Beyler steam hesabıma 13 dota 2 eklenmiş. İsteyen varsa steam hesabını yazsın göndereyim. |
Sorun şu şekilde gelişti; kasayı yerine koyarken elimden kayıp yana doğru düştü. Şimdi bilgisayar açılıyor fakat ekrana görüntü gelmiyor. Klavye ışıkları normal yanıyor. Dahili kart girişine takıp denedim sonuç aynı. Denediklerim; Ram i çıkarıp taktım, ekran kartını çıkarıp taktım, bios pilini çıkarıp taktım. Yardımcı olabilecek arkadaşlara şimdiden teşekkürler. |
Varmı arkadaşlar buraya düşen yada hakkında bilgi verebilecek![]() |
Faşizmin tarihine katkı Türkiye, uzun yıllar “düşünce suçu” kavramıyla boğuştu. Aslında bu kavramla dile getirilmek istenen, “ifade suçu”ydu. Öyle ya, beynin doğal bir fonksiyonu olan “düşünce oluşumu”, engellenemez, denetlenemez bir şeydi ve bu durumda yasaklanması da söz konusu olamazdı. Ancak, bu oluşan düşünceyi duyulur hale getirdiğiniz, söze ya da yazıya döktüğünüz durumda, başkalarıyla paylaştığınız an, iktidarların hoşuna gitmediyse, kovuşturma sebebi olabiliyordu. İfade edilen görüşlerin suç sayılıp sayılamayacağı, bunun kriterlerinin neler olabileceği üzerinde tartışılırdı. Bu “ifade özgürlüğü”nün en anlamsız gerekçelerle kısıtlandığı dönemlerden, dozu arta azala sürekli geçti Türkiye. Ve önünde hep böyle bir “demokrasi” problemi oldu. Yazarlar, siyasiler, aydınlar, düşüncelerini ifade ettiklerinde, başkalarıyla paylaştıklarında zulme uğradılar, susmaya zorlandılar. Fakat en yoğun faşist uygulamalar döneminde bile, bu “ifade kriteri” yerli yerinde kaldı. Şimdi, AKP’nin “ileri demokrasi”sinin bu “ifade suçu” ayıbını bir adım ileriye taşıdığına, gerçekten “düşünce suçu” kavramına uygun hale getirdiğine tanık oluyoruz. Görüşlerini açıkladığı için insanların ve kurumların yasaklarla, toplatmalarla, hapislerle karşı karşıya kaldığı bir siyasal düzenlemeye faşizm diyorsak, buna da “katmerlenmiş faşizm” dememiz gerekiyor belli ki. Faşizmi belgeleyen klasik görüntülerden biri, meydanlarda yakılan kitaplardı. Yayınevlerinin kapatılması, matbaaların basılması, kitapların toplatılması gibi işlemlerdi. Bradbury’nin “Fahrenheit 451”inde, kâğıdı tutuşturan ısı seviyesinden adını alan romanında, kitap, basılı eser, başlı başına bir suç nesnesiydi, içeriğinden bağımsız olarak. Sürekli sistemin gözetimi altında tutulan insanların, birbirlerine, ezberledikleri kitapları sözle aktarmaları da suçtu. Bradbury, basılı kâğıdın suç nesnesi olduğu bir dikta rejimini kara ütopya olarak kaleme alırken bile, bir nesneleşmiş ifade ötesini hayal edememişti. İşte şimdi bunu yaşıyoruz Türkiye’de. Nesneleşmemiş ifadenin, yani bizzat düşüncenin suç sayılmasına, başkalarıyla paylaşılamadan imhasına sahne oluyor ülke. Telefon konuşmalarının, dost sohbetlerinin en sıradan vatandaşlar arasında geçtiği koşullarda bile suç isnatına bahane teşkil edebildiği, “büyük gözaltı” sürecinin, nefeslerin kontrol altına alındığı kapkara bir faşizmin “Ergenekon” kodlu bir yasa eliyle uygulandığı Türkiye, ne ilginçtir ki, bunun “demokrasi” hezeyanlarından geçilmeyen “aydın”lar eliyle meşrulaştırılabildiği bir ülke oldu. Yazarının yayınlamaya niyetlendiği, üzerinde çalıştığı bir kitabın içeriğine, henüz bu aşamadayken, yani bir düşünceden ibaretken, elle tutulur hale gelmediği için yalnızca varsayımsal olarak işlenmiş bir suç işlemi yapılmasındaki garabet, bu çalışmaları bulundurmanın da doğrudan örgüt üyeliği kapsamında değerlendirileceğinin ilanıyla taçlanarak, faşizmin evrensel haznesine bir katkı olarak sunuluyor AKP eliyle. Böylesini ne Bradbury hayal edebilmişti, ne tarihin kapkara faşizm uygulamaları. Daha vahimi şudur ki, bu noktaya varacağı ilk günden belli olan bir cadı avının, “demokrasinin tesisi” olarak alkışlanmasına da, alçalmanın bu derecesine de öncülük ediyor bu ülke… Tarih, “ileri demokrasi”nin uygulamalarını da, şakşakçılığın böylesini de ilk kez kayda geçiriyor. İşte burası, sözün bittiği, tarihin kütüğüne “bir de bunlara boyun eğmeyenler vardı” notunu somut olarak düşürmemiz gereken yerdir. Budur boynumuzun borcu… Asaf Güven Aksel |
Yeni açıklanan ABD Dışişleri Bakanlığı'na bağlı bir belge, önemli bir şüpheyi kanıtladı: 2007 yılında İsrail Suriye’nin nükleer tesisini uçakla vurdu, ve İsrail uçakları Türk hava sahasını kullandılar. 6 Eylül 2007’de Suriye’nin nükleer tesisi, faaliyete geçmesine haftalar kala bir hava bombardımanında vurulmuştu. Resmen açıklanmasa da, herkes saldırının İsrail tarafından yapıldığında hemfikirdi. Suriye yetkilileri, alçak uçuş yapan İsrail uçaklarına ateş açıldığını duyurdular. İsrail, yarı-resmi açıklamalarla olayı yalanladı. Kanıtlar önce gökten düşmüştü İsrail’le Suriye arasında bu gerilim yaşanırken, Türkiye’de ilginç bir gelişme yaşandı. Hatay’da Suriye sınırına 3 kilometre uzaklıkta Hassa’nın Büyükger Mezrası'nda mezraya koyun otlatmaya giden çobanlar, uçak parçaları buldular. Bulunan parçalar, Türk ordusuna ait değildi. Elbette Türkiye’nin İsrail’le içli dışlı ilişkisini bilen herkes, bunların Suriye’yi vuran İsrail uçaklarından atılan yakıt tankları olması gerektiğini söyledi. Genelkurmay’ın sitesinde ise hava sahası ihlallerinde böyle bir not yoktu. 6 Eylül’de yalnızca Yunan uçaklarının Türk hava sahasını ihlal ettikleri belirtiliyordu. Yani Türk ordusunun bu uçuşlar için haberi ve izni vardı. Tüm açıklamalar olayı doğruluyordu Suriye ordusundan gelen açıklamalar da İsrail uçaklarının Türk hava sahasını kullanarak saldırdıkları düşüncesini pekiştiriyordu. Suriye ordusuna göre İsrail uçakları Suriye’ye kuzeyden girmişlerdi ve alçak uçuş yaptıkları sırada Suriye’nin ateşin kaçmak için hızlı manevra yapabilmek adına yakıt tanklarını atmışlardı. Suriyeli görgü tanıkları 5 ya da daha fazla uçağın sesini duyduklarını belirtirken, uçakların İsrail'den kalkarak Akdeniz üzerinden önce Türk hava sahasına daha sonra da buradan Suriye toprakları üzerine geçtiği iddia edilmişti. Dahası, İsrail uçaklarından parçaların bulunduğu Samandağ ilçesi sakinleri 3-4 uçağın 500 metre kadar alçaktan uçtuklarını duyduklarını, hatta camların sarsıldığını anlatmışlardı. Görgü tanıkları uçakların önce kuzeye doğru 15 dakika sonra ise güneye doğru uçtuklarını söylediler. Bu da uçakların Akdeniz üzerinden Türk hava sahasına girip çıktıklarını doğruluyordu. Devlet konuyu sessizliğe gömdü Hatay Valisi, parçaların bulunmasının ardından konunun tartıştıldığı günlerde İsrail savaş uçaklarına ait parçanın Diyarbakır'daki Hava Kuvvetleri Komutanlığı'na ait tesise götürülüp inceleme altına alındığını açıkladı. Daha sonra ise Türkiye devleti, konuyu derin bir sessizliğe gömdü. Ve kanıt ABD'den geldi Olaydan 3 yıl sonra kanıt, ABD Dışişleri Bakanlığı belgeleriyle geldi. Nisan 2008’de Vaşington’dan gönderilen bir diplomatik belge, İsrail gazetesi Yedioth Ahronoth tarafından yayınlandı. Belgede dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condoleeza Rice, tüm dünyadaki ABD diplomatik temsilciliklerine gönderdiği mesajda “6 Eylül 2007 tarihinde İsrail, Suriye’nin belli ki Kuzey Kore’nin yardımıyla inşa ettiği gizli nükleer reaktörü yok etti” ifadelerine yer verdi. Belgede operasyon öncesi istihbarat toplanması, İsrail ve ABD arasındaki işbirliği, her iki ülkenin de paylaştığı can sıkıcı ve zorlu sonuçlar, İsrail hükümetinin Suriyeyi bombalama kararı ve Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın karşılığında bir savaş açmasından duyulan korku gibi noktalara değinildi. Belgede Rice, “Bugüne kadar bu bilgiyi sizden bir çatışma yaşanır korkusuyla ve böyle bir şeyi önlemek için sakladık” dedi. Belgenin henüz Wikileaks sitesinde yayınlanmadan Yedioth Ahronoth’tan Ronen Bergman tarafından haberleştirilmesi ise dikkat çekici bir ayrıntı olarak ortada duruyor. (soL - Dış Haberler) Doğruluk payı nedir sizce? |
http://www.emsc-csem.org/Earthquake/earthquake.php?id=196685 Magnitude ML 5.0 Region WESTERN TURKEY Date time 2010-11-03 02:51:28.6 UTC Location 40.32 N ; 26.14 E Depth 10 km Distances 138 km SW Tekirdag (pop 122,287 ; local time 04:51 2010-11-03) 29 km NW Çanakkale (pop 87,791 ; local time 04:51 2010-11-03) 24 km NW Eceabat (pop 5,120 ; local time 04:51 2010-11-03) |
http://tr.wikipedia.org/