Ayetlerde geçmeyen yakınlara dağıtılması (dede, nine, hala, teyze, amca, dayı vs.),
(3) Ayetlerde geçen, hissesini almış varislere oranları nispetince (bir nevi bonus olarak) bölüştürülmesi
vs.
İslam Miras Hukukunda (feraiz'de), duruma göre bütün bu seçenekler işleyebilmektedir. Miras konusuyla ilgili söylenmiş çok sayıda peygamber hadisine ve sahabe içtihatlarına dayanarak zaman içerisinde oldukça teferruatlı bir sistem geliştirilmiş. Örneğin belli şartlar yerine gelmişse, yukardaki 2. seçenek işliyor, yani artan mal (oranları hadis ve içtihatlarla belirlenen) diğer yakınlara dağıtılıyor. Diğer bazı durumlarda 3. seçenek işliyor, yani artan mal, ayetlerdeki hisselerini alanlar arasında (oranları nisbetince) tekrar bölüştürülüyor.
Bu üçüncü seçeneğe feraiz terminolojisinde reddiye ismi verilmiş. Artan mal, hisselerini alan varisler arasında tekrar bölüştürüldüğünden, varisler ayette yazan oranlardan daha fazla almış oluyor. Ama burda ilkesel bir sorun yok, çünkü neticede Kuran'da belirlenmiş olan oranlar sahiplerine verilebilmiş.
Gerçi sahabenin büyüklerinden Zeyd bin Sabit reddiye yöntemine karşı çıkmış ve bu durumlarda kalan malın devlet hazinesine (beytü'l male'e) bırakılması gerektiğini savunmuş.
• bkz. Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi, 3. Cilt, VIII. Bölüm: İslam Miras Hukuku (Feraiz), S. 236
Ama bu tartışmanın, hemen aşağıda işlenilecek olan matematik hatasıyla bir ilgisi yok. Çünkü malın fazla geldiği durumlarda, artakalan kısmı reddiye yöntemiyle hisselerini alan varislere (bonus olarak) bölüştürsek de, ayette geçmeyen yakınlar arasında paylaştırsak da, devlet hazinesine geçirsek de, fakir fukaraya dağıtsak da, her halükârda ayette yazan oranlar sahiplerine verilebilmiştir.

6. Kuran'daki Matematik Hatası: Malın Az Gelmesi -
Pay'ın Payda'dan Büyük Çıkması
Fakat bazı durumlar da var ki, ayetlerdeki oranları dağıtmaya çalıştığımızda, mal yetmiyor, pay paydadan büyük çıkıyor. Ayetlerin hazırlanmasında belli ki bu durumlar düşünülememiş ve böylece çok bariz bir hata yapılmış. Meselâ birisi bize "Şu pastanın yarısını Fatma'ya, yarısını Ayşe'ye, üçte birini de Hatice'ye ver" dese, muhtemelen bu kişinin ya şaka yaptığını sanarız, ya da zekâsından şüpheleniriz.
İşte ayetleri uygulamaya çalıştığımızda tam olarak bu absürt sonucun çıktığı birden çok durum (varis tablosu) var. Bu durumlar, fıkıh kitaplarının "feraiz" (miras hukuku) bölümünde işlenmekte. Burada sadece iki tanesini örnek olarak ele almakla yetinebiliriz.
Örnek 1: Kardeşleri olmayan bir adam (borç ve vasiyet bırakmadan) ölür. Geriye üç kız çocuğu, annesi, babası ve karısı kalır.
Bu durum için geçerli olan cümleleri okuyalım:
Nisa/11'den: "(Çocuklar) ikiden fazla kız iseler, (ölenin geriye) bıraktığının üçte ikisi onlarındır."
Nisa/11'den: "Ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığı maldan, ana babasından her birinin altıda bir hissesi vardır."
Nisa/12'den: (Karı için) "Eğer çocuğunuz varsa, bıraktığınızın sekizde biri onlarındır."
üç kız çocuğuna (toplam): 2/3 = 16/24
anneye: 1/6 = 4/24
babaya: 1/6 = 4/24
karısına: 1/8 = 3/24
toplam: 27/24 !
Böyle bir paylaşımı yapmak ise matematiksel olarak imkânsız. Çünkü pay, payda'dan büyük çıkıyor. Yani mal yetmiyor.
Ne yaparsak yapalım, malı bu şekilde bölüştüremiyoruz. Ya ayette geçen oranları kendimizce azaltacağız, ya da ayette hak sahibi olan bazı varislere hiçbir şey vermeyeceğiz. Ama her halükârda, ayette yazan oranları bütün hak sahiplerine vermek mümkün değil!
Bu örnek durumda ayetlerin kasıtlı veya kasıtsız yanlış uygulanması söz konusu değil. Hem ayetlerin lafzından da açıkça bu sonuç çıkıyor. Hem de zaten bizzat İslam Fıkıhı eserlerinde bu durum aynen bu şekilde ele alınmakta:
bkz örneğin:
• Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi, 3. Cilt, VIII. Bölüm: İslam Miras Hukuku (Feraiz) S. 288
• Camisab Özbek, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı, Ravza Yayınları, 4. Cilt, 69. Bölüm: Feraiz, el-Minberiyye Meselesi
• İmam Nevevi, Açıklamalı Minhâc Tercümesi (Minhâcü't-Talibin), Kahraman Yayınları, Feraiz Bölümü, "B. Meselelerin Halleri ve Avil (Yükselme)
• Seyyid Sabık, Fıkhu's-Sünne - Ayet ve Hadislerle İslam Hukuku, Pınar Yayınları, 22. Bölüm, Miras İlmi, Avl
• Kadı Ebu Şuca, Ğayet’ül-İhtisar ve Şerhi, Ravza Yayınları, 402-405.
Not: Yukardaki eserlerin bazılarında bu örnek 3 kız çocuk olarak değil, 2 kız çocuk olarak ele alınmış. Nisa/11'de kız çocuk tek ise ve ikiden fazla ise ne olacağı belirtiliyor, fakat tam iki ise ne olacağı hakkında lafzen açık hüküm yok. Alimlerin büyük çoğunluğu, kız çocuğunun iki olmasını, ikiden fazla olmasıyla eşit olarak değerlendirmekte (yani kız iki olursa da, Nisa/11 gereği toplam üçte iki vermekte). Buradaki örnekte özellikle 3 kız çocuğu seçildi ki, hiçbir tartışma olmasın. Ayetin açık hükmüne göre 3 kız çocuğuna her halükârda toplam üçte iki verilmesi gerekiyor.
Örnek 2: Çocuğu ve babası olmayan bir kadın ölür ve geriye annesini, kocasını ve bir öz kız kardeşini bırakır.
Nisa/11'den: "Eğer çocuğu yok da (yalnız) ana babası ona varis oluyorsa, anasına üçte bir düşer."
Nisa/12'den: (Koca için) "Eğer çocukları yoksa, karılarınızın geriye bıraktıklarının yarısı sizindir."
Nisa/176'dan: "Çocuğu olmayan bir kişi ölür de kız kardeşi bulunursa, bıraktığı malın yarısı onundur."
anneye: 1/3=2/6
kocaya: 1/2=3/6
öz kız kardeşe: 1/2=3/6
toplam: 8/6 !
Bu durum da fıkıh kitaplarında aynen bu şekilde hesaplanır. Hatta bu örneğin Halife Ömer döneminde gündeme gelen ve tarihde ilk defa "avliye" metodunun uygulandığı durum olduğu rivayet edilir. Bu durumun İslam Hukukçularınca aynen bu şekilde ele alındığına dair:
bkz.• Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi, 3. Cilt, VIII. Bölüm: İslam Miras Hukuku (Feraiz) S. 287
• el-Mavsili, el-İhtiyar, çeviren: Mehmet Keskin, Ümit Yayınları, Feraiz Bölümü, Avl Başlığı
• Kadı Ebu Şuca, Ğayet’ül-İhtisar ve Şerhi, Ravza Yayınları, 402-405.

7. Ehli Sünnetin (Halife Ömer'in) "Çözümü":
Avliye Yöntemi
Ayetlerdeki hesap hatasını gün yüzüne çıkartan ilk fiilî durum ikinci halife Ömer'in hilafeti döneminde vukû bulmuş. Ölen bir müslümanın malının varislere devlet eliyle bölüştürülmesi gerekmiş. Fakat ayetlerdeki belirlenen oranları vermeye çalışınca, (yukardaki örnekte olduğu gibi) pay payda'dan büyük çıktığından bu mümkün olmamış. Ömer de durumu bir takım önde gelen sahabeyle istişare ettikten sonra şöyle bir "çözüm" yoluna gitmiş: Oranlardaki payda'yı yükselterek pay'a eşitlemiş, yani hak sahibi mirasçılara ayetteki açık hükme göre verilmesi gereken oranları malın yeteceği şekilde eksiltmiş. Sahabelerden İbn Abbas ise bu uygulamaya itiraz edenlerden olmuş.
bkz.
• el-Mavsili, el-İhtiyar, çeviren: Mehmet Keskin, Ümit Yayınları, Feraiz Bölümü, Avl Başlığı
• Camisab Özbek, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı, Ravza Yayınları, 4. Cilt, 69. Bölüm: Feraiz.
İlk olarak Halife Ömer'in uyguladığı ve hanefi, şafii, maliki ve hanbeli mezbelerince (yani Ehl-i Sünnet'in dört mezhebince de) kabul gören bu yöntemi yukardaki örneklere uygulayalım.
Örnek 1: Durum şöyleydi:
üç kız çocuğuna (toplam): 2/3 = 16/24
anneye: 1/6 = 4/24
babaya: 1/6 = 4/24
karısına: 1/8 = 3/24
toplam: 27/24
Ehl-i Sünnet'in yöntemine göre bu durumda eksik kalan payda, çoğaltılarak pay'a eşitleniliyor (Bu yüzden bu işleme "avliye" denmiş. "avl", yükseltme, çoğaltma anlamına geliyor.) Yani 24 sayısı, 27'ye dönüştürülüyor ve taksim 27 payda'sı üzerinden yapılıyor:
üç kız çocuğuna (toplam): 2/3 = 16/24 => 16/27
anneye: 1/6 = 4/24 => 4/27
babaya: 1/6 = 4/24 => 4/27
karısına: 1/8 = 3/24 => 3/27
toplam: 27/24 => 27/27
Böylece ayetteki açık hükme göre verilmesi gereken oranlar bütün mirasçılar için düşürülmüş oluyor. Yani yukardaki durumda meselâ anne 1/6 = 4/24 alması gerekirken, sadece 4/27 alıyor.
Örnek 2:
anneye: 1/3=2/6 => 2/8
kocaya: 1/2=3/6 => 3/8
öz kız kardeşe: 1/2=3/6 => 3/8
toplam: 8/6 => 8/8
Burda da aynen birinci örnekte olduğu gibi eksik kalan payda 6 yükseltilerek pay'a tamamlanmış ve bütün mirasçıların oranı düşürülmüş oldu. Örneğin anneye ayette üçte bir yazmasına rağmen, sekizde iki, yani dörtte bir kaldı.

8. Şia'nın (İbn Abbas'ın) "Çözümü":
Öncelik Sırası Yöntemi
Halife Ömer'in bu uygulamasına karşı çıkan İbn Abbas'ın yöntemine göre ise, pay'ın payda'dan büyük çıktığı bu durumlarda söz konusu mirasçılar arasında bir "öncelik sırası" belirleniliyor ve eksiklik sadece bu sıralamada sona kalanlara yansıtılıyor. Şia mezhebinin alimleri de bu yöntemi esas almakta. Şia, kendi mezhebince bir takım ayet ve hadislere dayanarak bir öncelik sırası oluşturmuş: Örneğin mal yetmese de, eşlerin oranlarının düşürülemeyeceğini (yani karı-kocanın öncelikli olduğunu) söylemekteler. Bununla birlikte şii alimlerinin anne-baba oranlarında bir eksiltme olamayacağı veya eksikliğin sadece kız çocuklara yansıtılması gerektiğine dair çoğunluk görüşleri olduğu söylenmekte. Ama görüldüğü kadarıyla Şia'nın da görüş birliğiyle baştan sona üzerinde anlaşabildiği herhangi bir öncelik sırası listesi yok ve farklı "içtihadlar" söz konusu.
Sonuç olarak Şia'nın önerdiği yöntemle de ayetlerde apaçık belirtilmiş olan oran(lar) eksiltilmek zorunda. Tek fark eksikliğin bütün mirasçılara değil, sadece bazılarına yansıtılması. Ama bu durumda da eksiklik kime yansıtılıyorsa, o mirasçı Kuran'da belirtilmiş olan oranı alamamış oluyor. Çünkü ayetlerde geçen oranları dağıtmak zaten imkânsız. Her halükârda birilerine ayette yazandan daha az verilmesi kaçınılmaz.

9. Her İki Çözümün de Sakatlığı
Kuran'daki matematik hatasının bu kadar açık seçik olmasına rağmen, inananlar bunu bile kabul etmemeyi başarabiliyorlar! Hele İslam Hukukçuları bu sorunu dillendirenleri sürekli feraiz ilmini (İslam Miras Hukukunu) bilmemekle, anlamamakla suçlarlar. Oysa ortada anlaşılması çok zor, çok derin bir mesele yok. Mesele yukarda anlatılandan ibaret: Kuran'daki hükümlere göre bazı durumlarda hesap tutmuyor! Bu engeli aşmak için uygulamada yukarda sayılan yöntemler bulunmuş, hatadan kaynaklı imkânsızlık pratikte aşılmış. Ama pratikte bunun aşılmış olması ve 1.400 yıldır fıkıh kitaplarında ve şerî uygulamalarda, yukarda tanıtılan yöntemlerin oturmuş müesseseler hâline gelmiş olması, hatanın hiç olmadığı anlamına gelmez.
Ehli Sünnetin "avliye" metodu da, Şia'nın öncelik sırası metodu da, aslında Kuran'daki hatayı düzeltmek'ten başka birşey değil!
Bu "düzeltme" yöntemleriyle bariz bir şekilde, Kuran'daki açık hükümden sapılıyor. Hükümden sapılıyor, çünkü hükmün kendisini uygulamak matematiksel olarak imkânsız.
Bir ilk okul öğrencisi sınavda "2 + 2 = 3" yazarsa, öğretmen 3'ün üstünü çizer, 4 yazar ve öğrenciye düşük not verir. Biz bu durumda, "öğretmen talebenin hatasını düzeltti" deriz, "avliye usûlü ile 2+2=3'deki gizli hakikati buldu" demeyiz!
Mesele bu kadar basit! Ayetteki oranların üstü çiziliyor ve yerine uygulanabilir oranlar konuluyor.

10. Müslümanların Savunma Taktikleri
miras hesap hatası
Kuran'daki matematik hatası bu kadar açık-seçik olduğu hâlde, müslümanlar binbir türlü zorlama "izah"larla bu bariz hatayı kabullenmemenin yollarını arıyorlar. Dinin gereği olan "kayıtsız şartsız teslimiyet" insanları işte böyle durumlara düşürebiliyor.

(a) Meseleyi topyekûn inkâr etmek
Kuran'daki hükümlere göre bazı durumlarda pay'ın payda'dan büyük çıktığı hem aşikâr, hem de zaten İslam alimleri tarafından inkâr edilen bir durum değil. Buna rağmen internette birçok islamî site veya forumda, islam fıkıhı hakkında pek bilgisi olmayan bazı müslüman gençler "dinsizlerin saldırılarına" karşı cevap vermek adına, bu gerçeği topyekûn reddetmekte ve ayetlere göre her durumda pay ile paydaların eşit çıktığını iddia etmekteler. Bunu yapabilmek için genelde ayetlerin verilen örnekler üzerinde yanlış uygulandığını açıklamaya çalışıyor ve kendilerince bir takım meal ve yorumlar getiriyorlar. Ekseriyetle Nisa/11'de geçen "Ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığı maldan, ana babasından her birinin altıda bir hissesi vardır." cümlesinin yanlış anlaşıldığını, burada kastedilenin "sadece tek bir çocuğu varsa" olduğunu ileri sürüyorlar. Bu yorum, hem ayetin lafzıyla uyuşmuyor, hem de tefsir ve fıkıh kitapları tarafından yalanlanmakta.
Fakat yine de, bu eleştiriyi daha en baştan bertaraf etmek için yukardaki Örnek 1'e bir de Örnek 2 olarak çocuksuz bir durum eklendi zaten. Ayrıca her iki örneğin de alimlerce de buradaki gibi ele alındığına dair fıkıh kitaplarından kaynak gösterildi. Zaten "avliye gerektiren", yani pay'ın payda'dan büyük çıktığı durumlar bunlardan ibaret de değil. Herhangi bir fıkıh eserine başvurarak daha birçok benzer durum okunabilir.

(b) "Avl gerektiren varis tabloları (durumlar) tek bir cümle/ayet bütünlüğü içinde geçmiyor, dolayısıyla zaten Kuran'da doğrudan düzenlenmiyor" iddiası
Meseleyi topyekûn inkâr etmenin başka bir şekli olan bu iddianın yanlış olduğunu görmek için ayetleri okumak yeterli. Ama bu iddiyı da internet ortamında savunanlar olduğu için yine de ayrıntılı bir cevap vermek yerinde olabilir. Yukarda 4. Ayetlerdeki Düzenleme Tekniği başlığında da açıklandığı gibi:
Her üç miras ayeti de birden çok cümle içerir ve her bir cümle "eğer şöyle ise, şu varise (mirasçıya) şu kadar verilir" şeklinde düzenlemeler getirir.
Meselâ bir ayetin bir cümlesinde "eğer çocuk yoksa anneye şu kadar" diye geçer, diğer ayetin başka bir cümlesinde "eğer çocuk yoksa kocaya şu kadar" diye geçer. Pratikte eğer ölen bir kadının çocuğu yok, fakat annesi ve kocası var ise, bu somut durum için her iki cümle de aynı derecede ve doğrudan geçerli olur. Yani "eğer çocuk yoksa anneye şu kadar" cümlesi bir tek ölenin sadece annesinin olduğu, başka kimsesinin (örneğin eşinin) olmadığı durumu düzenlemekle kalmıyor. Zaten bu mantıksız olurdu, cümle sadece ve sadece bu durumu (ölenin varis olarak yalnızca annesinin kaldığı durumu) düzenlemiş olsaydı, neden anneye sadece üçte bir versin? "Eğer çocuk yoksa anneye şu kadar" cümlesi, ölenin çocuğunun olmadığı, fakat annesinin olduğu her durum için doğrudan geçerli (ölenin eşi olsa da olmasa da vs.).
Başka bir deyişle, pratikte çıkabilecek olan durumlar (varis tabloları) tek tek bir bütün olarak tek bir ayet veya tek bir cümle bütünlüğü içerisinde ele alınmamış. "Avl gerektiren durumlar, Kuran'da zaten doğrudan düzenlenmiyor" diyen kişi, aynı zamanda "avl gerektirmeyen normal, sorunsuz durumlar da Kuran'da doğrudan düzenlenmemiş", hatta "bu ayetlerle herhangi birşey düzenlenmemiş" demek zorunda kalır.
Ayrıca Nisa/11 ve 12'nin "nüzûl sebebi"ne bakarak da bu iddianın yanlış olduğu kolayca anlaşılabilir. Tefsirlerin rivayetine göre, her iki ayet de şu somut durum vesilesiyle "nazil olmuş". Şehit düşen bir sahabe (hangi sahabe olduğu hakkında rivayetler farklı, Sâd b. Rabi, Abdurrahman ibn Sabit gibi isimler rivayet edilmiştir) arkasında kız çocuklarını ve karısını bırakır. Fakat sahabenin erkek aile fertleri tüm mirasa el koymak ister. Bunun üzerine bu iki ayet "gelir" ve ölen sahabenin Nisa/11'le kızlarının, Nisa/12'yle de eşinin oranları tayin edilir.
bkz:
• Bedrettin Çetiner, Esbab- ı Nüzül - Kur'an Ayetlerinin İniş Sebepleri, Çağrı Yayınları, Nisa/11
• Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Nisa/11
• İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları, 4/610, Nisa/11
• Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları, 7/378, Nisa/11
• Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyatı, 1/496-497ı, Nisa/11
• Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları, 2/512-513, Nisa/11
• Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları, 1/403-404
Yani her iki ayet de bu somut durum vesilesiyle, bu somut durumu da düzenlemek için gelmesine rağmen, tek bir cümle veya ayet bütünlüğü içerisinde düzenlemez, bir ayetinde kızların, diğer ayetinde eşin payını belirler. Demek ki, "pay'ın payda'dan büyük çıktığı durumlar (varis tabloları) Kuran'da zaten doğrudan düzenlenmiyor, çünkü bu durumlar tek bir cümle veya ayet bütünlüğü içerisinde ele alınmamış" demek, ayetlerin düzenleme tekniğini anlamamış olmaktan (veya sırf Kurandaki matematik hatasını kabullenmemek için zorlama da bir takım tutarsız iddialara sığınma ihtiyacından) kaynaklanıyor. Zaten Nisa 11 çocukların, anne ve babanın, Nisa 12 ise eşlerin ve (aynı anneden olan) kardeşlerin paylarını belirliyor. Üstelik Nisa 12'de eşlere verilecek pay "çocuk varsa şu kadar" - "çocuk yoksa bu kadar" gibi şartlara ayrılmış. Dolayısıyla örneğin ölenin eşinin ve çocuklarının bulunduğu bir durumda, Nisa 11'deki çocukların durumuna isabet eden cümle ile, Nisa 12'deki eşin durumuna isabet eden cümle, bu somut durum için doğrudan geçerli olur. Yani bu somut durum (varis tablosu) Kuran'da doğrudan düzenlenmiş olur.
Zaten Halife Ömer de, ilk sorunlu durum kendi hilafeti döneminde vukû bulduğunda "bu durum Kuran'da düzenlenmemiş, ne yapsak acaba?" değil, "Kuran'daki, bu durum için geçerli olan oranları bölüştürmeye kalktığımızda mal yetmiyor, ne yapsak acaba?" diye diğer sahabelerle istişare ediyor ve neticede avliye yöntemini uyguluyor.
Ayrıca Kuran’daki ayetlerde bütün olası durumların düzenlenmemiş olmasının konuyla ilgisi de yok. Zaten hesap sorunu, ayetlerin düzenlemediği değil, düzenlemiş olduğu bazı durumlarda ortaya çıkıyor.
(c) "Avliye yöntemiyle varislere verilen payların arasındaki orantılar aynı kalıyor" savunması
Avliye yöntemini savunmak için en çok öne sürülen argümanlardan biri, varislere düşen payların arasındaki orantıların aynı kaldığı gerçeğidir. Bu argüman tek başına ele alındığında doğru, fakat meselenin özüyle alâkasız.
Yukardaki Örnek 2'ye getirilen sünni "çözüm"e tekrar bakalım:
Kuran'a göre: anne 2/6 koca 3/6 kız kardeş 3/6
Avliye yöntemine göre: anne 2/8 koca 3/8 kız kardeş 3/8
Her iki durumda da ölenin kocasıyla kız kardeşi eşit paylar aldı ve ölenin annesi bu payın üçte ikisini aldı.
Çünkü 2/6 hissesi 3/6 hissesinin üçte ikisi ediyor. Aynı şekilde 2/8 hissesi de 3/8 hissesinin üçte ikisini teşkil ediyor.
Yani avliye yöntemiyle, ayetlerde belirtilen hisselerin arasındaki orantılar aynı kalmış oldu.
Fakat konu bu değil ki!
Ayette varislerin arasındaki orantılardan bahsedilmiyor. Açık bir şekilde toplam varlığın kaçta kaçı verileceği emrediliyor.
Kuran'da anneye malın üçte biri (1/3 = 2/6), koca ve kız kardeşe de (her birine) malın yarısı (1/2= 3/6) verilir deniliyor. Fakat alimler, bunun üstünü çiziyor ve anneye 2/8, koca ve kız kardeşe de (her birine) 3/8 veriyor. Çünkü Kuran'daki hükmü uygulamak mümkün değil, matematiksel olarak imkânsız! Bu yüzden Kuran'daki hükmün üstü çiziliyor ve ona "en yakın" uygulanabilir bir hüküm getiriliyor.

(d) "Ayetlerdeki oranlar sadece birer sınırdır" iddiası
Kimileri ise Nisa/13'ü de delil göstererek ayetlerdeki oranların sadece birer "sınır" olduğunu, yani mutlak olarak alınmaması gerektiğini, dolayısıyla avliye gibi metotlarla gerçekleşen sapmaların sorun olmadığını savunmakta. Ayetleri ön-yargısız bir şekilde okuduğumuzda, oranları sadece birer "sınır" olarak yorumlamak için hiç bir dayanak göremiyoruz.
Nisa/13'de geçen "hudud" (sınırlar) kelimesini niceliksel/sayısal birer sınır olarak anlamak ise hiç mümkün gözükmüyor. Burada kastedilenin sayısal sınırlar değil, "Allah'ın koyduğu ve aynen riayet edilmesi gereken yasalar/hükümler" olduğu ayetin bağlamından da açıkça anlaşılabilir.
Yine de isteyen birkaç tefsire bakarak da bu noktada emin olabilir.
Örneğin:
Fahruddin er-Razi
Allah'ın sınırlan'ndan murad, Allah'ın zikredip açıkladığı ölçü ve miktarlardır. Birşeyin hududu (sınırı), kendisi ile başka şeylerden ayrıldığı taraftır.
Hudûdu'd-dâr (evin sınırları) ifâdesi de bu manadadır. Birşeyin hakikatine delâlet eden söz de, "o şeyin haddi (sınırı)" diye adlandırılır. Çünkü o söz, ifâde ettiği hükmün içine başkasının girmesine mâni olur. "Başkası" ise, o sözün dışında kalan herşeydir.
Fahruddin er-Razi, Tefsiri-i Kebir, Mefatihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları, 7/414-415, Nisa/13
İzzet Derveze
Son iki ayette Allah'ın koyduğu kanunları tenfiz etme noktasında, koyduğu şer'i ya­saların haddini aşmama, onlarla asla oynamamayı tenbih hususunda pekiştirmedir. Bu sebeple kim Allah'a ve Rasulü'ne itaat ederse kurtulacak, cennetine kavuşacak, kim de Allah'a ve Rasulü'ne isyan ederse, Allah onu cehenneme koyacaktır; o ne elim ve alçal-tıcı bir azaptır.
İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6 Cilt, Nisa/13
Ayrıca Nisa/13'ü hemen ardındaki Nisa/14'le birlikte okuduğumuzda, buradaki "sınır"ın miras paylarına ilişkin niceliksel bir sınır olmadığını, aksine Nisa Suresinin başından beri anlatılanların (evlilik, yetim hakkına riayet, miras vs.) hepsinin kastedildiğini ve bunlara mutlaka aynen riayet edilmesi gerektiğinin vurgulandığını anlıyoruz. bkz. Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Nisa/13-15
Ama en önemlisi, "sınır" iddiasının zaten kendi içerisinde tutarsız olduğu. Bir miktarın (niceliksel anlamda) sınır olabilmesi için, ya azami (maksimum) ya da asgari (minimum) sınır olması gerekir. Ama yukarda da gördüğümüz gibi, ayetteki oranları bazı durumlarda avliye yöntemiyle eksiltmek, bazı durumlarda ise reddiye yöntemiyle çoğaltmak gerekiyor. Yani Kuran'da açık-seçik yazan hisseden, bazen daha fazla bazen de daha az bir oran vermek zorunda kalınıyor. Bu durumda ayette geçen oranların (niceliksel anlamda) "sınırlar" olduğu iddiası zaten anlamsız bir laftan ibaret kalıyor.

(e) "Reddiyeyle ayetteki hisselerden daha fazla vermek sorun değilse, avliyeyle daha eksik vermek neden sorun olsun?" savunması
Bu savunmayı şöyle ifade edebiliriz:
Birinci Adım:
"Ayette eğer sadece bir kız evlat varsa, onun payının 1/2 olduğu yazıyor. Fakat eğer ölen kişinin bu tek kızı haricinde ailesinden hiç kimse kalmamışsa, elbette ki kıza 1/2 değil, malın tamamı verilir. Bu gayet açıktır ve Kuran'da bunun özel olarak belirtilmesine gerek de yoktur. 1/2 yerine bu durumda malın tümünü vermek ayetteki hükümden sapma anlamına gelmez."
İkinci Adım:
"Eğer bazı durumlarda ayette yazan orandan daha fazla vermek sorun değilse, diğer bazı durumlarda o orandan daha eksik vermek de sorun değil demektir."
Bu savunmanın sakatlığı zaten yukarda >5. Malın Fazla Gelmesi ve Reddiye Meselesi< başlığında işlendi.
Orada yazılanlarla birlikte bu savunmanın sakatlığını özetleyecek olursak:
Reddiye yönteminden hareketle avliyenin meşruiyetini çıkartmak ve böylece avliye yöntemiyle ayetteki hükümden sapıldığını inkâr etmek, geçerli bir argüman değil, çünkü:
(1) Reddiye yöntemi, malın fazla geldiği durumlarda, artakalan kısmın ne yapılacağı sorusuna aklen verilebilecek cevaplardan sadece bir tanesi. Artan malı, ayette geçen mirasçılar arasında (bonus olarak) tekrar bölüştürmek yerine, meselâ devlet hazinesine geçirmek de mümkün bir seçenek, ki sahabenin büyüklerinden Zeyd bin Sabitreddiye yöntemine karşı çıkarak, bunu savunmuştur.
(2) Eğer Kuran'daki oranların dağıtılmasında malın sadece fazla geldiği durumlar mümkün olsaydı, fakat eksik kaldığı durumlar mümkün olmasaydı, ayetlerde geçen oranları minimum/asgari sınırlar olarak okuyabilirdik. Böylece mirasçılara her halükârda en az ayette yazan oranlar veriliyor olurdu. Oysa durum böyle değil. Bazı durumlar var ki, Kuran'da yazan oranları dağıtmaya çalıştığımızda mal yetmiyor ve bir yerlerden kesmek, yani ayette yazan oranları bir şekilde azaltmak gerekiyor.
ve asıl önemlisi
(3) Malın fazla geldiği durumlarda, zaten Kuran'da yazılı oranlar dağıtılabiliyor! Artan malı, yine ayette geçen mirasçılara (bonus olarak) dağıtsak da (reddiye yöntemi), devlet hazinesine geçirsek de, ayette geçmeyen diğer yakınlara bölüştürsek de, her halükârda ayette yazılı oranlar verilebiliyor. Fakat malın eksik kaldığı durumlarda ayetteki oranları vermek matematiksel olarak imkânsız kalıyor.
Birisi "Şu pastanın üçte birini Ayşe'ye, üçte birini de Zeybeb'e ver" derse, biz bu cümleye hatalı demeyiz, sadece diğer üçte birinin ne olacağını sorabiliriz (ki bu soruya da birçok makûl cevap verilebilir).
Fakat "Şu pastanın üçte birini Ayşe'ye, üçte birini Zeyneb'e, yarısını da Fatma'ya ver" diyen birisinin, matematiksel zekâsından şüphe ederiz.

(f) "Bu durumlarda avliye yönteminin uygulanması gerektiği zaten en baştan ve kendiliğinden bellidir" iddiası
Malın eksik kaldığı durumlarda, yani Kuran'daki oranları dağıtmanın matematiksel olarak imkânsız olduğu durumlarda, ne yapılacağı ne aklen baştan belli ne de naklen. Kuran öncesi Arap Miras Hukuku veya hesap/ticaret geleneğinde, yasa/akit metninindeki oranları gelişi güzel yazıp, uygulamada malın eksik kaldığı durumlarda ise avliye yöntemiyle oranları "düzeltme" gibi bir âdetin varlığına hiçbir kaynakta rastlamıyoruz. Üstelik bu durumlarda ne yapılması gerektiğine dair hiçbir peygamber hadisi de yok.
Zaten bu yüzden de, pratikte ilk defa Halife Ömer döneminde böyle bir durumla karşılaşıldığında ne yapılacağı hemen bilinememiş, önce bir istişare gerekmiş. Ve yine bu yüzden İbn Abbas, Ömer'in avliye metoduna karşı çıkmış ve farklı bir yöntem savunmuş. Ve zaten Şia mezhebi de 1400 yıldır, avliye yöntemini değil, İbn Abbas'ın savunduğu "öncelik sırası" yöntemini uygulamakta.
Üstelik Halife Ömer'in kendisi de, ayetlerde geçen mirasçıların hangisinin öncelikli olduğuna dair bir ipuçu göremediğinden dolayı, avliye yöntemiyle bütün mirasçıların hisselerini düşürmeyi uygun bulduğunu söylemiş (bkz. el-İhtiyar, el-Mavsili, çeviren: Mehmet Keskin, Ümit Yayınları, Feraiz Bölümü, Avl Başlığı). Yani bizzat Ömer'e göre de aslında böyle durumlarda avliye yönteminin uygulanması gerektiği baştan ve kendiliğinden aşikâr olan bir çözüm değil.
Sünni İslam Dünyasında, avliye metodunun 14 asırdır hem teoride hem uygulamada oturmuş bir müessese hâline gelmiş olması, bu yöntemin zaten en baştan belli olduğu anlamına da gelmez, bu yöntemle ayetlerdeki açık hükümlerden sapıldığı gerçeğini de örtmez.

(g) "Bütün mümkün durumları öngörecek bir düzenleme zaten imkânsızdır" iddiası
Nisa/11,12,176'ya göre her durumda değil, sadece bazı durumlarda (ölen kişinin kaç oğlu, kaç kızı olduğu, anne, baba ve eşinin hayatta olup olmadığına göre) söz konusu hesap hatası ortaya çıkıyor. Hatta Halife Ömer dönemine kadar bu hesap hatası farkedilmemiş, ilk onun döneminde böyle bir durum pratikte gündeme gelmiş. Ömer de yukarda anlatıldığı gibi en uygun "çözüm" olarak gördüğünden ilk defa avliye yöntemini uygulamış. Yine de yukardaki örneklerden de anlaşılacağı gibi, bu "sorunlu" durumlar öyle çok ender rastlanılacak, hemen hemen hiç gündeme gelmeyecek durumlar değil. Gayet olağan, her gün söz konusu olabilecek durumlar.
Bazı müslümanlar (sırf matematik hatası iddiasına karşılık verebilmek adına), bütün durumları göz önünde bulundurarak sorunsuz çözümleyecek bir düzenlemenin zaten imkânsız olduğu yönünde gülünç bir iddiada bulunuyorlar. Oysa hem İslam öncesi, hem İslam sonrası hem de günümüzde geçerli olan birçok beşeri hukuk sisteminde miras kanunlarının hiç bir durumda hesap sorunu çıkartmadan (matematiksel olarak) pürüzsüz bir düzenleme getirdiğini biliyoruz. Herşeyi bilen, gücü herşeye yeten bir Tanrı'nın eksiksiz ve mükemmel kitabında bunun yapılamamış olması akla sığmıyor.
Ayrıca tekrarlamak gerekirse: Kuran'daki ayetlerde bütün olası durumların düzenlenmemiş olmasının konuyla ilgisi de yok. Zaten hesap sorunu, ayetlerin düzenlemediği değil, düzenlemiş olduğu bazı durumlarda ortaya çıkıyor.
(h) "Kuran'da sadece ana ilkeler belirlenir, ayrıntılar ise Hadis ve İçtihad'a bırakılır" savunması
Bu savunmayı şöyle ifade edebiliriz:
"Allah, Kuran'da sadece en önemli ana ilkeleri belirtmiş, ayrıntıları ise Hadis ve İçtihad'a bırakmıştır. Bu ayetleri de böylece yorumlamak gerekir. Nitekim hata olduğunu iddia edenlerin öne sürdüğü sorun da, zaten Hadisler ışığında, Sahabe ve Alimlerin içtihadları ile çözüme kavuşturulmuştur. Bu, sadece miras konusuna özgü birşey değildir. Kuran'ı bütün olarak bu şekilde görmek gerekir."
Bu savunma -somut konumuzla ilgili olarak- birçok açıdan yanlış ve tutarsız.
Kuran'da sadece en önemli ana ilkelerin belirlenmiş olduğu iddiası ile, zaten buradaki tartışmaya konu olan miras ayetleri pek uyuşmuyor. Tüm zaman ve mekânlar için geçerli olan, evrensel bir kitapta, neden ekonomik, sosyal, kültürel, demografik şartlardan tamamen bağımsız olarak, bu denli ayrıntılı miras yasaları getirilsin? Onu da geçtik, bu savunmanın içerdiği iddia ışığında Kuran'daki günübirlik ayetleri nereye koyacağız?
Asıl önemlisi ise, içtihad terimi ancak Kuran'ın çizdiği sınırlar içerisinde verilen kararlar için anlamlı olabilir. Örneğin Kuran, Nisa/11'de ölenin sadece tek kızı var ise, bu kıza hangi payın verileceğini belirlemiş (malın yarısı). Aynı şekilde ölenin (erkek çocuğu yok, fakat) ikiden fazla kızı var ise de, kızlara ne kadar verileceğini tayin etmiş (toplam üçte iki). Fakat tam iki kız var ise, ne olacağını belirtmemiş. Demek ki, burada içtihada gerek var. Alimlerin büyük çoğunlu işte bu konuda (çeşitli argümanlarla) "iki kızın (toplam) payı, ikiden fazla olan kızların (toplam) payına eşittir, yani üçte ikidir" içtihadında bulunmuş. Burada ayetin hükmüne ters bir karar yok. Ayetlerin "boş bıraktığı" bir alanda (ve yine ayetteki hükümlerin ışığında) bir karar verilmiş.
Aynı şekilde malın fazla geldiği durumlarda da, artakalan malın ne yapılacağı Kuran'da belirlenmemiş. Bu durumda da (çeşitli hadislere de dayanarak) bazı şartlarda artan malın, ayetlerde geçmeyen diğer yakınlara verilmesi gerektiği, diğer bazı şartlarda kalan malın -reddiye yöntemiyle- ayette geçen hisselerini almış olan mirasçılara (bir nevi bonus olarak) verilmesi icab ettiği gibi içtihatlar verilmiş. Reddiyeye karşı çıkıldığı ve artan malın devlet hazinesine geçmesinin savunulduğu da olmuş. Ama bütün bu içtihadlar, Kuran hükümlerine ters düşmüyor, çünkü Kuran'da belirlenen oranlar verilebilmiş. Kuran'ın doğrudan düzenlemediği, boş bıraktığı bir alanda verilen içtihadlar söz konusu.
Fakat malın eksik kaldığı, pay'ın payda'dan büyük çıktığı durumlar için sunulan "çözümlerin" mahiyeti farklı.
"Halife Ömer 'avl yöntemine' (veya İbn Abbas "öncelik sırası yöntemine") içtihad ile hükmetmiştir " demekle sorun yokmuş gibi yapmak komik kaçar. Çünkü bu yöntemlerle ayetlerde emrolunan oranlar verilmiyor, çünkü (bazı durumlarda) bütün varislere ayetlerde tespit edilen oranları vermek zaten matematiksel olarak imkânsız. Avl yöntemine "içtihad" demekle bu gerçek değiştirilemez. Bu yöntemler, ayetlerin doğrudan düzenlemediği, boş bıraktığı bir alan için geliştirilmemiş, ayetlerin düzenlemiş olduğu durumlarda ayet hükümlerini uygulamak mümkün olmadığından dolayı üretilmiş. Her iki yöntem de ayetlerdeki açık hükümden sapmakta. Üstelik bu konuda herhangi bir Hadis de yok!
Ömer, Kuran'daki hata karşısında mantıklı ve pragmatik bir çözüm bulmuş. Fakat bu, hatanın olmadığı anlamına gelmez. "Yazılı hükümden sapma", "yazılı olan hükmü değiştirme" diye birşey varsa eğer, bundan daha açık bir örnek düşünülemez. Hükümden sapılıyor, çünkü hükmün kendisini uygulamak matematiksel olarak mümkün değil.
Bir ilk okul öğrencisi sınavda "2 + 2 = 3" yazarsa, öğretmen 3'ün üstünü çizer, 4 yazar ve öğrenciye düşük not verir. Biz bu durumda, "öğretmen talebenin hatasını düzeltti" deriz, "avliye usûlü ile 2+2=3'deki gizli hakikati buldu" demeyiz!
Bu üç ayette akla gelebilecek her mümkün durumda her varise ne kadar verileceği eksiksiz olarak düzenlenmemiş. Doğru! Fakat yukarda örnekleri verilen matematik hatası da zaten, Kuran'ın düzenlemiş olduğu bazı durumlarda ortaya çıkmakta.

(i) İnsan vasiyetinden örnekler getirmek
Ateizm'e cevaplar vermek için kurulmuş islamî bir internet forumunda, müslüman bir forum üyesi bu konuyla ilgili bir başlık açmış ve yukarda cevaplanan bazı savunma taktiklerinden sonra, iletisinin sonunda şöye bir zekice savunma getirmiş:
(Örnekteki isimleri değiştirerek veriyorum)
Adamın birisinin Ali, Veli ve Deli adında üç oğlu olsun. Ve şöyle bir vasiyet bıraksın:
Ali'ye 1/2, Veliye 1/4, Deli'ye 1/4.
Adam öldüğünde Ali'nin bir şekilde "ortada olmadığını" düşünelim. Bu durumda vasiyette yazdığı gibi Veli'ye 1/4 ve Deli'ye 1/4 verirsek, malın yarısı artacak. Bu yüzden avukat bu durumda şöyle der: "Merhum babanız, Veli ile Deli'ye eşit oranlar vermek istemiş, Ali de ortada olmadığına göre malın yarısını Veli'ye, yarısını da Deli'ye vermek gerekir." Ve mirası bu şekilde bölüştürür. Vasiyette yazan oranlardan sapılmıştır, ama yine de ortadaki yeni duruma göre vasiyeti yazan merhumun istek ve iradesi muhafaza edilmiştir.
Bu örnekte benzerlik kurulan durum reddiyedir. Yani mirasın yetmemesi değil, artması söz konusu ve bu yüzden vasiyetteki oranların eksiltilmesi değil, arttırılması gerekiyor.
Ama biz yine de sırf bu yüzden bu örnekle getirilmek istenen savunmayı reddetmeyelim ve aynı mantık üzerinden bir de avliye için örnek bulalım:
Adamın üç oğlu var, vasiyetinde "her bir oğluma malımın üçte birini (1/3) bırakıyorum" yazmış. Fakat daha sonra adamın dördüncü bir oğlu dünyaya geliyor ve baba vasiyeti değiştirmeden ölüyor.
Bu durumda avukat "Merhumun niyeti malını bütün oğulları arasında eşit bölüştürmekti. Dolayısıyla dört oğula da 1/4 verilir." der. Yine vasiyette yazan orandan sapılmış, fakat vasiyet sahibinin asıl istek ve iradesi korunmuş olur.
Bu örnekte benzerlik kurulan durum avliyedir. Mal yetmediği için, oranlar düşürülüyor.
Örnekler kendi içerisinde tutarlı. Fakat bu örnekle Kuran'daki durum arasında bir benzerlik kurmak son derece hatalı!
Her iki örnekte de, babanın vasiyeti yazarken öngöremediği, yeni bir durum var ortada. Fakat vasiyetin kendisinde herhangi bir hesap hatası yok. Sorun vasiyette değil, çıkan yeni durumda.
Allah'ın öngöremeyeceği bir durumdan bahsetmek Allah tasavvuru ile çelişir. Kaldı ki, insanların oluşturduğu beşeri hukuk sistemleri bile miras paylaşımını hiç bir durumda hesap sorunu çıkartmayacak şekilde düzenleyebilmekte.
Vasiyet örneğinde, babanın vasiyeti yazdığı andan sonra, (kendisi tarafından) öngörülemeyen bir değişiklik olmuş, yeni bir durum ortaya çıkmış. Ya varislerden biri ölmüş/kaybolmuş, ya da yeni bir varis çıkmış. Baba vasiyeti yazarken gerçek olan durum değişmiş ve bu yüzden avukat, "baba vasiyetini yazarken bu durumu bilseydi, şöyle yazardı" şeklinde karar veriyor. Fakat ayetlerdeki durum böyle değil.
Ayetlerdeki sorun, sonradan değişen bir durum yüzünden oluşmuyor. Yani meselâ ayet yazıldıktan sonra, ortaya yeni varisler çıkmıyor. Avliye yöntemi de zaten "Bunlar sonradan çıktı, bu yüzden diğerlerinin oranlarını düşürelim de, bu yeni çıkanlara da pay verebilelim" demiyor. Baştan beri var olan varislere yetmiyor miras! Yani hata ayetin bizzat kendisinde.
Ayetlerdeki soruna uyan bir örnek vermek şart olsaydı, şöyle bir örnek vermek gerekirdi:
Üç oğlu olan bir adam vasiyetinde "Üç oğlumun her birine malımın 1/2'sini (yarısını) bırakıyorum"diye yazmış. Adam ölüyor, üç oğlu da hayatta (ve yeni doğan bir çocuk da yok).
Bu durumda avukat şöyle derdi: "Babanız belli ki bir hata yapmış. Fakat vasiyetinden açıkça anlaşılıyor ki, malını üç oğluna eşit paylarla bölüştürmek istemiş. Bu yüzden üçünüze de 1/3 veriyorum."
İşte avliye yöntemini kullanan Halife Ömer ve islam alimleri de aslında tam tamına bunu demiş oluyorlar.

(j) Yepyeni yöntemler bulmak
Bu apaçık durum karşısında, meseleye vakıf ve az çok entelektüel samimiyeti olanlar en azından bir sorun olduğunu topyekûn reddedemiyorlar elbette. Fakat diğer yandan, Kuran'da bir hata olduğunu da kabullenemedikleri (bu seçeneğin zaten en başta zihinlerinden silinmiş olduğu) için gün görmemiş, yepyeni tefsir ve uygulama yöntemleriyle miras ayetlerini kurtarmaya çalışıyorlar.
Buna bir örnek Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır. Kendisinin başkanı olduğu Süleymaniye Vakfı'nın internet sitesinde "Mukayeseli Fıkıh Dersleri" başlığı altında, "Mirasta Avliye Meselesi" isimli iki bölümlük uzunca bir video bulunmakta (1. Bölüm - 2. Bölüm).
Hocamız önce uzun uzun sorunu anlatıyor ve Kuran'daki matematik hatasından bahsedenlere büyük oranda hak veriyor. Fakat ondan sonra sorunun ayetlerin kendisinde değil, 1400 yıldır tüm mezheplerce uygulanma şeklinde olduğunu söylüyor. Avliye yöntemine de, Şia'nın "öncelik sırası" yöntemine de karşı çıkıyor. Her iki yöntemle de açıkça Kuran hükümlerinden sapıldığını onaylıyor. Ve sık sık bu sorunun 14 asırdır hiçbir alim ve mezhep tarafından çözülememiş olduğunu tekrarlıyor.
Kendi çözümü ise, aslında sadece avliye yöntemiyle, öncelik sırası yönteminin bir kombinasyonundan ibaret. Bazı ayetlere işaret ederek kendince bir öncelik sırası belirliyor. Bu sıralamada ilk gelen kişiye ayette belirlenen oranı veriyor, ikinci mirasçıya ise toplam maldan değil, kalan maldan ayette belirlenen oranı veriyor.
Böylece Kuran'ın açık hükmünden kendisi de sapmış, o hak verdiği eleştirilerin hepsine kendisi de maruz kalmış oluyor (Bunu farkedemeyişi çok ilginç bir durum). Ayetlerde örneğin "kocaya malın yarısı, kalan malın üçte ikisi de üç kız çocuğuna" denmiyor ki! Oranlardan bahsederken açıkça ölenin (borçları ödendikten sonra) bıraktığı toplam malı kastediyor.
Neresinden bakarsak bakalım, istediğimiz kadar evirelim çevirelim, sayın Bayındır'ın "müthiş" buluşu da ayetlerdeki hükmü ıskalamakta.
İşin diğer ilginç bir yanı ise: Diyelim ki, sayın Bayındır'ın yorumu doğru ve diyelim ki, sayın Bayındır'ın dediği gibi 1400 yıldır bildiğimiz bütün mezhepler ve bütün islam alimleri bunu anlayamamış ve hatalı uygulamalara gitmiş. Bundan zorunlu olarak şöyle bir sonuç da çıkar: Demek ki, Kuran'ı söyleyen zat, meramını anlatmakta çok başarısız olmuş. Demek ki, üç müstakil ayette uzunca düzenlemeye değer görecek kadar mühim bulduğu bir meseleyi, 1400 yıl boyunca bütün alimlerin, en farklı mezheplerin dahi yanlış anlayacağı ve yanlış uygulayacağı bir şekilde kötü, karışık, yanlış anlaşılmaya müsait olarak ifade etmiş. Oysa (günümüzden veya eski çağlardan) herhangi az çok yetenekli bir hukukçu bu üç ayeti öyle açık seçik kaleme alabilirdi ki, kimsenin kafası karışmaz, en baştan beri herkes sayın Bayındır'ın anladığı şekilde anlar ve uygulardı. Demek ki, Kuran'da mesele o kadar kötü ve karmaşık anlatılmış ki, 1400 yıldır hiçbir alim Allah'ın murad ettiği miras paylaşımını anlayamamış. SayınProf. Dr. Abdulaziz Bayındır'ın kendi anlattıklarından zorunlu olarak çıkan sonuç bu.

(k) Aklın almadığı şeyleri Allah'a havale etmek
İnanan bir insanın, bu gibi akla, mantığa sığmayan durumlarda, üretebildiği bütün savunma taktikleri de çürütülünce, çekileceği son nokta her zaman aynıdır: Allah'ın ilmine ve hikmetine biz akıl erdiremeyiz. Bize inanmak düşer.
Elmalılı M. Hamdi Yazır meşhur Kuran Tefsiri'nde (farklı bir bağlamda da olsa) miras paylaşımı ile ilgili olarak aynen şöyle demektedir:
"Şüphe yok ki bu farizaları belirleyen ve size tavsiye eden Allah, ta ezelden beri alim ve hakimdir. Bundan dolayı bunların hepsini, Allah Teala'nın, ilim ve hikmeti ile farz ve takdir buyurmuş olduğunda, dünya ve ahiret fayda ve menfaatinize uygun bulunduğunda hiç şüphe etmeyiniz. Bu paylaşımın doğru olduğunu, noksan aklınız kavramaz da 'kadınlara hiç verilmeseydi veya eşit verilseydi, yahut şöyle olsaydı' gibi düşüncelere saplanacak olursa, onu Allah'ın ilmine havale ediniz ve gereği ile amel ediniz."
Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, sadeleştirilmiş versiyon, Zehravehn Yayınları, Azim Dağıtım, Nisa/11-12 (Cild 2, S. 526)
Ayetlerdeki miras paylaşımının âdil olup olmaması sorusunda bu tavsiyeye uymak mümkün gözükse de, burada işlenen konuda bu son mevzi bile işlemiyor. Kuran'daki emrolunan payları bölüştürmek bazı durumlarda matematiksel olarak imkânsız. Dolayısıyla aklımızın almadığı bu durumu Allah'ın "sonsuz ilmine" havale etsek de, bu hükümlere göre amel etmemiz mümkün değil. Çünkü ayetlerde açık bir hesap hatası var.


al şimdi bunu görmezden gelebilir hata olmadığını iddia etmek için bin dereden su getirebilirisin


Öncelikle önyargılarınızı kendinize saklayın benim adıma kendinize cevap verip kendi kendinize tartışıyorsunuz bu saçmalığa bi son verin önce soruyu sorun sonra cevabı bekleyin ve cevaba da itiraz edecekseniz sonra edersiniz sıranızı bekleyin.

Birincisi miras konusundaki şey bir tavsiyedir. Her şeyden önce bunu bilin. Yani tek bir meali okuyup bu böyle demeyin en başta da söyledim ayeti masaya yatırın ve tüm mealleri okuyup altında yatan mesajı almaya çalışın. Armut piş ağzıma düş olayı İslam da yoktur. İman eden insan araştırmacıdır, sorar sorgular. Sence bu sadece insanlara bir düzen oluşturmak için yazılan bir din olsaydı 140-150 küsür ayette "Düşün" şer miydi? Bunu yazan kişiler ya da gruplar sorup sorgulayanların eninde sonunda gerçeği göreceğini düşünemeyecek kadar aptal mıdır?

Neyse Nisa suresi 11-12 ye gelelim. Evet dediğim gibi Allah bu konuda emir vermiyor tavsiye veriyor. İsteyen istediği şekilde malını dağıtabilir. Bunu tavsiyesinin nedeni de şudur; Allah evi, arabayı vs. temel ihtiyaçları giderme konusunu erkeğe devretmiştir. Bu konuda sorumluluğu erkeğe vermiştir. Evi, arabayı edinen, eve ekmeği, yemeği sokanlar erkeklerdir. Sadece bu neden bile bu tavsiyeyi neden verdiğinin açık bir göstergesidir. Kadın ise daha duygusaldır. Kadınlar mantıklarından çok duygularıyla hareket ederler, naziktirler, hassastırlar. Her şeyden önce annedirler. Hiçkimse annesine yakın olduğu kadar babasına yakın olmaz. Annenin evlada yaklaşımı babanınkinden daima farklı, içten ve samimidir. Bunu herkes biliyor. O yüzden Allah evlada bakma, evladı yetiştirme, evi çekip çevirme işini de kadına vermiştir. Kadınlar erkeklerden çok daha fazla zevk sahibidirler.

Bu örnekler yeter, neyin ne olduğunu anlamak için. Bunlar zaten herkesin bildiği şeyler. Olaya tarafsız yaklaşın. Her şeyi ele alarak yaklaşın. Siz hani diyorsunuz ya bunu bunu söyleyeceksin farklı farklı metaforlar uyduracaksın diye,siz de aksine suçlamak için inanmamak için elinizden geleni yapıyorsunuz

belki 19 sayısına uymuyordur ona göre bi düzenleyin isterseniz
neyse şaka bir yana istediğiniz gibi düşünebilirsiniz.ben sadece sorunuza cevap verdim sizden bir savunma beklemedim.

Hocam ben cidden sizden sorular bekliyorum. İtu de inşaat mühendisliği okuyan bi arkadaşımız var o da çocukluk arkadaşımız. Kendisi 3-4 sene önce ateist oldu. Her akşam gelip muhabbet ediyoruz. İnanın bana Kuran ile hareket edince günümüz müslümanlarının ne kadar cahil ve bilgisiz hareket ettiğiniz görüyoruz. O arkadaşla da konuşurken her konuda aynı fikirdeyiz. Gerçekten ki aynı fikirdeyiz. Onunla da konuşuyoruz sürekli. Bizim aramızdaki ateistler ile aramızdaki tek fark şu; bu dünyayı ve bu düzeni oluşturan biri kesinlikle var olduğunu düşünüyoruz biz. Bunca şey tesadüf olamaz. Sadece siz o belirsizliğe ya da varlığa inanmiyorsunuz/inanmak istemiyorsunuz olabilir saygı duyarım sorun yok. Biz de o varlığa Allah diyoruz ve o düzene uyuyiruz/uymaya çalışıyoruz. Bu işteki mantık zaten ilk önce vicdan. Hz. Muhammed ilk on sene boyunca sadece insanların düşüncelerini değiştirmeye çalışmış. Yani ilk dünyaya geldiğinde yetimmiş, öksüzmüş. Yani adam bu işe en dipten başlamış. Sonra fikirleriyle, dürüstlüğüyle, insanlara verdiği güvenle güç kazanıp zalimlere karşı durmuş. Yani namazmış, oruçmuş bunlar çok sonraki şeyler. İlk önce vicdanımızı eğitip fikirlerimizi değiştirmemiz gerekir bunu kafamızda oturtmamız gerekir ki ondan sonra ibadete başlayalım. İman bilinci diye bir şey vardır. Neye inandığını bilmeden iman etmek sadece egzersiz yapmaktır boşa vakit kaybıdır hatta körü körüne sapıtmadır. Yorumlarını, icin teşekkür ederim



< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
Bu mesaja 1 cevap geldi.
V
9 yıl
Binbaşı
Konu Sahibi

quote:

Orijinalden alıntı: dumprep

Evet, ben yobazım. Siz dünyanın sırrını çözmüşsünüz, tebrikler. Efe Aydal ile olan videosunda söylüyor. 2-3 saatlik videodan tek tek o kısımları arayamam sırf kendimi haklı çıkarmak için. Aynı videoda yorumlarda oğullarının dini görüşü hakkındaki mesajı da var. Benim pek umrumda değil ama araştırmadan ettiğim bir yorum değil bu, ilginizi çekiyorsa arayabilirsiniz.

İnsanları aşağılamaya çalışarak bir yere varabildiniz mi bugüne kadar merak ediyorum? Müslüman iseniz yazdıklarınızla Kuran la çelişiyorsunuz. Her şeyden önce güzel dilli ve nazik olun. Anlayışlı ve hassas olarak yorum yapın konuya. Oğullarının ya da kendisinin dini benim gram umrumda değil. Ben araştırdığım ayetlerin en mantıklı açıklamasına bakarım. Mantık kimden yanaysa o kazanır. Diğer mesajlarımda da yazdım, bir düşüncenin ardına insanlar katması o düşünceyi doğru yapmaz. Bir adam yanlış yaptı diye de o adamın yaptığı doğrular çöpe atılmaz, aynı şekilde bir adam doğru yaptı diye de o adamın yanlışları çöpe atılmaz. Yararlanabildiğin kadar yararlanacaksın. Bugün Edip Yüksel çıkıp tarikat kursa onun ardından gidecek değiliz. O da sapıtabilir. Biz daima Kuran'ı kendimize baz almalıyız. Kuran bize sadece "Müslümanlar" dedi ama biz kendimizi hanefii, Şafii, Şii diye ayırdık. Ama bu adamın önceden yaptığı mantıklı ayet yorumlarını çöpe atmamız gerektiği anlamına gelmez. Bilgi bilgidir sen yeter ki kap



< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
Bu mesaja 1 cevap geldi.
V
9 yıl
Binbaşı
Konu Sahibi

quote:

Orijinalden alıntı: dumprep

Aşağılamak? Yobaz diyen bendim ya :) hayırlısı olsun.

Yobaz dediğimiz insanlar böyle oluyor dedim ve dediğimin arkasındayım. Araştırmadan iftira dolu konuşmak yobazlık değil de nedir? Günümüzdeki müslümanların yaptığı gibi...



< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >

G
9 yıl
Yarbay

Bilimin su zamanlarda arastirmalarla buldugu seyleri gozunuzun onune getirip acikladiktan sonra daha iyi anliyorsunuz. Kurani Kerimde bilim ile ilgili seyler o zamanda yer aliyordu. Yalniz herkes fark edemiyordu. Teknoloji dunyasina geldigimiz zaman her sey daha iyi anlasildi. Kurani Kerim zamanindaki insana gore anlasiliyor. Kurani Kerim tum zamanlara uygun bir halde. Burada Kuran gelismiyor. Muthis bir bilgiye sahip zaten. Insan gelisirse Kurani Kerimde ki mucizelere sahit oluyor.





< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Guest-C302EA147 -- 16 Eylül 2016; 13:53:51 >

< Bu ileti tablet sürüm kullanılarak atıldı >


Bu mesajda bahsedilenler: @Lews Therin Telamon
K
9 yıl
Yarbay

quote:

Orijinalden alıntı: vTeck

Merhaba. Ben 19 yaşında bir üniversite öğrencisiyim. Yobaz ve sünni müslüman bir ailede büyüdüm. 2-3 yıl öncesine kadar kendimi müslüman zannederdim. Ta ki birgün birisi bana gerçek İslam'ı anlatana kadar. Konuyu uzatmayacağım. Gerçek İslam'ı ilk öğrendiğim zamanlar fazla sorgulamıyordum malum üniversite sınavı aile baskısı vs. mevzulardan dolayı. Son 1 senedir yaptığımız her şeyi sorgulamaya başladım. Üstelik bu sorgulama işini tek başıma değil samimi olduğumuz iki çocukluk arkadaşımla birlikte yapmaya başladık.

Her şeyden önce neye inandığımız bilmemiz gerekirdi. Yani mantıken din buradan başlar değil mi? İlk önce Allah'ın varlığını ispatlamamız lazımdı. Yani bir düşünceye veya herhangi bir şeye inanıyorsan bunu kendine ispatlaman lazım. İman iddiadır, amel iddianın ispatıdır. İspatsız iddia olmaz. Kuran okumaya başladık, yani meal. Ama bir sürü meal vardı ve farklı hocalar farklı çeviriler yapmıştı bunu gördük. Ondan sonra ayetleri ele alıp tüm meallere bakıp sonradan altında yatan mesajı anlamaya çalıştık. Bu meal konusunda da son derece objektif davranan insanlar olduğunu gördük. Edip Yüksel gibi.

Evet Edip Yüksel gayet bilgili bir adam ve hikayesi de oldukça ilginç. Bu adamı dinlemeye başladık ve bugüne kadar gerçekten saçma sapan şeylere inandığımızı, bunları yaptığımızı gördük. En başta bu 19 mucizesini öğrenince insan zaten Allah'a inanmaktan kendini alıkoyamıyor. Orada birkaç çelişki olduğunu görüyorsunuz ancak araştırmaya devam ettiğinizde neyin ne olduğu gayet güzel bir şekilde kafanıza oturuyor. Bu adamı araştırmaya başladık. Adam eskiden fazlasıyla yobaz bir insanmış hatta müritmiş. Babası da cemaatin baş hocalarından falan filan. Neyse, Reşad Halife denen adam Edip Yüksel'e bazı sorular sormuş. Edip Yüksel soruları cevaplayamamış ve sorgulamaya başlamış. Reşad Halife ile mektuplaşmaya devam etmiş ve sonunda gerçek İslam'ın yolunu bulmuş. Ailesine bunu sürekli anlatmak istemiş fakat babası onu mürted (dinden dönen) ilan ederek oğlunun ölüm emrini vermiş. Bu olaylardan sonra Edip Yüksel ABD ye kaçmış ve Reşad Halife'nin öğrencisi olmuş. O günden beri de insanları gerçek İslam'a davet ederek insanlara gerçek İslam'ı öğretmeye çalışan biri olduğunu gördük. Şimdi Amerika Arizona'da bir yüksek öğrenim kurumunda yarı zamanlı olarak felsefe hocalığı yaptığını öğrendik. Birkaç ünü, şanı duyulmuş ateistlerle de tartışmalarının olduğunu gördük (David Silverman, Richard Dawkins, Carl Sagan gibi insanlar, youtube da tartışmaların videoları var).

Neyse konumuza dönelim, bu adamın anlattıklarını dinlemeye ve okumaya başladık ve gerçek İslam'ın ne kadar muhteşem bir düzen olduğu sonucuna vardık. Evet Allah'a inandık, iman ettik. Artık Kuran'dan başka bir kaynağa da inanmıyoruz. Hadislere inanmıyoruz. Çünkü kesinliği belli bile değil. Zaten peygamberimiz de kendisine vahyedilenden başka hiçbir şey söyleyemez İslam hakkında. Bu da Kuran'ın içinde yazıyor. Diyeceğim o ki; bir şeye inanmadan ya da bir şeyi reddetmeden önce mevzunun en derinine inip araştırın. Biz şimdi bilinçlendik ve eskiden cahil olduğumuzu gördük. Dileyen aklını kullanır ve bunları uygular. Biz şimdi namazımızı Türkçe kılıyoruz. Niye kılmayalım? Allah Türkçe bilmiyor mu? Hem ben ne dediğimi anlarım hem de huşu içinde ibadetini yaparım. Hem namazda içimden geldiği gibi dua ederim. Neden etmeyeyim, illa kalıplaşmış birkaç duayı papağan gibi sürekli okuyayım mı? Namazın amacı Allah'ı anmak ve ona secde etmek ya da sıkıntılarından ona sığınmak değil mi? Yanlışsam yanlış deyin. Mantıklı olun. Allah 140 ya da 150 kusur ayette "Düşün" diyor. Her şeyi düşünün, her şeyi sorgulayın. Tabi bunu yaptığınızı görenler size "Kafir" , "Bunca yıldır herkes yanlış bir sen mi doğrusun?", "Alimlerden iyi mi biliyorsun", "Senin ilmin ne ki?", "Sünnet, hadis düşmanı" diyecek, dışlanacaksınız, aldırmayın doğru yolda ilerlemeye devam edin. Unutmayın hakikatın tarafında olanlar daima azınlıkta kalmışlardır ve peygamberler daima çoğunluğa karşı bayrak açmış adamlardır. Benden tüm insanlığa verebileceğim en büyük tavsiye budur. Dileyen aklını kullanır benim söyleyeceklerim bu kadar.

İkna olmadınız mı? Ya da kafanıza takılan bir şey mi oldu? Ya da bazı açıklamalar sizi tatmin etmedi mi? Arayın, araştırın, sorun. Bu arada Edip Yüksel her akşam YouNow da canlı yayına çıkıyor herkesle görüşüyor soru soran herkese cevap veriyor bilginiz olsun. Ulaşılması basit bir adam yani bir sorunuz olduğunda sorabilirsiniz.

Unutmayın; bir tartışmada galip gelen taraf her zaman mantıktır.

Sağlıcakla kalın. Nice uyanabilen insanlara...

Aklını kullanmaktan bahsetmişsin ama namazı türkçe kılmak lazım diyosun.Neden aklını kullanmayı düşünmüyosun?Ben sana aklını nasıl kullanacağını göstereyim.Şimdi cebine bi kaç paket sigara parası koy , iki sokak ötedeki kırtasiyeye git ve kendine kelime mealli bir Kuran-ı Kerim al.Günde yarım saatini ayırıp , her gün bir sureyi 10 defa kelime kelime okumaya başla.1 kaç haftaya , tüm namaz surelerini , ne dediğini bilerek okumaya başlarsın.Hem de 10 kat fazla keyif alarak okursun.Mesela Fatiha okurken İyyake Na'budu derken "ancak sana kulluk ederiz" dediğini bilirsin.Günde 15 dakika vakit ayırarak, bi kaç haftada , ne dediğini anlayarak namaz kılan birine dönüşürsün.İşte aklını kullanmak budur.Ama sen kolaya kaçarım , türkçe okurum diyosan , esas aklını kullanmamak budur.

Aslında namaz bundan öte bişeydir.Sadece namaz surelerini okumak değil , fatiha'dan sonra , Kuran'dan kısa ayetler okumaktır.Aslında , Kuran'dan sadece namaz surelerini okuyan müslüman değil, tüm Kuran'ı okuyabilen müslüman olmalıyız.Koskoca bir ömür , çok mu zor?Bugün başlasan , komple Kuran-ı ezberlemek kaç yıl sürer?İşte kafayı kullanmak budur.Kuran-ı kafaya işlemek gerekir.Bu beyin bize Allah tarafından bedavaya hediye edilmiş , ancak biz ne için kullanıyoruz?Real Madrid takımının futbolcularını say desek herkes sayar , Seda Sayan'ın boşadığını kocalarını bütün Türkiye ezbere biliyo.Reklamları izlerken beynimize neler neler giriyo.Şampuan markalarını say desem , herkes şakır şakır sayar.Ama 10 tane namaz suresinin kelime meallerini ezberlemek çok zor gelir.Sonra ben anlamıyorum , o yüzden türkçe okucam demek ne kadar da kolaya kaçmak.Ne büyük tembellik.22 tane adamın bi tane top peşinde koşmasını izleyeceksin , saçma sapan dizilerle , filmlerle vakit geçireceksin, sonra ben arapça anlamıyorum , namazda okuduğu anlamıyorum , o yüzden Türkçe okucam.Oldu mu şimdi?Ben gittim kırtasiyeye, bana arapçayı öğretecek bir kitap istiyorum dedim ,abi arapça kurslarında da bu kitabı okutuyolar dedi , aldım çıktım.Az çok arapça grammer de öğrenmeye başladım.Telefonuma arapça uygulama indirdim.Sizler facebookta gezinirken ben hergün arapça kurcalıyorum.İşte görüldüğü gibi , tembelliğimizi , Edip Yüksel gibilerin arkasına saklanarak gizleyemeyiz.Ahirette de ben Edip Yüksel'e uydum diyerek kendimizi kurtaramayız.

Gelelim gerçek müslümanlık mevzusuna.Bu konuda çok güzel bir hikaye anlatmak istiyorum.Bir bedevi arap Peygamber Efendimiz(sav)'ın huzuruna çıkıp , islamın şartı gerçekten bu 5 tane şart mıdır diye sormuş.Peygamberimiz evet bu 5 tane şarttır demiş.Adam vallahi bunlar çok kolay , namaz kıl , oruç tut , hacca git.Ben hepsini yerine getiririm demiş ve müslüman olmuş.Sonra tekrar çöle dönüp o bedevi hayatına geri dönmüş.Peygamber Efendimiz de bu bedevinin arkasından sahabeler dönerek şöyle demiş.Bu arap bedevi var ya , eğer dediği gibi bu 5 şartı yerine getirirse Vallahi Cennete gidecektir demiştir.

Günahlar 1 yazılırken , sevaplar 10 yazılırken , nasıl olurda günahlar sevapları geçer.Özel çaba sarf etmek lazım.İçki para, kumar para, kadın para, ama namaz kaç para.İnsanın cehenneme gitmesi için özel çaba sarf etmesi lazım.Ama millet olarak , cennete gitmemek için , baya bi çaba sarf ediyoruz malesef.İslam kolaylık dinidir.İnsana zorluk çıkarmaz.Ancak herşey beyinde bitiyo.İman eksik olunca , en kolay şey bile , insanın nefsine zor geliyo.

Şu hadis düşmanlığını da bir türlü anlıyamıyorum.Müslüman bir insan , Allah'ın peygamberine ve onun sahabelerine büyük bir sevgi besler.Allah'ın peygamberi hakkında ve onun sahabeleri hakkında rivayet edilen hadisler ve hikayeler nasıl olur da bir müslümanı rahatsız eder.Eline bir kere bile hadis kitabı almamış insan , hadis düşmanlığı yapıyor.Eğer hadis kitabını eline alıp da , yine de hadis düşmanlığı yapıyorsa , o zaman imanından büyük şüphe ederim.İslama gönül vermiş bir insan , islamın kendisini ve tarihini daha yakından öğrenmek için , hadis kitaplarına sarılması gerekir.Hadislerin hepsini kabul et demiyorum.Belki 100'de bir , 1.000'de bir yalan hadis olduğunu ben de düşünüyorum.Ancak komple hadisi silip atalım mı?Koskoca islam tarihini çöpe mi atalım?Hadisleri akıl süzgecimizden ve Kuran süzgecimizden geçirelim.Önceliğimiz Kuran olsun ama hadisleri de çöpe atmayalım.Allah bize ahirette hadislerden birini veya birkaçını uygulamadık diye hesap sormaz.Ancak Allah'ın peygamberin izinden gidin emrini yok mu sayalım.Ters gelen hadis varsa Allah bizi bi kaç hadisten dolayı mesul tutmaz.


Bu mesaja 1 cevap geldi.
V
9 yıl
Binbaşı
Konu Sahibi

quote:

Orijinalden alıntı: kingman29

quote:

Orijinalden alıntı: vTeck

Merhaba. Ben 19 yaşında bir üniversite öğrencisiyim. Yobaz ve sünni müslüman bir ailede büyüdüm. 2-3 yıl öncesine kadar kendimi müslüman zannederdim. Ta ki birgün birisi bana gerçek İslam'ı anlatana kadar. Konuyu uzatmayacağım. Gerçek İslam'ı ilk öğrendiğim zamanlar fazla sorgulamıyordum malum üniversite sınavı aile baskısı vs. mevzulardan dolayı. Son 1 senedir yaptığımız her şeyi sorgulamaya başladım. Üstelik bu sorgulama işini tek başıma değil samimi olduğumuz iki çocukluk arkadaşımla birlikte yapmaya başladık.

Her şeyden önce neye inandığımız bilmemiz gerekirdi. Yani mantıken din buradan başlar değil mi? İlk önce Allah'ın varlığını ispatlamamız lazımdı. Yani bir düşünceye veya herhangi bir şeye inanıyorsan bunu kendine ispatlaman lazım. İman iddiadır, amel iddianın ispatıdır. İspatsız iddia olmaz. Kuran okumaya başladık, yani meal. Ama bir sürü meal vardı ve farklı hocalar farklı çeviriler yapmıştı bunu gördük. Ondan sonra ayetleri ele alıp tüm meallere bakıp sonradan altında yatan mesajı anlamaya çalıştık. Bu meal konusunda da son derece objektif davranan insanlar olduğunu gördük. Edip Yüksel gibi.

Evet Edip Yüksel gayet bilgili bir adam ve hikayesi de oldukça ilginç. Bu adamı dinlemeye başladık ve bugüne kadar gerçekten saçma sapan şeylere inandığımızı, bunları yaptığımızı gördük. En başta bu 19 mucizesini öğrenince insan zaten Allah'a inanmaktan kendini alıkoyamıyor. Orada birkaç çelişki olduğunu görüyorsunuz ancak araştırmaya devam ettiğinizde neyin ne olduğu gayet güzel bir şekilde kafanıza oturuyor. Bu adamı araştırmaya başladık. Adam eskiden fazlasıyla yobaz bir insanmış hatta müritmiş. Babası da cemaatin baş hocalarından falan filan. Neyse, Reşad Halife denen adam Edip Yüksel'e bazı sorular sormuş. Edip Yüksel soruları cevaplayamamış ve sorgulamaya başlamış. Reşad Halife ile mektuplaşmaya devam etmiş ve sonunda gerçek İslam'ın yolunu bulmuş. Ailesine bunu sürekli anlatmak istemiş fakat babası onu mürted (dinden dönen) ilan ederek oğlunun ölüm emrini vermiş. Bu olaylardan sonra Edip Yüksel ABD ye kaçmış ve Reşad Halife'nin öğrencisi olmuş. O günden beri de insanları gerçek İslam'a davet ederek insanlara gerçek İslam'ı öğretmeye çalışan biri olduğunu gördük. Şimdi Amerika Arizona'da bir yüksek öğrenim kurumunda yarı zamanlı olarak felsefe hocalığı yaptığını öğrendik. Birkaç ünü, şanı duyulmuş ateistlerle de tartışmalarının olduğunu gördük (David Silverman, Richard Dawkins, Carl Sagan gibi insanlar, youtube da tartışmaların videoları var).

Neyse konumuza dönelim, bu adamın anlattıklarını dinlemeye ve okumaya başladık ve gerçek İslam'ın ne kadar muhteşem bir düzen olduğu sonucuna vardık. Evet Allah'a inandık, iman ettik. Artık Kuran'dan başka bir kaynağa da inanmıyoruz. Hadislere inanmıyoruz. Çünkü kesinliği belli bile değil. Zaten peygamberimiz de kendisine vahyedilenden başka hiçbir şey söyleyemez İslam hakkında. Bu da Kuran'ın içinde yazıyor. Diyeceğim o ki; bir şeye inanmadan ya da bir şeyi reddetmeden önce mevzunun en derinine inip araştırın. Biz şimdi bilinçlendik ve eskiden cahil olduğumuzu gördük. Dileyen aklını kullanır ve bunları uygular. Biz şimdi namazımızı Türkçe kılıyoruz. Niye kılmayalım? Allah Türkçe bilmiyor mu? Hem ben ne dediğimi anlarım hem de huşu içinde ibadetini yaparım. Hem namazda içimden geldiği gibi dua ederim. Neden etmeyeyim, illa kalıplaşmış birkaç duayı papağan gibi sürekli okuyayım mı? Namazın amacı Allah'ı anmak ve ona secde etmek ya da sıkıntılarından ona sığınmak değil mi? Yanlışsam yanlış deyin. Mantıklı olun. Allah 140 ya da 150 kusur ayette "Düşün" diyor. Her şeyi düşünün, her şeyi sorgulayın. Tabi bunu yaptığınızı görenler size "Kafir" , "Bunca yıldır herkes yanlış bir sen mi doğrusun?", "Alimlerden iyi mi biliyorsun", "Senin ilmin ne ki?", "Sünnet, hadis düşmanı" diyecek, dışlanacaksınız, aldırmayın doğru yolda ilerlemeye devam edin. Unutmayın hakikatın tarafında olanlar daima azınlıkta kalmışlardır ve peygamberler daima çoğunluğa karşı bayrak açmış adamlardır. Benden tüm insanlığa verebileceğim en büyük tavsiye budur. Dileyen aklını kullanır benim söyleyeceklerim bu kadar.

İkna olmadınız mı? Ya da kafanıza takılan bir şey mi oldu? Ya da bazı açıklamalar sizi tatmin etmedi mi? Arayın, araştırın, sorun. Bu arada Edip Yüksel her akşam YouNow da canlı yayına çıkıyor herkesle görüşüyor soru soran herkese cevap veriyor bilginiz olsun. Ulaşılması basit bir adam yani bir sorunuz olduğunda sorabilirsiniz.

Unutmayın; bir tartışmada galip gelen taraf her zaman mantıktır.

Sağlıcakla kalın. Nice uyanabilen insanlara...

Aklını kullanmaktan bahsetmişsin ama namazı türkçe kılmak lazım diyosun.Neden aklını kullanmayı düşünmüyosun?Ben sana aklını nasıl kullanacağını göstereyim.Şimdi cebine bi kaç paket sigara parası koy , iki sokak ötedeki kırtasiyeye git ve kendine kelime mealli bir Kuran-ı Kerim al.Günde yarım saatini ayırıp , her gün bir sureyi 10 defa kelime kelime okumaya başla.1 kaç haftaya , tüm namaz surelerini , ne dediğini bilerek okumaya başlarsın.Hem de 10 kat fazla keyif alarak okursun.Mesela Fatiha okurken İyyake Na'budu derken "ancak sana kulluk ederiz" dediğini bilirsin.Günde 15 dakika vakit ayırarak, bi kaç haftada , ne dediğini anlayarak namaz kılan birine dönüşürsün.İşte aklını kullanmak budur.Ama sen kolaya kaçarım , türkçe okurum diyosan , esas aklını kullanmamak budur.

Aslında namaz bundan öte bişeydir.Sadece namaz surelerini okumak değil , fatiha'dan sonra , Kuran'dan kısa ayetler okumaktır.Aslında , Kuran'dan sadece namaz surelerini okuyan müslüman değil, tüm Kuran'ı okuyabilen müslüman olmalıyız.Koskoca bir ömür , çok mu zor?Bugün başlasan , komple Kuran-ı ezberlemek kaç yıl sürer?İşte kafayı kullanmak budur.Kuran-ı kafaya işlemek gerekir.Bu beyin bize Allah tarafından bedavaya hediye edilmiş , ancak biz ne için kullanıyoruz?Real Madrid takımının futbolcularını say desek herkes sayar , Seda Sayan'ın boşadığını kocalarını bütün Türkiye ezbere biliyo.Reklamları izlerken beynimize neler neler giriyo.Şampuan markalarını say desem , herkes şakır şakır sayar.Ama 10 tane namaz suresinin kelime meallerini ezberlemek çok zor gelir.Sonra ben anlamıyorum , o yüzden türkçe okucam demek ne kadar da kolaya kaçmak.Ne büyük tembellik.22 tane adamın bi tane top peşinde koşmasını izleyeceksin , saçma sapan dizilerle , filmlerle vakit geçireceksin, sonra ben arapça anlamıyorum , namazda okuduğu anlamıyorum , o yüzden Türkçe okucam.Oldu mu şimdi?Ben gittim kırtasiyeye, bana arapçayı öğretecek bir kitap istiyorum dedim ,abi arapça kurslarında da bu kitabı okutuyolar dedi , aldım çıktım.Az çok arapça grammer de öğrenmeye başladım.Telefonuma arapça uygulama indirdim.Sizler facebookta gezinirken ben hergün arapça kurcalıyorum.İşte görüldüğü gibi , tembelliğimizi , Edip Yüksel gibilerin arkasına saklanarak gizleyemeyiz.Ahirette de ben Edip Yüksel'e uydum diyerek kendimizi kurtaramayız.

Gelelim gerçek müslümanlık mevzusuna.Bu konuda çok güzel bir hikaye anlatmak istiyorum.Bir bedevi arap Peygamber Efendimiz(sav)'ın huzuruna çıkıp , islamın şartı gerçekten bu 5 tane şart mıdır diye sormuş.Peygamberimiz evet bu 5 tane şarttır demiş.Adam vallahi bunlar çok kolay , namaz kıl , oruç tut , hacca git.Ben hepsini yerine getiririm demiş ve müslüman olmuş.Sonra tekrar çöle dönüp o bedevi hayatına geri dönmüş.Peygamber Efendimiz de bu bedevinin arkasından sahabeler dönerek şöyle demiş.Bu arap bedevi var ya , eğer dediği gibi bu 5 şartı yerine getirirse Vallahi Cennete gidecektir demiştir.

Günahlar 1 yazılırken , sevaplar 10 yazılırken , nasıl olurda günahlar sevapları geçer.Özel çaba sarf etmek lazım.İçki para, kumar para, kadın para, ama namaz kaç para.İnsanın cehenneme gitmesi için özel çaba sarf etmesi lazım.Ama millet olarak , cennete gitmemek için , baya bi çaba sarf ediyoruz malesef.İslam kolaylık dinidir.İnsana zorluk çıkarmaz.Ancak herşey beyinde bitiyo.İman eksik olunca , en kolay şey bile , insanın nefsine zor geliyo.

Şu hadis düşmanlığını da bir türlü anlıyamıyorum.Müslüman bir insan , Allah'ın peygamberine ve onun sahabelerine büyük bir sevgi besler.Allah'ın peygamberi hakkında ve onun sahabeleri hakkında rivayet edilen hadisler ve hikayeler nasıl olur da bir müslümanı rahatsız eder.Eline bir kere bile hadis kitabı almamış insan , hadis düşmanlığı yapıyor.Eğer hadis kitabını eline alıp da , yine de hadis düşmanlığı yapıyorsa , o zaman imanından büyük şüphe ederim.İslama gönül vermiş bir insan , islamın kendisini ve tarihini daha yakından öğrenmek için , hadis kitaplarına sarılması gerekir.Hadislerin hepsini kabul et demiyorum.Belki 100'de bir , 1.000'de bir yalan hadis olduğunu ben de düşünüyorum.Ancak komple hadisi silip atalım mı?Koskoca islam tarihini çöpe mi atalım?Hadisleri akıl süzgecimizden ve Kuran süzgecimizden geçirelim.Önceliğimiz Kuran olsun ama hadisleri de çöpe atmayalım.Allah bize ahirette hadislerden birini veya birkaçını uygulamadık diye hesap sormaz.Ancak Allah'ın peygamberin izinden gidin emrini yok mu sayalım.Ters gelen hadis varsa Allah bizi bi kaç hadisten dolayı mesul tutmaz.

Zaten en başta ben namaz surelerinin meallerini ezberleyerek namaz kılmaya başladım. Ama bunun da gereksiz olduğu apaçık ortada değil mi? Kolaylaştırmak varken neden zorlaştıralım? Dediğim gibi Allah Türkçe bilmiyor mu? Ya da Arapça kutsal bir dil mi? Üstünlük yalnızca takva ile değil mi? Bu sorular uzar gider ve mantık daima kazanır.

Hikaye gerçek mi değil mi bilmiyorum ama körü körüne inanmak yani daha doğrusu neye inandığını bilmeden inanmak inanmak mıdır yoksa öyle körü körüne sevda mıdır? Ben cevap vereyim körü körüne sapıtmadır. Kuran inmeye başladıktan 10 sene sonra namaz farz kılınmıştır. Neden sence bu? Peygamberimiz ilk 10 sene yaşadığı yerdeki insanların fikirlerini değiştirmek için uğramıştır ve başarmıştır. Bunu yapmaya da en dipten başlamış. Cahiliye dönemini biliyoruz değil mi? Böyle zalim insanlar ve bu zalim düşünceler içerisinde tek başına savaşmış ve kendini ispatlayıp arkasına kalabalığı takmış. Yani her şeyden önce iman. İlk önce kafanda Allah ın varlığını kesin olarak oturtmak gerek. Ondan sonra Kuran daki fikirlere, düşüncelere ve kurallara göre yaşamayı öğrenip, namaz kılmaya başlamak gerek.
Yani sözün özü; bir reçete okunsun diye yazılmaz, uygulansın diye yazılır.

Biz zaten peygamberlere karşı büyük bir sevgi besliyoruz :) Kuran a uymak zaten peygambere uyumaktır. Tarikatlar ve cemaatler uydurma buhari hadisleriyle peygamberimize zaten iftira atmaktadır. Biz sadece Kuran diyerek aslında peygamberimize atılan iftiralara karşı durmuş oluyoruz. Açın Kuran'ı okuyun. Allah peygamberinden Kuran ile öğüt vermesini (Kaf/45) Kuran ile hükmetmesini (Maide/49) ve yine Kuran ile uyarmasını (Enbiya/45) istemiştir. Başka bir kitap ile değil Kuran ile. Kuran a uymak peygambere uyumaktır.

Ey Muhammed Rabbin den sana vahyolunana uy (Ahzab/2)

Ey Muhammed de ki; Ben ancak bana vahyolunana uyarım (Yunus/15)

Ey Muhammed de ki; Rabbinizden size vahyolunana uyun (Araf/3)

De ki; İşte bu benim yolumdur. Ben ve bana uyanlar bilerek Allah'a çağırırız. Allah'ın şanı yücedir. Ben, Allah'a ortak koşanlardan değilim. (Yusuf/108)



< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
Bu mesaja 2 cevap geldi.
V
9 yıl
Binbaşı
Konu Sahibi

quote:

Orijinalden alıntı: boostibo

Bu ülkede ve dünyada islamın düşmanları 2 türlüdür.Birincisi bu insanları forumda çok görüyorum.Kendini aydın sanan çok akıllı sanan ilk fırsatta ülkeyi terkedecek ve her şeye muhalefet olan islam düşmanı insanlar.İkincisi dini hurafe kulaktan duyma bilgilerle dolduran kuranı anlamını islamı kavramamış ama dini kullanıp işlerini görmede üstlerine olmayan kişiler ama ALLAH'A ve islama asla zarar veremezler.Allah herkese islamı en güzel şekilde anlamayı nasip etsin.

Ayrıca dostum ayetleri Türkçe okumanın sonrada doğabilecek sıkıntılarını iyi düşün zakir naikin açıklamasını izleyebilirsin


Ayetlerin Türkçesini tek bir kaynaktan okuyup da kafama göre uygulamıyorum ben hocam. Ayeti elime alıp bütün yorumları değerlendirip ona göre mantığa yatanı baz alıyorum kendime. Ki bence doğru olan da bu



< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
Bu mesaja 1 cevap geldi.
M
9 yıl
Yüzbaşı

Ben hadislerin doğru olmadığını söylemedim ki zaten, hepsi zırva bana sorarsan :) Söylediğim şey kuranın güvenilirliğinin hadislerden fazla olmadığı kaynak olarak.



< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
Bu mesaja 1 cevap geldi.

Bu mesajda bahsedilenler: @vTeck
V
9 yıl
Binbaşı
Konu Sahibi

quote:

Orijinalden alıntı: MateryalizminPeygamberi


quote:

Orijinalden alıntı: vTeck


quote:

Orijinalden alıntı: MateryalizminPeygamberi


quote:

Orijinalden alıntı: vTeck


quote:

Orijinalden alıntı: MateryalizminPeygamberi


quote:

Orijinalden alıntı: vTeck


quote:

Orijinalden alıntı: MateryalizminPeygamberi

Ben hadislerin doğru olmadığını söylemedim ki zaten, hepsi zırva bana sorarsan :) Söylediğim şey kuranın güvenilirliğinin hadislerden fazla olmadığı kaynak olarak.

Neden hocam? Her şey ortada yani neye inanmıyorsunuz neyi güvenilir değil yani sizce.? :)

Kuranın doğruluğuna sahabenin taşa toprağa yazdığı gerekçesiyle inanıyorsunuz. Hadislerin doğruluğuna inananlarsa hadisleri aktaranların emin kişiler olduğunu söylüyorlar. Bence ikisinin kanıt değeri açısından hiçbir farkı yok bunu söylüyorum.

Söz uçar yazı kalır. Onu da geçelim, siz bir olayı birine anlatın oda gidip başkasına anlatsın, illa 3-5 kelime fark olacaktır, kim olursa olsun. İlkokulda bunun deneyini yapmayan var mı? Laf ağızdan ağıza değişir. Ki bunu nesilden nesile asırlar sonra aynı kalmasına imkan yok. Kuran ın doğruluğu ise bu şekilde değildir. Peygamber ölene kadar vahiy aldı ve ölene kadar peygamber bu vahiyleri topladı değil mi? Yani peygamberin direk birebir aldığı vahiyi direk yazıya dökmüşler. Bu peygamberimiz zamanında yazıldı yani. En son toplanıp kitap haline getirildi. Hani bunun yanlış olmasını bekleyemeyiz. Aradaki fark bu

İşte bende onu diyorum fark yok arasında :) Taşa ağaç kabuğuna yazdı diye birebir aynı değişmemiş diyemezsin :d

Hocam benimde anlatmaya çalıştığım şey şu hani peygamberimiz hayattayken zaten Kuran ile iş bitti. Bi yanlışlık olsa peygamberimiz müdahale ederdi. Söz olsa dilden dile değişir hadisler gibi. Ama yazı hani değişmez sürekli sabit. Zaten halifeler de bunun muhafazalığını yapmıştır. Hz. Ali Kuran'ı toplayıp kitap haline getirmiştir :)

Öyle bişey yok. Yazıda zamanla değişebilir. Zaten muhammed döneminde değil ömer döneminde kuran kitap haline getirilmiştir islam tarihine göre.

Nasıl değişebilir zamanla açıklayın. Söz uçar yazı kalır diyorum. Bunu herkes bilir. Bu arada yanlış kalmış aklımda Hz. Ali değil Hz. Ebubekir zamanında toplanıp kitap haline getirildi. Bende diyorum ki peygamberimiz ölünce vahiy işi bitti değil mi? Yani ölene kadar ayetleri korumuştur,yanlış olarak yazılmasına imkan yok. En yakın dostu ve arkadaşı da tüm vahiyleri yani mushafları toplayıp Kuran'ı kitap haline getirmiştir. 19 mucizesiyle savunduğumuz tek şey Tevbe suresinin son iki ayetinin hadis olup Kuran'a eklendiği. Allah kitabını matematiksel bir kodla da korumuştur aynı zamanda. Bunca hesap tesadüf olamaz hocam değil mi :)



< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
Bu mesaja 2 cevap geldi.
V
9 yıl
Binbaşı
Konu Sahibi

quote:

Orijinalden alıntı: Bansai!

Tevbe suresinin son 2 ayetinin Kurandan olmadığına dair Kurandan ya da tarihsel olarak doğruluğu belirlenmiş kesin kanıtlar göstermelisin önce. Ya da apaçık bir ayet göster ki Allah o ayette "ben 19 sistemiyle bu Kuranı korudum, bu sisteme uymayanlar sözüm değildir" yazsın. Koyduğunuz ayetler çok farklı şekillerde anlaşılabilir. Önce ayetlerin apaçık bir şekide sizin söylediklerinizi tasdik etmesi gerek. Apaçık olmayan delillere göre Kuran eksiktir fazladır diye yorumlamak Kuranın özüyle çelişir.

Müddessir Suresi 2. Ayet;

Kalk ve uyar!

Müddessir Suresi 19. Ayet;

Kahrolası ne biçim ölçü biçti!

Müddessir Suresi 30. Ayet;

Üzerinde 19 vardır.

“Zikri biz indirdik, onu biz, elbette biz koruyacağız.” (15:9)

Fiziksel deliller

-Beraet (Ültimatom) Suresinin sonunda yer alan 9:128-129 “ayetleri” matematiksel kodun keşfi tarihi olan 1974’ten beri özellikle dikkatlerimizi çekmişti. “Rahim” kelimesinin Allah’tan başkasını tanımlamak için kullanıldığı tek yerdi. Kuran’da 114 (19×6) kez Allah için geçen “Rahim” ismi orada Muhammed Peygamber için kullanılıyordu. Kuran boyunca “Allah” kelimesinin tekrarlanma sayısının 2699 adet çıkması, 112 harfli 9:128-129 üzerinde kırmızı ışıkların yanmasına neden oldu. 2699 sayısı 19’un katından 1 fazlaydı. “Allah isminin 2698 (19×142) kez geçmesi gerektiğini hatırlatan daha birçok parametre mevcuttu.

-“Allah” ismini bulunduran tüm ayetlerin numaraları toplamı 118123 (19×6217) dir. Beraet suresi sonunda yer alan Allah isminin bulunduğu ayet numarasını yani 129’u eklediğimizde bu sistem bozulur.

-“Allah” ismi, Kuran’ın başından 9. surenin sonuna dek 1273 kez geçer. 1273=19×67. Eğer 9:129’daki eklenirse bu sayı 1274’e çıkar ve sistem bozulur.

-İlk başlangıç (2:1’deki A.L.M.) harflerinden son başlangıç (68:1’deki Nun) harfine dek geçen “Allah” isimleri, sahte ayetler hariç 2641’dir. 2641=19×139

-Beraet suresi başında harf bulunmayan bir suredir. Başlangıç harfi bulundurmayan 85 sureyi incelediğimizde 57 (19×3) tanesinin “Allah” ismini bulundurduğunu görürüz. “Allah” ismini bulunduran ayetlerin toplam sayısı da 1045 olup 19×55’tir. Oysa 9:128-129 eklense “Allah” ismini içeren ayetlerin sayısı 1 adet fazlalaşır.

-Kayıp Besmele’den (Sure:9) itibaren, ekstra Besmele’ye (Sure:27) kadar “Allah” kelimelerinin 513 ayette geçtiğini görürüz. 513=19×27

-Beraet suresinin sonunda yani 9:128-129′ da geçen “ilah (tanrı)” kelimesi, bu “ayetler” hariç 95 (19×5) kez geçer. Söz konusu sahte ayetlerle bu denklik bozulur.

-Tanrı için kullanılan “arş (yönetim)” kelimesi 9:128-129 hariç, Kuran’da 19 kez geçer. (12:100 ve 27:23 ayetlerindeki “arş” kelimesi “taht” için kullanılır.)

-Kuran, 6234 adet numaralanmış ayet ve 112 numarasız ayet (1:1 ve 27:30 hariç sure başlarındaki Besmeleler) içerir. Böylece Kuran ayetlerinin sayısı 6346 (19×334) olur. 6346 sayısının rakamlarının mutlak değerlerinin toplamı da 6+3+4+6 = 19’dur. Bu iki matematiksel özellik, 9:128-129 eklendiğinde bozulmaktadır.

-Başlangıç harfleri içermeyen 85 surenin tüm ayetlerinin rakamlarının mutlak değerlerini tek tek topladığımızda sonuç 27075 (19x19x75) olur. Bu özellik 128 ve 129 rakamlarının eklenmesiyle 23 artarak bozulmaktadır.

-Her bir suredeki toplam ayet sayısını ve yanına tek tek ayet numaralarını (71234567……… 612345) biçiminde yazarsak 12692 basamaklı bir sayı elde ederiz. Birkaç metre uzunluğundaki bu sayı 19’un tam katıdır. Bu muazzam sayının basamak sayısı da 19’un tam katıdır. 12692=19×668. Bu durum, Beraet’in sonundaki ilave iki ayet çıkarılınca gerçekleşmektedir.

-Kuran’ın başından 9. surenin sonuna kadar başında başlangıç harfi bulundurmayan surelerin toplam ayet sayılarını sure numaralarıyla birlikte topladığımızda 703 (19×37) sayısını elde ederiz. Bu da, 9. sure 127 ayet olduğu taktirde gerçekleşir.

-“N” harfi ile biten, yani en son ayetinin son harfi “N” olan surelerin numaralarının toplamı 1919 (19×101) dur. Dokuzuncu surenin son ayetini 129 kabul ettiğinizde surenin son harfi “N” yerine “M” olur ve bu denklik bozulur.

-Son ayeti 9 rakamı ile biten 13 surenin ayet sayılarını topladığımızda 627 (19×33) sayısını elde ederiz. Bu durum, 9. sureyi 129 ayet kabul edince gerçekleşmez.

-Beraet suresinin numarası olan 9 rakamı ile son ayeti olan 127’nin rakamlarını topladığımızda, 9+1+2+7 = 19 olmakta ve bu özellik, son ayeti 129 kabul edince bozulmaktadır.

-Misakın elçisini müjdeleyen ayetten üç ayet önceki, 3:78 ayeti, Allah’ın kitabına sözler ekleyen ve o sözlerin Allah’ın ayetleri olduğunu ileri süren yalancıları kınar. Bu ayette geçen “Allah” kelimesinin Kuran’ın başından itibaren 361inci (19×19) ayet olması ilginçtir. Allah’a ayet yakıştıranlardan söz eden bu ayetle Beraet’in son ayeti olan 9:127 arasında “Allah” ismi 912 (19×48) kez geçer.

Bunlara benzer daha birçok örnek verebiliriz. Kısacası, Kuran, 9:128-129’un kendisine ait olmadığına, yabancı olduğuna tanıklık ediyor. Kuran’dan ve Allah’tan daha büyük tanık kim olabilir?



< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
Bu mesaja 1 cevap geldi.
B
9 yıl
Teğmen

Verdiğin hiçbir örnekte 19 sistemi doğrudur Kuranda fazlalık vardır gibi bir anlam "kesin olarak" çıkmaz. Şayet çıksaydı Allah'ın 19 sisteminin var olduğunu Kuranda açıkça betimlemesi gerekirdi. Üzerinde 19 vardır ayetiyle 19 sisteminin kesin olarak betimlendiğini söylemek mümkün değil. Bu ayetten çok alakasız şeyler anlaşılabilir. Kuran ayetiyle 19 sistemi çelişiyorsa bu Kuranda fazlalık olduğunu değil 19 sisteminin Kuranda olmadığını gösterir.


Bu mesaja 1 cevap geldi.

Bu mesajda bahsedilenler: @vTeck