H

Teğmen
21 Mayıs 2016
Tarihinde Katıldı
Takip Ettikleri
3 üye
Görüntülenme (?)
36 (Bu ay: 0)
Gönderiler Hakkında
H
8 yıl
Berbere gideceğim korkuyorum
Merhaba,

Ben yılda bir berbere giden adamım. Kıvırcık-dalgalı arası ve ince telli saçlarım var. Şuana kadar hangi berbere gittiysem ne dersem diyeyim kısa saçın dibini gördüm. Geçen sene bu sıralarda kestirmiştim saçlarımı ve yine gidip kestirmeyi planlıyorum yakın zamanda. Ancak korkuyorum. Ne diyeceğim, ne yapacağım hiçbir fikrim yok. Çaresiz hissediyorum.
H
8 yıl
Neden Ateistim?
İnsanlar benim tanrı konusunda ki görüşümü sorduklarında "ateistim" diyorum, ancak ateizm konusunda ki fikirler kafamda dağınık olduğundan ötürü "neden ateistsin?" veya "ne için ateistsin?" Gibi sorulara cevap vermekte zorlanıyorum hatta öylece kala kalıyorum. Bende bu durumun üstesinden gelmek için neden ateist olduğum konusunda ki dağınık fikirlerimi, derleyip toparlamam gerektiği sonucuna vardım. Dolayısıyla bu yazı, neden ateist olduğum hakkında ve bu konuyla alakalı başka şeyler hakkında ki düşüncelerimin ifadesi olacaktır.

Herşeyden önce, "ateistim" derken neyi kastediyorum yani "ateizm" kavramından ne anlıyorum, bunu ortaya koymalıyım. Ateizm kavramının kökeni İngilizce de, onunda kökeni Antik Yunanca da yatmaktadır. Ateizm kelimesi Antik Yunanca da ki -a, theos, -ism sözcüklerinin birleşiminden oluşmuştur. Theos, "tanrı" manasına gelir. Theos kelimesinin ardına getirilen -ism sözcüğü "cılık" manasına gelir ve birleştirilince teizm, yani "tanrıcılık" manasına gelir. Teizm kavramının önüne getirilen -a ise olumsuzluk ifade eder. Yani ateizm, "tanrısızcılık" gibi bir anlama kavuşur. Dolayısıyla ben, "ateistim" dediğimde "ben tanrısızım" demiş olurum. Çoğu kişi ateizmi tanrısızlıktan ziyade dinsizlik ile eşitler ve öyle anlar. Ancak bu apaçık yanlıştır. Ateist kişi tanrıyı reddettiği için tanrıyı temel alan bütün görüşlerinde aslında çürük olduğundan bahseder. Öteki taraftan, pek çok dinin tanrıyı temel aldığı doğru olsada bu durum bütün dinler için geçerli değildir. Sözgelimi, budizm gibi non-teist bir dine herhangi bir ateistin inanmaması için bir sebep yoktur, çelişki olmaz. Dolayısıyla ateizm dinsizlik ile eşitlenemez. "Ben ateistim" diyen kişi "ben tanrısızım" demiş olur.

Ben, ateistim yani tanrısızım dediğimde ne söylediğim apaçık ortadaymış gibi gözüksede aslında değildir. "Tanrı nedir?" sorusuna cevap vermeden "tanrısızım" dediğimde ne ifade ettiğim belirsiz kalacaktır. Birçok tanrı tanımı vardır. Örneğin, tanrıya tek diyenler, çift diyenler, çok diyenler olduğu kadar tanrı evrendedir ya da evrenin dışındadır diyenlerde vardır. Ayrıca tanrı mutlak güç sahibidir diyenler olduğu kadar kısmi güç sahibidir diyenlerde vardır. O halde ben bu konuda birkaç bir şey söyleyebilmek için temel bir tanım yapmalıyım: tanrı mutlak güç sahibi, herşeyin nedeni olan, kusursuz varlıktır. Bu tanım bana gayet uygun gibi gözüktü. Ancak benim için bir anlam ifade etmiyor. Benim için bir anlam ifade etmesi için tanrı kavramını etik yönünden ele almalıyım. O halde etik bakımından tanrı nedir? Herşeye değer veren, insanlara değer dayatan, neyi yapmaları, neyi yapmamaları gerektiğini belirleyen ve hatta kim olmaları gerektiğini belirleyen bir üstün otoritedir. Tanrı kavramı işte şimdi benim için bir anlam sahibi oldu. Tanrı tanımımı benzetmeyle ortaya koymak istiyorum. Sanırım insan-tanrı ilişkisine en benzer örnek çocuk-ebeveyn ilişkisidir. Nasıl ki çocuk aciz, kendi kendine yetemeyen, ne yapması veya yapmaması gerektiğini bilmeyen bir varlıksa ve kendisini yönlendirecek, neyin ne olduğunu söyleyecek bir ebeveyne ihtiyaç duyuyor ise aynı şey insan-tanrı ilişkisi içinde geçerlidir. İnsan, hiçbir şey bilmemektedir, ne yapıp ne yapmaması gerektiği konusunda fikri yoktur ve dolayısıyla çocuğun ebeveyne muhtaç olması gibi insanında kendisini yönlendirecek bir üstün otoriteye, bir tanrıya ihtiyacı vardır. Sonuç olarak, ben, tanrısızım dediğimde bana ne yapıp yapmamam gerektiğini, kim olmam gerektiğini belirleyen ve dışarıdan değer dayatan üstün otorite olarak tanrıya sahip olmadığım, inanmadığım manasına gelir.

Tanrısızlığın ve tanrının tanımını yaptıktan ve bu kadar söz sarfettikten sonra sanırım asıl soruyu sormanın vakti gelmiştir: neden tanrısızım? Tanrının, çocuk-ebeveyn ilişkisinde ki manevi ebeveyn rolünü oynadığını yukarıda söylemiştim. Ancak şunu açıkça ortaya koymalıyım ki ben kendi kendime yeten bir insanım. Kendi kendime yeten derken, kendim bir irade sahibiyim, ne yapıp ne yapmamam gerektiğini bizzat ben belirliyorum. Ayrıca hayatıma, şuna veya buna anlam katanda benim ve değer katanda benim, bana değer dayatılmasına ihtiyacım yok çünkü manevi olarak aciz bir yaratık değilim. Yineliyorum, kendi kendime yeten bir varlığım dolayısıyla "çocuk" değilim ve bir "ebeveyne" yani tanrıya ihtiyaç duymuyorum. Tanrıya inanmaya ihtiyacım yoksa neden inanayım ki? Buna yükselecek itiraz şöyle olabilir: "Sen ister inan ister inanma, ister ihtiyaç duy istersende duyma, yinede tanrı vardır! Bu konunun senin özel hayatıyla alakası yoktur, tanrı vardır." Bu itirazın tıpa tıp aynısıyla kimbilir kaç defa karşılaştım. Bundan ötürü bu itiraza cevap verme konusunda bıkkınlı sahibiyim. Ancak yinede cevap verilmeli ve cevabım şudur: Tanrı varsa bile bilinemez ve dolayısıyla varolduğuna yönelik iddialar kanıtlanamaz! Şöyle ki, tanrı varsa doğrudan veya dolaylı yoldan deney ve gözlemin nesnesi değildir, bundan ötürü tanrı varsa bile bilinemez. Bunu açmak gereklidir. Mesela, "doğrudan veya dolaylı yoldan deney ve gözlemin nesnesi" ne demektir? Aslında çok açık. Biz bir şeyin varolup varolmadığını bilmek için doğrudan ve dolaylı yoldan deney ve gözleme başvururuz. Dolayısıyla, deney ve gözlemin nesnesi olmayan yani olgusal olmayan bir şeyin varlığını da bilemeyiz. Peki bunun tanrıyla alakası nedir? Tanrı, anlamı gereği kusursuz olarak tanımlanmıştır. Dolayısıyla olgusal değildir. Öyle ki, zamana ve mekana dahil olan bir şey kusursuz olamaz. Çünkü, zamana ve mekana dahil olan bir varlık zaman ve mekan tarafından kısıtlanmıştır. Kısıtlanmışlıkta kusursuz bir varoluşa ait olamaz. Öteki taraftan zamana dahil olan bir şey eskimektedir de. Dolayısıyla zamana dahil olan bir şeyde kusursuz olamaz. O halde, tanrı anlamı gereği kusursuz ise, zamana ve mekana dahil değildir dolayısıyla olgusal değildir. Olgusal olmayan bir şeyin varolduğu bilinemeyeceğinden ötürü varmış gibi kabul edip ne olduğu hakkında tartışmak anlamsızdır. Öteki taraftan, madem ki tanrı varsa dahi tanrı kelimesinin anlamı gereği bilinemez, o halde tanrı anlayışları nereden çıkmıştır? Aslında sorunun cevabı basit: insan tarafından yaratılmıştır. İnsanlar madem ki olgusal olan şeyleri bilebiliyor, o halde olgusallığı bulunmayan düşünceler insan zekası tarafından kurgulanmıştır. Ne demiş atalarımız? "Sağır duymaz, uydurur". Biz insanlık olarak sözkonusu olgusal olmayan bir konu ise bu konuda "sağırızdır" ve dolayısıyla bu konuda söylediğimiz her şey ne kadar gerçekçi gözükürse gözüksün aslında bizim tarafımızdan kurgulanmıştır.

Yukarıda söylediklerime yükselecek bir itiraz daha vardır ki bu insanların mutlak doğruymuş gibi kabul ettikleri vahiydir. Bu itiraza göre biz tanrıyı bilemesek, onu kavrayamasakta tanrı, kendini çeşitli insanlar aracılığı ile ifşah etmiştir dolayısıyla biz tanrıyı bilemesekte tanrı kendini seçilmiş kişilere söylettiği kelamı ile kavranabilir kılmıştır. Vahiy görüşü burada bitmez, bu görüşü savunan kişilere göre tanrı insanlardan kelamına iman beklemektedir ve iman etmek için gerekçe olarakta kelamında geleceğin öngörülmesi gibi çeşitli mucizelere yer vermiştir. Ancak ben iddia ediyorum ki, vahiy denilen şey insan zihni tarafından tasarlanmış söylenlerden ibarettir. Birileri çıkıp "peki ya mucizlere ne dersin?" dediğinde ise bir şeyin kendi bağlamında ele alınması gerektiğini söylerim. Şöyle ki, vahiy kaynaklı olarak oluşturulduğu iddia edilen yazılar kendi zaman diliminin bağlamında ele alınmak yerine ister farkederek ister farketmeyerek günümüze göre yorumlanmaktadır. İşte bu, apaçık bir şekilde o metne gerçekte olmayan anlamlar yüklenmesine sebebiyet vermektedir. Dolayısıyla "geleceği öngörmek" veya "bilinemeyek bir şeyi bilmek" gibi "mucizeler" olsa olsa yuvarlak bir dille yazılmış istenildiği gibi eğilip bükülebilen sözcüklerin yanlış yorumlanmasının sonuçlarıdır -kısmende olsa, gerçekten doğru tahminler bulunmaktadır ancak bu olağan bir şeydir, reddetmem. O halde bu "mucizelerin" gerçek olduğuna inanan kişiler aslında kendilerini kandırmaktadırlar. Öteki taraftan, yinede mucize olduğu iddia edilen şeyler gerçektende tanrısal bir öngörünün sonucu ise, ne olur? Hiçbir şey olmaz. Bu bilinemeyecek bir şeydir. Ancak yinede ben, vahyedilmiş olduğu söylenen metinlerin insan tasarımı olduğunu destekliyorum. Desteklememi şu şekilde temellendirebilirim: bilinmeyen bir şeyi açıklamak için birden fazla varsayım öne sürülmüş ise ve bu varsayımlarım bazısı olgusal bazısı ise olgusal-olmayan bir temele sahip ise ben temeli olgusallığa dayanan açıklamayı desteklemeyi tercih ederim. O halde düşünelim, sözkonusu vahiy olduğunda şu iki açıklama başı çektiğine göre hangisini desteklemeliyim? "vahiy tanrı tarafından indirilmiştir" ve "vahiy insan tarafından tasarlanıp yaratılmıştır". Vahyin tanrı tarafından indirildiği varsayımının gövdesinde "tanrı" kavramı yer almaktadır yani bu varsayım, tanrı gibi olgusal-olmayan bir şeyi temel almaktadır. Ancak vahyi insanın tasarladığı varsayımının gövdesinde "insan" yer aldığı için olgusal bir açıklamadır, gerçeğe en yakın olandır dolayısıyla bu varsayımı desteklerim.

Neden tanrısız olduğumu gelebilecek itirazları da cevaplayarak ele aldıktan sonra kendime şunu sormayı uygun görüyorum: ne için tanrısızım? Kendi kendime yeten bir varlık oluşum tanrısız olmamın nedenini açıklar ancak ne içinini boş bırakır. Madem ki tanrı herşeye değer veren bana değer dayatan ve kim olmam gerektiğini belirleyen bir idea, o halde onu benimsemem kendim olmamı, birey olmamı engeller. Ben bir şeylere tanrı aracalığı ile anlam ve değer kattığım sürece, kendi hayatımın bana ait değil, tanrıya ait bir amacı bulunduğu sürece asla ben kendim olamam ve kendimi gerçekleştiremem. Kendi kendime yeten bir varlık ve dahada üstünü, kendi kendini yaratan, kendi kendini belirleyen bir varlık olabilmem için tanrı ideasını hayatımdan çıkartmam gerekliydi. Tanrı ideası, bana kendim olacağım bir özgürlük alanı bırakmadığız, yok ettiği için ve benim kendi kişiliğimi değil bana dayatılmış rolü gerçekleştirmemi salık verdiği için tanrıyı reddetmem gerekirdi. Birey olmam için, ben olabilmem için tanrının olmaması gerekirdi. O halde tanrıya inanmamamın amacı kendi irademi üstün tutmam ve onu yani kendimi gerçekleştirmeyi hayatımın amacı saymamdır yani kendimi bulmam ve gerçekleştirmemdir. Ben kendim olamadığım sürece yaşamamın da bir anlamı yoktur.

Sonuç olarak tanrısızım. Tanrı benim kendimi gerçekleştirmemi engelleyen ve benim yaşamımı bana ait olmayan "yapmalısın" lara feda etmemi salık veren bir idea olduğu için tanrısızım. Tanrısızım çünkü kendimi gerçekleştirmeyi hayatımın amacı saydım ve tanrı, bu noktada bir yüktür.
_____________________________
http://esteticus.blogspot.com.tr/?m=1
H
8 yıl
Saçlarım çok biçimsiz
Merhaba arkadaşlar,

Kıvırcık-dalgalı arası fazla açık olmayan tonda sarı saçlarım var. Bir yıldır kestirmedim. Dağınık bir şekilde gayet iyi gidiyordu oysa ki. Ancak şuanda öyle bir duruma geldiler ki hiçbir şeye benzemiyorlar ayrıca benzeyemiyorlarda. Hiç biçim, şekil vs. almıyorlar. Ne yapmamı önerirsiniz?

Berbere gitsem, ne diyeceğimi bilmiyorum :D ben kendimi bildim bileli yılda bir berbere giderim. Kaldı ki, saçlarıma hiç şekil vermeyede uğraşmadım, dağınıkken iyilerdi. Ancak bu sefer biçim vererek daha fazla uzaymak istiyorum. Saçlarımı kestirmek için berbere gitsem keko, dızo veya zalım yapıp bırakmasından korkuyorum.
H
8 yıl
Aşk Üzerine
Hepimiz neredeyse her gün en az bir kere "aşk" kelimesini duyuyoruz. Duymaklada kalmıyor, aşk bir noktadan sonra fiilen hepimizin hayatında yer ediniyor. İnsanlık tarihinde neler olmamıştır ki aşk için? Aşk için ölmek, aşk için öldürmek hatta aşk için çıkan savaşlar. Peki nedir bu aşk? İnsanların aşkı yüzeysel olarak ele alıp güzellemeler dizdiğini görebilirsiniz ancak aşkın ne olduğunu anlamak için bu konu hakkında olabildiğince açık ve somut olarak düşünülmelidir. Bu yazının temel gayeside budur.

Aşk hakkında konuşan insanlardan gördüğüm kadarıyla genellikle aşkı cinsellik ile bağdaştırmazlar ve hatta aşk ile cinsellik birbirinden ayrı kulvarlardaymış görülür. Bu bana oldukça temelsiz ve saçma gelmekte. İçinde cinsel bir içeriğin bulunmadığı bir aşk olsa olsa platonik aşktır -ki bundanda pek emin değilim. Şöyle bir düşünelim, heteroseksuel bir erkek yani kadınlardan hoşlanan bir erkek ancak ve ancak bir kadına aşık olabilir. Çünkü heteroseksuel bir erkek bir kadınla seks yapmak istemektedir. Aynı şey heteroseksuel kadınlar içinde geçerlidir, heteroseksuel bir kadın ancak bir erkeğe aşık olabilir çünkü ancak bir erkekle seks yapmak isteyemektedir. Peki, konunun seksle ne alakası var? Kişi ancak seks yapmak istediği bir kişinin çekici özelliklerini görebilir ve ancak o zaman ona aşık olabilir kanısına sahibim. Sözgelimi, heteroseksuel bir erkek neden bir erkeğe aşık olamaz? Cevap basit: çünkü onla seks yapmak istemez dolayısıyla onda ilgi çekici bir özellik göremez. Sonuç olarak aşk, bırak cinsellikle alakalı olmamayı, aşkın temeli cinselliktir ve kime aşık olabileceğimizi belirleyende cinselliktir.

Aşk ne için var? Aşkın cinsellikle farklı kulvarlarda olmadığını hatta içli dışlı olduğunu açıkladıktan sonrasında böyle bir soruya cevap verme gereksinimi görmekteyim. Bu soruya cevap verebilmek için aşkın temeli olan cinsellik hakkında konuşmak gerekli. Sözgelimi, cinsellik ne için var? Bu soru gayet basit, tabii ki de üremek ve türün devamlılığını sağlamak için var. Cinselliğin zevkli olmasının sebebide budur, bireyler türün birer parçasıdırlar ve onların bedenleri türü devam ettirmeyi sağlayan bir yapıya sahiptir dolayısıyla üstlerine düşen görev olan üreme görevi zevk içermeli ki bireyler cinsellik yaşayıp üremeye teşvik olabilsinler. O halde ilk soruya geri dönerek düşünelim. Madem ki cinsellik türümüzü devam ettirmek için var -sonuçta eşeyli üreyen canlılarız- o halde aşkında türü devam ettirme konusunda bir işlevi olmalı. Aşkın işlevi bence bir "çekim" mekanizması olmasıdır. Biz insanlar olarak irade sahibi varlıklarız ve istediğimiz davranışı yapıp istemediğimiz davranışı yapmayız. O halde iki insanı bir araya getirip cinselliğe teşvik edecek bir mekanizmaya ihtiyaç vardır ki oda aşktır. Aşık olan bireyler birbirlerinin çekim gücüne kapıldıkları için bu bireylerin cinsellik yaşama ihtimalleri artar işte aşkın işlevi de budur. Aşk, bireyleri bir araya gelip cinsellik yaşama ihtimalini arttırmak için vardır.

Aşk hakkında sorulabilecek sorulardan biriside aşkın gerçek olup olmadığıdır. Burada "gerçek" derken ne kastediliğine açıklık getirmek istiyorum. "Aşk gerçekmidir?" dendiğinde "aşkın kendisi ve yaşattığı duygular gerçekmidir, gerçekte varmıdır?" denmiş olur. O halde düşünmeye başlayalım. Aşk bir noktadan sonra ortadan kalkmaktadır -peki neden? Aşkın kendisinin bireyleri birbirine çeken bir güç olduğunu söylemiştim. Bireyler birbirlerine nasıl aşık oluyor ki bu çekim gücü kaybedilip aşk ortadan kalkabiliyor? Bana göre bu çekim gücünü asıl yaratan şey imajdır. Biz bir insanın kendisine değil, bizim zihnimizde bulunan imajına aşık oluruz ve bu imajın gerçekte ki muadili olduğunu düşündüğümüz kişiye yani imajın nesnesine çekim hissederiz. Yani, bizim zihnimizde ki bir imaj tarafından büyüleniriz. Madem ki insan kişinin kendisinde değil ancak zihninde onu temsil eden imaja aşık oluyor, o halde bu imaj yavaş yavaş ortadan kalktığı sürece aşkta ortadan kalkıyordur sonuçta imaj bozuldukça "büyü" de bozuluyordur. O halde insanı başka bir insana çeken şeyin, dolayısıyla aşık olmasına sebebiyet veren şeyin kendi zihninde ki imajı olduğunu ortaya koyduğumuza göre ilk sorunun yani aşkın gerçek olup olmadığına da bir cevap vermiş olduk: hayır, aşk ve onun yaşattığı duygular gerçek değildir, zaman içinde sönüp giden bir yanılsamanın ürünüdür. Dolayısıyla aşk gerçek değildir.

Aşk fedakarlıkmıdır? Tabii ki de aşk fedakarlıktır! Başka türlüsü olabilir mi? Ne demiş atalarımız? "Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez". Kişi kafasında ki imajın gerçeklikte temsil ettiği kişiyle ne kadar vakit geçirir ve onu ne kadar mutlu ederse onu o kadar çok ele geçirir/elde eder. Peki bu ne demek oluyor? Aşık kişi kendisini hoşnut eden duyguların çıkış noktası olan imajın nesnesini ele geçirir ve bu hoş duyguların devamlılığını garanti altına alır demek oluyor. Aşkın bencilce bir varoluşa sahip olmadığını düşünenler tamamıyla yüzeysel bakan kişilerdir ancak hepimizin bildiği gibi hakikat yüzeysel değildir, hakikat ayrıntıdadır. Aşkın ne olduğu, onu ortaya çıkartan şeyin ne olduğu ve ne için aşık olunduğu gibi şeylere cevap verilince, onun aslında basbayağıda bencilce bir edim olduğu ortaya çıkıyor. Sonuç olarak, aşk fedakarlık ister ancak bu fedakarlık kişiyi ele geçirme yolunda stratejik bir öneme sahip olduğu için gereklidir.

Sonuç olarak aşk, biz irade sahibi olan insanları bir araya getirip ürememizi sağlayan bir mekanizmadır dolayısıyla aşk en baştan beri cinsellik temellidir. Ayrıca aşk bir yanılsamadır çünkü aşık olunan kişinin kendisine değil onun zihinde canlanan imajına aşık olunur. Öteki taraftan, aşk her ne kadar öyle gözükmese de bencilce bir edimdir çünkü kişi, ancak kendisinde hoş duygular yaratan kişiye aşık olabilir. Dolayısıyla aşık kişi kendisini hoş duygulara sürüklediği için o kişiye aşıktır.
_____________________________
http://esteticus.blogspot.com.tr/?m=1
H
8 yıl
Ötedünya Ve Cennet Üzerine Bir Deneme
İnsanlar arasında pek yaygın olan bir inanış vardır ki oda ölümden sonrasında da yaşamın devam ettiğidir. Bu inanışa göre kişinin bedeni ölümlü olsada ruhu ölümsüz değildir ve kişinin ruhu bedeninden "kurtulunca", "sahte dünya"dan kurtulup "gerçek dünya" olan ötedünyaya kavuşmuş olacaktır. Bu ötedünya inanışının en yaygın biçimi ise "cennet" inancıdır. Bu yazıda anlattığım bu inanışların gerçekliği sorgulanmayacak daha çok bu inanışların kişinin dünyaya ve hayata olan bakış açısını nasıl etkilediğine yönelik düşünülecektir.

İlk olarak, ötedünya inanışını incelemeden önce bir ötedünya ve ayrıca cennet tanımlaması yapmamız gereklidir. Bu yolda sorulacak soru ortadadır: cennet ne demektir? Ölümden sonrası yaşam inancına sahip neredeyse bütün din ve inanışlarda bir cennet tasavvuru vardır ve bu cennet, cennete uygun olan kişilere vaat edilmiştir. Cennet tasavvurlarının ortak yanı cennetin kusursuz bir dünya olmasıdır. Bu dünyada kişi ölümsüzdür, istediği her şey gerçekleşir, kusursuz bir yaşama sahiptir. Çoğu din ve inanış bu kusursuz dünyaya ve kusursuz yaşama çeşitli öğretilere uygun bir şekilde yaşamış kişilerin kavuşacağına inanır. Bu inanışlar, dünyayı bir "bekleme salonu" veya "imtihan yeri" gibi görürler ve "gerçek" dünyanın ötedünya olduğunu savunurlar. Sonuç olarak, cennet, kusursuz bir yaşamın bulunduğu kusursuz bir dünya, bir ötedünyadır ve bu ötedünyaya ölümden sonra kavuşulabilir.

Cennet inancı veya daha geniş tabirle ötedünya inancının insana olan etkileri nelerdir? Bu etkileri anlatmadan önce şunu söylemek istiyorum ki, ötedünya inancı bana kalırsa pekte olumlu etkilere sahip değildir. İlk olarak ötedünya inancının varsaydığı kusursuz dünya ve kusursuz yaşamın kendisinin insan üzerine etkilerini anlatmak istiyorum. Bir insan kusursuz bir dünyanın ve kusursuz bir yaşamın varolduğuna inanıyorsa o halde içinde bulunduğu dünyayı ve yaşamı beğenmiyor, sevmiyor ve hatta nefret ediyor demektir. Çünkü kişi içinde bulunduğu dünyanın kusurlu olduğunu ve kusursuz olan alternatif bir dünyanın bulunduğuna inanıyorsa, içinde bulunduğu dünyayı sevmemeye, küçümseye ve hor görmeye başlayabilir. Aynı şey yaşam içinde geçerlidir. Eğer ki kişi içinde bulunduğu yaşamın dışında kusursuz bir alternatif yaşamın varolduğuna inanıyorsa, kendi yaşamını da hor görmeye başlayabilir. İkincil olarak ise, kişi, kusursuz bir dünyanın ve kusursuz bir yaşamın varolduğuna ve bunlara ölümden sonra kavuşacağına inanıyorsa, ölmeyi arzulamaya başlar. İlk söylediğim şeyleride kapsar bir biçimde kişi kusurlu dünya ve yaşamı horgörerek kusursuz dünya ve yaşama kavuşmak ister ve bu kavuşmanın ölümden geçtiğine inandığı için ölmeyi, ölmüş olmayı arzulamaya başlar. Buda apaçık bir şekilde ruhsal bir rahatsızlığa işaret eder. Şöyle ifade edeyim, intihar isteği ikiye ayrılır: aktif intihar isteği ve pasif intihar isteği. Aktif intihar isteğine sahip bir kişi ölmeyi ister ve bu yolda çabalarken, pasif intihar isteğine sahip bir kişi ise ölmeyi ister ancak bu yolda çaba harcamaz. Anlattığım gibi, ötedünya inancı kişiyi pasif intihar isteğine sürükler. Ayrıca, ötedünya inançları dünyanın ve yaşamın kendinde bir anlamı bulunmadığını söyleyerek kişinin hayatını anlamsızlaştırır. Üçüncül olarak, ötedünya inancı yaşamı ötedünya için bir yatırım gibi görmektedir. Buda kişinin ölüm için yaşaması yani yaşamamak için yaşaması gibi absürt bir sonuca götürür. Özetle, ötedünya inancı kişiye ölümü arzulatan her şey gibi hastalıklı bir yapıya sahiptir ve zararlıdır.

Madem ki, ötedünyalar kişinin hayatına zarar veriyor, anlamını ve değerini yok ediyor, o halde hayatın anlamı ve değeri varmıdır? Ve ayrıca, hayatın bir amacı varmıdır? Burada sorulması gereken soru "anlam ne demek?"tir. Bu soruya cevap vermek için "anlam" kelimesinin kullanım yerine bakmalıyız. Biz bir şeyin anlam sahibi olduğunu söylediğimizde o şeyin içerik sahibi olduğunu yani içinin dolu olduğunu kastetmiş oluruz. Sözgelimi, "masa kavramı anlamlı bir kavramdır" dediğimiz de masa kavramının bir içeriğe sahip olduğunu, içinin dolu olduğunu söylemiş oluruz. O halde hayat konusuna geri dönelim. "Hayatın anlamı vardır" dediğimizde hayatın içinin dolu olduğunu söylemiş oluruz. O halde soralım, hayatın içi dolumudur? Hayır, dolu değildir. Hayat bir içeriğe sahip değildir. Ancak insan, hayatın içini doldurabilmekte yani hayata anlam katabilmektedir. Peki nasıl? Cevap basit: yaşayarak. Bir insan hayatına ancak yaşayarak anlam katabilir. Burada sorulabilecek soru şudur: yaşamak ne demek? Yaşamak hayatı devam ettirme faaliyetidir ancak ben bu anlamda kullanmıyorum. Ben "yaşamak" dediğimde bir insanın sahip olduğu istek ve potansiyeli gerçekleştirmesi yani kendini gerçekleştirmesini ifade ediyorum. O halde "hayata anlam katan şey yaşamaktır" dediğimde kişinin kendi istek ve potansiyelini gerçekleştirmesinin hayatın içini dolduran şey olduğunu kastetmiş olurum. Bir şeyi değerli kılanda yaşamdır. Yaşam olmadığı sürece hiçbir şeyin değeride yoktur. Öteki taraftan, amaç konusuna da bir cevap bulmam gereklidir. Ben, hayatın amacı probleminin cevabının kişiye özel olduğunu düşünüyorum. Kişi "ne için?" sorusuna kendi verdiği cevap ile hayatına amaç biçer. Ancak bana sorarsanız, daha farklı amaçlar benimsense de kişinin hayatında ki tek amacı kendini gerçekleştirmektir. Sonuç olarak, tek bir cümlede özetlemek gerekirse, "hayat, yaşamak içindir".

Sonuç olarak, cennet kusursuz bir dünya ve yaşamın varsayıldığı tipten bir ötedünyadır. Kişi, kusursuz olan alternatif bir dünya ve yaşamın varolduğuna inandığından ötürü içinde bulunduğu dünya ve yaşamı horgörebilir ve dahada kötüsü bu inanış, kişiye ölümü arzulama açısından kapıyı açık bırakmaktadır. Dolayısıyla ötedünya inanışı zararlıdır. Dünyaya ve yaşama bir ötedünya ile, daha doğrusu dünyanın ve hayata kendisi dışında bir anlam katmaya çalışmak, kişinin dünya ve hayata olan bakış açısını anlamsızlaştırır. Budan ötürü dünyaya ve yaşama bizzat dünyanın ve yaşamın ta kendisiyle anlam katmaya çalışılmalıdır.
________________________
http://esteticus.blogspot.com.tr/?m=1
H
8 yıl
Okültizme inanıyormusunuz?
Okültizme ve okült uğraşlara inanıyormusunuz? Ben bu tip her konuya "safsata" diyip geçiyorum ancak sizinde fikirlerinizi almak istiyorum.
H
8 yıl
Evrendeki Düzenle Alakalı Görüşler Üzerine Bir İnceleme
En çok düşünülen konulardan bir tanesi, evrende ki şeyler arasında bir düzenin varolup olmadığı, eğer ki varsa nasıl varolduğududur. Evrende bir düzenin varolduğu ve onun bir tasarımcı tarafından yaratıldığını kabul edenler olduğu kadar evrende bir düzenin varolduğunu kabul edip bu düzenin bir tasarımcıya ihtiyaç duymaksızın kendi kendine oluştuğunu düşünenler vardır. Bazıları ise evrende bir düzenin varolmadığını savunur. Bunların hepsini üzerlerine kendi görüşlerimi ekleyerek teker teker ele alacağım ve bir sonuca bağlayacağım.

Öncelikle, düzenin ne demek olduğuna bir açıklık getirmeyi uygun görüyorum. Bu durumda sormam gereken soru şu: herhangi bir şey hakkında "bu şey düzenli" dediğimde "düzenli" derken o şeyin hangi niteliklerine bakarak bu yargıya varıyorum? Eğer ki, ben bir şeye "düzen sahibi" diyorsam o halde o şeyi oluşturan parçaların birbirleriyle uyumlu bir bütünlük halinde bulunduğunu söylemiş olurum. O halde, "düzen ne demek?" Sorusuna "şeylerin birbirleriyle uyumlu bir bütünlük oluşturmuş olması durumu" demek doğru olur.

"Düzen" kavramına bir açıklık getirdiğimize göre o halde bu konuda bir şeyler söyleme zamanı gelmiştir. Bu konuda ki ilk iddiamız olan "evrende düzen vardır ve bir tasarımcı tarafından yaratılmıştır" hakkında düşünelim. Bu varsayıma göre evrende bir düzen vardır ve bu düzen bir tasarımcı tarafından yaratılmıştır. Kendi başına oluşamaz. Aslında bu iddianın altı oldukça oyuktur. Zira bu iddianın omurgasında "tasarımcı" gibi bir bilinmez yer almaktadır. Bu varsayımı destekleyenler evrende ki şeylerin kendi başına oluşamayacağı üzerinde dururlar. Ancak bu yönde herhangi bir kanıt getirmezler. Aslına bakılırsa, evrende insanların yaptığı şeyler dışında ki herşey doğal süreçler sonucunda gerçekleşir. Bütün olgular buna işaret etmektedir. O halde zaten şuanlık evrende ki düzenin ne idiği belirsiz bir varlık tarafından değil, doğal süreçler sonucu, hiçbir tasarımcı gerektirmeksizin oluştuğu kabul edilebilir bir gerçektir.

Öteki taraftan, "evrende düzen vardır ve kendi kendine oluşmuştur" iddiası da göze çarpan bir varsayımdır. Bir önceki paragrafta evrendeki düzenin kendi kendine oluştuğu şimdilik bir gerçek olarak kabul ettiğimiz için, bu varsayımı ciddiye alıp değerlendirebiliriz. Evrende ki düzenin varolduğuna ve bu düzenin kendi kendine oluştuğunu varsayarsak sorulabilecek ilk soru "nasıl?" Olacaktır. Ben bu noktada biraz metafiziğe girerek bu durumu açıklayabileceğimi düşünüyorum. Biz, niteliksiz bir şeyin varolduğunu bilemeyeceğimizden, bildiğimiz her varoluşun nitelikleri vardır. Zaten bildiğimiz varoluşlar üzerinden evrende bir düzen olduğu çıkarımına ulaşabiliyorsak o halde evrende varolan herşeyin niteliği vardır demek doğru olacaktır. Ancak burada bitmemekte, her varoluşu o varoluş yapan ana nitelikler vardır. O şeyi o şey yapan bu ana niteliklerin toplamına "kimlik" diyorum. Bu tip tanımlamaları yapmanın ardından düzen muhabbetine geri dönelim. Birbiriyle uyumlu olan kimliklere sahip varoluşlar birbirleriyle bağdaşıp kombinasyonlar oluşturabilir ve düzen ortaya çıkabilir. Dolayısıyla düzen için bir tasarımcıya gerek yoktur. Ancak burada şöyle bir problem ortaya çıkıyor: hareket problemi. Bunu şu şekilde açıklayayım, bu varoluşların birbirleriyle bağdaşıp kombinasyonlar oluşturabilmesi için, bu varoluşları harekete geçirecek, tetikleyecek bir mekanizmaya ihtiyaç vardır. Dolayısıyla evrende bir düzen var ise bu düzenin yaratan bir tasarımcıya ihtiyaç olmadığı kadar bu düzenin oluşmasını tetikleyecek bir hareket ettirici mekanizma, bir ilke olması gereklidir.

Bir başka görüş ise düzenin olmadığıdır. Düzenin olmadığı görüşüne göre şeyler arasında uyumlu bir ilişki varmış gibi görsek dahi aslında bu bir yanılsamadır. Gerçekte yoktur. Çünkü gerçekte zorunluluk sağlayacak bir "kanun" yoktur. Bu görüşe göre varoluş kanuna göre değil, "kanun" adını verdiğimiz şey varoluşun oluşturduğu koşullara göre ortaya çıkar. Zorunluluk sağlayıcı bir ilkenin varolmaması sebebiyle varoluşlar arasında kurulan ilişkiler olasılıklarla alakalıdır ve evrende düzen yoktur. Düzen dediğimiz şey devasa bir düzensizlikte karşılaştığımız tek bir andır. Ancak, düzenin düzensizliğe doğru akması, düzenin varolmadığı manasınamı gelir? Birbirine uyumlu şeyler yine de kombinasyonlar oluşturabildiğinden ötürü "düzen yok" demek aslında yanlıştır.

Bana göre, öteki varsayımlarda söylenen her şey gevezelik, spekülasyondan ibarettir. Çünkü, evrende bir düzenin varolup olmadığı bilinemez. Şöyle ki, insanların evrende ki şeylerin varolup varolmadığını bilebilmek için doğrudan veya dolaylı olarak o şeyin deney ve gözlem nesnesi olması gereklidir. İşte problemde burada ortaya çıkmaktadır. Çünkü, biz bilgiyi oluşturan verileri duyu organlarımız aracılığı ile elde ederiz ve duyu organlarımız ise kendi doğalarına uygun olarak şeyleri algılarlar. Bu durumda varolduğunu bilebileceğimiz her şey ilk olarak duyu organlarımız tarafından yorumlanmaktadır. Öteki taraftan, bilgi sadece veriden ibaret değildir. Duyu organlarımız aracılığı ile elde ettiğimiz verinin anlamlı bir şey olabilmesi için aklımız, o veriyi kalıplara oturtmaya başlar. Yani ilk olarak duyu organlarımız, ikinci olarakta aklımız tarafından yorumlanmış bir gerçekliği biliyoruz. Bu ne demektir? Biz aslında gerçekliği değil, ürettiğimiz gerçeklik yorumunu biliyoruz demek oluyor. Biz gerçekte düzen olsun olmasın, evreni düzenli olarak anlarız. Zira aklımız, gerçeklik yorumunu oluştururken duyu organlarından gelen verileri kalıplara oturtur. Buda düzensiz olan şeylerde bile bir düzen yorumu oluşturmak demek oluyor. Dolayısıyla bizim evrende "düzen var" veya "düzen yok" dememiz bilinemez bir konuda yapılmış, bakış açısına göre değişen içi boş gevezeliklerden ibarettir.

Sonuç olarak, evrende ki düzen ile alakalı söylenen şeyler çok çeşitlidir ve kendince güçlü kısımları mevcuttur. Ancak yinede, evreni olduğu gibi bilememiz, yorumladığımız gibi bilebilmemiz hasebiyle evrende bir düzenin varolduğu, varolmadığı veya neliği konusunda söylenen her şey kişinin kendi bakış açısına göre değişen bir şeydir ve içi boş spekulasyonlardan ibarettir, dolayısıyla tartışılması anlamsızdır, evrende bir düzenin varolup varolmadığı bilinemez.
________________________
http://esteticus.blogspot.com.tr/?m=1
H
8 yıl
Materyalizm Ve İdealizm Bağlamında Benlik Ve Özgür İrade
Biz kendimizin varolduğundan ve içinde bulunduğumuz durumu kontrol ettiğimiz konusunda hiç şüphe etmeyiz. Peki, gerçekte "ben" ve "özgür irade" varmıdır? İşte bu yazıda benlik ve özgür irade kavramları iki varlık görüşü olan materyalizm ve idealizm bağlamında ele alınacaktır. Ve bu bakış açısından yola çıkarak çeşitli sorular ortaya atılıp cevaplanacaktır.

İlk olarak, materyalizmi tanımlamakla başlayalım. Materyalizm nedir? Materyalizm, herşeyin madde olduğunu söyleyen dolayısıyla madde dışında bir şeyin varolmadığını iddia eden felsefi akıma verilen addır. O halde, materyalist bakış açısından biz insanlarda var isek maddeden oluşmuş olmalıyız. Burada bir soru sormak zorundayım, madem ki insan kendi kendini yöneten bir benlik ve irade sahibi varlık, o halde insan-olmayan maddeler nasıl hareket etmektedirler? Bunun cevabını bilim vermiştir: etki-tepki yasası ile hareket etmektedirler. Ancak burada şöyle bir sıkıntı vardır, insanda bir maddedir. Dolayısıyla insanda etki-tepki yasasına dahildir. O halde bizi bir süreç içinde olan ancak insan-olmayan elemanlardan ayıran şey nedir? Bizde etki-tepki yasasına göre hareket ettiğimize göre bizi öteki elemanlardan ayıran bir fark yoktur. Bizim hareketlerimizde etki-tepki yasası uyarınca belirlenmiştir.

O halde materyalist bakış açısından benlik ve özgür irade nedir? Materyalist bakış açısına göre aynı sürece dahil olan insan olan ve insan olmayan elemanlarda maddenin etki-tepki yasasına dahil olduğundan, kişinin süreç içinde bir iradesi yoktur. Tabiri caizse bir "figüran"dır. Kişi sürecin sonuçlarını farkettiğinden ancak nedenlerini görmediğinden ötürü o sonuçların çıkmasını sağlayan şeyin kendisi olduğunu yani o sürecin nedeninin kendisi olduğunu zanneder. İşte özgür irade kavramıda burda ortaya çıkar çünkü kişi olay üzerinde kontrolünün olduğunu zanneder. Olay üzerinde kontrolü olduğunu zannetmesi için bir "ben" varsaymak zorundadır. Dolayısıyla materyalist bakış açısından "ben" ve "irade" diye bir şey yoktur. Bunlar, insanın eksik ve yanlış farkındalığından doğmuş yanılsamalarıdır. Çünkü kişi olayın sonuçları yerine nedenlerine odaklansaydı, o olay üzerinde kontrolü olmadığını görürdü.

Materyalizmin bir "ben"e ve iradeye imkan tanımadığını anlattık. Materyalizm için ben ve irade eksik ve yanlış farkındalığın ürünüdür. Peki, idealizm içinde durum aynımıdır? Aslına bakılırsa idealizmin kendisi maddenin bir yanılsama olduğunu ve gerçeğin maddeden öte olduğunu söyler. O halde idealist bir bakış açısıyla insanın bedenini ruhun kontrol ettiğini, bu ruhunda maddeden öte bir varlığa sahip olduğunu varsayarsak benlik ve özgür iradeye imkan doğmuş olur. Sonuçta benlik ve özgür iradenin materyalizmde imkanlı olmamasının sebebi o kavramların etki-tepki yasasına dahil olan maddede aranmasaydı. O halde, etki-tepki yasasına dahil olmayan bir ruhun varolduğu varsaymak benliği ve iradeyi kurtarır.

Öteki taraftan, özgür iradeyi hep "birşeyleri kontrol etme yetisi" olarak ele aldık. Yani kişinin içinde bulunduğu süreci yönlendirme yetisi olarak ele aldık. Peki ya sürece boyun eğmek yerine farkındalığımız sayesinde sürece karşı koyarsak, buda bir irade sayılmazmı? Sanırım bu şekilde bir irade varolabilir. Bir sürece karşı koymak için o sürecin nedenlerinin farkedilmesi gereklidir. O halde kişinin bir yanılsama içinde yaşaması iradesiz bir biçimde hayatını sürdürmesini sağlarken, içinde bulunduğu sürece "evet" yerine nedenlerini farkedip "hayır" demek iradeyi ortaya çıkartır.

Sonuç olarak, materyalist bakış açısında benlik ve özgür iradeye yer yoktur çünkü maddenin kanunları buna izin vermez. Ancak idealist bakış açısında, maddeden öte bir gerçeklik tanımlandığından, o gerçeklikte bir ruh varsayabilir ve bir benlik ve özgür irade imkanlı olabilir.
_______________
http://esteticus.blogspot.com.tr/?m=1
H
8 yıl
Elde bulunanlar ile istenilenler
Bütün insanlarda az veya çok bulunan bir huy vardır. Oda istenilen şeyi daha fazla önemseyip elde bulunanı unutmaktır.

Ben bu problemden oldukça etkilendim. Öyleki olmak istediğim kişilik olan kişiliğimden nefret etmemi sağlıyor. İçinde bulunmak istediğim durum içinde bulunduğum durumdan nefret etmemi sağlıyor. Kısacası bu isteklerim beni bir doyumsuzluğa sürüklüyor, hiç memnun olmuyorum.

Peki bunu nasıl ortadan kaldırabilirim (kaldırabiliriz)? Bilirsiniz, insan herşeyi isteyebilir ancak istediğini isteyemez. Ben, bu memnuniyetsizlikten kurtulmak istiyorum ve bunun için bütün ideallerimi yoketmek istiyorum. Bu nasıl olacak?
H
8 yıl
Kumarbaz Argümanına Karşı Bir Deneme
Kumarbaz argümanı nedir? Kumarbaz argümanı, tanrının varlığı ve yokluğu konusunda yarar-zarar hesabı yaparak tanrıya inanmanın tanrıya inanmamaktan daha yararlı olduğunu, dolayısıyla tanrıya inanmamız gerektiğini öne süren düşünüş biçimidir. Çünkü, bu hesaba göre, tanrıya inanan kişide inanmayan kişide yanılabilir. Eğer ki, tanrı yoksa, tanrıya inananda, inanmayanda herhangi bir zarara uğramaz. Ancak tanrı varsa, tanrıya inanan bu işten yararlı çıkacak, inanmayan ise azaba mahkum olacak -yani zarara uğrayacaktır. Dolayısıyla tanrıya inanmak daha yararlı olduğu için tanrıya inanılmalıdır.

Öncelikle, bir iddianın inandırıcılığı yarar-zarar hesabıyla değil, o iddiayı destekleyen olgularla paraleldir. Bundan ötürü kumarbaz argümanı tanrıya inancı sevketme konusunda oldukça içi boş, yetersiz bir argümandır. Zaten tanrıya inanan bir kişi inancını pekiştirirken, tanrıya inanmayan bir kişi için ise inanca sevkedecek bir neden sunmaz.

Öteki taraftan, gerçek olmasının imkanı doğrulanmamış iddialar, içi boş, anlamsızdır. Aynı düşünce biçimiyle binbir türlü absürd argüman ortaya konabilir. Sözgelimi, uçan balinaların varolduğuna inanmalıyız. Çünkü, uçan balinalar yoksa varolduğuna inananda, inanmayanda zarara uğramaz. Ancak, uçan balinalar var ise, inançlılar bir gün onu keşfedip zengin olurken inançsızlar ise hiçbir şey kazanmaz. O halde, uçan balinaların varolduğuna inanmak inanmamaktan daha yararlı olduğu için uçan balinaların varolduğuna inanmalıyız. Ancak ben, bu argümanı kullandığımda hiç kimsenin uçan balinaların varolduğuna inanacağını sanmam. Neden? Çünkü uçan balinaların varolduğuna işaret eden bir olgu bulunmadığından ötürü yarar-zarar hesabıda anlamsızdır. O halde, bir iddiayı destekleyen olgu yok ise yarar-zarar hesabı anlamsızdır.

Sonuç olarak, bir kişi karşısında ki insanı tanrının varolduğuna inandırmak istiyor ise yarar-zarar hesabı yapmak yerine tanrının varolduğuna işaret eden olgular getirmelidir. Aksi takdirde öne sürülen argümanın içi boş olur.
_________
http://esteticus.blogspot.com.tr/?m=1
DH Mobil uygulaması ile devam edin. Mobil tarayıcınız ile mümkün olanların yanı sıra, birçok yeni ve faydalı özelliğe erişin. Gizle ve güncelleme çıkana kadar tekrar gösterme.