|
Merhaba, Son günlerde yaşanan terör olaylarından sonra dillendirlen bir cümle var, gerçi bu cümle yıllardır söylenip duruyor: "Dağa çıkışı engellemek". Dağa çıkış engellenirse örgütün beslenemeyeceği ve fazla uzun yaşayamacağı çok açık bir gerçek fakat dağa çıkışı engellemek için ne yapılıyor bu memlekette? Sormak isterim size... Dağa çıkış neden olur? Dağa çıkan insanların kendilerince haklı gördükleri gerekçeler nelerdir? Bu insanların dağa çıkışlarını engellemek için şu an uygulanan yöntemler ne kadar etkindir? Size insan psikolojisini de hesaba katarak dağa çıkışın nasıl engelleneceği konusundaki fikirlerimi iletmek isterim: 1) Kürtçe yayın yasağı kaldırılacak, bu memelekette yaşayan kürt kökenli insanlar "süper" haklı olarak kendi dillerinde rahatça kültür faaliyetleri düzenleyebilecek. Televizyonu açtıklarında kürtçe komedi dizileri izleyebilecek, radyoyu açtıklarında yerli radyolarda kendi anadillerindeki şarkıları dinleyebilecekler. 2) Nüfus kayıtları sırasında görevli memurlar "Tajdin" ismini "Taylan" ismine çevirmeyecekler. İnsanlar binlerce yıldır kullandıkları kelimeleri kullanarak kendi evlatlarına kendi kültürel isimlerini rahatlıkla koyabilecekler. 3) Kimseye devlet dairelerinde kürtçe konuşuyor diye dava açılmayacak. (Açıldığını gördüm.) Anadilinde eğitim almak isteyenlere bu hak tanınacak. 4) Başından beri kürtçe olan bazı sokak, cadde ve alan isimleri eski haline döndürülecek. Özetle; bu memlekette kürt kimliği yok sayılıp silinmeye çalışılmazsa dağa çıkış da durur, pkk da biter... Çünkü bu şekilde insanların dağa çıkma gerekçesi kalmayacaktır. Bu memlekette zaten hür yaşayan bir insan topluluğu yurdu bölüp kaos ortamı oluşsun istemez, bunu istemek aptallık olur. İnsanoğlunun kimliği yok sayılıp bastırılmasın yeter. Bugün yasalar önünde Türk kültürünü yaşamak ile Kürt kültürünü yaşamak aynı güvence altında değildir. Bu maalesef böyledir. Yukarıda verdiklerim yapılan dayatmalara ait sadece 4 örnektir ve yaşanan gerçeklerdir. Bu yaşanan gerçekler kürt halkını rencide eder, onlar için bahane yaratır... Halbuki bahanesi olmayan insan asileşmez, saldırganlaşmaz. Sonuç olarak dağa çıkışın önüne geçmek için bazı kürt kökenli vatandaşların pkk'ya sempati duymasına neden olacak durumları ortadan kaldırmak gerekir diye düşünüyorum. PKK yitirilmiş hakların savunucusu olarak görülmekten çıkarılmalıdır. Bu ülkede çerkezi de var lazı da var, neden kürtler daha asi davranışlar sergiliyorlar diyenler yukarıdaki örneklere bakar ve dikkate alırlarsa durumun farklılığını hissedebilirler. "Kürtler bizim kardeşimizdir" demekle onlara temel haklarını vermiş olmuyoruz. Adam çoğunun ismini koyamıyor ya.. adama çoğunun ismini koydurtmuyorsun kardeş! Bugün sana çocuğunun ismini Metehan koyamazsın deseler ne kadar itilmiş hissedersin! Ne kadar yabancılaşırsın.. öyle değil mi? Bakın ben kimseye sütten çıkmış ak kaşık demek istemiyorum kesinlikle fakat şu anki meclis toplanırken dtpli millet vekilleri anadil kısmına kürtçe yazmışlardı hatırlarsınız. Büyük tepki olmuştu... Peki bu adamların anadili gerçekte nedir, sorarım size? Bu adamlar doğduklarından itibaren aile içinde hangi dili ilk defa öğrenip özümsediler? Bu olaya tepki gösterenler bunu muhakeme ediyorlar mı hiç? Anadilim türkçe değil, kürtçedir demek tek başına bu memleketi bölmek istemenin kanıtı mıdır? Ne desin adam? Anadilim ingilizce dese itiraz gelmez aslında ama kürtçe lafı geçince herkes pozisyon almaya başlıyor nedense.. Lütfen bu tedirginliği atalım, ben adamları savunmak için söylemiyorum, sadece doğru olduğuna inandığım için söylüyorum. İlkokuldan beri doğru ya da yanlış bulduğum şeyleri çoğunluk zıttını düşündüğü halde söylediğim için başıma çok iş geldi ama dayanamıyorum. Anadilim kürtçe diyen insana bu tepkiyi verirsek kendimizden uzaklaştırırız, adamı dağa kendi elimizle yollamış oluruz bre dostlar... Bunu anlayalım artık... EDIT: Yazdıklarım internet üzerindeki gazete yazarlarının kötü bir taklidi gibi olmuş. Araştırınca fark ettim. |
|
Merhaba, Son yaşanan üzücü Aktütün olayından sonra galiba bazı devlet büyüklerimiz olayı muhakeme etmemekte ısrar ediyorlar şöyle ki: 1) Yaşanan bu son olay aslında var olan ve süregelen terörle mücadele politikasının bir yansımasıdır. İlginç değildir! Beklenmedik değildir. Bugün bu olaya üzülsek dahi üzüleceğimiz aslında çok önceden bellidir. Gidişat bellidir. Terörle mücadele politikamızı bilip gelecekte neler olacağını tahmin etmek hiç zor değildir! Terörle mücadele ile gelecekte yaşanacak olaylar (devinim) aşağıdaki gibidir: a1) Teröre kurban vereceğiz. a2) Olay medyaya taşınacak. Miyonlarca kişi üzülecek, öfkelenecek. Cenazelerde lanet okunacak. a3) Yurtdışı gezileri vesaire iptal edilecek. Acilen toplantılar yapılacak. a4) Saldırının olduğu bölgede operasyon düzenlenecek. "Kararlıyız, yıkılmadık" mesajı verilecek. a5) Sakinlik dönemi yaşanacak ve bir süre sonra döngü a1' den devam edecek. Bu gidişatın uzun süredir böyle olduğunu ve muhtemelen de böyle devam edeceğini kestirmek çok mu yanlış olur? Bunun bir kısır döngüye dönüşmek üzere olduğunu düşünen devlet büyükleri var mı? 2) Her terör olayında bazı toplantıların yapılması ve gezilerin iptal edilmesi o kadar sıradanlaştı ki! Şahsen benim gözümde bir anlamı kalmadı artık. Başbakanın kendisi de belki farkında yurtdışı gezisinin iptal etmesinin olaya çözüm olmayacağının ya da daha önce kaç defa bu tür olaylardan kaynaklı gezi iptal edildiğinin farkında. Eğer farkında değilse bile gezisini iptal etmek için bir sebebi daha var; kalitesiz Baykal muhalefeti. Geziyi iptal etmese muhalefet hemen vatan hainliğiyle suçlayacak neredeyse. Neden işi gücü bırakıp olaya odaklanmıyorsun diyecekler. Baykal'ın sözlerini duyar gibiyim... Tayyip Erdoğan'ı suçlayacak çok nokta olsa da bu iptal meselesinde kalitesiz Baykal muhalefeti yüzünden hak vermek zorunda kalıyorum. Sonuç: Bu kadar insanın gerçekten ölmesi gerektiğine emin değilim. Verilen yanlış kararlar çok ve ders alınmıyor. Sorunu çözemiyoruz işte.. A yöntemini çok denedik, sonuç vermiyor. Biraz da B yöntemini denemek gerekir. Mantık bunu gerektirir. B yöntemi en azından denenir, o da çözüm getirmiyorsa A'da devam edilir ya da yeni bir C yöntemi bulunur. Gerçekten sorunu çözmek isteyen bir insan bu mantıkta gider. Ama bir insan ya da insan topluluğu problemi çözmeyi gerçekten istemiyorsa ve başka amaçları varsa; kısacası A yöntemiyle "sonuca ulaşamamak" ona fayda sağlıyorsa bu yöntemde ısrarcı olması pek tabi doğaldır. --------------------- Şunu da unuttum: Hayatını kaybedenler nedense genelde en gariban ailelerin çocukları. Ortada bu sonucu doğuran bir sebep var ama herkesin aslında bildiği bu şeyi söylersem RTÜK beni kapatır heralde, bilmiyorum. Bazı şeyleri üstü kapalı geçmekten çok rahatsızlık duyuyorum ama memleketteki özgürlük anlayışı belli olduğu için yapamıyorum. Yeterince cesur değilim. İnsanın öyle çok şey söyleyesi geliyor ki memleketin gidişatıyla ilgili.. Üstünlüğü ele geçirmek için mücadele eden gruplarla ilgili... Halkımız da bazı gruplara neredeyse tanrı gibi baktığından ve hata yapma olasılığı olmadığını düşündüğünden bazı şeyleri kabul ettirmek de zor. Sisteme ayak uydurup kendi keyfimize mi bakalım ne yapalım.. Düşünmeyi bırakalım mı.. Durumdan rahatsız olmamak için sığır olmak lazım... ama mutlu bir sığır.. |
|
< Resime gitmek için tıklayın > Dağa çıkışları durduramadıkça... Hemen hergün TV ve gazetelerimizde Silahlı Kuvvetlerimizin PKK'ya karşı mücadelede kazandığı başarılar, uzun uzun anlatılıyor. Ancak asıl önemli olanın, dağdakileri indirmekten fazla, dağa çıkışları engellemek olduğunu unutuyoruz. O zaman da, kamuoyunda hayal kırıklığı yaratıyoruz. Bugün sizlere belki hoşunuza gitmeyecek bazı gerçeklerden söz edeceğim. Kızmadan önce lütfen biran için, haklı mıyım haksız mıyım düşünün, ondan sonra tepki gösterin. Türk Silahlı Kuvvetleri, aylardan beri PKK'ya karşı sürekli operasyonlar düzenliyor. Öncelerinde Kuzey Irak sınırı ve Kandil'e yönelik bombardımanlar, ardından da orta çaplı kara harekatları gerçekleştirildi. Şu sıralarda da, sınırın hem Türkiye, hem de Kuzey Irak tarafında bu mücadele sürüyor. Amacı, dağlardaki teröristi aşağı indirmek ve Türkiye'ye geçişlerini engellemek. Hemen hergün TV'lerinizde, medyanızda bu mücadelenin haberlerini izliyorsunuz. Hayatını tehlikeye atarak bizi korumaya çalışan askerlerimizle övünüyoruz. Övünmekte de çok haklıyız. Ancak bazen öylesine abartıyoruz ki, kamuoyunun güvenini sarsacak başlıklar atıyoruz. Son birkaç aydaki yayınlara bakın yeter. Öyle sloganlar ve öyle haberlerle ortaya çıkıyoruz ki, işin ciddiyeti bozuluyor. Her hafta mutlaka bir “PKK dağıldı” ve “panik” havasından söz ediyoruz. Kaçan liderler, öldürülen komuta kademesi ve abartılı ölü rakamları. Bunları alt alta koyduğunuzda, birde bakıyorsunuz, PKK'nın neredeyse tüm mevcudu öldürülmüş. Oysa, adamlar hala etrafta dolaşabiliyor, askerimizi şehit edebiliyor. Medya'nın bu yaklaşımı, TSK'ya moral vermek adına sergileniyor. Oysa, tam aksine kamuoyundaki güvenin azalmasına neden oluyoruz. Bunca abartı, bunca dev slogan toplumu yoruyor. TSK'ya da moral vermiyor. Gereksiz bir erozyona yol açıyoruz. Özetlemek gerekirse, kamuyounu haberdar eden makamlar da, bizler de daha dikkatli hareket etmek zorundayız. Yukarda yazdıklarım, PKK terörüyle ilgili madalyonun bir yanı. Bunun bir de öbür yanı var. BARİ DAĞA ÇIKIŞI DURDURALIM... Eminim hatırlayacaksınız, bir süre önce Kara Kuvvetleri Komutanı Org. İlker Başbuğ, asıl soruna parmak basmıştı. Dağ'a çıkışı durduramazsak, PKK'yı yok edemeyeceğimize dikkat çekmişti. Bunu gerçekleştirmek için dağ yollarına mayın döşemekten söz etmemişti. Asker teröristle son derece başarılı bir mücadele yürütüyor. Terörizme mücadele ise sadece askerin görevi değil. Siyasetçiler artık işin kolayına kaçarak PKK'yı askere havale etmekten vazgeçmeli. Ekonomik sosyal kültürel alanlarda yeni adımlar atmalı.. Askerin dağlardaki başarısını kalıcı kılacak paketleri devreye sokmalı. PKK'ya katılımı engelleyecek cazip seçenekler yaratmalı.. Gerçekten de, herşeyini bırakıp dağa çıkan genci ikna edemediğimiz sürece, PKK yaşamaya devam edecektir. Her şeyden önce, bir durup düşünelim. Gencecik adam niye gidiyor? Bölgenin koşullarını bilenler, bu soruya çok kolaylıkla “neden gitmesinler?” diye yanıt verebilirler. İş yok... Gelecek yok... Fakirlik diz boyu... Bir de itilip katılma var... Bütün bu koşullar, gençlerin gözünde dağa çıkmayı cazip hale getiriyor. İstediğimiz kadar asker yığalım... İstediğimiz kadar operasyon yapalım... Hatta isterseniz Kuzey Irak'ı istila edelim. Dağa çıkışı ve PKK'ya katılımın cazibesini yok edemediğimiz sürece hiçbir işe yaramaz. Medya'da büyük başlıklar atalım. PKK'nın dağılmak üzere olduğunu, panik içinde kaçıştıklarını yazalım, çizelim nafile... Sadece kendimizi aldatmış oluruz. Ankara'dakiler, askeriyle siyasetçisiyle başbaşa verip, çözüm için başka yöntemler düşünüp uygulamaya koyamadıkları sürece, sonuç alamayacağız. Bu konuda bütün suçu siyasetçiye de yüklemememiz gerekiyor. Zira, zaman zaman öyle dönemlerden geçiliyor ki, siyasetçinin attığı bazı adımlara her kesimden tepki geliyor. Zira herkesin kendine göre bir çözümü var. Bir türlü ortak politika oluşturamıyoruz. Herkesin kendi reçetesi var ve diğerinin reçetesine itiraz ediyor. O zamanda PKK, şu sıralarda olduğu gibi darbe yiyor, morali bozuluyor, psikolojik çöküntü yaşıyor, ancak bir süre sonra toparlanıyor. Kayıplarının yerine yenilerinin geldiğini görünce morali düzeliyor. Medya da bütün bu gerçekleri görüyor, biliyor, ancak hamaset ile üstünü örtmeye çalışıyor. Ancak, bilmemizde yarar var. Sadece kendi kendimizi aldatıyoruz. Boş yere insanlarımız ölüyor. Gereksiz kahramanlık öyküleriyle hiçbir yere varamayacağımızı artık görmemiz gerekiyor. Alıntı:http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=9004131&yazarid=69 --------------------------------------------------------- Radikal Gazetesi yazarı Hamza Aktan'ın yorumu: HAMZA AKTAN (Arşivi) Tartışma kültürünün olgunlaştığı bir ülkede, önemli mevkilerdeki insanların yaptığı itirafların yankı uyandırması ve beraberinde yeni özeleştiriler getirmesi beklenir. Türkiye’de ise işler böyle yürümüyor. Tıpkı Birand’ın yazısından sonra olduğu gibi... Eleştiri ve tartışma kültürünün olgunlaştığı bir ülkede, o ülkenin önemli mevkilerindeki insanlarının özeleştirileri veya itiraflarının yankı uyandırması, tartışmalar doğurması, beraberinde yeni özeleştiri veya bu mahiyette itiraflar getirmesi beklenir. Bu da o ülkenin esas gerçeklerinin, yani tahrifata uğramamış gerçeklerinin gün yüzüne çıkmasına olanak sağlar, toplumun ilgili konuda bir adım ilerlemesine kapı aralar. Türkiye’deki ‘özeleştiri kültürü’ ise böyle bir zincirlemeyle ilerlemiyor, kendine has bir ‘izlek’te hapsoluyor. Çok şeyler anlatan itiraflar, bunu dile getiren kişinin şahsi eksiği olarak kabul görüyor. Yahut, o kişi resmi tezin, genel geçer bilginin faydasına olmayacak bir özeleştiri ya da itirafta bulunuyorsa, bu durumda büyük ihtimalle zamanlamasını şaşırıp, hata işlemiş bir ‘saf’ veya başka ‘emel’ler peşindeki bir ‘hain’ gibi algılanıyor. Nihayet, özeleştiriyi yapan, yaptığıyla kalıyor. Dile gelen şey de örgütlenmiş bir suskunluğun içinde kaybolup gidiyor. Birand’ın örgütlenmiş suskunluğa kurban giden yazısı Gazeteci Mehmet Ali Birand’ın 23 Mayıs 2008 tarihli Posta gazetesindeki şaşırtıcı ve önemli yazısı da kaderi itibariyle örgütlenmiş suskunluğa kurban giden yazılardan biri olacak herhalde. “Dağa çıkışları durduramadıkça” başlıklı yazısına, “Bugün sizlere belki hoşunuza gitmeyecek bazı gerçeklerden söz edeceğim” sözleriyle başlayan Birand, hem meslektaşı gazetecilere hem de okuru ve izleyicisi durumundaki insanlara hitaben yazıyordu. Birand, gazeteciler olarak PKK ile ilgili haberleri gerçeğinden çok farklı bir şekilde aktardıklarını, yani bilinçli bir dezenformasyon ürettiklerini itiraf edip, bunun yarattığı sonuçlar üzerinden bir özeleştiri yapıyordu. Deneyimi ve becerisiyle nam salmış, ülkenin uzun yıllardır en popüler gazetecisi, şimdinin de en çok izlenen anchorman’i, ülkenin en önemli politik meselesini gerçeğinden çok farklı şekilde yansıttıklarını, dolayısıyla okuru ve izleyicileri yanılttıklarını olabilecek en açık haliyle anlatıyordu. “Son birkaç aydaki yayınlara bakın yeter” diyordu Birand; “Öyle sloganlar ve öyle haberlerle ortaya çıkıyoruz ki, işin ciddiyeti bozuluyor. Her hafta mutlaka bir ‘PKK dağıldı’ ve ‘panik’ havasından söz ediyoruz. Bunları alt alta koyduğunuzda, bir de bakıyorsunuz, PKK'nın neredeyse tüm mevcudu öldürülmüş. Oysa, adamlar hala etrafta dolaşabiliyor, askerimizi şehit edebiliyor. (...) Medya'nın bu yaklaşımı, TSK'ya moral vermek adına sergileniyor. Oysa, tam aksine kamuoyundaki güvenin azalmasına neden oluyoruz.” “Özetlemek gerekirse” diyordu Birand, “Medya da bütün bu gerçekleri görüyor, biliyor, ancak hamaset ile üstünü örtmeye çalışıyor. Ancak, bilmemizde yarar var. Sadece kendi kendimizi aldatıyoruz. Boş yere insanlarımız ölüyor. Gereksiz kahramanlık öyküleriyle hiçbir yere varamayacağımızı artık görmemiz gerekiyor.” Herhangi bir köşe yazısı değil Mehmet Ali Birand, bu itiraf ve özeleştirisini her ne kadar pragmatist bir temele dayandırarak yapsa da veya bundan güç alarak bunları kaleme alabildiği işaretini verse de söylediklerinin o günün herhangi bir köşe yazısı olarak algılanamayacağı, bunun bambaşka bir özellikte yazı olduğu ortada. Öyle ki, soğukkanlı davranmayıp söylemek gerekir; son bir kaç yılın en önemli medya olaylarından bir tanesi de bu yazının kendisi. Ancak tahmin edebileceğimiz sebeplerden, bu yazı örneğin muadil taraflardan, popüler anchorman ve gazetecilerden (örneğin Ali Kırca, Mehmet Barlas, ve bilumum haber spikeri ile gazetelerin yayın yönetmenlerinden) beraberinde yeni itiraf ve özeleştiriler getirmedi. Sözü söyleyen kişi ne derece popüler ve kayda değer biri olsa da bu gerçekleşmedi. Herhangi bir muhabir için doğal olarak haber değeri de taşıyan bu yazı, Kürt meselesine resmi tezin dışında bakan bir-iki yer dışında haber dahi yapılmadı. Can Dündar ile Rıdvan Akar’ın tam da 2007’nin ilk sınır ötesi harekatının tartışıldığı günlerde Milliyet gazetesinde yayınladıkları yazı dizisindeki ifadeler de aynı suskunluğa kurban gitmişti. Kıvrıkoğlu’nun Demirel’e söyledikleri “Çankaya'daki 'Şam Zirvesi'nin tutanakları” başlıklı yazı dizisinden, 1999’da dönemin Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e söylediği çok önemli bir sözden haberdar olmuştuk. Kıvrıkoğlu, Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması için başlatılan siyasi ve askeri kampanyayla ilgili Demirel’e “Tabii burada basının kabahati aslında bizce çok fazla... Basın neredeyse bizim orada seferberlik ilan ettiğimizi, bütün birlikleri oraya kaydırdığımızı, birtakım işlere başladığımızı, terhisleri durdurduğumuzu ifade etti. Bunların hiçbiri yapılan işler değildi” diye yakınmıştı. Bir Genelkurmay başkanı, medyanın muharebesinden ürker hale gelmişti... İliştirilmiş (embedded) Amerikalı muhabirlerle dalga geçen Türk gazeteciler, o gazeteciler gibi fiziki olarak bile bulunmadıkları, dolayısıyla gözlemleyip duyumsayamadıkları askeri operasyon ve PKK eylemleriyle ilgili son derece heyecanlı ve inançlı bir yayın yapıyorlar. Uzun süredir tek haber kaynakları Genelkurmay’ın rutin ve birkaç cümleden ibaret açıklamalarından başka bir şey olmayan gazeteciler, hayali, özensiz ve basmakalıp metinler üreterek, esas gerçeği saklıyor, sanal bir gerçek örüyorlar. Birand’ın dediği gibi, onlar da bu gerçeğin farkındalar, ancak yine de yapıyorlar bunu. Medya 12 Eylül’ün ötesine geçemedi PKK ile mücadelede daha 80’lerin ortalarında TRT’de başlayan “Anadolu’dan Görünüm” ve “Perde Arkası” gibi operasyonel ve psikolojik harp amaçlı programların dili ve bakış açısının ötesine geçememiş, bunu denemekten aciz bir medyadan haber alıyoruz. Mehmet Ali Birand, muhtemeldir ki bu, gerçeği çarpıtma ve devletin yararına bir hale getirmek için binbir türlü yolu deneme çabasından yorulmuş ki, alışık olmadığımız bir ses yükseltiyor. Bu tür haberleri en heyecanlı sunan ve bundan en çok izleyici toplayan kişi olmasına rağmen yapıyor bunu. Kürt meselesinin bütün veçhelerinin hapsedildiği gerçek dışılık sarmalı, şimdiye kadar medya ayağında hep bir adım önde işledi. Oysa, bu sarmalı kıracak, ona yeni bir kanal açacak samimiyet ve ‘hakkaniyet inancına’ ihtiyacımız var. Birand gibi ‘celebrity’lerin sözlerini dahi, rahatımızı bozan bir gerçeğe işaret ediyor diye saklamaya çalışmadığımız bir samimiyet ve cesaret olmalı bu. Manzara iç karartıcı gibi görünse de önümüzde duranın şu olduğunu söyleyebiliriz artık: Gazeteciliğin mutfağındaki herkesin apaçık bildiği “gerçeği tahrif etme” çabası, bir meslek sırrı olarak daha fazla kalamayacak; 80’lerden bu yana birer birer ortaya çıkan Kürt meselesindeki gerçekler gibi ‘medya meselesi’ndeki gerçekler de açığa çıkacak. H. Aktan: Gazeteci |
|
"Türkler Orta Asya'dan neden göçtü?" & "Neden kollara ayrıldı?" < Resime gitmek için tıklayın > Tarih kitaplarımızda bazı noktaların eksik ya da yanlış verildiğini duymadık değil fakat böylesi bir gerçeğin genç nesilden saklanması fazlasıyla üzücü. Halbuki insan bu gerçeği öğrenince kendini atalarına daha yakın hissediyor, kendini tarihin bir parçası olarak görebiliyor. Eğitim sistemimizin yenilenmesi gerektiğini söylemekten dilimizde tüy bitti... |
|
Merhaba arkadaşlar, Pek çok sitede bu kart ile ilgili değişik sorunları ve cevaplarını buldum fakat benim sorunum biraz farklı: *Kurulum problemsiz *Çift çanak uydu tanıtımı problemsiz *Kanal arama problemsiz gelgelelim kanallar zırt pırt kesilip tekrar geliyor! 1dk normal izleniyor sonra donuyor. Bunun kablodan olmadığına eminim. Normal harici receiver gayet güzel gösteriyor. Bu kartın sorunu nedir böyle? Nasıl aşabilirim? Kanallar bi var bi yok! Şimdiden teşekkürler |
|
Merhabalar, Aşağıda, evrendeki somut maddenin sebep yok iken var olduğunu, var oluş sebebinin yaşadığımız evrenden kaynaklanmadığı iddiasını gerçekçi kılmaya çalışıcam. Yapacağım bu artisliğin tamamen kişisel egodan kaynaklandığını belirtmek istiyorum. Düşündüklerimi yazarak kendimi iyi hissetmeye çalışıyorum o kadar... Okan Bayülgen'nin sunduğu siyaset programındaki saçmalıkları yüzünden biraz rahatlamaya ihtiyacım var. Son saçmalığını izlemek isteyen youtube'da "Süzme PIC Okan Bayülgen" diye aratabilir... Neyse.. ben aktarmak istediklerimi aşağıda yazdım, dileyen okuyabilir... *Serbest düşüşe bırakılan bir cismin çarpma hızı yerçekim ivmesine bağlıdır. Yerçekim ivmesi gezegendeki kütle miktarına bağlıdır. Kütle miktarı (madde) neye bağlıdır? (Anlamsız bir soru değil mi?) Siz de herhangi bir fiziksel oluşun sebep zincirini takip ederek ilk nedene ulaşmaya çalışır mısınız? Hepimizin bildiği gibi bütün fiziksel olayların ana sebebi olarak karşımıza madde çıkıyor. İlk neden hep maddenin var ya da yok oluşuyla ilgili. "Olmak ya da olmamak" deyimi gerçek anlamda işi özetliyor. Fakat bundan sonraki; "maddenin var ya da yok oluşu" ile ilgili neden şu ana kadar bildiğimiz, anladığımız evrende yer almıyor gibi. Bana göre maddenin sebepsiz yere evrende var oluşu gayet mucizevi olurdu. Etrafımda gördüğüm, hissettiğim madde mucizenin ta kendisi gibi... Çevremizde gördüğümüz ya da algıladığıız bütün olayların baş aktörü madde ve t=0 anında aniden var olmuşcasına sebepsiz. Bahsettiğimiz bu maddenin kendi arasında belli bir kurala göre etkileştiğini biliyoruz. Dünya kütlesindeki maddenin ne kadarlık yerçekimi oluşturacağı belli bir değerde sabitlenmiş. Belli bir F kuvvetine karşı göstereceği eylemsizlik dirençi yine belli bir değerde. Sanki var oluşuna dair sebebi bulunmayan madde noktacıklarının diğer noktacıklarla etkileştiğinde hangi şiddette ve türde tepki göstereceği önceden kodlanmış. Maddenin var oluş nedenini evrendeki herhangi bir şeye dayandıramadığımız gibi bildiğimiz davranışını da belli bir sebebe dayandıramayız sanırım. Sanki madde bir kukla ve gösterdiği fiziksel tepkilerin şiddetini ve türünü yöneten soyut bir bilinçle kontrol ediliyor. Bu bilinç insan bilinci gibi kendi özgür iradesi olmayan, seçim şansı olmayan bir bilinç. Nefsi olmayan bu bilinç maddenin de kaynağını oluşturduğunu düşündüğüm başka bir yüce bilinç tarafından emredileni yapıyor. Bu yüce bilincin var oluş nedenine inmek istediğimizde ise kendi evrenimizdeki algılayış sistemine göre bir yanıt veremiyorum. Maddesel yapıda olmadığı için sebepleri sonlandıramıyorum. Yazıda yer alan açıklamaları biraz daha toparlarsam benim şu ana kadar evrenden anladığım şu; evrende olması gereken temel taneciklerden bulunuyor. Bu temel taneciklerin davranış biçimleri üst ve daha üst tüm katmanlardaki madde gruplarının fiziksel olaylar karşısındaki tavrını belirliyor. Temel tanecikteki davranış seçimini ise temel taneciği var eden süper bir bilinç (Allah) önceden yapmış. Belirlediği bu davranış biçimini temel taneciğe eşlik eden ve nefsi olmayan soyut bilince (Melek) aktarmış. Evrendeki tüm madde kendine eşlik eden iradesiz bir bilinç tarafından sürekli aynı şekilde tetikleniyor. Dini kaynaklarda bahsedilen mucizevi olaylar ise mucizenin oluştuğu madde uzayındaki meleklerin her zaman uyguladıkları seçimlerin Allah tarafından değiştirilmesinden kaynaklanıyor. Bana göre madde kendi başına bir hiç, temel parçacık için önceden herhangi bir davranış biçimi tanımlı olmasa hiçbir işe yaramaz. Hz. İbrahim'in içine atıldığı ateşten etkilenmemesi sanırım bu yüzden. Aslında yine ilgili uzay alanındaki maddeye eşlik eden bilinç (melek) Hz. İbrahim'in acı çekmesini istemiyor fakat özgür iradesi olmadığı için Hz. İbrahim'e zarar verecekken ancak son anda yüce bilinç (Allah) tarafından uyarıldığında bağlı bulunduğu maddenin davranış biçimini değiştiriyor. Belki de maddenin bilinç eşliğinde hareket etmesi yüzünden müslümanların kutsal kitabında "biz" şöyle yaptık, böyle yaptık deniliyor. Cansız olduğunu düşündüğümüz dağ ile konuşuluyor. Ona emirler veriliyor. Tanrı maddeyi melekler üzerinden yönetiyor. Evrende kendisine bir meleğin eşlik etmediği madde yoktur sanırım. Olsaydı bu madde hiçbir maddeye tepki vermeyebilirdi ya da evreni yok edecek kadar büyük bir tepki verebilirdi, bilmiyorum. Bu arada kuantum fiziğindeki belirsizlik ilkesinin madde davranışındaki kesin olmayan davranış biçimi üzerindeki etkisi bilinen bir şey. Yine mikro alemdeki bu belirsizliğin tanrı tarafından müdahele alanı olarak kullanılabileceğini düşünüyorum. Allah belki de bize yardım ederken ya da başımıza bir bela sararken bu belirsizlik sahasından yararlanıyor. Mikro boyuttaki bu mikro etki ileri katmanlarda makro boyutlara ulaşıyor olabilir. Tanrı maddenin belirsizlik sahasında süper kompleks bazı ayarlamalar yaparak evrene müdahale ediyor olabilir demek istiyorum. Bunu mikro boyutta yaptığı için de bizler hiçbir şekilde fark edemiyor olabiliriz. Bazı olayların sıradışı şekilde yararımıza ya da zararımıza gelişmesi tesadüfi değil de temel parçaçıkların belirsizlik bölgesinden yönlendirilmesinden kaynaklanıyor olabilir. Bugün sahip olduğumuz bilgi seviyesiyle ve bilim anlayışıyla bu olayları tesadüfi bulduğumuz için herhangi bir tanrının evren üzerinde müdahalesi yoktur diyenlerin çıkması belki de nomaldir. Peki tanrı varsa ve evrene müdahale ediyorsa neden bizim de algılabileceğimiz şekilde yapmıyor bunu? Belki de evrendeki gelişmeleri sezgisel olarak algılamamızı hedefliyor olabilir. Kendisinin varlığından direkt olarak emin olmamazı istemiyor, dolaylı yoldan algılamamızı istiyor olabilir. Allah'ın varlığı parmağa batan iğne acısı gibi belirgin olsaydı belki de gerçekten değerli olan bilinci(Ruh) ayırt etme ihtimali olmayacaktı. Herkes kabullenmek zorunda kalacaktı. Yazımı bitirirken herşeyi varsayımlar üzerine kurduğumu belirtmek istiyorum. Ben sadece fiziksel bir gerçeklik olarak okuyup algılabildiğimiz kurandaki ifadelerin ne anlamaya geldiğini yorumlamaya çalıştım. Harry Potter'ı okuyup anladığını yazmak gibi... Bu yüzden konunun kilitlenmesine sebep olmayacak şekilde ekleme yapacaksanız memnun olurum... |
|
Işığın hızı bağıl olamaz mı acaba? --------------------- <-- A (1/2 ışık hızı) --------------0---------------- (1/2 ışık hızı) B --> Bu şekilde A cismi ile B cisminin birbirlerine göre olan hızları ışık hızına eşit olmadı mı? Yani evrende ışık hızına çıkmaktan bahsederken bağıl hızımızı ışık hızına çıkarmaktan bahsediyor olabilir miyiz? Genelde kendimizi durağan olarak düşünüyoruz, yanlış bu.. Evrende sabitliği kesin olan bir nokta olsaydı ve biz referans noktası olarak bu noktayı seçseydik gerçek anlamda hızdan bahsedebilirdik diye düşünüyorum. Şu an içinde bulunduğumuz evrenle birlikte mutlak bir referans noktasına göre hareket ediyor olamaz mıyız? Boşlukta yol alan madde kümesinin(evrenin) hızını neyi referans alarak hesaplamalıyız? Bir cismi hareket ettirmek için ona enerji yüklediğimizi düşünüyoruz. Peki bütün evrenin aynı yöne aynı hızla ilerlediğini hayal edersek, bu yüklenen enerjinin çevresindeki maddelere herhangi bir etkisi olabilir mi? Sihirbaz misali, var olan şeyi yok etmeye benziyor. Bizler şu anda evrendeki mutlak sabit bir referans noktasına göre büyük hareket enerjilere sahibiz belki de. 10 milyon kilo hidrojen bombasının patlamasıyla açığa çıkacak kadar kinetik enerji barındırıyor olsak bunu nasıl anlayabilirdik? Çevremizdeki bütün nesneler aynı hızda ilerlerken anlayamazdık gibime geliyor. |
|
Arkadaşlar Merhaba, Ben Half-Life 2 korsan kullanıcısıyım. Lost Coast oynamak için kolları sıvamıştım. Bu bağlamda 360MBlık lostcoast content.gcf dosyasını internetten indirdim. GCFscape programı ile bu dosyayı açtım. Şimdi ben bunu nereye koymalıyım ki Lost Coast oynayabileyim..? Uyguladığım yöntemde bir arıza var mı..? Lost Coast oynamak için ne yapmak lazımdır..? Bi yardımcı olunuz... |
|
Arkadaşlar uzun süre önce Half-Life 2 yi bitirmiştim ama oyundaki hatalar yüzünden takıldığım kısımları geçmeye karar verip tekrar başladım: 1. Asansör önündeki kadının takılması sorunu: Bunu asansör önünde save/load yaparak aştım. 2. Bir sonraki sorun ise SANDTRAP bölümünde. Böceğe benzer iki hava saldırı uçağını yok ettikten sonra duvardan açılan delikten içeri girdim. Gaz vanalarını kapatarak yola devam ettim. En son karşıma bi kapı çıktı. Fakat kapı açılınca karşıma simsiyah bir duvar çıktı. Resmen bug var. Normalde ilerleyebileceğim alana açılması gereken siyah bir alan. Bunu nasıl aşabiliriz..? Hatalı bi takım dosyalar varsa onlar hangileridir..? Bi yardımcı olun; < Resime gitmek için tıklayın > |
Aşağıdaki sitede orta üst kısımda görüldüğü üzere hoş bir döner ürün animasyonu var.
http://www.hepsiburada.com/default.aspx
Bu tür flash animasyonlar e-ticaret sitelerinin giriş sayfaları için çok ilgi çekici diye düşünüyorum. Son zamanlarda birçok site bu tür dönel animasyonları sitelerine eklemeye başladı. Şimdi biz de ekleyelim diyoruz fakat özellikle bu tür bir banner için yapılmış bir program var mı acaba? Yani sıfırdan kendimiz yapmak yerine hazır programlarla sadece fotoğrafları ve ürün adlarını girsek de onlar hemen bannera eklense diyorum. Buna benzer kolay animasyon programcıkları bulunuyor internette amatörler için. Banner'ları sıfırdan yapmak zorunda kalmıyorsunuz. Aynı şey eminim hepsiburada.com'un giriş sayfasında yer alan döner ürün banner'ı için de vardır. Ben araştırdım, birşeyler buldum ama döner sekilde değil, ürünler sağdan sola doğru sırayla kayıyor sadece.. Bir el atarsanız müteşekkir kalırım efem..
Hayırlı forumlar