DonanımHaber Mini sürüm 2 Ocak 2026 tarihi itibariyle kullanımdan kalkacaktır. Bunun yerine daha hızlı bir deneyim için DH Android veya DH iOS uygulamalarını kullanabilirsiniz.
G

Er
26 Nisan 2010
Tarihinde Katıldı
Takip Ettikleri
1 üye
Görüntülenme (?)
3 (Bu ay: 0)
Gönderiler Hakkında
G
15 yıl
Amerikancı Eğitim Düzeni - Fulbright Anlaşması
Milli Eğitimimiz 27 Aralık 1947'de imzalanan ve “Fulbright Antlaşması” olarak anılan ”Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkındaki Anlaşma’nın sonucu olarak, bütünüyle Amerikalı uzmanlar ve CIA tarafından, Amerikan çıkarları doğrultusunda biçimlendiriyordu.

*

Senatör Haydar Tunçkanat’ın “İkili Antlaşmaların İç Yüzü” ve “Amerikan Emperyalizmi ve CIA” adlı kitabında açıkladığı üzere, 27 Aralık 1947'de imzalanan Eğitim Komisyonu’yla ilgili anlaşmanın 5. maddesi şöyleydi:

"Komisyon, dördü TC vatandaşı ve dördü ABD vatandaşı olmak üzere sekiz üyeden kurulu olacaktır. Bunlara ek olarak Türkiye’deki ABD diplomatik heyetin başı, (Amerikan Büyükelçisi) komisyonun fahri başkanı olacaktır.Komisyonda oyların eşit oluşması durumunda kesin oyu misyon şefi (Amerikan büyük elçisi verecektir.”

Komisyonun ABD vatandaşı olan dört üyesinden ikisinin elçilikteki CIA mensupları arasından seçileceğinden kuşku duymamak gerekir, böylece CIA, Milli Eğitim Bakanlığı’na rahatça sızma olanağı bulacak ve komisyon üyesi sıfatıyla öğrenci ve eğitim üyeleri arasında ajanlar devşirmekte hiçbir güçlükle karşılaşmayacaktır.

Okul kitaplarına ve ders kitaplarına Amerikan propagandasının etkinliğini artırmak için malzeme hazırlayacaklardır.”

O günden 2007' ye 58 yıldır, “Milli Eğitim”imizi ve daha pek çok bakanlığımızı Amerikalı uzmanlar yönlendiriyor.

Bu durun, 2007'de de böyledir ve FULBRİGHT COMMİSSİON adı altında Türk Milli Eğitimini biçimlendiren kurulun başında 2007'de Amerikan Büyük elçisi oturmaktadır. (bu gün de o kadar taviz verdiğimize göre bu şartlar muhtemelen aynı şekilde, belki de daha da ağır şekilde devam etmektedir. Bundan daha ağır ne olacaksa?)

İsmet İnönü, Amerikan Yarı-Sömürgesi Olduğunu Açıklıyor.

Yalnızca Milli Eğitim’in değil, diğer pek çok bakanlıkların1949'dan başlayarak Amerikalı uzmanlar güdümlendiğine ilişkin acı gerçek, Türkiye’yi Amerikan yarı- sömürgesi durumuna düşürerek Türk ulusunun anlına bu lekeyi süren İsmet İnönü tarafından, yıllar sonra,1963'de “timsah gözyaşlarıyla” şöyle itiraf etmişti.

“Daha bağımsız ve kişilik sahibi dış politika izlemesini istiyoruz. Herkes aynı şeyden söz ediyor. Nasıl yapacağım ben bunu? Karar vereceğim ve işi teknisyenlere havale edeceğim. Onlar ayrıntılı çalışmalar yapacaklar ve öneriler hazırlayacaklar. Yapabilirler mi bunu?

Hepsini çevresinde uzman denen yabancılar dolu. İğfal etmeye çalışıyorlar. Başaramazlarsa işi sürüncemede bırakmaya çalışıyorlar. O da olmazsa karşı tedbir alıyorlar. Bir görev veriyorum sonucu bana gelmeden, Washington’un haberi oluyor. Sonucu memurlardan önce sefirden öğreniyorum.

Bağımsızlık savaşından sonra Lozan’da asıl mücadele de bu uzmanlar konusunda oldu. Yoksa sınırlar zaten fiili durum idi. Tazminat işini iki devlet aramızda çözerdik. Bütün mücadele idaremize yapılmak istenen müdahale yüzünden çıktı. Bir tek uzman vermek için büyük ödünlerde bulunmaya hazırdılar. Dayattık. Biz onların neden ısrar ettiklerini biliyorduk. Onlar bizim neden inatla red ettiğimizi biliyorlardı.

Böyledir bu işler, peygamber edasıyla size dünyaları vaat ederler. İmzayı attınız mı ertesi günü gelmişlerdir. Personeli gelmiştir, teçhizatı gelmiştir, üsleri gelmiştir. Ondan sonra sökebilirsen sök. Gitmezler. Ancak bu sorunun üzerine vakit geçirmeden gitmek gerek. Yoksa ne bağımsız dış politika ne bağımsız iç politika güdemezsiniz. Havanda su döversiniz. Fakat sanmayın ki bu kolay bir iştir. Denediğinizde başınıza neler geleceği bilinmez…”

Türkiye’nin Şubat 1948'de 705 bin dolar olan döviz varlığını, Mayıs 1950'de eksi 12 milyon dolara; 1946'da 214 ton olan altın varlığını 1949 sonunda 123 tona indiren, ülkenin dağarcığında yeterince altın ve döviz bulunmasına karşın Amerika’dan borç alarak ülkeyi Amerikan güdümüne sokan İsmet İnönü’nün bu yüz kızartıcı açıklamaları karşısında:

“Madem bunları biliyordunuz, öyleyse niçin Amerika ile antlaşmalar yaparken Türkiye’ye Amerikalı uzmanlar dolmasına neden olacak maddelere imza attınız?” ..

demek gerekiyor.

İsmet İnönü’nün bu sözleri, kendisinin Türkiye’yi içine düşürdüğü durumu tüm çıplaklığıyla gözler önüne serdiği gibi, onun bir Türkiye Cumhuriyeti kahramanı, Cumhurbaşkanı, Başbakanı olarak ne denli çaresiz olduğunu da ortaya koymaktaydı.

NOT: Bu yazıda Sn. Cengiz ÖNAKINCI’nın “Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni- Osmanlı Tuzağı ”adlı kitabından alıntı yapılmıştır.
G
15 yıl
FBI ile \"Önleyici Dava\" Kardeşliğinden Vesayete
11 Eylül süreci ile birlikte ABD merkezli olarak "önleyici savaş" kavramı ortaya atıldı. Bu kavramın alt başlığı olarak FBI, "önleyici dava" kavramını geliştirdi.

Bu kavram; suç işlememiş ama işlemesi olası olduğu düşünülen insanların, aralarına sokulacak ajanlar vasıtası ile birbirleri ile "tanıştırılıp" (Bkz: Tanıdığının tanıdığı üzerinde örgüt üyesi olunan Ergenekon davası) , biraraya gelecekleri "ortak dava" ortamları yaratılmasını ve bu ilişkiler ağı olgunlaştığı noktada bu insanların "örgüt suçlaması" ile toplanmasını öngörüyordu.

ABD bu davayı kendi ülkesinde; bir ABD üssüne pizza dağıtan Türk ve arkadaş çevresi üzerinden denedi. Almanya'da Türkiye'de istihbaratla bağlantısı olduğu iddia edilen bir Türk ve arkadaş çevresi üzerinden bir "bombacı ekip" yaratarak bunu denedi (Bkz: Kadir T ve Sauerland çetesi) . FBI'ın "önleyici dava" kavramını mükemmelleştirip uyguladığı son noktayı ise tahmin edebilirsiniz.

Devletimiz içinde birilerinin ABD Devleti ile önleyici dava pratiği yaptığına artık eminiz.

Siz emin değilsiniz; Arslan Bulut'un son günlerde yayınladığı aşağıdaki yazıları ard arda okuyun. Türk yargısı üzerindeki ABD vesayetinin geldiği nokta konusunda şüpheniz kalmayacaktır.

Açık İstihbarat

Adalet Bakanlığı'nda ABD'li Bir Savcı - 26 Haziran 2010

Abant Platformu’nun bu yılki “Vesayet ve Demokrasi” konulu toplantısında konuşan Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Anayasa Mahkemesi’nin geçmişteki parti kapatma kararlarını hatırlatarak Türkiye’de demokrasinin vesayet altında olduğunu son 30 yıl içindeki diğer örnekleriyle anlattı.
Ergin,

“Anayasa değişikliğinin en önemli amacı, vesayet rejimini sona erdirmek, demokrasiye vurulan zincirleri kırmak, cunta zihniyetini tarihin karanlık sayfalarına gömmek ve tam demokrasiyi tesis etmektir”

dedi.

* * *

Şimdi Adalet Bakanı’na bir bilgi sunacağım.

Gazeteci Yılmaz Polat’ın son kitabı “CIA Pençesinde Açılım”, Ulus Dağı Yayınları arasında çıktı.

Kitabın 163 ve 164’üncü sayfalarında aynen şu bilgiler yer alıyor:

“Abdullah Gül, 8 Ocak 2008’de Bush’a konuk oldu. Görüşmede, Kürt sorunu üzerinde durularak siyasi çözüm tartışıldı. Görüşmeden sonra Abdullah Gül, Bush’un bu konuyla ilgili bir isteğinin olmadığını açıkladı. Beyaz Saray ise Türk tarafını yalanlarcasına, görüşmede PKK ve siyasi çözüm yöntemlerinin ele alındığını bildirdi.

Siyasi çözümün şifresi, Erdoğan’ın 5 Kasım’da Bush ile baş başa görüşmesinde saklıydı. Gül-Bush görüşmesi, Erdoğan-Bush görüşmesinin devamı niteliğindeydi.
Abdullah Gül, Ankara’ya döndükten bir ay sonra ABD Adalet Bakanı, Türkiye Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay ile görüştü. ABD ve Türk Adalet Bakanlıkları, uzun süredir işbirliği içindeydiler.

2006’da kamuoyuna yansımayan bir anlaşma da yapılmıştı ve o tarihten beri Kaliforniya Eyaleti Sacramento bölgesinden atanan bir Amerikalı savcı, Türk Adalet Bakanlığı’nda danışman olarak çalışıyordu.

ABD Adalet Bakanlığı bünyesinde 1991 yılında oluşturulan OPDAT’a, (Office of Prosecutorial Development Assistance and Training-Denizaşırı Adli Takibatı Geliştirme Yardımı ve Eğitim Dairesi’ne) bağlı savcılar bir yıllığına atanır; 14 ve 15’inci dereceden yılda 102-153 bin dolar arasında ücret alırlar. ABD’nin, Türkiye’nin yanı sıra Pakistan, Endonezya, Kenya, Bangladeş, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerde de danışman savcıları vardı.

Amerikalı danışman savcıların görevleri arasında terörizm suçlarının soruşturulması ve yargılama imkanlarının güçlendirilmesi; gerekli teknik yardımın sağlanması bulunuyordu. Ayrıca yabancı ülkelerde terörist izleme, insan haklarını koruma ve kara para aklama gibi konular da görevleri arasındaydı.

Amerikalı danışman savcı, Türk adaletini biçimlendirirken, Ankara Büyükelçiliği bünyesindeki FBI ve istihbarat birimleriyle de yakın işbirliği içinde çalışıyor.”

* * *
Sadullah Ergin, Yılmaz Polat’ın verdiği bu bilgiler hakkında bir açıklama yapar mı acaba? Bu bilgiler doğruysa, vesayet altında çalışan kim oluyor?

Mehmet Ali Şahin, Danıştay baskını sırasında Devlet Bakanı idi ve TBMM’de yaptığı konuşmada, olayın sebebi ile ilgili olarak, “sürprizlere hazır olun” demişti. Hangi savcıdan bilgi almıştı acaba?

Başbakan Tayyip Erdoğan, Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin ve Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, bu tür olayların tamamından milliyetçileri veya ulusalcıları sorumlu tuttular, sonra da terörle mücadele bir kenara bırakılıp teröristle mücadele edenler hakkında soruşturmalar başlatıldı!

İçişleri Bakanlığı’nda da ulusalcılığı suç olarak gösteren bir rapor hazırlandı!

Amerikalı savcı böyle mi tavsiye etmişti?

“Vesayet ve demokrasi” ye bundan daha açık örnek var mıdır?

Şimdi Cemil Bayık, “demokratik özerklik” ilan edeceğini söylüyor.

Bu politikalar sayesinde değil mi? Daha taşeron aramaya gerek var mı?

Amerikalı Savcı Türk Savcıları ve Polisi İle Birlikte Çalışıyor - 30 Haziran 2010

Adalet Bakanlığı, “Adalet Bakanlığı’nda Amerikalı danışman savcı” başlıklı yazımı kesin bir dille yalanlamıştı.

Ancak, bu bilgiyi aldığım Yılmaz Polat’ın “CIA Pençesinde Açılım” adlı kitabının yayıncısı Mustafa Yıldırım, kısa bir açıklama ile birlikte konunun yer aldığı Amerikan Adalet Bakanlığı ve Ankara Büyükelçiliği İnternet sitelerinin adreslerini ve ilgili sayfaları gönderdi.

* * *

Amerikan Büyükelçiliği’nin İnternet sitesine girdiğimiz zaman,

“ABD Adalet Dairesi Yurtdışı Savcılık Geliştirme, Yardımlaşma ve Eğitim kurumuna bağlı olarak bir hukuk müşaviri, 2006 yılında ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nde konuşlanmıştır.

Özellikle terör ve terörizmin finansmanı ile ilgili olarak ABD ve Türkiye hükümetleri arasında işbirliğini sağlamak için görev yapıyor.

Bu müşavir, yerel savcı ve diğer kolluk personeli ile çalışıyor ve eğitim programları ile ABD ve Türkiye’nin ortak çabalarını geliştirmeye gayret ediyor. Şimdiki eğitim programları kara para aklama, siber suçlar, suçluların iadesi ve ceza davalarında duruşma öncesi meselenin aydınlatılmasına odaklanmıştır”

açıklamasına rastlıyoruz.

Amerikan Adalet Bakanlığı’nın İnternet sitesinde ise kısaca OPDAT adı verilen kuruluşun Türkiye’de Dışişleri Bakanlığı ile yakın işbirliği içinde çalıştığı, ABD Büyükelçiliği’nin, Türk Hükümetinin PKK ve diğer terör örgütlerinin işlediği cinayetlere karşı mücadelesine destek verdiği, terörle mücadele mevzuatını geliştirmek ve ceza davalarında, mali dolandırıcılık ve kamu yolsuzluklarında yardımcı olduğu belirtiliyor.

OPDAT sayfalarında,

“Kapsamlı cezai adalet yardım programları çerçevesinde deneyimli ABD’li savcılar, yerleşik tüzel danışmanlar olarak Benin, Irak, Kenya, Liberya, Türkiye, Uganda, Birleşik Arap Emirlikleri, Yemen, Zambiya Cibuti, Gana, Ürdün, Kuveyt, Mozambik, Nijerya, Katar, Güney Afrika ve Tanzanya dahil olmak üzere bu ülkelerde programlar yapar”

bilgisi veriliyor.

OPDAT’ın dünya çapında faaliyetlerinin anlatıldığı yazının Balkan ülkeleri ile ilgili paragrafında ise

“Programlar Dışişleri Bakanlığı tarafından finanse edilerek bu ülkelerde cezai adalet sistemi geliştiriliyor.

Özel soruşturma tekniklerinin kullanılması, sanıkların videoya konuşmaları ve diğer basit gizli faaliyet rutin olarak Amerikan savcılar ve ajanlar tarafından kullanılmaktadır.

OPDAT özel soruşturma teknikleri kullanılabilmesi için ilgili ülkelerde yasal reformlar için tavsiyelerde bulunulmuştur. OPDAT, organize suçlar dahil olmak üzere suçla mücadelede, bölge ülkelerinde özel görev güçleri geliştirmeye yardımcı oldu”

deniliyor.
* * *

Mustafa Yıldırım, “Adalet Bakanlığı ‘1980’den beri ABD ile anlaşma yok’diyor.

Bu durumda; ABD Büyükelçiliği’nde bulunan (RLA -Yerleşik Yasal Danışman) Amerikalı Savcı, Türkiye’nin savcılarıyla ve emniyetiyle devletlerarası protokol, anlaşma ya da sözleşme olmadan, yalnızca kişisel dostluk ilişkileri mi kurmuş oluyor?

Bu ilişkilerden Adalet Bakanlığı’nın bilgisi yoksa hangi bakanlığın bilgisi var?” diyor.

* * *

İşte bir demokrasi ve yargı sistemi böyle vesayet altına alınıyor.

Şimdi açıklama yapma sırası kimde acaba?

Dışişleri Bakanı, İçişleri Bakanı ve Başbakan, bu rezaleti nasıl izah edecek?

Tayyip Bey, demokratikleşmeyi Amerikalı savcıların tavsiyeleriyle mi sağlayacak?


İstanbul'da 8 Savcıyla Toplantı Yapan Amerikalı - 01 Temmuz 2010

Yılmaz Polat’ın “CIA Pençesinde Açılım” adlı kitabındaki bilgileri esas alarak yazdığım, “Adalet Bakanlığı’nda Amerikalı bir savcı!” başlıklı yazıyı, Adalet Bakanlığı’nın kesin bir dille yalanlamasından sonra dün yeni bilgilere ulaşmış ve Amerikan Adalet Bakanlığı ve Türkiye’deki Amerikan Büyükelçiliği’nin İnternet sitelerinden alıntılar yaparak, doğru bilgi verdiğimi ispatlamıştım.

odatv.com yazarı Barış Terkoğlu da aynı kaynaklardan konuyu araştırdı ve “Adalet Bakanı Amerikalı danışman yok dedi. Bakın Amerika ne söylüyor?” başlığı altında bizimle hemen hemen aynı bilgileri içeren bir haber yaptı.

Yazıyı 29 Haziran günü saat 17.00’de yazıişlerine teslim etmiştim. Bir saat sonra arkadaşların, “oda.tv’ye bir bak” uyarısı üzerine bu sitenin manşetinde 16.50’de girilmiş Barış Terkoğlu imzalı haberi okudum.

Barış Terkoğlu ile birbirimizden habersiz olarak, aynı saatlerde hemen hemen aynı bilgileri ele almıştık. Terkoğlu’nun haberinde dünkü yazımda olmayan çok önemli bir bilgi daha vardı ki onu da bu sütunda kayda geçirmem gerekir.
Barış Terkoğlu, “İstanbul’da savcılarla toplantı” ara başlıklı bölümde şöyle yazdı:

“Yine ABD Dışişleri Bakanlığı sitesinde şöyle bir bilgi veriliyor: ’Türkiye’de PKK ile Savaşmanın Yasal Araçları Üzerine Program: 25-26 Ocak 2007’de, OPDAT Türkiye Genel Hukuk Danışmanı İstanbul’da, PKK ile mücadelede yasal araçlar üzerine bir program düzenledi.

Program katılımcıları terör suçları ve organize suçlarla ilgilenen mahkemeleri bulunan sekiz Türk kentinden cumhuriyet başsavcı vekilleri ile dört yargı temsilcisinden oluştu. Program Türk yetkilileri ile Hollandalı ve İngiliz meslektaşlarını bir araya getirdi. Amaç, programa katılan tüm tarafların, PKK ile mücadelede kendi ülkelerinde kullanabilecekleri mevcut yasal araçları tartışmalarını sağlamaktı.’

(http://www.dojafijobs.us/news.html)

ABD Dışişleri Bakanlığı, resmi yayın organında Genel Hukuk Danışmanı’nın İstanbul’da PKK ile mücadele kapsamında cumhuriyet savcıları ve yargı temsilcilerine yönelik bir program düzenlendiğini haber veriyordu. Oysa Adalet Bakanlığı kimseden danışmanlık hizmeti almadıklarını söylemiyor muydu?

Bakanlık, OPDAT programı dahilinde seminerlerin yanısıra iki yönlü teknik yardımın da gerçekleştiğini haber veriyor. Türkiye’de Adalet Bakanlığı’nın kesinlikle yalanladığı ilişki, ABD Adalet Bakanlığı arşivlerinde yapılan faaliyetler ile beraber net olarak görülebiliyor.

Tüm bunlardan sonra Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in, Türkiye’de gazeteciler yerine ABD Adalet Bakanlığı’nı yalanlaması gerekmez mi? Ya da Adalet Bakanlığı İstanbul’da düzenlenen OPDAT toplantılarından haberdar değil mi?”
* * *

Amerikan Adalet Bakanlığı sitesinde belirtilen OPDAT Türkiye Genel Hukuk Danışmanı, yani Amerikalı savcı, terör suçları ve organize suçlarla ilgilenen mahkemeleri bulunan sekiz Türk kentinden cumhuriyet başsavcı vekilleri ve dört yargı temsilcisi ile görüştüğüne göre Adalet Bakanı’nın, bu konudan haberdar olmaması mümkün değildir.

Bu bilgiler gizli değildir. Amerikan Adalet Bakanlığı İnternet sitesinde halen yayındadır.
Durum böyle olduğu halde, Adalet Bakanı kendisi açıklama yapmayıp, bu konulardan belki de hiç haberi olmayan “Basın Müşaviri” imzasıyla bize yalanlama geçti.
Amerikalı savcının danışmanlığında, Türkiye, terörle mücadele edecek öyle mi?
İşte Türkiye böyle yönetiliyor ey vatandaş!

Seçmene Uyarı : Yargı Reformunu UNDP Hazırladı ! - 13 Temmuz 2010

Amerikalı bir savcının Adalet Bakanlığı’na danışmanlık yaptığını yazdığımda bakanlık bu haberi yalanlamıştı.

Sonra Aydınlık dergisinde, Susanne Hayden adlı bu savcının, resmi olarak Amerikan Büyükelçiliği bünyesinde çalışmakla birlikte, 25-26 Ocak 2007’de İstanbul’daki hakim evinde, sekiz ilin özel yetkili Başsavcı vekili ve Adalet Bakanlığı’ndan üç yetkili ile çalıştay düzenlediği ve terörle mücadele yöntemlerini anlattığı ortaya çıkarıldı.

Adalet Bakanlığı, bu haberler üzerine herhangi bir açıklama yapamadı.

***
Şimdi en az bu skandal kadar büyük bir skandalı yine açık kaynaklardan elde ettiğim bilgilerle bilginize sunuyorum...

Anayasa reformu denilen ve Türk yargı sistemini altüst eden çalışmalar, uzun süreden beri Adalet Bakanlığı ile Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından sürdürülüyor.

Danıştay 2. Dairesi Tetkik Hakimi Fetih Sayın, Danıştay Başkanlığı tarafından görevlendirilerek 16-17 Nisan 2009 tarihlerinde Ankara Sheraton Oteli’nde yapılan semineri takip etti ve bir rapor hazırladı.

Fetih Sayın öncelikle UNDP’nin İnternet sitesini inceledi ve

“Kurumsal Yönetim Perspektifinde Yargı Reformunun Desteklenmesi”

projesinin 112 bin Amerikan Doları bütçesi olduğunu ve Ocak-Ağustos 2008 tarihlerini kapsadığını tespit etti.

UNDP sitesinde aynen şöyle deniliyor:

“UNDP, ulusal hükümet nezdinde güvenilir bir ortaktır, yargıda iyi yönetişimi sağlamada ulusal hükümete katkı verecek pozisyondadır.

Proje adalet reformunda Türkiye’ye yol haritası hazırlamak için hazırlanmıştır ve Adalet Bakanlığı, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Yargıtay ve Danıştay gibi yüksek mahkemelerin yapıları ve kendi aralarındaki etkileşimlerine yönelik genel bir değerlendirme sağlayacaktır.”

***
UNDP’nin “Türk Yargı Reformuna Destek” başlıklı raporunda da şu bilgiler veriliyor:

* “Yargı Reformunun Desteklenmesi Projesi kapsamında 13-14 Mart 2008 tarihinde Ankara’da bir çalıştay gerçekleştirildi. Geniş bir katılımcı topluluğunca gerçekleşen bu iki günlük çalıştayda Türkiye’nin yargı reformuna ilişkin çabaları ve özellikle de Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile Yargıtay ve Danıştay gibi yüksek mahkemelerin yapısı hakim ve savcılar gibi adalet aktörlerince tartışıldı.

* Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısındaki olası değişikliklere odaklanıldı.

* Katılımcılar ayrıca, Personel İşleri Dairesi Genel Müdür Yardımcısı’nca Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısı, üyelerinin seçim prosedürleri, atama ve terfilere ilişkin görev ve sorumlulukları hakkında bilgilendirildi. Çalıştayın ikinci günü, Yargıtay ve Danıştay başta olmak üzere yüksek mahkemelerin yapısına ilişkin tartışma ve görüş alışverişini mümkün kılan platformlara ayrıldı.

* Çalıştaya UNDP Bratislava Bölgesel Merkez Ofisi temsilcileri ve uluslararası danışman Larry Taman da katılarak Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun ve Yüksek Mahkemelerin yapılarıyla ilgili uluslararası düzenlemeler ve uygulamalar başta olmak üzere, küresel bağlamda yargı reformu ile ilgili deneyimlerini aktardılar”.

***

Fetih Sayın diyor ki,

“Görüldüğü gibi bütün çalışmalar Adalet Bakanlığı’nın, bir başka anlatımla yürütme erkinin yönlendirmesi doğrultusunda sürdürülmüş, yargı erki kendisiyle ilgili olarak yapılacak önemli düzenlemelerin hazırlığında dışarıda tutulmuştur.”

Konuya devam edeceğiz...

Yargıda Şimdi de Kanadalı Gölgesi - 14 Temmuz 2010

Anayasa değişikliklerinde özellikle “Yargı Reformu” denilen ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısını değiştiren hazırlıkların, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından verilen yol haritası çerçevesinde yapıldığını dün açıklamıştım.

Konuyla ilgili Danıştay Başkanlığı tarafından görevlendirilen Danıştay 2. Dairesi
Tetkik Hakimi Fetih Sayın’ın raporundan bazı alıntılar yapıyorum:

* “16-17 Nisan 2009 tarihinde UNDP ile birlikte yapılan çalışmada, UNDP proje sorumlusu Seher Alacacı, yargı reformu ile ilgili hazırlık toplantısının 31 Ocak-1 Şubat tarihlerinde Bratislava’da yaptıklarını, anlattı. Türkiye ile ilgili bir çalışmanın hazırlık toplantısı Türkiye’de değil de neden Bratislava da yapılıyor maalesef anlayamadım.

* UNDP Bratislava Bölgesel Merkez Ofisi temsilcileri ve Kanadalı uluslararası danışman Larry Taman, Türk yargı sistemini çok iyi tanıdıklarını söylediler ve UYAP sistemini övdüler.

Taman, Türkiye’nin bütün mahkemelerinde hangi davaya hangi mahkeme ve hakimin bakacağının Adalet Bakanlığı’nın kontrolündeki o çok övdüğü e-adalet sistemi kapsamındaki UYAP sisteminin merkezinden belirlendiğini, bu sistemin her türlü müdahaleye açık olduğunu, nitekim ilk kuruluş aşamasında bir dosyanın HAVELSAN’da görevli bir personel tarafından Ankara Mahkemeleri arasında, avukatınca düşürülmek istendiği mahkemeye düşürüldüğünü, bu personelin görevine son verildiğini, şu anda UYAP’ın görevde kalmaları tamamen Bakanın arzusuna bağlı görevlilerce yönetildiğini, UYAP’ın ağırlıkla yargıçlardan oluşan tamamen özerk ve bağımsız bir kurulun yönetim ve denetiminde olması gerektiği yolunda açılmış dava ve taleplerin hiç dikkate alınmadığını, Danıştay’ın da yasa zoruyla UYAP kapsamına alınmak istendiğini, Bakanlığın bu olağanüstü gücü asla ve asla yargıya terk etmek istemediğini de biliyor muydu?

***

* Larry Taman, konuşması sırasında ‘Çok kısa süre sonra Türkiye Anayasasında çok ciddi değişiklikler olacak. Yargı sistemi de sanırım kapsamında olacak. Bazı önemli reformlar yolda’ dedi.

Bu kadar kesin ifade ile nasıl söyleyebiliyor, acaba o değişikliklerin hazırlık çalışmasında da bulundu mu? Yoksa bir kâhin mi? Bilemiyorum.

* Ayrıca şu noktaya da takıldım; Larry Taman, tüm seminer programının her aşamasında kürsüde yer aldı ve ilginçtir, konuşmasının bir yerinde Kanadalı olduğunu ve bir ara Kanada’da Adalet Bakanlığı müsteşarlığı görevinde de bulunduğunu söylemişse de titrinin ne olduğunu halen öğrenebilmiş değilim. Seminer programında hep şu şekilde yer aldı ‘Larry Taman - Uluslararası Uzman.’

Neyin uzmanı benim için halen meçhul...

***

* Konuşmacılar arasında Prof. Dr. Levent Köker ve Yavuz Atar da vardı.

Diğer taraftan hazırlanan ve yargı mensuplarının yüzde 90’ı tarafından cevaplandırılmayan anket formundaki sorulara baktığımda bunun bir önceki dönem gündeme getirilerek geri çekilmiş olan Anayasa ile son derece uyumlu olduğu ve hiçbir yargı mensubuna danışılmadan hazırlanan ve tepkiler sonucu geri çekilen o taslakta mevcut düzenlemelerin bu kez yargı mensuplarınca talep edildiği havası yaratmak amaçlı olduğu izlenimine kapıldım.

Prof. Dr. Ergun Özbudun başkanlığında hazırlanan o anayasa taslağının hazırlayıcıları arasında ne garip bir tesadüftür ki Prof. Dr. Levent Köker ve Yavuz Atar da yer almaktaydı...

Bu sebeple böylesi bir figüranlığa hizmet etmemek için anketi doldurmadım.”
G
15 yıl
ABD Merkezli İddia : Yükselen Siber Tehdit Türkiye
Raporu yayınlayan Washington eyaleti (ABD'nin başkenti Washington değil, kuzey batı ucundaki Washington eyaleti) merkezli , kurucusu Jeffrey Carr olan Grey Logic isimli bir firma. Firma siber-savaş konularında uzman bir kuruluş olmak ve ABD istihbarat camiasının çeşitli kuruluşlarına Rus ve Çin sibersavaş stratejileri ve taktikleri konusunda danışmanlık yapmakla övünüyor.

Bu firmanın yayınladığı ; "Project Grey Goose Report on Critical Infrastructure" başlıklı raporda ise üç ülke ; ABD'nin kritik altyapılarına sızma girişimleri nedeniyle hedef tahtasına oturtulmuş :

SCADA ; Supervisory Control and Data Acquisition tanımlamasının kısaltılmışıdır.

Endüstriyel sistemlerin kontrolü için kullanılan yönetim platformlarına verilen genel isimdir. Bir fabrikadaki üretim bandının kontrolü olsun; bir elektrik şebekesindeki unsurlardan veri toplayıp yöneten sistemler olsun; bunlar SCADA tabanlı sistemler olarak anılırlar.

Elektrik şebekesi gibi içiçe yaşadığımız bir diğer sistem olan bilgisayar ağları ise jenerik olarak IP sistemleri olarak tanımlanır. Her gün bu sistemler üzerinde, sistemlere sızmaya veya zarar vermeye yönelik ; binlerce "hacker saldırısı" gerçekleşmektedir. Bilişim şebekeleri bu kadar yoğun saldırı altındayken; SCADA tabanlı elektrik şebekesi gibi sistemlerin bu tarz yoğun bir saldırı altında bulunmamasının temel sebebi ; SCADA platformlarının daha az bilinen ve daha zor öğrenilen sistemler olmasıdır.

Elektrik şebekeleri gibi temel altyapı şebekelerini ; "hacker saldırılarından" muaf kılan bu denge değişmek üzere.

Nedeni ise; gelişen yeni teknolojilerle , artık elektrik altyapıları da IP tabanlı altyapılar üzerinden yönetilebilir hale dönüşecek. "Akıllı Şebeke" olarak adlandırılan bu altyapılar, elektrik firmalarının altyapılarını daha kolay ve verimli yönetmelerini kolaylaştırırken; bu şebekelerin yönetimlerinin, Internet gibi IP tabanlı sistemler üzerinden yapılmaya başlanması bu şebekelerin maruz kalacağı korsan saldırı/sızma tehdidini arttıracak.

Bilgisayarınızın veya bilgisayar ağlarının çökmesi vakalarından sonra; bilgisayar korsanlarının bütünüyle elektrik şebekelerine sızdıkları , kontrol altına aldıkları veya çökerttikleri vakalarla karşılaşmaya başlayacağız.

Bu uzun girizgahın sebebi ; ABD'de yayınlanan ilginç bir rapor.

Raporu yayınlayan Washington eyaleti (ABD'nin başkenti Washington değil, kuzey batı ucundaki Washington eyaleti) merkezli , kurucusu Jeffrey Carr olan Grey Logic isimli bir firma. Firma siber-savaş konularında uzman bir kuruluş olmak ve ABD istihbarat camiasının çeşitli kuruluşlarına Rus ve Çin sibersavaş stratejileri ve taktikleri konusunda danışmanlık yapmakla övünüyor.

Bu firmanın yayınladığı ; "Project Grey Goose Report on Critical Infrastructure" başlıklı raporda ise üç ülke ; ABD'nin kritik altyapılarına sızma girişimleri nedeniyle hedef tahtasına oturtulmuş :

Rusya; Türkiye ve Çin.

Raporu hazırlayanlar ; SCADA tabanlı altyapı sistemlerine yapılan ve bazıları 2001 yılına kadar geriye giden 120 saldırı tespit ettiklerini ve Rusya'dan sonra bu alanda en önemli ikinci tehdidin Türkiye olduğunu belirtiyorlar.

Rapor; 2003 yılında Türkiye merkezli çalışan bir grup SCADA hackerinin ; Ulusal Bilim Vakfı'nın (National Science Foundation) , Amundsen-Scott Güney Kutbu'ndaki bilim araştırma merkezine sızdıklarını belirtecek kadar ayrıntılara giriyor.

Bu tarz siber-saldırı/savaş vakalarına sadece teknik boyutu ile değil, daha makro jeopolitik bir boyuttan bakmakla övünen firma; Türkiye merkezli siber saldırı/sızma çabalarının artışını, Türkiye'nin bölgedeki jeopolitik gücünün artışı ile bağlantılandırıyor ve bunun bir sonucu olarak vurguluyor.

Rapor; bu alanda iki gelişmeye dikkat çekiyor.

10 Ekim 2009'da Ahmet Duvudoğlu'nun Ermenistan ile ilgili imzaladığı protokol biri.

Diğeri ise; Dünya Bankası'nın Temmuz 2009'da Türkiye'nin "akıllı şebeke" projelerini finans etme kararı.

Grey Logic firması bu gelişmeler ışığında, Türkiye'yi siber-savaş alanında; Rusya'nın ardından, Çin'in önünde gelişen bir küresel tehdit olarak tanımlıyor.

Sadece bilişim altyapısını değil, elektrik altyapısını da özelleştirmeler aracılığı ile yabancı ortaklı sermayeye sonuna kadar açan veya kendi generallerini dinlemekten başka ülkeleri dinlemeye fırsat bulduğu hayli şüpheli bir ülkenin, bu raporda resmedilen tabloya ne kadar uyduğu tartışılır.

Washington eyaletindeki gri bir firmanın raporunun içeriğinin doğru olup olmamasından çok; Türkiye'nin Rusya ve Çin ile aynı kategoride yükselen siber tehdit olarak kategorilendirilmesi ve bunun bölgesel güç senaryoları ile bağdaştırılması not edilmelidir.
G
15 yıl
Askerin Sahneyi Terk Edişi
Askerin Sahneyi Terk Edişi

100. Yıl Mutabakatı
Her asker gün gelir sahneyi terk eder...

Kimi çamurlu postallarıyla bir mayına basar; bütün kameralardan uzakta bir ayağını terk eder

Kimi kalbinde oruç, aklında anası devriye gezerken iftar vakti terkeder bir kurşunun ucunda.

Kandil'in eteğinde midesi kazınırken yanlış anlık istihbaratın kurbanı olan da vardır;

Afganistan'ın dağlarında "müttefik"e duyulan o kör güvenin bedelini bir RPG ile ödeyende.

Her halükarda ASKER yalnız terk eder sahneyi.

Ardından koca bir millet ağlasa da; kan çekilirken yalnızlaşan her insan gibi yalnızdır ASKER. Yalnızlığı; çürümüş, kokuşmuş , her gün kendini satan br toplumun son ulvi evladı olmasıdır.

Günahı da bol, ASKER'i de bol bu toprakların.

Her ASKER bir günahımızı sırtlanıp terkeder.

Kimisi ise sahnenin kenarında tutunur yaşama; anlamlı ziyaretlerin dünyasında.

Gazi deriz onlara, bir can kala şehitlik makamına tutunurlar hayata.

Protez bacaklar, kaliteli rehabilitasyonlar, bedava biletlerle öderiz keyfimizin kefaretini. Onlar ne terkedebilir, ne de kalır bu hayatta.

Terkedişleri şaşalıdır. Hayatlarında nasip olmayan şaşalarla uğurlanırlar.

Anaları kıymete biner. "Ananı da al git" diyen Başbakanlar bile saklanırlar Rayban gözlüklerinin arkasına.

20 yıldır terörle savaşıp da altına adam gibi bir zırhlı veremeyenler; bütün günahlarını örten o zırh gibi üniformalara bürünüp selamlarlar ASKER'in terkedişini.

Edepsizce şehit edebiyatı yapılırken;

iki yaşındaki kızının, şehitlikten bihaber gözlerinin bakışları altında terkeder ASKER evini.

Evini terk etmeyi göze alan ASKERLER kurmuştur bu memleketi.

Milyon dolarlık evlerini terkedemeyenlerin yönettiği bu diyar-ı ebedi.

Edeb laflara sığınıp kameralar önünde terkedenler değl;

Yalnız, sessiz ve edebi ile, küçük kızlarının gözlerinde sahneyi terkedendir bu ülkenin ASKERİ
G
16 yıl
Dünyanın en korkak kedisi
G
16 yıl
PKK terörü İsrail Komplosumu ?
Son zamanlarda yine çok sayıda şehit vermeye başladık!! Hemde İsrail ile ilişkilerimizin gerginleştiği dönemde Biliyorsunuzdur K.Irak İsrailin nüfuz alanında ve PKK terörürünün ana kaynağı!!! İsrail "Hamas" yüzünden gazzeye yapmadığı kalmadı ama kendi nüfuz alanındaki bölgede terör örgütünün varlığına tepki vermiyor!! Ayrıca PKKlı teröristlerin Mossad ajanlarından askeri eğitim aldığı yönünde bilgiler var!!! Acaba PKK terörü İsrail Komplosumu ?
G
16 yıl
Snopy Usb Mikrofon çalışmıyor
Sürücüsünü yüklememe rağmen snopy usb hoparlörümden ses çıkmıyor lütfen yardımcı olurmusunuz ?
G
16 yıl
kedilerin intikamı
Bu aralar sokak kedileri azapla miyavlıyor,aralarında toplanıyor,sürekli ürüme peşindeler.

Kedilerin yüz ifadelerine baktığımıda bir beklenti içerisinde olduklarını anlarız.
Özellikle şirin hareketleri ve tatlı miyavlamalarıyla insanları kontrol altına almaktadırlar.
Aslında bireysel hayvanlar gibi gözükselerde biz yatağımızda uyurken gizlice toplanıp korkunç planlarını devreye sokarlar!

Eğer böyle devam ederse nufus çoğunluğu elde edip dünyayı ele geçirebilirler!
G
16 yıl
Nhatt\u0027e el yhannet\u0027e
İşte size 70 yıldır kudüs tapınaklarındaki gizemini koruyan Nhatt'e el yhannet'e risalelerinin Dünyaya ve Türklere karşı hazırladıkları komplolarını kendi ifadeleriyle sunuyorum

Biz çok güçlüyüz.Bu güç sadece bizim kontrolümüzdedir.ABD'ye SSCB'ye ve Hitlere bu gücü biz verdik ve geri almasınıda biliriz.Siz ABD'yi inanılmaz zannedersiniz halbuki yüce amacımıza ulaşabilmek için kullandığımız kukla bir devletten ibarettir.Dünya üzerindeki tüm milletleri yanılgıya düşürdük.Bizim en büyük düşmanımız Türklerdir.Türkleri hep dağıttığımız zaman inanılmaz bir şekilde toparlanıp bize yine meydan okudular.Türkleri sonsuza kadar durdurmak için başlarına büyük bir felaket getireceğiz.Bu felaket onların ahlakını bozacak.Ahlakı bozulan Türkler toplumsal sorunları karşısında boğulurken sonrada gizlice onları kışkırtıp kendilerini tanıyamayan hale getireceğiz.Kendilerini tanıyamayan Türkler farklı bir milletten olduklarını zannedip kendi aralarında çatışmalar çıkaracaklar.İşte bu bizim çok güçlü olduğumuzun kanıtıdır.Nasılda tek bir milleti parçalara böldük.Biz İslam dinini böldük,atomuda böldük.Türkleride işte böyle böleriz.Türkler kendi aralarındaki çatışmalarla kendilerini yok edecekler.Bizim karşımıza artık kimse çıkamaz.Son kutsal savaşın zamanı gelmiştîr.Tanrının kutsal vaadiyle bu savaşın ebedi galipleri olarak tüm insanlık bize diz çökecek.İnsanlık tarihi eşi benzeri görülmemiş şekilde bizim sonsuz gücümüzün egemenliği ile noktalanacak!

Nhatt'e el yhannet'e yazılanlarla günümüzde yaşananlar paralellik göstermektedir! Kesinlikle daha dikkatli olmak zorundayız!
G
16 yıl
Korkunç Üçlü NSA-İntel-Microsoft
Artık günlük hayatta kullandığımız tüm elektronik aletlerden ,bilmediğimiz binlerce alete kadar herşey istihbarat örgütlerinin sızdığı bir alan haline gelebilir.Elektronik savaş inanılmaz boyutlardır.
NSA ,Amerikan Ulusal Güvenlik Teşkilatıdır! FBI ve CIA daha güçlü ve yüksek teknolojiye sahiptir! NSA benzersiz teknolojisiyle evrendeki tüm elektromanyetik doğal ve yapay sistemi kontrol etmektedir! Elektrikle çalışan cihazları hatta elektron geçen tüm maddeleri NSA teknolojisi denetler gerektiğinde kontrol bile edebilir! NSA tarafından geliştirilen atmosferde bulunan uzaydaki uydulardan kontrol edilen Nano Casus Sistemleri soluk aldığımız havaya bile bulaşmıştır! Kanımızda bulunan elektromanyetik parçacıklar NSA ajanı olabilir!
Tüm dünyada Kullanılan bilgisayarların işletim sistemi genellikle Windowstur.NSA ,İntel ve Microsoftun ortağıdır ve gizli teknolojileri birlikte geliştirirler! İnternete bağlanan her bilgisayar NSA tarafından kontrol edilir! Hatta İnternete bağlanmasına bile gerek yoktur İntelin ürettiği donanımlarda gizli veri antenleri vardır! Bu antenler atmosferde bulunan NBİ(Nano Baz İstasyonu)'ler ile uzaydaki NSA uydularıyla iletişim kurabilir! Dünyada çoğu şirket ve devlet İntel,Microsoft ve diğer amerikan şirketlerinin ürünlerini kullanmaktadır! Bu ürünleri kullanan şirket ve devletler NSA tarafından gizlice kontrol edilir! Maalesef bizim ülkemizde bu ürünleri kullanmaktadır!
DH Mobil uygulaması ile devam edin. Mobil tarayıcınız ile mümkün olanların yanı sıra, birçok yeni ve faydalı özelliğe erişin. Gizle ve güncelleme çıkana kadar tekrar gösterme.