M

Teğmen
09 Aralık 2009
Tarihinde Katıldı
Takip Ettikleri
0 üye
361763 Gün Cezalı
356292 gün 2 s. 28 dk.
Gönderiler Hakkında
M
15 yıl
artı değer nedir?
İşçi sınıfı önemsizleşiyor olsaydı, sermaye sahipleri, ücretleri düşürmek ve sosyal hakları budamak için bu kadar büyük bir çaba harcar mıydı? İşçi sınıfı önemsizleşiyor olsaydı, sermaye sahipleri, ucuz emek gücü cehennemleri yaratmak için bunca çaba harcar mıydı?

Kapitalizm, meta üretimine dayanır ve onu yaygınlaştırır. İnsanların bireysel olarak ya da ailecek tüketmek için değil, başkalarına satmak için maddi ürün ya da hizmet, yani meta üretmeleri, kapitalizmle birlikte, egemen üretim biçimi haline geldi. Meta üretiminin yaygınlaşmasıyla birlikte, metaların değişim değeri, onların üretilmesi için gerekli toplumsal emek zamanıyla belirlenmeye başladı.
Eğer tüm metaların değişim değerleri, onların üretilmesi için gerekli emek zamanına göre belirleniyorsa, meta değişimi yoluyla zenginleşmek mümkün olabilir mi? Hayır!
Tüm ürün ve hizmetlerin değişim değerlerinin, üretilmeleri için gerekli olan emek zamanına göre belirlendiği bir ekonomide, meta alıp satmak, bir zenginleşme yolu olamaz. Hile her zaman mümkündür, ama bundan düzenli ve sürekli bir sermaye birikimi çıkmaz.
Oysa sermaye sahibi, elindeki parayla belirli metaları satın aldıktan sonra, bunları satarak daha fazla para kazanmak ister. Bir başka deyişle, sermaye sahibi, elinde 100 lira varsa, yaptığı işlemler sonrasında eline (örneğin) 110 liranın geçmesini isteyecektir. Böyle olmayacaksa, yine 100 lira ya da daha azını elde edecekse, o zaman parasını cebinde tutması ya da kişisel tüketimi için kullanması çok daha mantıklıdır.
Kaynak: Bydigi Forumhttp://www.bydigi.net/genel-kultur/228749-arti-deger-nedir.html#post1735877
Bu "fazladan para" nereden gelebilir?
Bunun için, özel nitelik taşıyan bir metaya gereksinim vardır. Ürünün değişim değerine, kendi değişim değerinden daha fazlasını katan bir özel meta...
İşte bu meta, emek gücüdür.
Kapitalist, işçiye, "emeğinin karşılığını" ödemez. Eğer öderse, hiçbir kazanç elde edemez.
İşçi, kapitaliste, "emeğini" değil, emek gücünü, yani emek harcama potansiyelini satar. Aldığı ücret, emek gücünün değişim değeridir.
Örneğin, 8 saatlik bir çalışmanın karşılığı 10 kuruşsa, işçiye 2, 3 ya da 5 kuruş ücret verilebilir. Geri kalan kısım, yani 8, 7 ya da 5 kuruş, artı-değer olarak kapitalistin cebine gider.
Bir başka deyişle, işçi, sekiz saatlik çalışma süresinin bir bölümünde kendi alacağı ücret için, bir bölümünde de kapitalistin el koyacağı artı-değeri üretmek için çalışır.
Artı-değer, işçinin karşılığı ödenmemiş emeğidir. Ve artı-değerin tek kaynağı emektir.
Kapitalistin kârının, kâr üzerinden devlete ödenen vergilerin, tüccarların ve bankaların gelirlerinin, kısacası ücret dışındaki neredeyse tüm gelirlerin temel kaynağı, işçilerin ürettiği artı-değerdir.

Ücretler nasıl belirlenir?
Ücretler, işçi sınıfının yeniden üretilmesi, yani işçinin kendisini, eşini ve bir sonraki dönemde emek güçlerini kapitalistlere satacak olan çocuklarını yaşatabilmesi için zorunlu olan minimum harcama düzeyine göre belirlenir.
Peki, işçinin, kendi yaşamını sürdürmek ve ailesini geçindirmek için gereksinim duyduğu tüketim düzeyi neye göre belirlenir?
Kapitalistler ile işçiler bu konuda sürekli bir mücadele içindedir. Kapitalistler, mümkün olduğunca düşük bir düzeyi kabul ettirmeye çalışır. İşçilerse aksini yapmaya... Bu konudaki mücadele, yani "ücret pazarlığı", kapitalist düzenin tanımında vardır. Üstelik, her iki taraf da, ücret pazarlığı yaparken, "eşit haklara" sahiptir. Kapitalistin "çalıştırmama", işçininse "çalışmama" hakkı vardır.
Marx'ın deyimiyle, haklar eşit olduğunda, son sözü kuvvet söyleyecektir! Örgütlü ve mücadeleci bir işçi sınıfı, kendi başının çaresine bakmaya çalışan bir bağımsız bireyler topluluğuna göre çok daha fazlasını alabilecektir.
İşçi sınıfının yaşam standartlarının geçtiğimiz yüzyıla göre daha yüksek olmasını sağlayan, (uluslararası ölçekteki) sınıf mücadeleleridir.
Ancak, ücret mücadelesiyle elde edilebilecek olanların bir sınırı vardır: Kapitalistler, artı-değer elde etmek için üretim yapar. Ve "yeterli" miktarda artı-değer üretmelerinin olanaksızlaştığını düşündüklerinde, üretimi durdururlar. Ne de olsa yaşayabilmek için üretmek (emek güçlerini satmak) zorunda olanlar onlar değildir. İşçilerse, üretim araçlarına sahip olmayan ve yaşayabilmek için emek güçlerini satmaktan başka çaresi olmayan insanlardır.
Sömürüsüz bir kapitalizm mümkün değildir, çünkü artı-değer sömürüsü sermayenin en temel varlık koşuludur.

Tüketimi artırmak için ücret artırılır mı?
Bir iddiaya göre, kapitalistler, işçilerine ücret öderken, alım gücü yaratarak kendi ürettikleri metaların satışını artırma ve bu sayede kâr etme kaygısını da taşırlar...
Oysa işçiye ödediği ücret, hiçbir koşul altında, kapitalisti zenginleştirmez.
Çünkü kapitalist, işçiye ödediği ücretten daha fazlasını geri alamayacağı gibi, tümünü geri alma şansına bile sahip değildir.
"Piyasasını genişletmek" için işçisine örneğin "fazladan" 100 lira veren bir kapitalist, ağzıyla kuş tutsa, ondan 101 lira geri alamaz. Fazladan 100 lira verdiği işçisine 100 liralık meta satan bir kapitalist de, sadece, cebinden çıkmış olan parayı geri almış olur. Yani, bu işten kâr etmesi mümkün değildir.
Daha doğrusu, mümkün olmayan, zarar etmemesidir.
Diyelim ki, bir çuval şekeriniz ve 100 liranız var. 100 liranızı sokaktan geçen birine verip sonra da 100 lira karşılığında ona bir çuval şeker sattığınızda, zenginleşmek bir yana, elinizdeki şekeri kaybetmiş olursunuz.
Kısacası, kapitalistler, tüketim düzeyini yükseltmek için ücret artırmazlar.
Kapitalistler, işçilerine ücret öderler, çünkü hiçbir işçi 0 (sıfır) lira ücretli bir işe girip çalışmayı kabul etmez.
Kapitalistlerin, halkın tüketebileceği türden metaları üretmek zorunda olduğu varsayımı da doğru değildir. Sermaye sahipleri, işçilerine hiç ücret vermemeyi başarmaları durumunda bile, tüketim malı üretmeye devam edebilirler. Belki ayakkabı üreticilerinin önemli bir bölümü iflas eder, ama halkın tüketebileceği ayakkabılar yerine lüks otomobiller, helikopterler, sırt kaşıntılarını algılayıp müdahale eden cihazlar, Ay'a turistik gezi turları vb. mal ve hizmetler üretilir. Üretiliyor zaten...
Kapitalistler, tüketim ideolojisini güçlendirmek için de yüksek ücret ödemeye kalkışmazlar. Ama, ücret biçiminde ödedikleri paraları işçilerden geri alabilmek için her tür çabayı harcarlar. Bunu yaparken tüketim ideolojisini de kullanırlar.
Diğer yandan, vasıflı işçilere daha yüksek, orta düzey yöneticilere daha da yüksek ve üst düzey yöneticilere çok yüksek ücretler ödemek zorundadırlar. Hem "yükselme" arzusunu diri tutma yoluyla emek üretkenliğini teşvik etmek için, hem de bazı niteliklere sahip emekçilerin sayısı yetersiz olduğundan... Ve toplumun daha yüksek ücret alan kesimleri, aynı zamanda önemli bir pazar oluşturur. Kapitalistler, onlara verdikleri paraları da geri almak isterler. Nitekim, tüketim ideolojisi, asıl olarak orta ve üst gelir gruplarının tüketimlerini artırmaya ve yoksullarda tüketim özlemi yaratmaya yarar.
Ama tersi, yani tüketim ideolojisini beslemek için daha yüksek ücretlerin verildiği ya da verilebileceği düşüncesi düpedüz yanlıştır.
Kısacası, kapitalistlerin çıkarları ile işçilerin çıkarlarının uzlaşması mümkün değildir.


--------------------------------------------------------------------------------


Sosyalizm döneminde ücret

Sosyalizm döneminde de işçilere "emeklerinin karşılığı" ödenemez, çünkü böylesi bir durumda yeni yatırımların yapılması, eğitim ve sağlık gibi toplumsal hizmetlerin sunulması olanaksız hale gelir. Diğer yandan, "herkesten yeteneğine göre, herkese emeğine göre" ilkesinin geçerli olacağı sosyalizm döneminde, "eşit işe eşit ücret" politikası uygulanacaktır. Ancak bunlar, birer "ideal" değil, sosyalizm döneminin kaçınılmazlıklarıdır. "Eşit işe eşit ücret", kapitalizm koşullarına göre bir ilerleme anlamına gelir. Ama eşit olmayan, yani aynı nitelik ve yeteneklere (bu arada doğuştan gelme özelliklere) sahip olmayan insanlara, emeklerinin ürünlerine göre eşit ücret verilmesi, bir haksızlıktır.
Sosyalizm döneminde nihai hedef, çalışmanın zorunluluk olmaktan çıkarak gereksinime dönüşmesi, ücret biçiminin tümüyle ortadan kalkması, "herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre" ilkesinin geçerli olmasıdır.
Kaynak: Bydigi Forumhttp://www.bydigi.net/showthread.php?p=1735877
Bu amaç doğrultusunda, sosyalizm döneminde, emeklerinden bağımsız olarak tüm yurttaşlara ücretsiz bir şekilde sunulan ürün ve hizmetlerin artması (toplumsal tüketim fonunun büyümesi) sağlanır.

kaynak:bydigi

çok önemli bir konu konuyu kapatmayın sayın yönetici.tartışmazsak nasıl öğrenicez?forumdonanımı forum donanım yapan şey tartışabilmek değil midir?
M
15 yıl
anadolunun türkleşmesi ve daha öncesi
türkler müslümanlığı kabul etti ve çeşitli yerlere gaza düzenledi.arap fetihleriyle türklerle araplar arasında bir kaynaşma olmadı mı?ve türkler avasım denen bölgeye yerleştiği söyleniyor. türklerin mısırda kurduğu tolunoğulları ve bunların yıkılması.sonra gaznelilerin iran ve hindistana hakimiyeti ve bunların farslaşması.sonrasında büyük selçukluların irana hakimiyeti ve selçukluların irana medeniyet alanında yaptığı katkılar nelerdir?bunlar neden farslaşmadı veya farslar neden türkleşmedi?bunlar olmamışsa iranlılar türklerin hakimiyetini nasıl kabul etti ve isyan olmadı?ve anadolunun elegeçirilmesinde(anadolu fırata kadar olan topraklardır ama türkiyenin doğu sınırını belirtmek için kullanıldığı için öyle diyoruz) kürtlerin tutumu ne olmuştur?avasımda türkler varsa bunlar daha sonra kürtleşmişmiydi?eğer kürtleşmemişse neden türkler malazgirt savaşından önce anadoluda olmadıkları söyleniyor.kürt topraklarında malazgirt savaşından sonra kurulan devletler kürtlerle kaynaşmaz mı?eğer kaynaşmamışsa kürtler türk egemenliğinde yaşamayı nasıl kabul etmiştir?ve mezopotamya dışında yani anadoludaki rumlara ne oldu?türkleşti mi?eğer türkleşmişse nasıl bu kadar çabuk oldu ve daha sonra bizansla savaştılar.eğer rumlar türkleşmemişse o zaman iranlılar ,araplar kürtler yada ermeniler vs ile karıştı.ama bence anadolu rumları türkleştiler.nasıl bu kadar çabuk köklerini unuttular.rumlar türkleşmedi diyorsanız o zaman araplar, iranlılar kürtler veya ermeniler türkleşti ve orta asya türk tipi yokolmuş oldu.işte soracağım soru bu milletler türkleşmeyi nasıl kabul etti ve milliletlerini nasıl bu kadar çabuk unuttular?yok böyle birşey yok diyorsanız osta asyadaki türklerle türkiye türkleri arasındaki türkler arasındaki farkları gösteririm.iran veya rumlar vs türkleşmişken mısır neden türkleşmedi?balkanlarda neden geniş anlamda türkleşme olmadı?sonuç olarak türkleşme nerde ve nasıl olmuştur?lütfen konu kapanmasın.
M
15 yıl
hunlar mı türk? türkler mi hun?
hunlar mı türk türkler mi hun?ders kitaplarında hunlar türk deniyor ama bence tam tersi.orta asyada veya daha geniş topraklarda yaşayan halkların üst kimliği türklük değil hunluktur.mesela moğollar türk değil ama hundur.hiung-nu devleti tarihi onlarındadır.belkide türk dediğimiz uluslar türk değil ama türklerle akraba.mesela macarlar.metehanın atillanın hunlar içinde bir türk ulusundan mı yoksa başka bir hun ulusundan mıdır?hunların türklerden ibaret olması diğer milletlerin hunlar içinde yer almaması bana saçma geldi.yada bu milletlerin sadece türk olması.yani hunlar bir türk devleti değil türk devletleri hun devletidir.moğolcanın türkçenin yada macarcanın birbirine yakın olması bunu açıklıyor.sonuç en geniş anlamıyla orta asyada veya daha geniş topraklarda yaşayan halklar hundur.türk kökenli veya moğol kökenli olsun.sizin bilginiz veya düşünceleriniz var mı bu konuda?
M
15 yıl
memetik
Damga… leke… işaret… iz….



Eski ve biten yazıların sonuna bir işaret koyarmış bilenler çok eskilerden. Bu işarete Mim denirmiş.Mim konuldu mu bir yazının sonuna artık o işarete kimse karşı gelemezmiş.



Oysa başka bir medeniyet Mim’i yaşamla dalga geçen komedi oyununa isim diye vermiş.



Mimik ve yüz kaslarının hareketleriyle varmış bir başka biri, kendisinden farklı bir diğerine.



MİM KOYMAK: Yaşamlarımızda ne çok şey var mim koyduğumuz, unutulmaması için kendimize özel işaretlerle belirlediğimiz, ısrarla üzerinde durduğumuz.



Richard Dawkins ve Jung, tıpkı DNA ile geçen genetik özellikler gibi bazı bilgi, deneyim ve davranışlarımızın da meme-mim, kültürel gen(orjinali meme) sayesinde nesilden nesile aktarıldığını savunmuş.



Meme aslında adını da yapısını da gen bilimden almıştır.

Meme, Dawkins’in yorumlarına göre, tıpkı virüslerin davranış özelliklerini taşır. Gözlem yoluyla, ebeveyinlerinden birinin davranışı ve ya okuduğu bir kitabın kahramanıyla bulaşıyor, kopyalanıyorlar. Dawkins bu Replicatör (kopyalayıcı) fikirleri insanı taşıyıcı olarak gören parazitler olarak nitelemiş.

Bu kopyalayıcıların doğal seleksiyonun gereği olarak devamlı elendiği, en güçlü kopyalayıcıların hayatta kalabildiği de saptanmış.



Kültürel evrim, Biyolojik evrimden çok daha hızlı ilerler, trendler, markalar, moda ve yaşam şekilleri sürekli kendisini yeniler. Yaşamak için Kültürel evrime ayak uydurmak zorunda kalan mwmw’de genlerden farklı olarak, bulaştıkları, yerleştikleri insanın bilincinde yeniden işleme konuş, üzerinde oynamalar yapılır, yeniden şekillenir. Bilince uyum sağlar.



Mim/meme’ler tıpkı virüsler gibi, kendilerini hayatta tutmak amacıyla iki yol güderler. Recombination; başka, daha güçlü ve yeni mimlerle kombine olarak.Din, terör, aşk ve arkadaşlık ilişkilerindeki temel tutum ve davranışların belirli mim’lerle kompine olduğu biraz uç’da olsa birer saptamadır.

Zamanla mutasyona uğrayarak.



Mim bulaşan insana Host (taşıyıcı) ve ya Memeroid adı verilmiş.

Mim’ler pek çok virüs gibi oldukça zekiler. Kendi stratejilerini kendileri yaratabiliyorlar. Bir mim kendisini etkisiz hale getiren diğer bir mimi yok edip, zayıflatabiliyor. Örneğin her insanda bulunan Ölüm korkusu mim’inin pek çok mim’in yayılımını engellemesi gerekirken ölümden sonra yaşam mim’ini etkili hale getirir. Ve ya yine toprak sevgisi ve ölüm mimleri birleşerek ‘’vatan için kutsal ölüm’’ mimi etkili hale gelebiliyor.



Memetik; Sosyal yaşamda etkili olan mim’leri inceleyen bilime verilen isim.

Mim ve Memetik araç olarak genelde ‘’dil’’ i kullanmaktadırlar. Argo konuşmalar, sloganlar, reklam söylevleri gibi. Söylentiler, dedikodular, efsaneler, şarkı sözleri, batıl inançlar mim’lerin genel bulaşma şekilleridir.



Mim’ler bulaşmak için bilinç ve ya bilinç-altında vaatler de sunmaktadırlar. Örneğin her dinde CENNET vaadi ortaktır. Her insanın ortak istemi ve hassas noktası olan ÖZGÜRLÜK düşüncesi de yine pek çok politikacı tarafından bir SAVAŞ mim’i olarak kullanılır.



Bu tür mim komplekslerinden korunmak için yine mim’lere ihtiyaç duyulur. Bu tür dirençli mim’lere ise ‘’vaccime ‘’ adı veriliyor. ‘’Radikallik’’ bir tür dirençli mim olabilir, bir tek ‘’mim’’ i benimseyip diğerlerine kapalı olma durumu. Muhafazakarlık ise eski mim’leri özümseyip yeni mim’leri kabullenmeme davranışı.

felsefeekibi.comdan alıntıdır.evrim teorisinde büyük bir ilerleme bence memetik
M
15 yıl
kbde konu kaldırılmalar sınırlandırılmalı
kültür bilimde birçok konu kaldırılıyor.tartışmayı geliştirecek ve sonuca ulaştıracak yerde bi bakıyoruz konu kalkmış.bu tartışdıklarımız uzaydan gelmiyor bizzat yaşıyoruz ama tartışamıyoruz.eğer bu konu kaldırılmalar sınırlandırılırsa kültür-bilim daha iyi bir bilgi kaynağı haline gelir.konu kaldırma anti-demokratik bir uygulamadır.hakaret içermediği halde konular kaldırılıyor.ama kültür bilimde konu kaldırılmalar sınırlandırılırsa kültür bilim daha iyi bir bilgi kaynağı haline gelir.siyasi ve dini konular kaldırılıyor.dini konu kaldırılmalar neysede siyasi konu kaldırılmalar neden?tartışmazsak nasıl öğreneceğiz?birde kültür bilim buna rağmen çok demokratik bir forum çünkü konu kaldırılmaya rağmen birçok tabuyu tartışabiliyoruz.bu yüzden yöneticilere teşekkür ediyorum.sonuç olarak kültür bilimin daha çok gelişmesi için hakaret içermeyen konu kaldırılmalar sınırlandırılmalı hatta nerdeyse hiç olmamalıdır.ve birde bu konu kaldırılmaz diye umuyorum.siz ne düşünüyorsunuz?
M
15 yıl
yabancı ders kitaplarında türkler
bu yazıyı türkleri kötülemek için asmıyorum.tam tersine bu türklerin askeri bir gücü olduğunu göstermektedir.zaten osmanlı bilgisiz hanedan olsaydı buraları elinde tutamazdı.buraların elde tutulmasında hoşgörü politikasının yanısıra bu şiddet politiklarıda etkili olmuştur.resmi ideolojide orası burası fethedilmiştir deniyor ama nasıl fethedildiği yazmıyor.eğer türkler yerine başka bir millet türkleri egemenliği altında tutsaydı bundan çok daha kötü şeyler yazılırdı.osmanlıda her devlet gibi bir devlettir yapısı itibariyle şiddet uygular.bu tarihsel gerçekleri reddetmek osmanlının gücünü reddetmektir.en iyisi millet duygularından kurtulup insan olduğumuzu hatırlamak.last ottoman adlı siteden alıntıdır.bu gerçekler bence osmanlının zayıflığıı değil güçlü bir devlet olduğunu gösterir.ama devlet yapısı itibariyle şiddet uygular.bu gerçeği bilerek yorum yazalım.yöneticilerden ricam konuyu kilitleyerek konuyu sonuca ulaştıracak yerde buna engellememeleridir.

A.B.D.

Öğretmen Eğitimi Tarih - Sosyal Bilimler Kitabında;

1894-1896 yılları arasında Sultan Abdülhamit 100 binden fazla Ermeniyi katletti. Ermeniler Türklerin yayılmacı Pantürkizm planının önünde engeldi. Bu nedenle Türk yöneticiler onlardan kurtulmaya karar verdiler.

Ermeni Soykırımı Nasıl Gerçekleştirildi?

-Türk Ordusundaki Ermeni askerlerin silahları alındı, zor işler verildi ve daha sonra öldürüldü. Ermenilerin eğitim, siyaset, din ve kültür liderleri tutuklandı ve öldürüldü.
-İmparatorluk dahilinde yerel yetkililere, Ermeni nüfusa karşı nefret uyandırmalarını emreden talimatlar gönderildi.
-Kadın, çocuk ve yaşlılar tehcir bahanesiyle çöle ölüm yürüyüşüne gönderildi. Ermeni nüfusun bütün mallarına ve zenginliklerine Türkler el koydu.
-Bazı durumlarda, eğer Ermeniler Hristiyanlığı reddedip İslamı kabul eder ve Türk olduklarını söylerlerse hayatlarını kurtarabiliyorlardı. Ermeni soykırımının amacı Osmanlı İmparatorluğunun içindeki Ermenileri yok etmekti.
-Ermeni soykırımı Yahudi soykırımının öncüsüdür.
-1909 yılında Kilikya bölgesinde 30 bin Ermeni katledildi. 1915-1922 yılları arasında 1.5 milyon Ermeni öldürüldü; 500 bini de sürgüne gönderildi.
-Tehcir sırasında savunmasız kadınlar ve çocuklar Suriye Çöllerinde haftalarca yürümeye zorlandı; tecavüz ve işkenceye maruz kaldı. Binlercesi zorla Türk ve Kürt evlerinde ve haremlerinde alıkonuldu.

Aşağıdaki bilgilerin ışığında diğer soykırım örneklerini tanımlayınız.
-Osmanlı İmparatorluğu liderleri tarafından Ermenilere
-SSCB'de Stalin tarafından köylülere, memurlara ve askerlere
-Kamboçya'da Pol Pot yönetimi tarafından halka
-Ruanda'da Hutular tarafından Tutsi azınlığa
RUSYA FEDERASYONU

İlköğretim Tarih Kitaplarında;

1875'in yazında Bosna-Hersek'te çıkan ayaklanma şiddetle bastırıldı. 1876'da Bulgaristan'da Osmanlı boyunduruğuna karşı bir ayaklanma çıktı ve Sırbistan ve Karadağ Osmanlıya savaş açarak Bulgar halkına yardıma koştular. Ancak az sayıdaki eğitimsiz ordu bozguna uğradı.

Türk idaresinin yaptığı kanlı katliamlar Rus toplumunda infial yarattı. Kamuoyunda Yugoslav halklarının korunması fikri yayılmaya başladı. Yönetimin resmi yasaklarına karşı çoğunluğu subay olan binlerce gönüllü Sırp Ordusuna katıldı.

Haritanın lejandında dört numaralı madde Kilikya Ermeni Devletini göstermektedir.

Bölünmüş Bulgaristan, Sultanın düzenli ordusu için kolay lokma oldu. Daha sonra Sultan I nci Murat ordularını Sırbistan'a sürdü. 1389'da, LAZAR komutasındaki sayıca çok üstün Sırp Ordusu, Kosova Ovası'nda, kahramanca savaşıp düşmanı kıstırdılar.

Fakat Prensin en yakın adamlarından biri Murat ile haince anlaşarak savaşın en önemli anında 12 bin askerini savaş alanından çekince, sarsılan Sırp Ordusu geri çekilmek durumunda kaldı.

Prens LAZAR'ın akrabası Miloş OBİLİÇ kasten esir düşerek Sultan'a ***ürülmeyi talep etti. Kahraman Sırp, Hükümdar ile karşılaştığı anda hançer ile Murat'ı vurdu. OBİLİÇ'İ hemen orada parçaladılar. Komutayı alan yeni Sultan öç almak üzere tüm esirlerin ve Prens LAZAR'ın katledilmesi emrini verdi.

Fatih, 200 bin kişilik ordu, 125 parçalık donanma ve yarım tonluk gülle atan devasa toplarla taarruza geçip şehri fethetti. İmparator 11 nci Konstantin elinde kılıcıyla öldü. Sultan; şehrin, surların, binaların kendisine ait olduğunu söyleyerek bunların dışındaki herşeyi yağma için askerlerine bıraktı. Üç gün süren yağmadan sonra ganimet ve kölelerden zengin olmamış bir tek asker kalmadı. Bizans Ordusu yok olmuş, ahalinin çoğu ölmüştü. Şehir İstanbul olarak adlandırılıp başkent oldu. Türkler tarafından bir çok Ortadoks kilisesi yıkıldı. Ayasofya ise camiye çevrildi.

Kemal, iktidarda güçlenince diktatörlüğünü kurdu. Demokratik ve kominist organizasyonları dağıtıp reformlara girişti. Türkiye'de Cumhuriyeti ilan edildi, ruhani dünya sekülarize edildi.

Güçlükler ekonomi ile sınırlı değildi. Çözümsüz bir çok sorun arasında Kürt sorununa dikkat etmek gerekmektedir. Lozan Antlaşması'na göre Kürtlerin yaşadıkları yerler Türkiye, İran, Irak ve Suriye sınırları dahilinde bölünmüştü.

60'lı yıllarda kurulmuş olan Kürdistan İşçi Partisi 1984 yılında Kürtlerin yaşadıkları bu dört ülkedeki topraklarda bir Kürdistan devleti kurmak amacıyla silahlı mücadeleye girişti. Ülkenin Güneydoğu Bölgesi'nde PKK savaşçıları ile Türk Ordusu arasında silahlı faaliyet başladı.

Askeri faaliyetler Türkiye'ye yıllık olarak 10 milyar dolara malolmuştur. Kürt sorununa çözüm halen bulunamamıştır.

Türkiye Miğfer Devletler'in kaçınılmaz mağlubiyetlerine kanaat getirince Almanya ve Japonya'ya savaş açtı. Bu açık sembolik hareket Türkiye'ye BM'nin kurucuları arasında yer alma olanağı sağladı. Fakat uluslararası prestijini büyük oranda kaybetti. Özellikle SSCB ile ilişkileri kötüleşti.
ALMANYA

İlköğretim Yardımcı Yayını Coğrafya Atlasında;

-Kuzeydoğu Anadolu Bölgesi -Armanisches Hochland- (Ermeni Dağlık Alanı) olarak gösterilmiş,
-Güneydoğu Anadolu Bölgesinin bir kısmı -kürdistan- olarak gösterilmiş,
-Haritanın Kıbrıs'ı gösteren kısmında 'Türkiye tarafından işgal edilmiştir.'
yazmaktadır.

İlköğretim Coğrafya Kitabında;

Bir halk milliyeti için savaşıyor (Kürtler). 5000 yıldır yaşadıkları bölgede
Osmanlı ve Perslerin değirmen taşları arasında kalmışlardır. Onların bölgesi Birinci Dünya Savaşı'nda birçok ülkeye paylaştırıldı. O ülkelerden hiçbiri Kürtlere bağımsızlık ya da dil özgürlüğü vermedi. Bölgede petrol olması durumu gerginleştiriyor. Kürtlerin bağımsızlığı hedefleyen tüm girişimleri Türkiye ve Irak tarafından çoğunlukla kanlı bir şekilde bastırılmıştır.

İlköğretim Coğrafya-Çevre Bilgisi Kitabında;

(Kürtler)16-20 milyonluk bir topluluktur. Türkler bölgeye gelmeden önce de
burada yaşıyorlardı. Toplam beş bölge ülkesinde yaşayan Kürtler devlet kurma arzusundadırlar. Türkiye ve Irak'ta, askerler ve Kürtler arasında silahlı çatışma olmaktadır. Türk Askerleri aileleri bölmekte, işkence yapmaktadır.

İlköğretim Tarih-Coğrafya Kitabında;

-Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğu Bölgesindeki bazı iller 'kürdistan',
-Karadeniz Bölgesi'ndeki Canik Dağları 'Pontus Gebirge' (Pontus Dağları)
olarak gösterilmiştir.

İlköğretim Coğrafya Kitabında;

-Kuzeydoğu Anadolu Bölgesi 'Armanisches Hochland' (Ermeni Dağlık Alanı),
-Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin bir kısmı 'kürdistan' olarak gösterilmiştir.
-Kıbrıs'ı gösteren kısmında 'Türkiye tarafından işgal edilmiştir.' yazmaktadır.

İlköğretim Coğrafya - Atlas Yardımcı Yayınında;

Haritada Türkiye-İran sınırı kürdistan olarak gösterilmiştir.

İlköğretim Tarih - Coğrafya Kitabında;

Ermenilerin Rus ordusunu desteklemesinden korkan Osmanlı İmparatorluğu onları göç ettirmeye başladı. Gerçekten de ulusal bağımsızlığı için mücadele eden Ermeniler vardı.

Göç oldukça kanlıydı; yüz binlerce Ermeni göç yolunda açlık ve yorgunluktan,
kervanları soyan göçebelerin baskınlarından hayatlarını kaybettiler. Bu halkın ölüme terk edilmesi Talat Paşa Hükümetinin saf Türk ya da saf Müslüman Anadolu oluşturma hedefinin bir işaretiydi.

İlköğretim Tarih - Coğrafya Kitabında;

Ermenilerle ilgili: Türkler tarafından 1914-1918 yılları arasında soykırım yapılmıştır. Sevr'de garanti edilen bağımsız Ermenistan oluşturulamamıştır. Ermenilerin topraklarının büyük kısmı Türkiye'de kalmıştır.

İlköğretim Tarih Kitabında;

Kürtlerle İlgili: Türkiye'de resmi olarak Kürt yoktur, bunun yerine 'Dağlı
Türkler' vardır. Kürdistan Kürtlerin yaşadığı bölgedir. Burası Türkiye, İran, Irak tarafından paylaşılmıştır.

İlköğretim Hayat Bilgisi Kitabında;

Türkiye ile İlgili: Konuşulan resmi dil Türkçe ve Kürtçe'dir. Yönetim şekli
1982'den bu yana cumhuriyettir.

İlköğretim Tarih - Coğrafya Kitabında;

Kürtler, Türkiye ve Irak yönetimiyle çatışma içinde ve birçok insanlarını
kaybetmiş durumdadırlar. Su sorunu çözülmeden bölgedeki Kürt probleminin de çözülmeyeceği ortadadır.
Irak rejiminden kaçan Kürtlerden 6700 kişi Türk sınırında, kirli su ve buna
bağlı hastalıklardan dolayı öldü.

Haritada: Halen Kürtlerin yaşadıkları bölgeler,

Planlanmış kürdistan (Sevr'e göre),
Bağımsız kürdistan cumhuriyeti (1946-1947) olarak gösterilmiştir.

İlköğretim Sosyal Bilgiler Kitabında;

Türkiye Cumhuriyeti milliyetçilik temelinde kurulmuştur. Ülkede yaşayan herkes kendini Türk hissetmeli ve Türkçe konuşmak zorundadır.
Fakat özellikle Doğu Anadolu'da çeşitli halk grupları geleneksel yapılarını
koruyarak yaşamaktadır ve Türk Devleti'ni yabancı görmektedirler.
Birinci Dünya Savaşı galipleri Kürtlere kendi devletlerini kurma sözü vermişti.
80'li yıllarda Kürdistan İşçi Partisi'nin bağımsızlık savaşı şiddetlendi. İki
cephe arasında kalan Doğu Anadolu halkı bunun acısını çekti.
PKK savaşçıları kadınları, çocukları öldürdü. Türk Ordusu iki binin üzerinde
köyü tahrip etti. Türk Ordusu işkencecidir.

İlköğretim Coğrafya Kitabında;

Türkiye, bölgede yürüttüğü proje kapsamında (GAP) 21 baraj, 17 santralle her iki nehrin suyunu kendi ülkesine kullanacak. Birçok insan bu proje kapsamında yurtlarını terk edecek, iklim değişimi hastalıklara yol açacaktır.
Kürtler Türk Hükümetinin baskısı altındadır, uzun zamandır bağımsızlık
istekleri vardır.

İmla Klavuzunda;
Eşanlamı Karşılığı
türken = Vortäuschhen Sahtecilik yapmak, aldatmak.
Sözlükte;
Eşanlamı Karşılığı
Türk = Manöver,Propaganda Manevra, abartma.
Werbung
türken = Vortäuschhen Sahtecilik yapma, aldatma.
Türken Bauen = Vortäuschhen Sahtecilik yapmak.



İlköğretim Coğrafya Kitabında;

İtalyanlar, Türkler ve Yunanlılar olmasaydı bizim ülkemiz ne yapardı? Kim bizim çöpümüzü toplar, caddelerimizi süpürür; büroları, hastaneleri, devlet dairelerini temizlerdi.

İlköğretim Sosyal Bilgiler Kitabında;

-İstiklal Marşı sırasında gülmek yasaktır.
-Sınıflar kalabalık ve öğrencilere temizlik kontrolü (tırnak, mendil) yapılmaktadır.
-Öğretmeler öğrencileri dövüyor.
-Okullarda ezberci eğitim yapılmaktadır.
-Sultan yerine gelen general tek eşli; eskiden erkekler dört kadınla evlenebiliyorlardı.

İlköğretim Tarih Kitabında;

Tarih dersi müfredatının 'Savaş-Teknik-Sivil Halk' bölümünde, kapsanması mecburi olan konular içerisinde 'İnsanlıktan Uzaklaşma' başlığı altında verilen 'Savaşlardaki Dejenarasyon, Etnik Ayrımcılık, Toplu Katliam ve Soykırım' konusuna, sözde Küçük Asya'da (Anadolu'da) Ermeni nüfusuna yapılanlar soykırıma örnek olarak gösterilmiştir. Görsel öğrenme metodları olarak da mezarlıklar ve soykırım anıtlarının kullanılabileceği belirtilmiştir.
AVUSTURYA

Avusturya tarihi, Avusturya vatandaşlarının belleklerine belli başlı olaylarla kazınmıştır. Bunlar Ortaçağ koyu Katolik baskısı, büyük yangınlar, savaşlar ve 1529 ile 1683 yıllarında yaşanan Türk kuşatmalarıdır. Türkler; merkezi ve Doğu Avrupa milletlerinde çoğunlukla çocuklarını kaçırıp yeniçeri ocağı için devşiren, eşlerini ve kızlarını kaçırıp hareme hapseden, akınlarla batı istikametine hem karadan, hem deniz ve Tuna Nehri'nden gelip soyup, öldürüp, çalan ve giden insanlar olarak nitelendirilirken, bu ülkelerde anneler pek yakın zamana kadar (ve belki de halen) çocuklarını 'Uyumazsan Türkler gelir, seni ***ürür' diye korkutup uyutmaya çalışırken, Avusturya bunlara ek olarak tarihini, Avrupa'yı ve Hristiyanlığı Türklerden kurtaran bir millet olma çerçevesine oturtmuş bir millettir

İki Türk kuşatmasının izlerini Avusturya'da her şehir ve kasabada izlemek mümkündür. Bunlara ilişkin sayısız kitap yazılmış ve sanat eseri (efsane, şiir, şarkı, roman, heykel, resim, tiyatro, film) yaratılmıştır. En ücra kasaba, köy kilisesinde dahi bir tabela üzerinde 'Türkler yılında buraya gelmiş ve soymuş, katletmiş, yakmış ve yıkmıştır' yazısı görülebilir. Viyana'da pek çok cadde ve meydanın ismi Türklerin adı kullanılarak türetilmiştir. Pek çok bina duvarlarında yarı gömülü (çoğu suni olsa da) yuvarlak taş bilyalar Türk gülleleri olarak turist çekmektedir. Şehir merkezindeki pek çoğu heykelde zafer kazanmış Avusturyalı komutan ayağı altında sarıklı bir Türk başı, yerde sürünen bir yeniçeri ve sancak gibi şeyler görülmektedir.

Pek çok sanat eserinde olduğu gibi askeri tarih müzesinde de Türklerle olan geçmiş yaşatılmaktadır. Burada Türklerden ele geçirilen ganimetlerin yanı sıra, temsili pek çok resme de rastlanmaktadır. Bu resimlerde Türkler sürekli zulmeden kişiler ve düşman modeli olarak hep çok çirkin, uzun bıyıklı, salyalı, iri gözlü olarak resmedilmişlerdir. Tarihinde pek çok milletle savaşmış olan Avusturya için diğer savaştıkları milletler bu kadar söz konusu değilken, Türklere dair geçmişi sürekli canlı tutmak, koyu Katolik olan Avusturya halkının milli benliğine ve dinine bağlılığının bir göstergesi olmuştur.

Alman Orient Enstitüsü Başkanı emekli yarbay Udo STEİNBACH, Avusturya medyasını Türkler alehinde etkilemektedir. Ona göre:

�Asıl sorun Atatürk tarafından yaratılan bu uyduruk Türk milletindedir. Uyduruk bir dil ve kültür. Önce Ermenileri sonra Rumları katlederek uyduruk bir cumhuriyet kurdular. Kürtleri neden tamamen kesmediler, merak ediyorum (1998)

Adı geçen kişi halen içinde Türk kelimesi geçen her faaliyette Avusturya ve Almanya başta olmak üzere pek çok ülkede konuk konuşmacı olarak, üstelik Türkler ya da Türk sempatizanı olarak kendini gösterenlerce (örneğin Avusturya-Türk Bilim Derneği) görevlendirilmektedir.


DANİMARKA
İlköğretim Coğrafya Kitabında;
Sayıları 25 milyona ulaşan Kürtler (13-14 milyonu Türkiye'de), dünyadaki anavatansız halktır. Burada bulunan ve Türk olarak adlandırılan halkın çoğu aslında Kürttür.


Türk Devleti Kürt halkının varlığını reddetmektedir. Kürtlerin demokratik hakları kısıtlanmaktadır. Parlementoya seçilmiş bile olunsa Türkiye'de Kürtçe konuşmak hapis nedenidir.

Türk polisi ve askerinin yargısız tutuklamaları, köyleri harap etmeleri Kürtleri sürekli tedirginlik içinde yaşamaya itmektedir.

Bölgedeki iç savaşta 37.000 kişi ölmüştür. Ayrıca 2.500 Kürt köyü yıkılarak boşaltılmıştır.

Yapılan baskılar nedeniyle Batı Avrupa'ya gelen yabancıların büyük kısmını Kürtler oluşturmaktadır.
FRANSA
İlköğretim Tarih - Coğrafya Kitabında;

Fotoğrafın altında -1918'den sonra Osmanlı İmparatorluğunda Ermeni yetim ve öksüzleri" ibaresi bulunmaktadır. Fotoğrafta yerlerde çok kötü durumda, yarı çıplak küçük yaşlarda kız ve erkek çocuklar görülmektedir.

Eğitim sistemi itibarıyla ezberden çok, tartışma ve yorum yönteminin
uygulandığı bu ülkede, tartışma ve yorum yapmaya müsait bu resimle Osmanlı İmparatorluğu ilişkilendirilerek, sözde Ermeni soykırımı;
Ermeniler kimdir?
Bu çocuklar neden öksüz kalmışlardır?
Osmanlı İmparatorluğu içerisinde ne kadar Ermeni yaşıyordu?
Bunlara ne oldu?
gibi sorularla işlenmektedir.

Savaşta Avrupa'da en az 8 milyon insan ölmüş, milyonlarcası yaralanmış veya sakat kalmıştır ve üstelik savaş 1 milyondan fazla Ermeninin göç ettirilmesi ve katledilmesiyle 20 nci yüzyılın ilk soykırımı sonucunu doğurmuştur.

Fotoğrafta, bir bina önünde üç Ermeni din adamı ve önlerinde yerde yatan öldürülmüş insanlar (Kitaba göre Ermeniler) görülmektedir. Fotoğrafın altında "Ermeni katliamı (1919)" yazısı ile "1915'te Türk Hükümetinin aşırı uçtaki kanadınca alınan önlemler, İmparatorluktaki Ermenilerin büyük bir bölümünün yok edilmesine yol açtı. (en az 600 bin ölü)" açıklaması bulunmaktadır.

"Cephede Savaş Dehşeti" isimli konu alt başlığında "Bu savaş esnasında 20 nci yüzyıl, ilk soykırım ile tanışmış oldu. Büyük çoğunluğu Müslüman olan Osmanlı İmparatorluğunda Hıristiyan Ermeniler, Rus saldırılarına destek vermekle suçlandılar. 1,5 milyon Ermeni kadın, çocuk, erkek 1915'te sürgüne gönderildi ve Türk hükümetinin emri ile katledildi" ifadesi yer almaktadır.

Fotoğrafın altında "1915'te Ermeni Katliamı" yazısı ile "Ermenilerin tutuklanma ve sürgüne gönderme kararını kim aldı?" sorusu bulunmaktadır. Söz konusu fotoğrafta ise elleri tüfekli, fesli ve bıyıklı, asker elbisesi giymiş iki kişi ile, kafatasları görülmektedir.

İlköğretim Tarih Kitabında;

Altında Ermeni katliamı yazısı bulunan resimde temsili olarak Ermenilerin kadın, erkek, çocuk, bıçakla ve tüfekle katledilmesi gösterilmektedir.
Sayfanın sağ üst köşesindeki haritada Türkiye'nin kuzeydoğusu -Ermenistan- olarak gösterilmiştir.
Resimde Sırpları katleden Türkler gösterilmekte ve altında:
"Zorbalıklar başlıyor, Sırp köylülerin Türk çetelerince öldürülmesi" yazısı yer almaktadır.

Kitabın insan hakları ihlallerinin kronolojik olarak gösterildiği sayfasında, 1915 Yılı için "Ermenilerin Türkler tarafından katledilmesi 20 nci Yüzyılın ilk soykırımıdır." ibaresi yer almaktadır.

"Lise 2 nci sınıfta Ermeni sorunu nasıl kavrattırılır?" sorusu yer almakta ve altında "Neden bu seçim?" sorusuna üç maddelik yanıt verilmiş:
-09 Aralık 1948 Soykırım Suçlarının Cezalandırılması Sözleşmesi ile tanımlanan ve 16 Nisan 1984 Yılında halkların sürekli mahkemesi tarafından 20 nci Yüzyılın ilk soykırımı olarak kabul edilen soykırıma karşı borç olduğu için,
-Milliyetçilik ilkesinin değişime ve büyük güçlerin çıkarlarına karşı daha hafif kaldığını göstermek için,

-Soykırım ve savaş suçlarının kabul edilmesindeki güçlüğü göstermek için.

İlköğretim Sosyal Bilgiler Kitabında;

Kitap, PKK/KONGRA-GEL terör örgütünü, Abdullah ÖCALAN'ı, meşru ve masum bir bağımsızlık mücadelesi yapıyor olarak göstermektedir. Bir ortaokul öğrencisinin anlayacağı şekilde basit bir dille yazılmış olan kitabın 36 ncı sayfasında "Türk Hükümeti modern ve liberal olarak görünmek istemektedir. Türkiye, AB'ne aday olmak üzere başvurmuştur. Kanunlarla yönetilen barış içinde bir devlet imajı vermeye çalışmaktadır. Ancak PKK/KONGRA-GEL üyelerini ve Kürt milliyetçilerini öldürmek veya yakalamak için kuvvete başvurmaktadır." denilmektedir.

lköğretim Coğrafya Kitabında;

"Dünyanın Bugünkü Jeopolitiği" adlı konu verilirken bir dünya haritası çizilmiş ve üzerinde çatışma bölgeleri gösterilmiştir. Haritada Türkiye'nin güneydoğusu da çatışma bölgesi olarak gösterilmektedir.

Ortadoğu haritası üzerinde, Türkiye'nin güneydoğusu, Kuzey Irak ve İran'ın batısı ile Suriye'nin bazı bölümleri Kürt bölgesi olarak gösterilmiştir.
Ayrıca Şırnak kenti de yüksek çatışma bölgesi olarak belirtilmiştir.

GÜNEY KIBRIS RUM YÖNETİMİ

İlköğretim Okuma Kitabında;

-Harap Bir Köy- adlı okuma parçasında, köyün 1974 yılında Türkler tarafından harabeye çevrildiği anlatılmaktadır. Parçada köy halkının her şeyi bırakarak köyü terk ettiği dramatize edilerek resimli bir şekilde anlatılıyor.
Kuzey Kıbrıs Yunanlıları Türk Ordusu tarafında evlerini terk etmek ve adanın özgür bölgelerine göç etmek zorunda bırakıldılar.

Parçada; kuzeyde bıraktığı evi ziyarete giden ailenin büyük kızı dönüşte iki salyangoz getirir. Evin küçük kızı salyangozları görünce gözleri dolar: -Evlerini sırtlarında taşıyorlar, keşke ben de aynısını yapabilseydim.-

'Göç' başlıklı yazıda, Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarında yaşanan nüfus mübadelesinde Yunanlıların evlerini, topraklarını satıp göç ettikleri konusu trajik bir şekilde anlatılmaktadır.

Yazıda, Mihalis KASİALOS adlı bir halk sanatçısının (ressam) 1973'te Paşaköy'de inşa ettirdiği ve duvarlarını dillere destan bir şekilde kendi elleri ile resmettiği kilise anlatılmaktadır. Yazının devamında 1974 ağustosunda Türk Askerlerinin köye girip birçok masum kişi ile birlikte yaşlı KASİALOS'u da öldürerek etrafa zarar verdiklerinden bahsedilmektedir. Sonunda ise yaşlı KASİALOS ölmüş olsa bile resimlerinin ölümsüz bir şekilde orada kalacağından söz edilmektedir.

1821 ayaklanmasını anlatan yazıda; Sakız Adası'nın Türkler tarafından yerle bir edildiği, köy ve şehirlerin yakıldığı; kadın, çocuk ve ihtiyarların boğazlandığı, genç kızların ise yine Türkler tarafından köle pazarında satıldığı anlatılmaktadır.
İzmir'in Türklerin eline geçmesi ve devamında yaşanan nüfus mübadelesinin trajik bir şekilde anlatıldığı yazı; İzmir'in alevler içinde kaldığı, Yunanlı nüfusun canlarını kurtarmak için küçük sandallara dolup denize açıldığı görüntüsü yaratılan bir resimle desteklenmiştir.

Hikayede EOKA'cı Grivas'ın da lakap olarak aldığı efsanevi Diğenis AKRİTAS'ın Beşparmaklar ile öyküsü anlatılmaktadır. Beşparmaklar'ın ilk çağlardan beri Helenlere ait olduğunu vurgulanmaktadır.

Öykü ilk çağ dönemine ait olmasına rağmen konu Türklere getirilmekte ve Eflaklı bir Yunan ******n nöbet yerine giderken Türk-Arap korsanların Kıbrısa saldırdıkları ve adanın yeşil kıyılarının kızıl kana bulandığı anlatılmaktadır.
Nöbetçi ******n, arkadaşlarına, kardeşlerine kılıçlarını kuşanıp Türkler ve Araplara karşı savaşmaya çağırdığı bir kahramanlık öyküsü olarak anlatılmaktadır.

'Türk İşgali' adlı şiirde Barış Harekatı dramatize edilerek anlatılmaktadır.

İlköğretim Din Bilgisi Kitabında;

-Ben Hristiyan doğdum, Hristiyanım, Hristiyan öleceğim.-
Bu sözlerden sonra Türkler onu zindana attılar ve birkaç gün sonra yaşamı tüyler ürpertici bir şekilde sona erdi..

İlköğretim Tarih Kitabında;

Seni ilk oğluna ağlamak zorunda bıraktığım için ağlama, umutsuzlanma anneciğim.
Eğer bunca anneler ağlıyorsa bunun suçlusu Türklerdir.
Bana süt içirip büyüttüğün kulübemize bir Türkün efendi olmasına kalbim
dayanamıyor, tahammül edemiyorum.
Bunu sen de biliyorsun anne.
Bu kitabın tamamı Türk düşmanlığı içermektedir.

İlköğretim Okuma Kitabında;

'Kıbrıs'da', 'Kıbrıslı Çocuk', 'Vatan' ve 'Bölünmüş Vatanımız Hakkında Küçük Çocuğun Merakı' adlı şiirlerde ilkokul çocukları, Kıbrıs'ın bölünmüş olduğu ve yeniden birleşmesi için dileklerde bulundukları, geride (kuzeyde) bıraktıkları yerlere ve evlerine dönmek istedikleri, Türklerin Güzelyurt ve Maraş'ı harabeye çevirdiği gibi konular işlenmektedir.

Eftihia Teyze, Erenköy'ün Yalusa Köyü'nde ailesiyle birlikte mutlu bir hayat sürüyordu. İnsanlar ister Yunan olsun isterse Türk olsun herkese yardım ediyordu. Fakat 1974 yazında kötü olay ansızın gelişti. Oğlu Aleksandros, onun karısı Avgi ve çocukları ile birlikte esir oldu. Aleksandros Kıbrıslı Türkler tarafından bir soruşturma için tutuklandı. O günden beri hiç kimse kendisini görmedi, kayıp.

İlköğretim Coğrafya Kitabında;

'Türkler 1974 Temmuzunda Kıbrıs'a askeri çıkarma yaptılar. 200 bin Rum zorla evlerinden atıldı ve kendi vatanlarında göçmen oldu. Birçoğu Türkiye'deki hapishanelere ***ürüldü. Bu kişilerden 1619'u halen kayıptır. Bu kişilerin aileleri, yakınlarının akibetlerinin belirlenmesi için o zamandan itibaren süregelen bir mücadele başlatmışlardır. Türk işgali altında bulunan topraklarda, 1974'te 20 bin mahsur insan kalmıştır. Türkler bu kişileri, yavaş yavaş oradan gitmeye mecbur etmişlerdir. Bu kişilerin sayıları devamlı azalmaktadır. 1994'te bu kişilerin sayısı 900'ü geçmiyordu.'

Parçanın sonunda, parça içerisinde geçen rakamlarla ilgili sorular sorulmaktadır.
MACARİSTAN

Macaristan Kültür Bakanlığı İnternet Sitesinde;

1456 Yılında Osmanlı Ordularının Macaristan istikametine yönelmesi üzerine Papa III ncü CALİXTUS Hıristiyan dünyasını Haçlı seferine davet etti ve Hıristiyanlardan savaşın kazanılması için kiliseye giderek dua etmeleri ve kiliselerde günde üç kez çan çalınmasını emretti. Bu duyuru beklenilenden daha etkili oldu.

22 Temmuz 1456'da Macar Komutanı Janos HUNYADİ komutasındaki
birlikler Belgrad'da Osmanlı Ordusuna ağır kayıplar verdirdiler. Bir çok kişi yapılan duaların bu başarının kazanılmasında etkili olduğunu düşündü.

Papa bu zaferi 06 Ağustos'ta öğrendi ve Hıristiyan Dünyasında zafer günü
olarak kutlanmasını buyurdu. Papa VI'ncı ALEXANDER, 09 Ağustos 1500'de bütün Hıristiyan dünyasında kiliselerde öğle vakti çanların çalmasını buyurdu.
Bu nedenle her gün saat 1200'de kiliselerde çalan çanların anlamı Türklerin
1456'da Belgrad'da yenilgiye uğratılmasını kutlamaktır.

İlköğretim Tarih Kitabında;

Kitabın, Ermeni ve Kürt sorunu bölümlerinde, ATATÜRK'ün görüşlerine de yer vererek tamamen İngiliz görüşü yansıtılmaktadır. Kitapta Türkler aleyhinde ağır eleştiriler bulunmaktadır.

Sözde Ermeni Soykırımını Ermeni trajedisi olarak ifade eden yazar, kitabında
ATATÜRK'ün Ermenilerin güneye göç ettirilmesi esnasında katliama uğradığı ve sorumluların cezalandırılmasını talep eden görüşlerine yer vermektedir.
Tehcir kanunu nedeniyle Ermenilerin yalnız doğu Anadolu'da değil, Trakya'da
dahil olmak üzere bütün bölgelerden göç ettirildiği ve göç esnasında Kürt aşiretler tarafından katliama tabii tutulduğu ifade edilmektedir. Binlerce Ermeni'nin de Alman subaylar ve Alman Protestan din adamları tarafından kurtarıldığı ifade edilmektedir.

Yazar ayrıca, AB Parlamentosunun 1987 tarihli kararına gönderme yaparak,
1948 tarihli BM Anlaşması gereğince 1915-1917 tarihlerinde meydana gelen olayları soykırım olarak kabul etmesi gerektiğini belirtmektedir.
Kürt İsyanı bölümünde ise, 1925 ve 1937 isyanlarının bastırılmasında uygulanan yöntem ve taktikler nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti ve TSK eleştirilmektedir. Olayları İngiltere'nin Trabzon Konsolos yardımcısının görüşlerinden alıntılar yaparak tek taraflı olarak anlatmakta ve sözde Ermeni soykırımı ile benzerlikler kurmaktadır.
ARNAVUTLUK

İlköğretim Tarih Kitaplarında;

Yabancı işgalcinin (Osmanlı İmparatorluğu) nefret uyandıran bayrağı ne kadar daha Kruya'nın surlarında dalgalanacak?
Türkler, Arnavutluk'u ele geçirip ateşe verdi. 500 sene boyunca el ve ayaklarımıza kelepçe vuruldu.

Köleliğin elbisesini çıkart ve cesaretin silahlarını giy.
"Arkadaşlar, Türk itine vurun!" dedi ve düşman saflarına daldı.
Osmanlıları ölüm bitirsin! Yeteri kadar ezdiler bizi.
Türkler senin nerede olduğunu öğrendiği zaman seni köle yapar, annenin ırzına geçer.

Arberia bölgesini işgal ettikten sonra Osmanlılar çaldılar, yaktılar ve ne buldularsa her şeyi mahvettiler.

İtalya'da ve diğer ülkelerde hümanizm kültürü yerleştirildiği zaman Arnavut vatanına Osmanlı işgali yerleşti. Osmanlı ordusu şehirlerle beraber kültürü de bozdu.

Osmanlı işgali boyunca Arnavut kültürü mahvoldu.
17 nci yüzyıl başında Osmanlı İmparatorluğu bütün Arnavut topraklarını işgal etti. Osmanlılar politik ve ekonomik baskıyı arttırmak için bir çok bölgeyi parçalayarak yeni bir düzen kurdu.

Osmanlı işgalinden Arnavut şehirleri savaş boyunca çok ağır etkilendi. İnsanların öldürülmesi ve ekonominin mahvedilmesi dışında toplumun bir parçası yurt dışına göç etmiştir.

Osmanlı işgali uzun sürdüğü için eğitimi de çok etkiledi. Halkın çoğu okuma-yazma bilmiyordu. 19 ncu yüzyılda Saray, Arnavut dilinin öğretimine ve okullarının açılmasına izin vermiyordu.

Arnavut eğitimi ve kültürünün gelişimini engellemek için Türkler bir çok şey kullandılar. Bunlardan birisi: Arnavutça dilinin Türk ve Arap alfabeleriyle yazılması propagandasıydı. Bu tür şeyleri Osmanlılar, Arnavutça dilinin gelişimini engellemek için ve Müslümanlar ile Hıristiyanlar arası çatışmaların oluşması için yapıyorlardı.
BOSNA - HERSEK
İlköğretim Tarih Kitaplarında;

Düzenli Türk Birlikleri geldiğinde, isyancıların cesur savunma mücadelelerine rağmen ayaklanma kanlı şekilde bastırılmıştır. Türk Ordusu birçok Sırp Köyünü soymuş ve yakmıştır.

Türkler itaatkar Hristiyan nüfustan çıkan ve Yeniçeri olarak adlandırılan, paralı piyadelerden oluşan yeni bir asker sınıfını ordu sistemine sokmuştur. İşgalciler haracı/vergiyi Hristiyanların kanına empoze etmişlerdir. Zaman zaman çocuklarını almışlar, onları ***ürüp asker adayı olarak okutmuşlar ve Türk Ordusunun elit birliği olan Yeniçeri sınıfı için hazırlamışlardır. Hristiyan ailelerin çocukları asker adayı olarak okutulmalarının yanı sıra Osmanlı ruhuyla eğitilmişlerdir. Onların profesyonel asker olarak evlenme hakları yoktu.

Osmanlılar itaatkar halkları barbarca ezmiş; çok sayıda harç ve vergi ödemek zorunda tutmuştur.

Osmanlılarda yolsuzluk, şiddet, soygunlar ve asalaklık idarenin temel unsurlarıydı. Bu durum, çoğunlukla hayatta kalma mücadelesi veren iteatkar nüfusun ekonomik, sosyal ve kültürel gelişimini imkansız hale getirmiştir.
Ortadokslar dini vecibelerini yerine getirmekte büyük zorluklarla karşılaşmıştır.
Türkler tembel oldukları için esir ticareti yapıyorlardı. Esir Hristiyanlara katı tutum sergilendiği için ve bazıları esaretten çabuk kurtulacaklarını düşündükleri için Türkleşmişlerdir.

Türk Akıncıları hiçbir direnişle karşılaşmadan, Slovenya ve Hırvatistan topraklarını yağmaladılar.

Split rahibi Roma'da: 'Türkler, annelerin elinden bebeklerini alıyorlar, kadınlara kocalarının önünde tecavüz ediyorlar, genç kızları ailelerinden koparıyorlar; yaşlıları çocuklarının önünde öldürüyorlar. Bunları kendi gözlerimle gördüm.

Farklı kaynaklara göre Türkler 200 şehri işgal ettiler; 100 bin insanı köle, 30 bin genci de yeniçeri yaptılar.
1524'te Türkler Konjic'teki tüm Fransiskan keşişlerini öldürdüler, cesetlerini Neretva Nehri'ne attılar ve manastırları, binaları, çevrelerindeki kiliseleri tahrip ettiler
BULGARİSTAN

İlköğretim Tarih Kitaplarında;

Yeniçerilerin Bulgaristan topraklarında büyük kötülük yaptıkları, gaddar askerler olarak hatırlandıkları,

Sultanın kan vergisi adı altında yeniçeri toplama usulünün gaddarca olduğu,
Birkaç yıllık sürelerle kuşatılan topraklarda sultanın adamlarının çok çocuklu Hristiyan ailelerden birer çocuk aldıklarını,

Korkutulan bu çocukları, muhafızlar vasıtasıyla uzun süren yaya yolculuklar ile İstanbul'a ***ürerek Türkleştirdiklerini,

Bu çocuklara sultanın kölesi gibi davrandıklarını, toplu olarak yaşadıkları yerden çıkmalarına izin vermediklerini,

Ordunun yeni sefer ilan ettiğinde ve sefer yerine giderken geçtikleri bölgelerde hırsızlık ve akla sığmayacak her türlü deliliği yaptıklarını anlatmaktadır.

Osmanlıdaki kölelikten bahsederken; Türklerin aydınlatılabileceğini ancak bunun boş bir çaba olacağını, Türklerin cehaletle beslendiklerini, fanatikliğin ufuklarını daralttığı ifade edilmektedir.

1350 yılında Osmanlıların Bulgar topraklarına girdiğinde toplu katliamlar yaptıkları, dini binaları yaktıkları, kadın ve çocukları esir alıp sattıkları anlatılmaktadır.

Sultan Beyazıt döneminde, Türk Bölge İdarecisinin, ileri gelen Hristiyan din adamlarını müşterek konuları görüşmek üzere çağırarak, genç-yaşlı demeden kilisenin ortasında boğazlarını kestiği, 110 ileri gelen Hıristiyanın öldürüldüğü anlatılmaktadır.

Hristiyanların çoğunun korkudan, bazılarının güzel vaadlere kanarak, bir kısmının da maddi çıkar sağlamak için İslamiyeti kabul ettikleri;

Seçkin sınıflardan bazılarının orduda çalışmaya başlayarak (Hristiyan sipahiler) hemen olmasa da zamanla İslamlaşıp Türkleştiklerini, böylelikle: Balkanlarda birçok aristokrat ailenin yok olduğu, bunun en çok Vidin, Niğbolu, Sofya ve Köstendil Sancaklarında gerçekleştiği belirtilmektedir.

Diktatör tarzda reformcu tarifinin en çok Mustafa Kemal ATATÜRK'e yakıştığı, ATATÜRK'ün Osmanlı İmparatorluğunun kalıntılarından yeni Türkiye'yi kurduğu, yaratıcı milliyetçilik fikrine dayanarak cumhuriyeti ilan ettiği,
ATATÜRK'ün ölümüyle birlikte cumhurbaşkanlığına ve Cumhuriyet Halk Partisi Başkanlığına İsmet İNÖNÜ'nün seçildiği, bundan sonra reformların ve demokratikleşmenin durduğu ifade edilmektedir.

Lozan Barış Antlaşması ile Türkiye'nin 1913 ve 1918 yıllarında kaybettiği savaşlarda, Avrupa'da 23 bin km2'lik toprak kaybı ile Doğu Trakya ve İzmir'i geri verdiğinden (ancak Haziran 1913'te Türk Ordusunun Doğu Trakya'yı istila ettiği ve burada yaklaşık 100 bin Bulgarı kestikleri ve 400 bin Bulgarı topraklarından sürgün ettiğinden) bahsedilmektedir.

Devlete adil vergi hakkına sadece Müslüman olanların sahip olduğuna, diğerlerinin haklarının sadece belirlenen ek vergileri ödedikleri taktirde korunduğu,

Müslümanların; kendilerinin Hıristiyanlara göre daha üst bir sınıf olduklarına, Hristiyanların kendilerine daha iyi hayat şartları sunmak için varolduğuna inandıkları belirtilmektedir.

Bağımsızlık savaşındaki yenilgiden sonra, Türk çiftçilerinin Bulgar köylüleri üzerindeki baskılarının arttığına, vergilerin rüşvet sistemi şeklinde toplanmasına devam edildiğine,

Bulgar halkının hiçbir politik ve sosyal haklarının olmadığına, yerel Bulgar aydınlarının takip edildiğine, baskı ve belalarla baş başa olduklarına değinilmektedir.
KOSOVA

İlköğretim Tarih Kitaplarında;

Kosova Savaşı'ndan sonra, Osmanlılar Arnavut topraklarını işgal ettiler. Evleri yakıp hayvanları ve diğer değer eşyaları yağmaladılar. Onlar Arnavut prensliklerini ellerinde tutmak için çocuklarını rehin aldılar. Bunların arasında Cerc Kastriot'da (İskender Bey) bulunuyordu. Osmanlı Türkleri 9 yaşındaki Cerc Kastriot'i rehin aldılar.

60 yıl içinde Osmanlılar tüm Arnavut topraklarını işgal ettiler. Savaşın sonunda halk öldürüldü ve katledildi; Durs, İşkodra, Berat, Kruva ve Lej gibi büyük kentler köylere döndü. Osmanlı askeri kale, kilise, köprü ve diğer kültürel eserleri yıktılar. Bunlarla beraber çok sayıda değerli evrak da yok edildi.

Osmanlı işgalinden önce Arnavutlar Hıristiyandı. Arnavutluk'un kuzeyinde Katolik mezhebi güneyinde ise Ortodoks mezhebi yaygın idi.

Osmanlı işgalinden sonra İslam dini yayıldı. Bu dini Osmanlı işgalcileri zorla yaydılar, İslam dinini kabul etmeyen Arnavutlar büyük vergiler ödemeye zorlandı. 200 yıl içinde İslam dinini nüfusun yarısı kabul etti. Arnavutlar üç farklı dine sahip olmalarına rağmen her zaman birlik içindeydiler. Onların en büyük düşmanı Osmanlı işgalcilerdi.

Arnavutlar her zaman bilim ve eğitimden yana olmalarına rağmen Osmanlı yönetimi Arnavut dilinde eğitimin gelişmesini engelliyordu. Tüm baskılara rağmen Arnavutça eğitim veren okullar açıldı ve Arnavutça eserler yazıldı.

'Yeniden Doğanlar' Arnavut dilinde eğitim yapan okullar açılmasına büyük önem verdi. Osmanlı işgalcileri eğitimin Arnavutça ile yapılmasına izin vermedi. Arnavut vatanseverleri büyük çabalardan sonra Osmanlı Hükümetinden Arnavutça eğitim veren okulların açılması iznini almayı başardılar.

Arnavutça eğitim veren okulların açılması halkı memnun etti. Arnavutça eğitim, Arnavutluğun düşmanlarını korkuttu. Sultan, Arnavut okullarının kapatılmasını emretti. Askerler ve hainler eylemlere başladı. Okul müdürü ve öğretmenleri zehirlediler. Bazı öğretmenleri tutukladılar. Arnavut alfabesine sahip olanları ise ağır cezalara çarptırdılar.

Arbria'nın işgali esnasında; Osmanlı askerleri önlerine gelen her şeyi yağmalayıp, yakıp yok ettiler, işgal edilen yerlerde Arnavut toprakları, sultan tarafından Osmanlı derebeylerine ve onlara hizmet için hazır olan yerlilere verildi. Bunlar, Osmanlı Devletinin yürüttüğü tüm savaşlara asker göndermekle görevlendirildiler.

Osmanlılar tarafından işgal edilen topraklarda halkın durumu ağırlaştı. Arnavutlar iki vergi vermeye mecbur oldular; birini yerel derebeylere diğerini ise Osmanlı Devletine. Bu ağır şartlardan kurtulmak için binlerce Arnavut kırsal alandaki köylerini terk etti. Onlar, işgalci rejimin bulunmadığı serbest bölgelere, dağlara yerleşti. Osmanlı işgaline karşı ilk olarak Mati ve Debre hükümdarı olan Gjon Kastrioti ayaklandı.


İtalya ve diğer Avrupa devletlerinde Hümanizm ve Rönesans devam ederken Arnavut toprakları Osmanlı işgalinde bulunuyordu. Durs, Şkodka, Tıvar, Prizren, Berat ve Leja gibi çok sayıda büyük Arnavut kentleri köye döndü. Drişti, Deya, Şurlahu ve Spinarica gibi kentler hiçbir zaman ayağa kalkamadı. Kentlerde az sayıda Arnavut kaldı. Bu kentlerde Osmanlı askeri kışlaları kuruldu. Osmanlı askerleri kentlerle beraber kaleleri, kiliseleri, manastırları ve yüzyıllar boyunca kültür mirası sayılan çok sayıda güzel binaları yıktılar.

Çok sayıda tablo ve heykeller yok edildi veya kayboldu. Bunlardan çok az bir kısmı kurtuldu.

1481-1506 yılları arasında Osmanlı işgali sırasında; binlerce Arnavut ailesi vatanlarını terk ettiler. Bunların büyük bir kısmı Güney İtalya'ya yerleşti. Onların büyük bir kısmı evlerine dönecekler diye dillerini ve adetlerini unutmadılar.
26 Ağustos 1830'da Manastır'da, önceki suçlarının affedileceği ve hediye dağıtılacağı vaadiyle bir araya getirilen 500 Arnavut derebeyi öldürüldü.
Olaylar Yunan askerlerinin düşündükleri gibi gelişmedi. Gerçekleştirdikleri devlet darbesi Türkiye'nin askeri müdahalesine yol açtı. Türkler, Kıbrıs'ın kuzey kısmını işgal edip bir Müslüman hükümet kurdu ve o dönemden sonra ada ikiye bölündü.

1478'de 150 bin kişilik Osmanlı Ordusu yeniden Kruva ve İşkodra'yı işgal etme girişiminde bulundular. II nci Mehmet komutasındaki Osmanlı askerleri iki yıl süren kuşatmanın ardından cephanesiz yiyeceksiz ve içeceksiz kalan Kruva'daki askerleri kaleyi teslim etmeye mecbur ettiler. Sultan teslim olmalarına karşılık kaleyi savunanlara özgürlük ve komşu ülkelere gidebilecekleri vaadinde bulundu ama sözünde durmadı. 16 Haziran'da kaleye giren Osmanlılar tüm erkekleri öldürerek kadın ve kızları köle olarak aldılar.

Osmanlı işgalcileri, Arnavutların milli haklarını ihlal eden bir polis devleti rejimi uyguladılar. Vatansever öğretmenleri tutukladılar, okulları kapattılar, kitap ve gazetelerin basılmasını yasakladılar.
MAKEDONYA
İlköğretim Tarih Kitaplarında;

Yeniçeri ordusu 15 nci yüzyılda kurulmuştur. Başlangıçta bu ordu esir alınmış genç ve sağlam kişilerden oluşuyordu. Daha geç dönemlerde bu ordunun safları 'kan vergisi (haracı)' olarak alınan Hristiyan çocuklarıyla dolduruldu.
Reaya adıyla anılan esaret altına alınmış Hristiyan kitleler esas iş gücünü teşkil etmektedir. Bütün köylüler bağımlıdır ve reaya hiçbir imtiyaz hakkına sahip değildir. Sadece ağır yükümlülükleri vardır.

Devlete karşı ana vergiler; haraç, hayvan vergisi, askerlik vergisi vs. şeklindeydi. En ağır vergi: 'kan vergisi' yani devşirmedir. Hristiyanlar, yeniçeri askeri birliklerinin doldurulması için küçük ve sağlam çocuklarını vermeye mecbur tutuyorlardı. Kan vergisine karşı direniş çok büyüktür. Hristiyan halk bu şekilde çocuklarını Türkleştirmekten / Müslümanlaştırmaktan kurtarmak için değişik yöntemler kullanmışlardır.

Osmanlı İmparatorluğundaki Hristiyan ahalinin durumu dayanılmazdı.
Zulüm ve terör sıkça görünen vakalardır. İnsanların namusu ve onuruna el uzatılıyordu, kadınlar ve kızlar kaçırılıyordu.

Doğu krizi döneminde Bosna-Hersek ve Makedonya'da ayaklanmalar meydana geldiğinde ve Sırbistan-Türkiye savaşı başladığında, 1876 yılında; Bulgaristan'da Türklere karşı güçlü bir ayaklanma başladı. Bu ayaklanma 'Nisan Ayaklanması' olarak bilinmektedir. Türkler ayaklanmayı bastırmış ve 15 bin masum insanı öldürmüştür.

Ejderhanın (Türklerin) öldürülmesi altyazısı olan Yunan kaynaklı bir karikatürde; Balkan İttifakı olarak: Sırp, Yunan, Karadağlı ve Bulgar, başında kavuğu olan bir ejderhayı öldürürken görülmektedir.

Neguş ayaklanması sonunda; Neguş Kasabası Osmanlı askeri ve başıbozuklar tarafından ele geçirildi ve beş gün acımasız teröre, işkencelere ve yağmalamalara maruz kaldı. Bu esnada 1300 erkek öldürüldü ve çok sayıda köy yakıldı ve viran bırakıldı.

Meriç Savaşı'ndan sonra Osmanlılar Makedonya topraklarına kuzeydoğudan ve güneyden saldırmaya başladılar.

Makedonya toprakları birçok derebey, küçük devletlere ve knezliklere bölündü. Hükümdarlar arasındaki geçimsizliklerden yararlanan Sultan 1nci Murat büyük bir direnme görmeden birçok Makedon kentini işgal etti. Çok sayıda Makedon askeri esir edilmiş, köle pazarlarında satıldı.

Osmanlılar işgal ettikleri topraklarda genç ve sağlıklı çocukları topluyor, bunlara İslam dinini kabul ettirdikten sonra özel askeri eğitimden geçiriyorlarmış. Yeniçeri adlı piyade olarak savaşa katıyorlarmış.
Yeniçeri askeri; kan vergisi yoluyla ele geçirilen ve sonradan İslamlaştırılan Hristiyan çocuklarından oluşan askerdir.

Osmanlı işkencecilerine karşı en etkili silahlı halk direnmesi olarak, haydutluk hareketi; 19 ncu yüzyılda da gelişme kaydetmiştir.

Nyeguş ayaklanması merhametsizce bastırıldı. Bunun sonucu olarak, asker ve başıbozuklar beş gün boyunca şehri harabeye çevirdiler. Soygunculukla ellerine geçenleri alıp, cinayetler işlediler. 15 yaşından 65 yaşına kadar 1300 erkek katledildi. Otuz genç Nyeguşlu gelin çocuklarıyla birlikte Osmanlının eline düşmemek için; Nyeguş kentinden geçen Ara***a Irmağının şelalesine atlayarak intihar etti. Birçok köy yakılıp coğrafya haritasından silindi.
ROMANYA

İlköğretim Tarih Kitaplarında;

Çok ciddi bir şekilde geri kalan Güneydoğu Avrupa acımasız bir devlet olan Osmanlı İmparatorluğu tarafından yönetilmekteydi. Osmanlı İmparatorluğu değişik hakimiyet şekilleriyle birçok halkın hakimi idi: Romenler, Sırplar, Yunanlılar, Bulgarlar.

Bağımsızlık için Osmanlıya ayaklanan Yunanistan, elde ettikleri başarıları acılarla ödedi. Türkler tarafından köle olarak satıldılar, patrik ve papazlar öldürüldü. Bu zulümler Avrupa kamuoyu tarafından eleştirildi ve Osmanlıya karşı savaşın başlamasına neden oldu.

(Türkler) Hunlardan Tatarlara kadar, yaptıkları yıkıcı baskınlarla, Roma ve Hristiyan Avrupa için, Hristiyanların günahlarına karşı tanrının gönderdiği cezanın sembolü oldular.

Madde 2: 'Yüksek Kapı' Valahia'ya iyi niyetle gitmeyen hiçbir Türk'ü affetmeyecektir.
Madde 10: Hiçbir Osmanlı, cinsiyeti ne olursa olsun, Valahia'da doğmuş olan hiçbir kimseyi köle olarak almayacak, Romen topraklarına Müslüman camisi yapılmayacaktır.
SIRBİSTAN
İlköğretim Tarih Kitaplarında;

Osmanlılar'ın işgalinden bahsedilmekte, Türklerin Hristiyanlar'dan kafir olarak bahsettikleri ve eşit muamele yapmadıkları, Sırpları sömürdükleri, baskı altında tuttukları, mallarına el koydukları, birçok vergiler uyguladıkları; başlangıçta Osmanlıların çok güçlü olmasından dolayı Sırp halkının karşı koyamadığı, Osmanlının işgal ettiği, yağmaladığı; 16 ncı yüzyılın sonunda Osmanlının ekonomik yapısının bozulmasından sonra, şiddet ve yağmacılığın daha da arttığı, idari yapıda bozukluklar meydana geldiği; işgal altındaki Sırp halkının ancak hayatını devam ettirebildiği; sosyal, kültürel ve ekonomik gelişmenin durduğu; bazı Hristiyanların Müslümanlığı kabul ettiği, bunların çoğunlukla göçebe olan Güney Slavlar olduğu ve Bosna-Hersek'te bulundukları, Müslüman olduktan sonra bazı adetlerini ve dillerini korudukları fakat dini bağlarla sıkı sıkıya bağlandıkları Osmanlıları destekleyerek kendi ırklarına karşı düşman oldukları ifade edilmektedir.

Türkler, paralı piyade (yeniçerileri) oluşturmuşlardır. Yeniçeriler, Osmanlılara yenilen milletlerden alınan çocukların, askerlik sanatını öğretmeleri ve Müslüman yapılmalarıyla oluşan bir yapılanmaya sahipti. Yeniçerilik, Sultanlar tarafından Hristiyanlara yüklenmiş olan Kan Vergisiydi.

Türkler, bu iki Sırp'ı keserken orada olan İlija KOLARAC şöyle anlatmıştır: "Cellat, Prens Sima'yi keserken boynunu bir vuruşta kesemedi, birkaç defa vurdu. Prens, yiğitçe -Kes! Allah aşkına... Kılıcı bekleyen ve bağlanmış olan Yüzbaşı DRAGİÇ bağırdı... O anda başka bir Türk koşup gelmiş ve DRAGİÇ'in kafasını uçurmuştur...."

Vergiler iki katına çıkarılmış, Dayılar, yükselttikleri bütün Sultan gelirlerine (haraç, vergi, çubuk, gümrük) el atmışlardır. Haraç, iki ve üç katına çıkarılıp vergi, 15'ten 25-35 grosa yükseltilmiştir.Diğer vergiler de yükseltilmiştir. Bundan başka dayılar, subaşıları kendi isteklerine göre yargılamış; halkı dövmüş, öldürmüş, aşırı vergi almış, atları, silah ve hoşlandıklarını yağma etmişlerdir.
Kanunsuzluk ve acımasızlıkla dolu olan bu yönetim, Belgrad Paşalığında halk ve Türk yöneticileri arasında çarpışmalara sebep olmuştur.

Halkta telaş ve ayaklanma hazırlıkları hisseden Dayılar, ayaklanmayı bütün önemli milli önderleri öldürmekle önlemeye karar vermişlerdir. İlk yakalananlar arasında Prens ALEKSA, İlija BİRCANİN ve Milovan GRBOVİÇ idiler. Foçalı Mehmet Ağa'nın emriyle, Prens ALEKSA ve İlija BİRCANİN, 23 Ocak 1804 tarihinde, Valjevo şehrinde, halkın gözlerinin önünde kesilmişlerdir.

ERMENİSTAN

İlköğretim Tarih Kitaplarında;

Birinci Dünya Savaşı Kafkas Cephesinde, Başlangıçta; Türkler büyük başarılar elde ettiler. Orada yaşayan Ermenileri, Yunanlıları, Asurluları katlettiler...
İlk olarak Osmanlı Ordusundaki Ermenilerin ellerinden silahlarını aldılar ve onları yok ettiler. Ermenilere yolların inşası, barikatların kurulması ve yüklerin taşınması gibi en ağır işleri veriyorlardı. Sonra da askerler ya da polis onları ellişerli-yüzerli gruplar halinde ***ürüp katlediyordu.


İkinci adım; önde gelen Ermenileri (doktor, öğretmen, din adamı, parti üyeleri vs) hapsedip yok etmekti. Ermenileri düşünen beyinlerden mahrum bırakıyorlardı. Ekseriyetle 18-45 yaş arasındaki genç Ermeni erkekleri sürgüne gönderiliyor ve yok ediliyordu. Kadınlar, çocuklar ve yaşlılar ise mecburi göçe ve katliama maruz kalıyordu.

Ermeni halkının göç ettirilmesi ve katliamı 1914 sonu ile 1915 ilkbaharı ile başlar. Türk Devleti Ermeni ahalisini Ortadoğu'nun çöllerine sürgün ediyordu. Sürgün süresince Ermenilerin neleri varsa talan ediliyordu. Güzel kadınlar ve kızlar Müslümanların haremine ***ürülüyordu. Kürtlerin, çetelerin, polis ve askerlerin saldırılarına maruz kalıyorlardı. Yola devam edemeyenler öldürülüyordu.
Sürgün yerine, sürgün edilenlerin %10'u ulaşıyordu; örneğin Trabzon'dan kovulmuş 3000 Ermeniden Halep'e 35 kişi ulaştı. Kalanı öldürüldü, ya da açlıktan, susuzluktan ve çeşitli hastalıklardan öldü. Güney şehirleri köle pazarlarına dönüşmüştü. Buralarda Ermeniler çok ucuza satılıyordu.

Katliamlardan kurtulmak için çok sayıda Ermeni yurtlarını kendileri terketti. Kasım 1914'ten 1916'ya dek çoğunluğu kadın ve çocuk yüzbinlerce Ermeni, Rusya'ya, Doğu Ermenistan'a göçtüler. Katliamlar ve sürgün nedeniyle Batı Ermenistan, asıl sahibinden yani Ermeniler'den mahrum kaldı. (İstanbul ve İzmir'de yaşayan Ermeniler'in tamamı sürgün edilmedi.)

1915-1918 yılları arsında Jön Türklerin siyaseti soykırım olarak adlandırılmalıdır. Çünkü onların amacı Ermeni Milletinin kökünü kazımaktı. Osmanlı Türkiye'sinde yaşayan 2,5 milyon Ermeniden 1,5 milyonu öldürüldü ya da açlıktan, çeşitli hastalıklar yüzünden öldü. 200 bin Ermeni zorla Türkleştirildi. Vahşiler, imparatorluğun 66 şehir ve 2500 köyünün Ermeni ve Hristiyan halkını yok ettiler.

2350 kilise ve manastır, 1500 okul talan edildi ve yıkıldı. Osmanlılar; bankalardaki paralarına, onlara ait topraklara, çiftliklere, menkul ve gayrimenkullere el koydu.

Türkiye tarafından, Ermeni sorununun çözümlenmesi amacıyla 1915-1923 yıllarında yapılan Ermeni soykırımının tanınması Ermeni milleti için prensip anlam taşımakladır.

Soykırım olayının tanınmasıyla; Ermeni milletinin toprak taleplerinin ve uğratılan zarar tazminatının tanınması konuları ortaya çıkmaktadır.
GÜRCİSTAN

İlköğretim Tarih Kitaplarında;

Transkafkas sınırında Türklerin egemenliği olduğu sürece Gürcistan'da barış garanti değildi. Davit, Ağmaşenebeli komşu, kardeş ülkeleri (Ermenistan ve Şarvan'ı) Türklerden kurtarma mücadelesinde teşvik etti. Şarvan için uzun süren savaş 1124 yılında Gürcülerin zaferiyle sonuçlanmıştır.

1124 yılında Ermenilerin başkenti Anisi'nin ileri gelenleri gelip Kral Davit'ten şehirlerini Türklerden kurtarmak üzere yardım istediler. Üç gün süren savaşta Gürcü ve Ermeniler birlikte Anisi'nin Müslümanlarını yendiler.

15 nci yüzyılın sonunda parçlanmış Gürcistan zor durumdaydı. Batıda Gürcistan'ın komşusu çok güçlü ve agresif Osmanlı Devleti oldu. Osmanlılar uzun savaşlar sonrası Gürcistan'ın eski komşusu Bizans'ı feth ettiler. 1453 yılında Konstantinepol'ü ele geçirdiler.

Kuzey ve güney Karadeniz sahillerini de feth ederek Gürcistan sınırlarına dayandılar. Böylece Gürcistan'ın batı ile olan bağları tamamıyla kopmuş, Barbar Osmanlı Devleti ile komşu olunmuştur.

Osmanlıların teşviki ile Batı Gürcistan'da esir ticareti (yerel nüfusun yurtdışı pazarlarında, özellikle Osmanlı İmparatorluğunda, köle olarak satımı) gelişmekteydi.
SURİYE

İlköğretim Coğrafya Kitabında;

Toroslar'ın güneyinde yer alan Türkiye toprakları (Mersin ve Hatay) Suriye toprakları olarak gösterilmektedir.
Osmanlı İşgali yaklaşık 400 yıl sürmüştür. Araplar, ülkelerinin hürriyetini çok sayıda şehit vererek sağlamışlardır. İngiliz ve Fransız işgalleri ise Suriye'nin kuzey bölgelerinin ve İskenderun sancağının zorla koparılmasına yardım etmiştir.

Suriye ovalarının en genişi olan bu ova, Toros Dağları eteklerinden başlar ve Fırat Vadisi'ne kadar uzanır.
105 nci sayfada "Suriye Nehirler Haritası"nda; Hatay, Suriye'ye dahil olarak gösterilmekte, Toros dağlarının güneyinde kalan bölge zorla koparılmış bölge olarak belirtilmektedir. 107 nci sayfada; "Asi Nehri" iç sular arasında sayılmaktadır.

Fırat ve Dicle Nehirleri için "Ermeni yükseltilerinden doğmaktadır." açıklaması bulunmaktadır.

İlköğretim Tarih Kitabında;

Türkiye, nüfus çoğunluğunun Türklerden oluştuğu bahanesiyle İskenderun Sancağı'nı istiyordu. Fransa'da İkinci Dünya Savaşı'nda Türkiye'nin İtilaf Devletleri safında yer almasını sağlamak maksadıyla bu konuda Türkiye'yi cesaretlendiriyordu.

Sorun Milletler Cemiyeti'ne ***ürüldü. Cemiyet, nüfusun bu konudaki
arzusunu belirlemek maksadıyla uluslararası bir komisyon gönderdi ve İskenderun Sancağı'nın Suriye'den ayrılarak, kendi egemenliğine sahip bir devlet olmasına, ancak dış ilişkilerde Suriye'ye bağlı kalmasına, Arapça ve Türkçenin resmi dil olarak kabul edilmesine karar verildi. Bu karar sancakta bulunan Arapların karşı koyması ve protestosu ile karşılandı ve her türlü takdire layık bir Arap mukavemeti oluştu. Fransa'nın sorunun Arapların lehine çözülmesine yardımı gerekirken, 23 Haziran 1939'da birliklerini İskenderun sancağından çekti ve Fransız birliklerinin yerini Türkler aldı. Vilayeti Türk Devletinin bir parçası haline getiren bu harekete muhalefete rağmen, İskenderun Sancağı Türk Devleti tarafından işgal edildi.

İlköğretim Coğrafya Kitabında;

-Tabiat Özellikleri- bölümünde :Başlıca orta seviyede yükseltiler; doğuda
Ermeni yükseltileri, batıda Anadolu yükseltileridir. 137 nci sayfada aynı konuda 'Ülkede başlıca iki sıradağ uzanmaktadır: Bunlar kuzeyde Pontus Dağları, güneyde Toros Dağları'dır.' Açıklamaları yer almaktadır.

İlköğretim Tarih Kitabında;

Osmanlı Devleti ilim ve irfan devleti değil, bir savaşlar devleti olmuştur. Aynı zamanda yenilikçi ve planlı bir devlet olmamış, hareketsiz ve karışık bir devlet olmuştur. Bu ve benzeri bir çok sebeple Araplar Osmanlı işgali döneminde iktisadi olarak gerilemiştir.
ÜRDÜN

İlköğretim Coğrafya Kitabında;

Şematik olarak Arap dünyasının yağmur dağılımının gösterildiği bir haritada, Hatay'dan İskenderun ili olarak bahsedilmekte ve Suriye sınırları içinde gösterilmektedir.

İlköğretim Tarih Kitabında;

...İttihatçılar Şam'da bulunan Türk Ordu Komutanı olan Zeki HALEPİ Paşayı görevinden aldılar, bunun nedeni Zeki Paşanın Arap asıllı olmasıydı , onun yerine ittihatçı olan Cemal Paşayı göreve koydular, Cemal Paşa Araplara karşı çok yanlış politikalar uyguladı, Cemal Paşa aşırı güç ve şiddet kullandı, milletin mahsullerine el koydu, yeni vergiler uyguladı. Cemal Paşa bütün bunları Osmanlı Ordularının takviyesi için yaptı, çok sayıda Arap ailesini Anadolu'ya sürgün olarak gönderdi. Osmanlı Ordusunda hizmet veren Arap birliklerini tenha cephelere yolladı , bununla yetinmeyip Ağustos 1915 ve Mayıs 1916 tarihlerinde çok sayıda milliyetçi Arap'ı Şam ve Beyrut'ta astı.

İlköğretim Coğrafya Kitabında;

Türkiye'nin Fırat Nehri üzerine dünyanın en büyük barajını yapması, Suriye
ve Irak'a Fırat Nehri'nden giden suyun miktarını azaltmıştır. Türkiye bununda ötesine giderek suyun bazen petrolden daha pahalı olabileceğini açıklamıştır.

İlköğretim Tarih Kitabında;

Bölgede çıkartılan Arap isyanlarının nedenlerinin, Osmanlı askerlerinin ve
yönetiminin halka kötü davranması, özellikle kadınları çalıştırması ve onlara kötü muamele yapması, aşiret şeyhlerine verilen paraların verilmemesi ve vergilerin artırılması olduğu yer almaktadır.
UKRAYNA

İlköğretim Tarih Kitaplarında;

Sırbistan ve Bulgaristan ile savaşan Bizans İmparatorluğu, bazen Osmanlılardan yardım istemekteydi. Türkler, boğazdan geçerek Balkan yarımadasına yağmacı akınları düzenlemeye başlamışlardır. Tarihçiler akınları şöyle değerlendirmektedirler:

"Hırıstiyanlardan bazıları katledilmiş, bazıları da esarete alınmış, kalanlar ise açlık nedeniyle kitlesel olarak ölmekteydi."

Türklerin askeri kuvvetleri, Avrupa ülkelerinin ordularından sayısal olarak fazlaydı. Sultan ordusunun ana unsuru olan müteaddit süvari birikleri, sultandan hizmetleri karşılığında toprak alan askerlerden oluşmaktaydı. sultanın emrinde daimi piyade gücü de vardı: Yeniçeriler. Türkler, fethettikleri ülkelerde en güçlü erkek çocukları esarete alıp kendilerine Müslümanlığı kabul ettirmekte ve Hrıstiyanlara karşı kinle yetiştirmekteydi. Bu çocuklar, sultandan cömert maaş almakta ve hükümdarlarına sadakat göstermekteydi.

1453 yılında Bizans İmparatorluğunun varlığına son verilmiştir. Sultan, yağmalanmak üzere şehri üç günlük süre için askerlere devretmiştir. Muhafızların büyük kısmı katledilmiş, yaklaşık 60 bin insan köleliğe satılmıştır. Sultan büyük bir törenle şehre girmiştir. Kendisi Aya Sofya Kilisesi'ni ziyaret ederek bunun cami haline getirilmesini emretmiştir. Türkler tarafından İstanbul olarak adlandırılan Constantinopol, Osmanlı Devletinin başkenti olmuştur.

Osmanlı İmparatorluğunun halkları, fatihlerin sert zulmüne maruz kalmışlardır. Müslüman olmayan her erkek, yaşından bağımsız olarak hazineye kişi başına belirli bir vergiyi ödemek zorundaydı. Bunun dışında Müslüman olmayanlar, kale, yol, köprü ve camilerin inşaatında ücretsiz olarak çalışmak zorundaydılar. Kendilerine at sürmek, silah taşımak veya Türklerden daha yüksek evleri yapmak yasaklanmıştır.

Vergi ödemekle yükümlü nüfus, Osmanlı derebeyleri tarafından aşağılatıcı şekilde "raya" (sürü) olarak adlandırılmıştır. Sultan tarafından askerlerine hizmetleri karşılığında verilen topraklarda, yerel köylülerin toprak sahibi lehine de bazı çalışma yükümlülükleri mevcuttu.

Fatihlerin sert zulmüne rağmen Slav halkları, kültürünü, adetlerini ve dillerini muhafaza edebilmişlerdir.

1535 yılında l nci Fransisk; Hristiyanların en korkunç düşmanı olan l nci Süleyman ile anlaşma yapmıştır. Fransa için elverişli ticaret anlaşmaları imzalanmış: Fransızlar, Osmanlı Imparatorluğuyla yapılan ticaret alanında bazı kolaylıklar elde etmiş, tüccar mülkiyetinin dokunmazlığı vaad edilmiş, Fransız gemilerinin tutuklanmaları ve denizcilerinin köle olarak satılması yasaklanmıştır.

Müteakip yıl Fransa, Gabsburg'lara karşı müşterek hareketler konusunda Osmanlı Imparatorluğuyla mutabakat sağlamıştır. V nci Carl'ın l nci Fransisk'ı "dinsiz köpekle" (Osmanlı ile) ittifak kurmakla suçladığı zaman Kral şu şekilde cevap vermiştir: "Sürümün kurt dişlerine düşmesini önlemek üzere köpeğin yardımından yararlandım"
M
15 yıl
para ekonomiyi yavaşlatır mı?
şimdi mesela üretim için işgücü var gerekli malzeme var ama değilse yapılabilir ama bunu yapmak için para yok.yani mesela fabrika kurmak için insan gücü var malzeme var ama bu malzemede gerekli koordinasyonun sağlanamadığı serbest piyasa ekonomisi yüzünden bulunamıyor ama doğada hazır bir şekilde işlenecek veya işlenmiş şekilde var.malzemeyi satın alabilmek için ve kullanabilmek para lazım.bu malzeme var olmasına rağmen para yüzünden kullanılamıyor ve fabrika kurulamıyor.birde işgücü var ama para olmadığı için bu işgücü kullanılamıyor.bu işgücünün ihtiyaçlarını karşılamak için dünyada yeterli kaynak olduğunu varsayarsak bu işgücü para olmadığından dolayı çalıştırılamıyor ve fabrika kurulamıyor.işte paranın bu yavaşlatıcı özelliğine karşı bir çözüm bulunursa işşizliğin kalmıyacağını ve dünyadaki kaynakların daha iyi kullanılmasıyla açlık sorununa çözüm olacağını düşünüyorum.sizin düşünceleriniz neler?
M
15 yıl
Anarşizm nedir?
Anarşizm, anarşiyi, yani "efendinin, hükümdarın olmamasını" (P.J. Proudhon, Mülkiyet Nedir ?) amaçlayan politik bir kuramdır. Diğer bir deyişle, anarşizm bireylerin birbirleriyle eşitler olarak özgürce işbirliği [ing. co-operation] içinde olabileceği bir toplum yaratmayı amaçlayan politik bir kuramdır. Böylece, anarşizm gerekli olmadıkları gibi, [aynı zamanda da] bireye ve onların bireyselliğine zararlı olan tüm hiyerarşik kontrol biçimlerine --ister devletin isterse kapitalist olsun--- karşı çıkar.

Anarşist L. Susan Brown'un sözleriyle:

"Anarşizmin genel algılanışı şiddetli, Devlet-karşıtı bir hareket [olduğu] iken; anarşizm hükümetin gücüne [karşı] basit bir başkaldırının ötesinde, çok daha incelikli ve nüanslı [olan] bir gelenektir. Anarşistler iktidar ve hükmetmenin [ing. domination, tahakküm] toplum için gerekli olduğu fikrine karşı çıkarlar; ve bunun yerine daha işbirlikçi, hiyerarşi karşıtı toplumsal formları, politik ve ekonomik örgütleri savunurlar."

Ancak, "anarşizm" ve "anarşi" şüphesiz politika kuramında en fazla yanlış temsil edilen kavramlardır. Genel anlamda "kaos" veya "düzensizlik" kelimeleri ile eş anlamlı tutularak, anarşistlerin toplumsal kaos ve "orman kanunu"na geri dönüşü arzuladıkları belirtilir.

Bu yanlış temsiliyet (anlamlandırma) sorunu tarihsel bir paralellik gösterir. Örneğin, tek adam egemenliğinin (monarşinin) gerekli olarak görüldüğü hükümetlerin bulunduğu ülkelerde de zamanında "cumhuriyet" veya "demokrasi" gibi kavramlar, aynen "anarşi" kavramı gibi değerlendirilmişlerdir; yani düzensizlik ve karmaşayı temsil etmek için kullanılmışlardır. Halihazırdaki durumun [lat. status quo] devam ettirilmesinden belirgin çıkarı olanların, mevcut sisteme karşı çıkanların pratikte işlerliklerinin olamayacağını öne sürmeleri gayet normaldir; [onlara göre] yeni toplumsal yaşam biçimi ancak kaos'a yol açabilir. Ya da Errico Malatesta'nın ifade ettiği üzere:

"Hükümet'in gerekli olduğuna ve hükümet olmadan ancak düzensizlik ve karmaşa olacağına inanılırsa; doğal ve mantıksal olarak, hükümetin olmamasını önemle vurgulaması açısından, anarşinin düzenin yokluğu anlamına gelmesi gerekir." (Anarşi, s. 12).

Anarşistler, "anarşi" kavramının bu "genel sezgisel" [ing. common-sense] algılanışını değiştirerek, insanların hükümet ve diğer tüm hiyerarşik toplumsal ilişkilerin zararlı ve gereksiz olduklarını görmelerini arzularlar.

"Kanaatları değiştirin, toplumu hükümetin sadece gereksiz olduğuna değil, [bunun da ötesinde] aşırı [ölçüde] zararlı olduğuna ikna edin; işte o zaman, sadece hükümetsizlik anlamına gelmesi nedeniyle anarşi kelimesi herkes için [şu anlama gelecektir]: doğal düzen, insanoğlunun ihtiyaç ve çıkarlarının uyumluluğu, tam dayanışma içinde tam bir özgürlük" (aynı yer (a.y.), s. 12-13).

Bu SSS, anarşizm ve anarşinin anlamı bağlamında sahip olunan genel düşünceleri değiştirme sürecinin bir parçasıdır.


A.1.1 "Anarşi" Ne Anlama Gelir ?

Yunanca kaynaklı olan "anarşi" kelimesi, "olmaksızın", "-sız", "...-in isteği", "...-in yokluğu" ya da "...-in olmaması"anlamlarını veren a öneki ile, "yönetici", "şef", "hükmeden", "komutan" anlamına gelen archos kelimesinin birleşiminden oluşur. Ya da Peter Kropotkin'in ifade ettiği üzere, Anarşi, "otoritenin karşıtı" anlamına gelen Yunanca kelimelerden kaynaklanır (Kropotkin'in Devrimci Broşürleri, s. 283).

Yunanca anarchos ve anarchia kelimeleri genellikle "hükümetin olmaması" veya "hükümetin olmaması hali" anlamlarında ele alınırken; görüldüğü üzere, anarşizmin asıl anlamı basitçe "hükümetsizlik" değildir. "An-archy", "hükmedenin olmadığı" veya daha genel bir ifade ile "otoritenin olmadığı" anlamına gelir; ve bu anlamda anarşistler tarafından kullanılmaktadır. Örneğin, Kropotkin'in [şunu] öne sürdüğünü görürüz; anarşizm, "sadece sermayeye değil, kapitalizmin asıl güç kaynağına: [yani] hukuk, otorite ve Devlete saldırır" (Op.Cit., s. 150). Anarşistlere göre, anarşi [kelimesi] "genelde varsayıldığı üzere düzenin yokluğu anlamına gelmez, idarenin olmaması [anlamına gelir]" (Benjamin Tucker, Kitap Yerine, s. 13). David Weicks mükemmel bir şekilde özetliyor:

"Anarşizm, tüm iktidar [güç], hükmetme, hakimiyet ve hiyerarşik bölünmelerin yadsınması ve [tüm] bunların sona erdirilmesi arzusunu ifade eden, ve geniş kapsamlı bir toplumsal ve politik fikir olarak anlaşılabilir. ... Bu nedenle, (her ne kadar) hükümet (devlet) ... gayet uygun bir şekilde anarşist eleştirinin ana odağı olsa da, ... anarşizm devletçilik-karşıtlığından daha öte bir şeydir" (Anarşiyi Yeniden Keşfetmek, s. 139).

Bu nedenle, anarşizm tamamen hükümet-karşıtı, devlet-karşıtı olmaktan ziyade hiyerarşi'ye karşı olan bir harekettir. Neden? Çünkü, hiyerarşi otoriteyi içeren kurumsal yapıdır. Devletin hiyerarşinin ulaşmış olduğu en ileri biçim olması nedeniyle anarşistler tanımsal olarak devlet karşıtıdırlar, ancak bu tek başına anarşizmin yetersiz bir tanımlaması olur. Bu demektir ki, gerçek anarşistler sadece devlete değil, [aynı zamanda] tüm hiyerarşik örgütlenme biçimlerine karşı çıkarlar. Brian Moss'un sözleriyle:

"Anarşi terimi Yunancadan gelmektedir, ve temel olarak 'yöneten [ing. ruler] olmaması' anlamına gelir. Anarşistler, hükümet veya zorlayıcı yetke [otorite] biçimlerini, tüm hiyerarşi ve tahakküm biçimlerini reddeden insanlardırlar. Bu nedenle, onlar Meksikalı anarşist Flores Magon'un 'karanlık kutsal üçlü' olarak adlandırdığına --devlet, sermaye ve kiliseye-- karşı çıkarlar. Anarşistler, böylece hem devlete hem de kapitalizme ve de tüm dinsel yetke biçimlerine karşı çıkarlar. Ama anarşistler aynı zamanda da çeşitli araçlarla anarşi durumunu; yani zorlayıcı kurumların olmadığı bir merkezsizleşmiş toplumu, gönüllü birliklerin federasyonu aracılığıyla örgütlenecek bir toplumu kurmayı veya ortaya çıkarmayı amaçlarlar" ("Anthropoloji ve Anarşizm", Anarchy: A Journal of Desire Armed, sayı 45, s. 38).

"Hiyerarşi"ye bu bağlamda referans vermek oldukça yeni olan bir gelişmedir; Proudhon, Bakunin ve Kropotkin gibi "klasik" anarşistlerin bu sözcüğü kullanmadığını görüyoruz (onlar genellikle "otoriter"in kısacası olan "otorite"yi tercih ediyorlardı). Ama yazılarından açıktır ki, onların yaptıkları da aslında hiyerarşiye, bireyler arasındaki ayrıcalıklara ve güç dengesizliklerine karşı olan bir felsefedir. Bakunin de"resmi" otoriteye saldırıp "doğal etkiyi" savunurken bundan bahsetmektedir, şöyle der:

"Hiç kimsenin bir başkasını baskı altına almasının imkansız hale gelmesini mi hedefliyorsun? Öyleyse hiç kimsenin güce [iktidara, erke] sahip olmamasını sağlaman gerekir" (Bakunin'in Siyasi Felsefesi, s. 271).

Jeff Draughn'un belirttiği üzere, "her zaman 'devrimci projenin' gizli bir parçası durumundayken; hiyerarşi-karşıtı genel kavramı son zamanlarda oldukça göz önüne çıkmıştır. Ama, aslında bunun kökleri Yunanca 'anarşi' kelimesinde açıkça görülebilir." (Jeff Draughn, Anarşizm ve Liberteryanizm Arasında: Yeni Hareketi Tanımlamak).

Anarşistler için hiyerarşiye karşı çıkmanın sadece devlet veya hükümetle sınırlı olmadığını vurguluyoruz. Bu [hiyerarşiye karşı çıkma], tüm otoriter ekonomik ve toplumsal ilişkileri olduğu gibi, --özellikle kapitalist mülkiyet ve ücretli emekle ilgilileri olmak üzere-- politik [ilişkileri] de içerir. Bu Proudhon'un şu argümanından görülebilir: "Sermaye ... politik alanda hükümet ile paraleldir ... Kapitalizmin ekonomik fikri ... (ve) hükümet veya otorite politikası ... birbirinin eşidir, ... (ve) çeşitli şekillerde [birbirleriyle] bağlantılıdırlar. ... Sermayenin emeğe karşı yaptığını, ... Devlet de özgürlüğe karşı (yapar) ..." (Max Netlau tarafından alıntılanmış, Anarşizmin Kısa Tarihi, s. 43-44). İşte bu nedenle, Emma Goldman'ı insanların emeklerini satmalarını içeren ve böylece de "işçilerin iradelerinin ve yargılarının efendinin arzusuna tabi kılınmasını" sağlayan kapitalizme karşı çıkarken buluruz (Kızıl Emma Konuşuyor, s. 36). Bakunin halihazırda geçerli olan sistemde, "işçilerin belirli bir zaman zarfında (ücret karşılığında kapitaliste) kişiliğini ve özgürlüğünü sattığını" yıllarca önce söylerken, aynı noktayı vurguluyordu (Op.Cit., s. 187).

Bu nedenle, "anarşi" sadece "hükümet olmaması"ndan daha fazlasıdır; tüm otoriter örgüt ve hiyerarşi biçimlerine karşı çıkmak demektir. Kropotkin'in sözleriyle, "toplumun anarşist algısının kökeni, ... hiyerarşik örgütlenmelerin ve toplumun otoriter görüşlerinin eleştirisinde; ve de ... insanoğlunun ilerici hareketlerinde görülen eğilimlerin analizinde ... (yatar)" (Kropotkin'in Devrimci Broşürleri, s. 158). Bu nedenle anarşinin yanlızca devlet-karşıtı olduğunu öne sürmek için yapılan herhangi bir girişim kelimenin ve anarşist hareket tarafından kullanıldığı şeklin yanlış yorumlanması olacaktır. Brian Morris'in söylediği üzere, "Klasik anarşistlerin yazıları ... ve anarşist hareketin karakterleri incelendiğinde, ... açıktır ki [anarşizm] bu dar bakışa (sadece devlete karşı olma bakışına) asla sahip olmamıştır. Daima otorite ve sömürünün tüm biçimlerine meydan okumuştur, ve devlete olduğu kadar kapitalizm ve dine karşı da eş derecede eleştirel olmuştur" (Op.Cit., s. 40).

Ve --yanlızca aşikar olanı belirtmek için-- annarşi kaos demek değildir, ve anarşistler kaos veya düzensizlik yaratmayı amaçlamazlar. Bunun yerine, biz bireysel özgürlük ve gönüllü işbirliğine dayanan bir toplum yaratmak istiyoruz. Diğer bir deyişle, otoriteler tarafından yukarıdan aşağıya [dayatılan] bir düzensizlik değil, aşağıdan yukarıya doğru [olan] bir düzen [istiyoruz].


A.1.2. "Anarşizm" Ne Anlama Gelir ?

Peter Kropotkin'in deyişiyle, Anarşizm "sosyalizmin hükümetsiz sistemidir..." (Anarşist Komünizm: Temeli ve İlkeleri). Diğer bir deyişle, "insanın insan tarafından sömürülmesini ve baskı altına alınmasını yıkmak, yani özel mülkiyetin (yani kapitalizmin) ve hükümetin yıkılması"dır (Errico Malatesta, "Anarşizme Doğru", Man!'in içinde, editör M. Graham, s. 75).

Anarşizm, bu nedenle politik, ekonomik veya toplumsal hiyerarşilerin olmadığı bir toplum yaratmayı hedefleyen politik bir kuramdır. Anarşistler, hükmedenin olmadığı anarşinin uygulanabilir bir toplumsal sistem biçimi olduğunu, ve böylece de bireysel özgürlük ile toplumsal eşitliğin en fazlalaştırılmasına hizmet ettiğini savunurlar. Özgürlük ve eşitlik amaçlarının karşılıklı olarak birbirini destekleyen amaçlar olduğunu görürler. Ya da Bakunin'in ünlü alıntısı ile:

"Bizler Sosyalizm olmadan özgürlüğün ayrıcalık ve adaletsizlik olduğuna, ve özgürlük olmadan Sosyalizmin kölelik ve şiddet olduğuna inanıyoruz." (Bakunin'in Siyasi Felsefesi, s. 269)

İnsan toplumunun tarihi bunu ispatlamaktadır. Eşitlik olmadan özgürlük sadece güçlü olanın bağımsızlığı anlamına gelirken, özgürlük olmadan eşitlik ise imkansızdır ve aslında köleliğin gerekçelendirilmesidir.

Birçok farklı anarşizm çeşitleri varken, bunların özünde daima iki ortak konumlanış bulunur --hükümete karşı olma ve kapitalizme karşı olma. Benjamin Tucker'ın sözleriyle, anarşizm, "Devlet'in yıkılmasında ve tefeciliğin yıkılmasında; insanın artık insan tarafından yönetilmemesi, ve insanın artık insan tarafından sömürülmemesi"nde ısrar eder (Yerli Amerikan Anarşizmi - Sol Kanat Amerikan Bireyciliği Üstüne Çalışma'nın içinde alıntı, Eunice Schuster, s. 140). Tüm anarşistler kârı, faizi ve kirayı tefecilik (yani sömürü olarak) olarak değerlendirir, ve bu nedenle onlara ve onları yaratan koşullara --hükümet ve Devlet'e karşı çıktıları kadarr-- karşı çıkarlar.

Daha genel olarak, L. Susan Brown'un sözleriyle, anarşizm içindeki "birleştirici bağ", "hiyerarşi ve tahakkümün evrensel olarak suçlanması ve insan [olan] bireyin özgürlüğü için savaşmaktaki istekliliktir" (Bireyciliğin Siyaseti, s. 108). Anarşistler için, bir kimse eğer devlete veya kapitalist otoriteye bağımlı ise özgür olamaz.

Bu nedenledir ki anarşizm, anarşinin, [yani] "yöneticilerin olmaması" kuralına dayanan bir toplumun yaratılmasını savunan politik bir kuramdır. Bunu başarmak için, "tüm sosyalistlerle ortak olarak anarşistler, toprak, sermaye ve makineler üzerindeki özel mülkiyetin zamanını doldurduğunu, ve yok olmaya mahkum olduğunu belirterek; üretim için gerekli olan herşeyin toplumun ortak mülkiyetinde olması gerektiğini ve refahın üreticilerince ortaklaşa yönetilmesi gerektiğini savunurlar. Ve ... toplumun siyasi organizasyonunun en ideal hali için gereken koşulların, hükümet fonksiyonlarının en aza indirildiği zaman sağlanabileceğini savunurlar...(ve) toplumun nihai hedefi hükümetin fonksiyonlarını tamamen ortadan kaldırmaktır --hükümetsiz topluma, yani an-archy'e" (Peter Kropotkin, Op.Cit., s. 46)

Böylece, anarşizm hem olumludur, hem de olumsuzdur. Mevcut olan toplumu inceleyip, eleştirirken; aynı zamanda --bugünkü sisteminin belli bazı insan ihtiyaçlarını reddetmesinin aksine onları azamileştirerek-- potansiyel yeni toplum için bir yapı ortaya koyar.

Bakunin'in "yıkıcı dürtü yaratıcı bir dürtüdür" sözünden anlaşılabileceği gibi, anarşizm eleştirel analizi umut ile birleştirir. Bugünkü toplumda nelerin yanlış olduğunu anlamadan daha iyi bir toplum inşa edilemez.


A.1.3. Neden Anarşizm Liberter Sosyalizm Olarak da Adlandırılır ?

Pekçok anarşist, "anarşizm" kavramına yüklenen olumsuz tanımlamayı görerek, fikirlerinin olumlu ve yapıcı yanlarını vurgulamak için başka kavramlar kullanmışlardır. Bunlardan en yaygın olanları "özgür sosyalizm", "özgür komünizm", "liberter [ing. liberatarian, hürriyetçi] sosyalizm" ve "liberter komünizm"dir. Anarşistlere göre, gerçekte liberter sosyalizm, liberter komünizm ve anarşizm birbirlerinin yerine kullanılabilirler.

American Heritage Dictionary tanımlamalarına bakacak olursak:

LİBERTER: düşünce ve eylemde bulunma özgürlüklerine, özgür iradeye inanan kişi.

SOSYALİZM: üreticilerin; hem politik gücü, hem de üretim araçlarını ve malların dağıtımını kontrol ettiği toplumsal sistem.

Bu iki tanımı alıp bir araya getirmek ise şuna yol açar:

LİBERTER SOSYALİZM: özgür düşünce, özgür eylemde bulunma ve özgür iradenin varolduğu; ve üreticilerin, hem politik gücü, hem de üretim araçlarını ve malların dağıtımını kontrol ettiği toplumsal sistem.

(Ama sözlüklerin hala politik yetkinlikten yoksun olduğu şeklindeki genel yorumumuzu eklemek zorundayız. Biz bu tanımları sadece "liberter"in "serbest piyasa" kapitalizmi, veya [keza] "sosyalizm"in devlet sahipliği anlamına gelmediğini göstermek için kullandık. Açıktır ki diğer sözlükler --özellikle sosyalizm için-- farklı tanımlar içerecektir. Sözlük tanımları üzerine tartışmak isteyenler, bu sonu gelmeyecek ve politik olarak faydasız bir hobi olan tartışmayı sürdürmekte özgürdürler, ama biz istemiyoruz).

Ama, ABD'de Liberal Parti'nin ortaya çıkması ile beraber, pekçok insan "liberter sosyalizmin" çelişkili bir duruma düştüğüne inanmaktadır. Aslında pekçok "Liberter", anarşistlerin "sosyalist" fikirleri daha fazla "kabul edilebilir" kılmak için, (Liberterlerin anladığı şekildeki) "liberal-karşıtı" olan sosyalizm ile Liberal ideolojiyi ilişkilendirmeye çalıştıklarını söylemektedirler --diğer bir ifade ile anarşistler "liberter" markasını esas sahiplerinden çalmaya çalışmaktadırlar.

Gerçekten bu kadar uzak başka bir saptama daha yapılamaz. Anarşistler, "liberter" kavramını 1850'lerden beri kullanmaktadırlar. Devrimci anarşist Joseph Dejacque Le Libertaire, Journal du Mouvement Social [dergisini] 1858 ile 1861 arasında New York'da çıkarmıştı (Max Nettlau, Anarşizmin Kısa Tarihi, s. 75). Anarşist tarihçi Max Nettlau'ya göre, "liberter komünizm" teriminin kullanımı Fransız anarşist kongresinin bunu benimsediği Kasım 1880'e kadar gider (a.y., s. 145). "Liberter" teriminin kullanımı, anarşizm-karşıtı yasaları delmek ve halkın aklındaki "anarşi" kelimesinin olumsuz ilintilerinden sakınmak üzere Fransa'da kullanılmaya başlandığı 1890'lardan sonra daha da popüler hale geldi (örneğin, Sebastian Faure ve Louise Michel Le Libertaire (The Libertarian) adlı dergilerini 1895'de Fransa'da yayınladılar). O zamandan beri (özellikle Amerika dışında) her zaman anarşist fikirlerle ve hareketlerle ilgili olarak kullanılmıştır. Daha yakın tarihli bir örnek vermek gerekirse, Amerika'da anarko-sendikalist ilkeler etrafında 1954 yılında örgütlenen "The Libertarian League" 1965'e kadar faal haldeydi. ABD-temelli Liberal Parti ise 1970'lerin başından itibaren, [yani] anarşistlerin politik fikirlerini ifade etmek için bu terimi ilk defa kullanmalarından 100 yıldan fazla bir zaman sonra (ve "liberter komünist" ifadesinin ilk defa benimsenmesinden 90 yıl sonra) ortaya çıkmıştır. Asıl olarak bu terimi çalan onlardır. (Liberal Parti tarafından arzulanan).

sadece liberter-sosyalist sahiplik sistemi bireysel özgürlüğü azamileştirebilir. Söylemeye her ne kadar gerek olmasa da, --genellikle "sosyalizm" olarak adlandırılan-- devlet sahipliliği anarşistler için asla ve asla sosyalizm demek değildir.

A.1.4. Anarşistler Sosyalist midir ?

Evet. Anarşizmin tüm kolları kapitalizme karşı çıkar. Bunun sebebi kapitalizmin baskı ve sömürüye dayanıyor olmasıdır. Anarşistler, "insanların ürünlerinden yüzde alacak bir yönlendirici-efendi olmadan birlikte çalışamayacakları" fikrini reddederler; ve anarşist bir toplumda, "gerçek işçilerin kendi düzenlemelerini kendilerinin yapacaklarını, şeylerin ne zaman, nerede ve nasıl yapılacağına [kendilerinin] karar vereceklerini" düşünürler. İşçiler bunu yaparak kendilerini "kapitalizmin dehşetli köleliğinden" kurtaracaklardır (Voltairine de Cleyre, "Anarşizm", s. 30-34; Man! içinde, editör M. Graham, s. 34).

(Burada anarşistlerin, feodalizm, Sovyet-tipi "sosyalizm" vb. gibi baskı ve sömürüye dayanan tüm ekonomik biçimlere karşı çıktığını vurgulamalıyız. Kapitalizm üstüne yoğunlaşıyoruz, çünkü şu anda dünyaya hakim olan odur.)

Bakunin ve Proudhon gibi toplumsal anarşistlerle birlikte Ben Tucker gibi bireyciler de kendilerini "sosyalist" olarak tanımlarlar. Bu böyle olmuştur, çünkü Kropotkin'in klasik bir makalesi olan "Modern Bilim ve Anarşizm"de ifade ettiği üzere; "Sosyalizm geniş, kapsayıcı ve gerçek anlamında --[yani] Emeğin Sermaye tarafından sömürüsüünü yıkma çabası olarak-- anlaşılırsa, Anarşistler dönemin Sosyalistleri ile beraber el ele yürümekteydiler" (Evrim ve Çevre, s. 81). Ya da Ben Tucker'ın sözleriyle; "Sosyalizmin temel iddiası emeğin kendi sahipliğini elde etmesidir", ki bu "Sosyalist düşüncenin her iki okulunun, ... Devlet Sosyalizmi ve Anarşizmin" görüş ortaklığına sahip olduğu bir iddiadır (Anarşist Okumalar, s. 144). Bu nedenle, sosyalist kelimesi özgün halinde "bireyin ürettiği üzerinde sahiplik hakkının olmasına inanan herkes"i içerecek şekilde tanımlanmıştır (Lance Klafta, "Ayn Rand ve Liberalizm Sapması", Anarchy: A Journal of Desire Armed, sayı 34). Bunu gerçekleştirmek için sosyalistler, üreticilerin üretim araçlarını ve sürecini kontrol ettikleri bir toplumsal yapıyı arzularlar. Sömürüye (veya tefeciliğe) bu karşı çıkış, tüm gerçek anarşistler tarafından paylaşılır ve onları sosyalist bayrağının altında konumlandırır.

Birçok sosyalist için "emeğin meyvelerinin çalınmamasının tek garantisi, emek araçlarına sahip olmaktır" (Peter Kropotkin, Ekmeğin Fethi, s. 145). Bu nedenle örneğin Proudhon, "birlikte çalışan her bireyin ... şirketin mal varlığı üzerinde bölünmemiş hisseye sahip olacağı" işçi kooperatiflerini desteklemiştir; çünkü "zarar ve kazanca katılım sayesinde ... kolektif kuvvet (yani artık) az sayıdaki yöneticinin kâr kaynağı olmaktan çıkar: tüm işçilerin mülkiyetine geçer" (Genel Devrim Düşüncesi, s. 222 ve s. 223). Yani emeğin sermaye tarafından sömürülmesini sona erdirmeyi arzulamanın yanısıra, gerçek sosyalistler aynı zamanda üreticilerin üretim araçlarına sahip olduğu ve kontrol ettiği bir toplumu arzularlar. Üreticilerin bunu gerçekleştireceği araçlar [konusu] anarşist ve diğer sosyalist çevrelerde tartışmalı olan bir noktadır, ama bu arzu hepsinde ortaktır. Anarşistler, --işçi birlikleri veya komün tarafından sahiplik [yolu ile]-- işçilerin doğrudan kontrolünü savunurlar

Bunun da ötesinde anarşistler, kapitalizmi sömürücü olduğu kadar otoriter olması nedeniyle de reddederler. Kapitalizmde işçiler üretim süreci sırasında ne kendilerini yönetirler, ne de emeklerinin ürünü üzerinde herhangi bir kontrole sahiptirler. Bu durum ne herkes için eşit özgürlükle, ne de sömürücü-olmamak ile bağdaşır; bu nedenle de anarşistler tarafından bu duruma karşı çıkılır. Bu bakış açısı en iyi şekilde (hem Tucker hem de Bakunin'e esin kaynağı olan) Proudhon'un çalışmasında görülebilir; [Proudhon] anarşizmin, "kapitalist ve mal sahipliliği[ne dayanan] sömürüyü her yerde sonlandıracağını (ve) ücret sistemini yıkacağını" öngörür; "çünkü işçi, ya mal sahibi/kapitalist/teşebbüsçü'nün bir memuru olacaktır ya da [üretime doğrudan] katılacaktır. ... İlk durumda işçi tabi kılınmıştır, sömürülmektedir: süregiden durum bir boyun eğme durumudur ... İkinci durumda ise, bir insan ve vatandaş olarak itibarını geri alır ... daha önce kölesinden başka bir şey olmadığı üretim örgütünün bir parçasını teşkil eder; ... başka hiçbir seçeneğimiz olmaması nedeniyle tereddüt etmemize gerek yoktur ... işçiler arasında bir BİRLİK oluşturmak gereklidir ... çünkü bu olmadan, onlar tabi olanlar ve hakim olanlar olmaya devam edeceklerdir; ve [bunu da]... özgür ve demokratik bir toplumun karşıtı olan efendi ve ücretli-işçi kastları[nın ortaya çıkması] takip edecektir" (Op.Cit., s. 233 ve s. 215-216).

Bu nedenle tüm anarşistler kapitalizm-karşıtı'dırlar ("Eğer emek ürettiği refaha sahip olsaydı, kapitalizm diye bir şey de olmazdı" (Alexander Berkman, Komünist Anarşizm Nedir ?, s. 37)). Örneğin --(daha sonra tartışacağımız) liberalizm'deen en çok etkilenen anarşist düşünürlerden [birisi olan]-- Ben Tucker, kendi fikirlerini "Anarşistik-Sosyalizm" olarak adlandırarak, kapitalizmi "tefecilere, faiz, rant ve kâr alanlara"dayanan bir sistem olarak suçlar. Tucker, kapitalist olmayan anarşist serbest-piyasa toplumunda, kapitalistlere gereksinim olmayacağını savundu; çünkü [o zaman] "emek... doğal ücretini garanti altına alacaktır, [yani] tüm ürettiğini" (Bireyci Anarşist, s. 82 ve s. 85). Böyle bir ekonomi, karşılıklı bankacılığa; kooperatifler, zanaatçılar ve köylüler arasında ürünlerin serbestçe değiştirildiği bir sisteme dayanacaktır. Ben Tucker ve diğer Bireyci anarşistlere göre; kapitalistlerin emekçi insanlara göre avantajlı konumda olmasını, ve böylece de bu sonrakilerin [emekçi insanların] kâr, faiz ve rant yolu ile sömürülmesini sağlayan birçok yasa ve tekellerle damgalanmış olan kapitalizm, gerçek serbest piyasa değildir Baş egoist olan Max Stirner bile kapitalist toplumu ve onun kutsalmış veya dinselmişçesine ele alınan --özel mülkiyet, rekabet, işbölümü v.b.-- "hortlaklarını" aşağılamaktan geri durmaz.

Sonuç olarak, anarşistler kendilerini sosyalist olarak tanımlarlar, ama belli bir formunda --liberter sosyalist. Bireysel anarşist olan Joseph A. Labadie'nin (hem Tucker hem de Bakunin'i çağrıştıran bir şekilde) ortaya koyduğu üzere:

"Anarşizmin sosyalizm olmadığı söylenir. Bu bir hatadır. Anarşizm gönüllü Sosyalizm'dir. İki çeşit sosyalizm mevcuttur, şeytani ve anarşist; otoriter ve liberter; devletli ve özgür. Aslında, şu ya da bu şekilde, toplumsal iyileşmeyi amaçlayan herhangi bir öneri; dışsal iradelerin güçlerinin ve bireyler üzerindeki zor kullanımlarının artması ya da azalması olarak ifade edilebilir. Eğer artıyorlarsa şeytanidirler, eğer azalıyorlarsa anarşisttirler." (Anarşizm: Nedir ve Ne Değildir).

Labadie pekçok durumda "bütün anarşistlerin sosyalist olduğunu, ama bütün sosyalistlerin anarşist olmadığını" ifade etmiştir. Bu nedenle, Daniel Guérin'in "Anarşizm aslında sosyalizmin eş anlamlısıdır. Anarşist, amacı asıl olarak insanın insan tarafından sömürüsünü yıkmak olan bir sosyalisttir" [şeklindeki] yorumu, --ister toplumsal isterse bireyci kanat olsun-- anarşist hareketin tarihi boyunca yankılanmıştır (Anarşizm, s. 12). Aslında, Haymarket şehidi Adolph Fischer, hareketin "iki gruba --komünist anarşistler ve Proudhon [taraftarı] veya orta-sınıf anarşistler-- bölündüğünü" onaylarken, aynı gerçeği ifade etmek için neredeyse Labadie'nin sözlerinin aynısını kullanmıştır --"her anarşist sosyalisttir, ama her sosyalistin anarşist olması gerekmez" (Haymarket Şehitlerinin Otobiyografileri, s. 81).

Toplumsal ve bireysel anarşistler pekçok konu üzerinde --örneğin serbest piyasanın özgürlüğü azamileştirmenin en iyi yolu olup olmadığı-- uyuşmazlıklara sahip olsalar da; sömürücü ve baskıcı olan kapitalizme karşı çıkılması, ve anarşist toplumun tanımsal olarak ücrete değil, bağlantılı emeğe [ing. associated labour] dayanması gerektiği konusunda hem fikirdirler. Sadece bağlantılı emek çalışma saatleri boyunca "birey üzerindeki dışsal irade ve kuvvetlerin gücünü azaltabilir"; ve işi yapanların bu şekilde işi kendilerinin idare etmesi, gerçek sosyalizmin özündeki idealdir. Bu bakış açısı, Josep Labadie işçi sendikalarının "birlik sayesinde özgürlüğün kazanılmasının bir örneği" olduğunu, ve "sendikası olmadan işçinin [sendikası varkenkine göre] işvereninin daha fazla kölesi" olduğunu söylerken görülebilir (Emek Meselesinin Farklı Aşamaları).

Ama kelimelerin anlamları zamanla değişir. Bugün sosyalizm kavramı, tüm anarşistlerin özgürlüğün ve asıl sosyalist ideallerin reddi anlamına gelmesi nedeniyle karşı çıktıkları devlet sosyalizmi ile eş anlamlı hale gelmiştir. Tüm anarşistler Noam Chomsky'nin bu konu üzerine [olan] açıklamasını onaylayacaklardır:

"Eğer sol 'Bolşevizm'i de içerecek şekilde anlaşılıyorsa, ben kendimi tamamı ile sol'dan ayrı tutarım. Lenin sosyalizmin en büyük düşmanlarından birisiydi" (Red and Black Revolution, sayı 2).

Anarşizm aslında Marksizm, sosyal demokrasi ve Leninizm'in fikirlerine sürekli karşı durarak gelişmiştir. Lenin'in iktidara gelmesinden çok daha önce Bakunin, Marks'ın devlet-sosyalist fikirlerinin gerçekleşmesi halinde oluşacak "despot hükümetlerin en kötüsünün" kurulması, yani "Kızıl Bürokrasi" tehlikesine karşı Marks'ın takipçilerini uyarmıştı. Aslında, Stirner'in, Proudhon'un ve özellikle de Bakunin'in çalışmaları devlet Sosyalizmi dehşetini büyük bir doğrulukla önceden tahmin etmişlerdir. Bunun yanısıra anarşistler Rusya'daki Bolşevik rejime karşı yüksek sesli ilk eleştirileri ve muhalefeti gerçekleştirenler arasındaydılar.

Diğer yandan, sosyalistler olarak anarşistler, bazı Marksistlerle bazı ortak fikirleri paylaşırlar (Leninistlerle olmasa da). Bakunin ve Tucker'ın her ikisi de Marks'ın kapitalizm analizini olduğu gibi, emek-değer teorisini de kabul etmişlerdir Aslında Marks, Max Stirner'in --Marks'ın deyişi ile-- "bayağı" komünizmi olduğu kadar devlet sosyalizmini de zekice eleştirmesini içeren Biricik ve Kendisi kitabından oldukça etkilenmiştir. Yine aynı zamanda, Marksist hareketin içinde toplumsal anarşistlere yakın duran unsurlar da vardır (özellikle toplumsal anarşizm'in anarko-sendikalist görüşlerine yakın olan --örneğin, Lenin'e oldukça mesafeli duran AAnton Pannekoek, Rosa Luxembourg, Paul Mattick gibi isimler). Karl Korsh ve diğer bazıları da İspanya'daki anarşist devrimden sempati ile söz ederler. Marks'tan Lenin'e devamlılık gösteren birçok unsurlar olduğu gibi; Lenin ve Bolşevizm'i acımasızca eleştiren ve anarşistlerin eşitlerin özgür birlikteliği hedefine oldukça yakın olan liberter Marksistler de Marks ile devamlılık içindedirler.

Sonuç olarak, anarşizm temel olarak, genelde yaygın olarak "sosyalizm" diye tanımlananın --devlet sahipliği ve kontrolünün--tam karşısında konumlanan bir sosyalizm biçimidir. Pekçok insanın "sosyalizm" kelimesi ile yan yana koyduğu "merkezi planlama" yerine; anarşistler, bireyler, işyerleri ve toplululuklar arasında [kurulacak] serbest bir birliği ve işbirliğini savunurlar; ve böylece de "her erkeğin (ve kadının) bir ücret-alıcısı, ve Devletin ise tek ücret ödeyici olacağı" bir devlet kapitalizmi biçimi olan "devlet" sosyalizmine karşı çıkarlar (Benjamin Tucker, Bireyci Anarşist, s. 81). Bu nedenle anarşistler, "[aynen] Kapitalistler gibi ... büyük Sosyalist Parti'nin Sosyal-Demokrat grubunun Sosyalizme indirgemeye [mal etmeye] çalıştığı Devlet fikrin"den başka bir şey olmayan (pekçok insanın "sosyalizm" olarak düşündüğü) Marksizmi reddederler (Peter Kropotkin, Büyük Fransız Devrimi, s. 31)..

İşte devlet sosyalistleri ile olan bu farklılıklar yüzünden ve de karmaşıklığı azaltmak için, anarşistlerin çoğu kendilerini sadece "anarşistler" olarak adlandırırlar --çünkü anarşistlerin sosyalist olduğu zaten kabul edilmiştir. Ama ABD'nde "liberter" sağın ortaya çıkması ile birlikte, bazı kapitalist-eğilimliler kendilerini "anarşistler" olarak adlandırmaktalar; ve işte bu nedenle burada bu nokta üzerinde [bu kadar] emek sarfettik. Tarihsel ve mantıksal olarak, anarşizm --bütün anarşistlerin üstünde görüş birliğine sahip olduğu bir nokta olduğunu vurguladığımız-- kapitalizm-karşıtlığını ifade eder, yani sosyalizmi.


A.1.5. Anarşizm Nereden Ortaya Çıktı?

Anarşizm nereden ortaya çıktı? Burada, Rus Devriminde Makhnocu hareketin katılımcıları tarafından üretilen Liberter Komünistlerin Örgütsel Platformu adlı bildiriden alıntı yapmaktan daha iyisini yapamayız:

"işçilerin kölelikten kurtulması [amacıyla] yaratılan sınıf savaşımı ve baskı altındayken onların özgürlüğe olan tutkuları, anarşizm fikrini doğurmuştur; [bu fikir], sınıfların ve Devlet'in varlığı ilkelerine dayanan toplumsal sistemin tümden yok edilmesi, ve yerine kendinden yönetim ilkesi ile oluşturulan emekçilerin özgür devletsiz toplumunun inşa edilmesi fikridir.

Yani anarşizm, bir entellektüelin ya da filozofun soyut yansımalarından ortaya çıkmamıştır: [aksine] emekçi kitlelerin mücadelesinin ve yaşamının, en kahraman döneminde özellikle canlanan özgürlük ve eşitlik tutkularından; emekçilerin gereksinim ve zorunluluklarından; doğrudan doğruya emekçilerin kapitalizme karşı [verdikleri] mücadeleden ortaya çıkmıştır.

Bakunin, Kropotkin ve diğer önde gelen anarşist düşünürler anarşizm fikrini keşfetmediler; aksine, onu kitlelerde teşhis ederek [görerek], sadece basit anlamında onu kavramsallaştırmak ve yaymak maksadıyla akıl ve bilgilerinin gücünü kullandılar" (s. 15-16).

Anarşist hareketin genelinde olduğu üzere, Makhnocular 1917-1921 arasında hem Kızıl (Komünist) hem de Beyaz (Çarlık/Kapitalizm) otoritesinin kuvvetlerine karşı çıkan emekçi sınıfından kişilerin [meydana getirdiği] kitlesel bir hareketti. Peter Marshall'ın dikkat çektiği üzere, "anarşizm ... temel desteğini geleneksel olarak işçiler ve köylüler arasında bulmuştur" (İmkansızı İstemek, s. 652).

Anarşizm baskı altında olanların özgürlük için [verdikleri] mücadele sayesinde ve [onların bu] mücadelesi içinde ortaya çıktı. Örneğin Kropotkin için, "Anarşizm günlük mücadelerden kaynaklanmıştır" ve "Anarşist hareket, bir takım büyük pratik derslerden etkilendiği her durumda yenilenmiştir: Kaynağını bizzat yaşamın kendisinin öğretilerinden alır" (Evrim ve Çevre, s. 58 ve s. 57). Proudhon için, onun karşılıkçı fikirlerinin "ispatı, ... kredinin ve emeğin örgütlenmesinin bir ve aynı şey olduğunu gösteren, ... Paris ve Lyon'da kendiliğinden oluşturulan ... işçi birliklerinin mevcut pratiğinde, devrimci pratiğinde" yatmaktadır (Ne Tanrılar, Ne Efendiler, cilt 1, s. 59-60). Aslında bir tarihçinin belirttiği üzere, "Proudhon'un birliksel ideali ile Lyon Karşılıkçıları'nın programı arasında yakın benzerlikler var"dır ve "(fikirler arasında) dikkate değer bir yakınlaşma [vardır]; ve Lyon ipek işçilerinin örneği sayesinde Proudhon'un olumlu programını daha tutarlı [bir tarzda] şekillendirebilmiş olması kuvvetle olasıdır. Onun taraftarı olduğu sosyalist ideal, belli bir ölçüde bu işçiler tarafından halihazırda zaten gerçekleştirilmişti" (K. Steven Vincent, Pierre-Joseph Proudhon ve Fransız Cumhuriyetçi Sosyalizminin Yükselişi, s. 164).

[Anarşizm], özgürlük için verilen kavgadan; yaşamak, sevmek ve eğlenmek için zamanımız olacağı tamamen insani bir yaşama olan tutkumuzdan ortaya çıkmıştır. O, fildişi kulelerinde oturarak topluma yukarıdan bakan, hayattan kendini soyutlamış ve kendi doğru ve yanlış kavramlarından hareketle yargılara varan bir avuç insan tarafından yaratılmamıştır. [Anarşizm], işçi sınıfının mücadelesinin; otorite, tahakküm ve sömürüye karşı direnişin bir ürünüdür. Albert Meltzer'in ifade ettiği üzere; "Anarşizmin hiçbir zaman kuramcıları olmamıştır; bir yazar ortaya çıkar ve işçilerle köylüler tarafından zaten pratiğe dökülmüş olanları yazıya döker; O, burjuva tarihçileri tarafından liderler olarak, ve ardından gelen [takipçisi olan] burjuva tarihçileri tarafından bir lider olarak, ve ardından gelen (burjuva tarihçisini referans alan) burjuva yazarı tarafından da işçi sınıfının burjuva liderlerine dayandığını ispatlayan yeni bir vaka olarak sıfatlandırılır" (Anarşizm: Lehine ve Aksine Argümanlar, s. 10-12). Kropotkin'in gözüyle, tüm anarşist yazarların yaptığı şey; işçi sınıfının deneyimlerinden olduğu kadar, genel olarak toplumdaki evrimci eğilimlerin analiz edilmesinden çıkarılan "(anarşizmin) ilkelerinin genel bir ifadesini, ve onun öğretilerinin kuramsal ve bilimsel temelini geliştirmek"tir (Op.Cit., s. 57).

Ama, toplumda varolan anarşist eğilimler ve örgütlenmeler, Proudhon'un 1840'da kalemini kağıda değdirmesinden ve kendisini anarşist olarak ifade etmesinden çok daha önce var olmuşlardır. Belirli bir politik kuram olarak anarşizm, kapitalizmin yükselişi ile doğmuşken, (anarşizm) "onsekizinci yüzyılın sonunda ortaya çıkmış ... (ve) Sermaye ve Devletin her ikisinin de alaşağı edilmesi gibi iki yönlü bir mücadeleyi üstlenmiştir" (Peter Marshall, Op.Cit., s. 4). Anarşist yazarlar liberter eğilimlerin tarihçesini çalışmışlardır. Örneğin, Kropotkin şunu öne sürüyordu; "Her zaman Anarşistler ve Sosyalistler var olmuşlardır" (Op.Cit., s. 16). Karşılıklı Yardımlaşma ve (diğer yerlerde), Kropotkin daha önceki toplumların liberter yönlerini incelemiş ve anarşist örgütlenmeyi ve anarşizmin yönlerini (belli ölçülerde) başarılı bir şekilde uygulayanlara dikkat çekmiştir. Bu özellikle, örneğin kendilerini oldukça anarşist bir tarzda örgütleyen, birçok Kuzey Amerika Yerli kabilesi için geçerlidir.

Kropotkin, "resmi" anarşist hareketin yaratılmasını öncelleyen anarşist fikirlerin bu güncel örneklerindeki eğilimi fark etmiş, ve şunu öne sürmüştür;

"En eski, taş-devri antikalığından [medeniyetinden] beri, erkekler (ve kadınlar) aralarından bazılarının kişisel otorite kazanmasına müsade etmekteki şeytanlıkların farkına varmışlardır. ... Bunun sonucunda ilkel klanda, köy toplumunda, ortaçağ loncasında, ... ve en nihayetinde özgür ortaçağ kentinde; bu kurumlar hem kendilerini kuşatan yabancıların, hem de kendi kişisel otoritelerini kurmaya hevesli kendi klan üyelerinin [kendi] hayatlarına ve talihlerine karşı saldırmasına karşı koymalarını sağlayacak kurumları geliştirmişlerdir" (Kropotkin'in Devrimci Broşürleri, s. 158-9).

Kropotkin (modern anarşizmin kaynaklandığı) işçi sınıfından insanların mücadelesini, halk örgütlenmesinin bu eski biçimleri ile eş değerde görür. Şunu öne sürer: klanda, köy topluluğunda vb.'nde olduğu üzere; 1793'deki "Fransız Devrimi sırasında Paris'in 'Kısımları'nın ve bütün büyük şehirlerin ve birçok küçük 'Komünün' dikkati çekecek bir şekilde [sürdürdükleri] bağımsız, serbestçe federe hale gelmiş faaliyetlerde" olduğu üzere; "emek kombinasyonları, ... az sayıdaki [bir takım insanın] --bu olayda kapitalistlerin-- büyüyen gücüne karşı yürütülen aynı halk direnişin bir sonucudur" (Op.Cit., s. 159).

Böylece, anarşizm işçi sınıfının mücadelesinin ve modern devlet ile kapitalizme karşı öz-etkinliklerinin ifadesi olan politik bir kuramken, anarşizm fikirleri kendilerini insanın var olması boyunca daima eylemde ifade etmiştirler. Örneğin Kuzey Amerika'daki ve başka yerlerdeki yerli insanların çoğu, belirli bir politik kuram olarak var olmasından binlerce yıl önce anarşizmi pratikte uygulamışlardır. Benzer şekilde, anarşist eğilimler ve örgütlenmeler bütün büyük devrimlerde varolmuştur --sadece birkaç örneğin adını anarsak, Amerikan Devrimi sırasındaki New England Kent Toplantısı, Fransız Devrimi sırasındaki Parisli "Kısımlar", Rus Devrimi sırasındaki işçi konseyleri ve fabrika komiteleri (Ayrıntılar için Murray Bookchin'in Üçüncü Devrim'ine bakınız). Bahsettiğimiz üzere, anarşizm otoriteye karşı direnişin bir ürünüyse beklenenin de bu olması gerekirdi; çünkü otoritelerin olduğu herhangi bir toplum, onlara karşı direnişi hareketlendirecek ve anarşist eğilimleri ortaya çıkaracaktır (ve tabii ki otoritelerin olmadığı herhangi bir toplum anarşistik olacaktır).

Diğer bir deyişle anarşizm, baskı ve sömürüye karşı mücadelenin bir ifadesidir; çalışan insanların mevcut sistemdeki yanlışlıkların ne olduğu hakkındaki deneyimlerinin ve incelemelerin bir genellemesidir, ve daha iyi bir gelecek için [sahip olduğumuz] umut ve düşlerimizin bir ifadesidir. Anarşizm olarak adlandırılmadan önce de bu mücadele vardı, ama tarihsel anarşist hareket (yani fikirlerini anarşizm olarak adlandıran ve anarşist bir toplumu amaçlayan insan grupları) asıl olarak işçi sınıfının kapitalizme ve devlete karşı, tahakküm ve sömürüye karşı; ve özgür ve eşit bireylerin [oluşturduğu] özgür bir toplum[a ulaşmak] için verdiği mücadelenin bir ürünüdür.
DH Mobil uygulaması ile devam edin. Mobil tarayıcınız ile mümkün olanların yanı sıra, birçok yeni ve faydalı özelliğe erişin. Gizle ve güncelleme çıkana kadar tekrar gösterme.