Yada ben gereksiz konulara açıyım oraya taşıyın? |
Yada ben gereksiz konulara açıyım oraya taşıyın? |
1 gün oldu banım açılalı zaten.Yanlış bişede yazmadım ki.Hangi yönetici hangi sebepten yaptı bunu? |
İnternet müthiş bir bilgi okyanusu gibi. Hem de her gün büyüyen bir okyanus. İçinde hem paha biçilmez cevherler, hem de baş edilemez canavarlar barındırıyor. Buna "internet canavarı" diyorum. Masallarda olduğu gibi bin başlı bir canavar. Hatta çok daha tehlikeli. < Resime gitmek için tıklayın > Çünkü, insan kanıyla değil, canıyla beslenen bir canavar. Her gün milyonlarca insan bu okyanustan cevher çıkarırken, milyonlarcası da söz konusu canavarın tuzağına düşüyor. Onun esiri oluyor. Gecesini gündüzüne katarak ona hizmet ediyor. Bu yazımda internet okyanusundaki cevherlerden değil, hemen herkes gibi bir şeyler kaptırdığım "internet canavarı"ndan bahsedeceğim. Bu canavarın telafi edilmesi zor zararlarını anlatacağım. Ona esir olanları tedavi etmek için açılan kliniklerden söz edeceğim. Ona karşı koruma sağlayacak tesirli bir tedbiri paylaşacağım. İnternet okyanusunda emniyet içinde seyredip, kıymetli cevherler çıkarmanın yolunu göstereceğim. Bu canavarın varlığından kuşkunuz varsa, internet kafelerinden çıkmayan gençlere, kanlı gözlerle dolaşan "netkolik"lere, bu canavara çok şeylerini kaptıran "netzede"lere sorunuz. Eminim hepsinden bin bir feryat işiteceksiniz. Eğer tatmin olmazsanız, tanıdığınız psikologlara sorunuz. Canlı şahitleri görmek için bu canavarın yaraladıklarını, tedavi için açılan klinikleri ziyaret ediniz. Söz konusu canavarın insanları ne hale getirdiğini yakından müşahede edeceksiniz. Aslında çok uzaklara gitmenize gerek yok. Eğer internet kullanıyorsanız, bugüne kadar birçok defa, belki de her gün bu canavarla karşılaşmışsınızdır. Ona bir şeyler kaptırmışsınız. Belki de bu görünmez canavarın esiri olmuşsunuz. Sadece esir düştüğünüzün farkında değilsiniz. Yıllardır bu canavarla mücadele eden Dr. Kimberly Young'a göre, eğer internete girmediğiniz gün rahatsızlık hissediyorsanız, sık sık e-mail hesaplarınızı kontrol ediyorsanız, internete planladığınızdan fazla zaman harcıyorsanız, internette gezerken başka işlerinizi aksatıyorsanız canavar tamamen canınızı almadan bir kliniğe gitmenizde büyük yarar var. Çünkü, siz milyonlarca "netkolik" gibi canavarın ağına ("web"ine) takılanlardansınız. Canavar büsbütün canınızı almadan bir şeyler yapmanız gerekir. HER KESİMİ TEHDİT EDİYOR! Kanaatimce, "internet canavarı" kadar tehlikeli ikinci bir canavar bugüne değin yeryüzünde görülmemiştir. "Televizyon canavarı" ve "atari canavarı" gibi modern canavarların pabucunu dama atıyor. Daha doğrusu onları da içinde barındıran çok başlı bir canavar bu. Herkesi her kesimi tehdit eden bir canavar. İnsanı fıtratındaki nefsani zaafları ve benlik duygusunu kullanarak kendine esir ediyor. Nefsinin istediklerini birkaç parmak hareketiyle bin bir sitede kendisine anında sunuyor. Şan, şöhret, takdir ve iltifat peşinde koşan insanın benliğine (enesine) yem atarak site site dolaştırıyor. Serap misali sanal medih ve senaların peşinde koşturuyor. Nefis ve benlik kapılarını sıkı kapatanlara merak kapısından yaklaşıyor. Merakını celbedecek bin bir haberle onu kendine çekiyor. Kendine esir ediyor. Tabii ki, bunların hiçbirini bedava yapmıyor. Kiminden elmas kıymetindeki ömür dakikalarını, kiminden saatlerini, kiminden tüm gününü alıyor. Doymak bilmez canavar bununla da yetinmiyor. Kiminden ahlakını, kiminden imanını, kiminden eşini, kiminden işini ve kiminden evladını alıyor. İnternet canavarının insanların manevi değerleri üzerindeki tahribatını anlatmaya gerek yok. İnternetteki arama motorlarında yapılan her dört aramadan birinin pornografik içerik için olduğunu söylemek yeterli sanırım. Asıl üzerinde durmak istediğim, internet canavarının merak, şöhret, benlik gibi duyguları tahrik ederek her gün binlerce ömrü tüketmesi. Son verilere göre, dünyada 1,7 milyar internet kullanıcısı var. Her kullanıcının günde ortalama sadece 1 saat internet üzerinde boşuna ömür tükettiğini varsaydığımızda, canavara kaptırılan ömür bütün kullanıcılar için günde 1,7 milyar saat veya 70 milyon gün veya 2,4 milyon ay veya 196 bin yıla tekabül ediyor. İnsan ömrünün dünya ortalaması 67 yıl olduğuna göre, bu da yaklaşık 3 bin insan ömrüne denk geliyor. Tabii ki, internette boşuna harcanan zamanlar iki, üç, dört katına çıktığında bu rakamlar da aynı oranda artacaktır. Bu da demektir ki, "internet canavarı" her gün en az 3 bin insan canıyla (ömrüyle) besleniyor. Bu bir ayda 90 bin, yılda ise bir milyon 80 bin cana tekabül ediyor. Daha da acı olanı, canavara kurban edilen canlar her yıl katlanarak devam ediyor. Başkalarının internete ne kadar ömür heba ettikleri sizi çok enterese etmiyorsa, benzer hesabı kendiniz için de yapabilirsiniz. Eğer günde 1 saatinizi internet canavarına veriyorsanız, bu 24 yılda bir yıla tekabül ediyor, 48 yılda 2 yıl, 72 yılda ise 3 yıla. Yani, eğer 72 yıl ömrünüz olsa, her gün 1 saatini internet başında öldürüyorsanız, aslında siz 3 yılı gece gündüz internet başında harcıyorsunuz. Eğer iki saat heba ediyorsanız, bu 6 yıl, üç saat heba ediyorsanız bu 9 yıla tekabül ediyor. Ömrünüzün bu yıllarını internet başında öldürmek yerine, faydalı şeylerde kullanırsanız, neler kazanabileceğinizi idrakinize havale ediyorum. Montaigne'in dediği gibi, "hayatın değeri, uzun yaşanmasında değil, iyi yaşanmasındadır." Boşuna harcanmış bir hayatı hayattan saymamak gerek. İnternet canavarı bin bir farklı ağlar kurbanlarını avlıyor. Kimisi için chat ağları kurmuş. Oraya takılanları çatlayıncaya kadar çetleştiriyor. Kimisi için sosyal paylaşım ağları örmüş. Oraya uğrayanları paylıyor. Kimisi için e-posta hizmetleri oluşturmuş. Günde bir defa postacıyı beklemek yerine, 24 saat boyunca e-postanın yolunu gözlettiriyor. Kimisine binbir oyun sitesi inşa etmiş. Oyun oynamak için gelenlerin hayatlarıyla oynuyor. Kimisine haber sitesi kurmuş. İlim değeri olmayan sosyal veya siyasal dedikoduları "flaş" haber diye yutturuyor. Ziyaretçilerini dakika dakika kendine bağlıyor. Malumat nevinden şeylerle beyinlerini dolduruyor. Ömür dakikalarını boş şeylerle öldürüp, heba ediyor. Eğer yazdıklarıma katılıyor, ancak kendinizi çaresiz hissediyorsanız, hatta defalarca, teşebbüs etmenize rağmen, bu canavarın elinden kurtulamadıysanız, yalnız değilsiniz. Bu satırların yazarı dahil olmak üzere milyonlarca insan benzer mücadeleyi veriyor. Bu canavarı alt etmek öyle kolay değil. Bunun için internetin zararlarını bilip, siteleri dolaşırken öldürdüğümüz zamanları bilmek yetmiyor. Çünkü, her tiryakilikte olduğu gibi, "net tiryakiliği"nde de akıl bir nevi devre dışı kalıyor. İnsanlar bile bile aynı yanlışı tekrar tekrar işliyor. Adeta istemeden, sabah kalkar kalkmaz eli bilgisayar tuşuna gidiyor. Birkaç dakika içinde kendini internet okyanusunda kaybolmuş buluyor. Peki ne yapmalıyız bu gidişata dur demek için? Öncelikle tam rasyonel olmadığımızı kabul ederek başlamalıyız. Zaten, yukarıda rakamlarla ifade ettiğimiz tahribatı hiçbir rasyonellikle izah edemeyiz. Aslında sosyal bilimciler de insanın sanıldığı gibi rasyonel varlık olmadığını artık kabul ediyorlar. Önceleri, insanın "tam rasyonel" olduğu varsayılıyordu. Teoriler ve modeller bu varsayım üzerine kuruluyordu. Ancak, geçen asrın ortalarında, bazı sosyal bilimciler insanın aslında sanıldığı kadar rasyonel olmadığını keşfettiler. Bazı şartlar altında aklın devre dışı kaldığını anladılar. Hatta, "sınırlı rasyonellik" teorisini ortaya atan Herbert Simon'a Nobel ödülü verildi. Son zamanlarda, yeni bazı çalışmalar bunun da ötesine gitti. İnsanın irrasyonelliğinin önceden öngörülebilir olduğu anlaşıldı. Yani, insanların belirli koşullar altında akıllarıyla hareket etmediği bilimsel çalışmalarla ispatlandı. O halde, sorunu bilip, ne yapacağına karar vermek yetmiyor. Bu kararı dirayetle hayata geçirmek gerekiyor. Peki, akıl devre dışı kalıyorsa, aklın belirlediği hedefleri/kararları hayata geçirmek mümkün olabilir mi? Başka bir deyişle, bundan sonra internette zaman öldürmeyeceğim demek yeterli olur mu? Elbette hayır. O halde ne yapmalıyız? CEZA KOYMAK CAYDIRICI OLABİLİR Mİ? Yale Üniversitesi İktisat Profesörü Dean Karlan, ilginç bir yöntem keşfetmiş bu tarz sorunlarla baş etmek için. Birçok insan gibi, aklına rağmen, aynı hatayı tekrarla işlediğini fark etmiş. İçine düştüğü irrasyonel döngüyü aşmanın yolunu aramış. Çare olarak, net hedefler belirleyip, kesin taahhütte bulunmayı ve taahhüdünü yerine getirmediğinde ise kendini finansal olarak cezalandırmayı denemiş. Aklının gereğini yapmadığında, misyonunu beğenmediği derneklere para bağışı yaparak kendini cezalandırmış. Bu şekilde, nefsini hizaya getirip, aklını hakim kılmış. Sonra da, kendisi gibi bocalayanlara yardım etmek için bir internet sitesi kurmuş. Söz konusu sitede insanları akıllarının söylediklerini hayata geçirmek için kontrat yapmaya davet ediyor. Kontratın şartlarını ve süresini bireye bırakıyor. Ancak, bir kişi kontrata imza attıktan sonra, belirlenen sürede kontratın şartlarını yerini getirmediğinde, kredi kartından para alınıp, sevmediği derneklere bağışlanıyor. En son ziyaret ettiğimde 36 binden fazla insan bu siteye kaydolup, yaklaşık 4 milyon dolar değerinde kişisel kontrat imzalamışlar. Kimisi zayıflamak, kimisi kitap okumak, kimisi makale yazmak, kimisi ticarette belirli bir satışı yakalamak için hedefler koymuş. Bu hedeflere belirli bir sürede ulaşmayınca kendine ceza uygulanmasını kabul etmiş. Akıllarına göre hareket edip, kontratlarının gereğini yerine getirmediğinde yüksek miktarda para cezası vermeye razı olmuşlar. Doğrusu sözünü ettiğim kişisel kontrat sitesinden ilk defa haberim olunca hayli ilgincime gitmişti. Ancak, sonraları Kur'an'ı okuyunca benzer bir yöntemin asırlar önce semavi mesajla insana sunulduğunu fark etmiştim. Evet, Kur'an birçok yerde "Allah adına yemin"den bahsediyor. Böyle bir yemini (taahhüdü) yapanın yeminine bağlı kalıp gereğini yapmasını istiyor. Bir şekilde gereğini yerine getirmediyse, gücü yetiyorsa, mali ceza, yetmiyorsa oruç tutması gerektiğini söylüyor: "Allah, kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Bunun da keffâreti, ailenize yedirdiğiniz yemeğin orta hallisinden on fakire yedirmek, yahut onları giydirmek, yahut da bir köle azat etmektir. Bunları bulamayan üç gün oruç tutmalıdır. Yemin ettiğiniz takdirde yeminlerinizin keffâreti işte budur. Yeminlerinizi koruyun (onlara riayet edin)." (Maide Suresi, 89) Bu ayete göre, Allah adına yemin edip bir taahhütte bulunan, gereğini yapmadığında ya on fakiri sabah akşam yedirmeli veya giydirmeli. Bir fakiri doyurmanın ortalama maliyeti 10 lira ise, on fakiri doyurmak 100 liraya mal olur. Giyim veya köle azat etmenin mali karşılığını hesapladığımızda bu miktar daha da yüksek olur. Kısacası, yukarıdaki ayet, kişisel taahhüt yapana mali ceza koyarak gereğini yapmaya zorluyor. Aslında birçok ticari sözleşmede de benzer hükümler var. Taraflar, sözleşmeye koyduğu mali ceza şartıyla birbirlerini sözleşmenin gereğini yapmaya zorluyor. Kişisel bir mücadele öyküsü O halde, yetişkinler için çözüm bir "internet kullanım kontratı" belirleyip, bunu sıkı bir şekilde takip etmektir. Eğer Kur'an'ın ayetlerine iman eden biriyseniz, yukarıdaki siteyi kullanmaya ihtiyacınız yok. Allah'a yeminle taahhütte bulunmanız yeterli. Kur'an açıkça yeminlerin hesabının sorulacağını söylediğine göre, bir kere yemin ettiniz mi, ya gereğini yapacak veya cezasını ödeyeceksiniz. İnternet canavarının kurbanlarından biri olarak, bu yöntemin çalıştığını kendi hayatımdan biliyorum. Bu canavara kaptırdığım saatlerin hesabını ancak Allah bilir. 28 Şubat sonrasında ABD'ye cismen göç etmeme rağmen, aklım ve gönlüm Anadolu'da kalmıştı. Okyanuslar ötesinde olup bitenleri merak ediyordum. İnternet, bu uzun mesafeyi kapatmıştı adeta. Anadolu'yu her gün odamıza taşıyordu. Anadolu'da olup bitenleri orada yaşayanlardan bile hızlı öğrenme fırsatı veriyordu. Her gün gazete gazete dolaşıp, olup bitenleri takip ediyordum. Bir süre sonra anladım ki, bunun bana kazandırdıkları hiç denecek kadar az iken, kaybettirdikleri sayılmayacak kadar çoktu. Elmas gibi kıymetli olan ömrümü benden alıp götürüyordu. Bu yazıdakine benzer bir muhasebe yaptığım bir günde dehşete düşmüş ve kendimi şu dörtlükle uyandırmaya çalışmıştım: Gece, gaflet ve rahat uykusundan hemen uyan! Her saniyesi elmas gibi ömrünü etme ziyan! Senden önce göçmüş binlercesi kabirde şimdi pişman. Uyan ey gönlüm, uyan!... Bitmeden sana verilen zaman. Bu uyanışla beraber, kendimle bir sözleşme yapmış ve Türkiye ile ilgili haber sitelerine sadece haftada bir gün bir saat gireceğime yemin ederek kendimi frenlemiştim. İlk etapta zor olmasına rağmen bir süre sonra bu yeni düzene alışmış, bazen bir saatin bile fazla geldiğini görmüştüm. Daha sonra aynı taktiği ömrümü tüketen diğer siteler için de uygulamıştım. Örnek olması hasebinden, çalışma ofisime astığım şu anki kişisel kontratımı sizinle paylaşmak istiyorum. Umarım internet canavarından korunarak, internet okyanusundan en iyi şekilde istifade etmenize vesile olur. Örnek bir kontrat Bu kişisel taahhüdümü hatırladığım sürece, aşağıdaki hususları yapacağıma Allah adına yemin ediyorum: Kişisel e-mail hesaplarımı, gerçekten ihtiyaç olmadığı sürece, sabah, öğlen ve akşam olmak üzere en fazla üç defa kontrol edeceğim. Üyesi olduğum sosyal paylaşım sitelerini en fazla günde bir defa kontrol edeceğim. Sırf merak için internette tarama yapmayacağım. "Faydasız ilimden Allah'a sığınırım." hadisini kendime hatırlatarak, aramak istediğim şeyin benim için faydalı olacağına kanaat getireceğim. Türkiye ile ilgili haber sitelerini ziyaret etmeyi haftada bir gün (cumartesi) bir saatle sınırlı tutacağım. Eğer zihinsel ve ruhsal gelişimime faydalı olacak haber veya makaleler varsa onları ayrıca okuyabilirim. Her gün maksimum 15 dakika İngilizce gazete haberlerine bakacağım. Eğer zihinsel ve ruhsal gelişime faydalı olacak haber veya makaleler varsa onları ayrıca okuyabilirim. Bu sözleşmenin hükmünü bilerek bozduğum her gün için 50 dolar bağışta bulunacağım. Bu sözleşme 1 Temmuz 2010 tarihine kadar geçerlidir. Yazan:DR. FURKAN AYDINER FLORIDA ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ |
Ezel'in yalnızca Monte Kristo Kontu'ndan uyarlama bir senaryo olduğunu düşünenler yanılıyor.Dizinin tek bir eserden etkilendiğini sanmak doğru değil. Dostoyevski'den, Shakespeare'den, Oscar Wilde'dan ve daha birçok yazardan ilhamlar taşıdığını senaristleri de söylemişti. Biz de senaristler hangi filmleri izliyorlar diye iz sürdük. < Resime gitmek için tıklayın > "Güneşin altında söylenecek söz kalmadı!" demişler. Sanatın her dalında artık postmodern bir durum olarak algılanıyor oradan buradan (ç)alınan şeyler. Orhan Pamuk Nobel'i aldığında yaşanan intihal tartışmalarına, 1990 tarihli Kara Kitap'ta cevap vermişti oysa: "Çaldımsa mirî malı çaldım!" Bir karakterin ağzından, "İntihal yapmaktan çekinme." cümlesini söylettikten sonra, Mevlana'nın da hikâyelerini kendinden öncekilerden aldığını anlatıyordu. Bu postmodern "intihal" vakaları, televizyon dizilerinin de vazgeçilmezi haline geldi. Uyarlama senaryolardan daha fazla işçilik ve emek gerektiren bu durumun dünya çapındaki fenomeni hiç kuşkusuz Lost dizisi. ATV'de yayınlanan Ezel de, "yerli" Lost olma yolunda hızla ilerliyor. Bir yandan her bölümde insanları şaşırtması, flashback'ler (geri dönüş) kullanması ve bulmaca gibi senaryosuyla benzeşiyor Lost'a; bir yandan da romanlara, şiirlere ve bilindik filmlere yaptığı göndermelerle. Daha başından "bir intikam hikâyesi" olarak sunulan Ezel, önceleri Alexandre Dumas'nın meşhur romanı "Monte Kristo Kontu"na benzetildi. Senaristlerin de inkâr etmediği bu durum, sadece tek bir kaynağa bağlı kalmadıklarının anlaşılmasıyla daha da heyecanlı bir hâle geldi aslında. Şimdi her bölümü izlerken, "Acaba bu kısmı nereden almışlar?" diye düşünmeden edemiyor insan. Evet, Ezel'in intikam öyküsü Edmond Dantes'in çabalarına benziyor. Monte Kristo Kontu'nun başkahramanı Dantes'i hapishaneye götüren süreç de, sevdiği kadın Mercedes'e âşık olan dostuyla başlıyor. İçeride on iki yıl geçiren Edmond Dantes, Peder Faria'nın kaçış planlarına katılıyor. Faria, Ezel'deki Ramiz Dayı karakterine benzese de, Ramiz'in dışarıda da olayı yönlendirmesi, hikâyeyi değiştiriyor. Ezel'in de Edmond Dantes'in de sevdikleri kadından çocukları var; üstelik bunu sonradan öğreniyorlar. Dantes hazineyle, Ezel'se kumarla zengin oluyor. 'İntikamın soğuk yenen bir yemek olduğu' gerçeğini düşünürsek, Ezel de tıpkı Dantes gibi uzun soluklu bir maceraya atılıyor. Ancak intikam demişken, Quentin Tarantino'nun Kill Bill filmlerini hatırlamak gerekir. Zira Ezel'in ilk bölümündeki ayrıntılar, Kill Bill'e benziyor. Elinde eski bir fotoğraf tutan Ezel, fotoğraftaki karakterlerin hikâyelerini tek tek anlatıyor. Kill Bill'de de not defterindeki beş ismi bize anlatan The Bride (Gelin) bunlardan intikam alacağını söylemişti.The Bride (Gelin) bunlardan intikam alacağını söylemişti.Hasan Sabbah hikâyeleriyle sevilen Ramiz Dayı'nın da meşhur mafya filmlerindeki karakterlere benzediğini biliyoruz. Ancak Dayı'dan asıl beklenen hareketlerden biri dizinin 10. bölümünde geldi: "Ali Cengiz oyunu"nun Ali'si, Dayı'ya ulaşmaya çalışırken, Samatya'daki bir manavdan portakal alan Ramiz Dayı, The Godfather serisinin unutulmaz karakteri Vito Corleone'ye (Marlon Brando) selamı çaktı. İleriki bölümlerde mafya babalarının oturduğu bir sofranın başında yine Ramiz Dayı'yı görecektik, tabi bir de masanın ortasındaki portakalları. The Godfather'da portakal görünen sahnelerin ardından birilerinin ölmesi meşhur bir detay olarak akıllarda yer etmişti. Dayı'ya dair bir başka ilham kaynağı da, Ömer'in kardeşi Mert'in odasında gördüğümüz "Citizen Kane" (Yurttaş Kane) filmiydi. Dayı'nın kendi mekânına çekilmesi, Kane'in şatosunu hatırlatıyor. Kane, o şatoda oldukça güçlü ve "yalnız" bir adamdı; Ramiz de kendi yalnızlığını zamanla ele veriyor. Dizi ilerledikçe, Kane'de olduğu gibi Ramiz'de de "eksik parça"nın ne olduğunu sorgulayacağız sanki... Ezel'in ameliyatını yapan doktorla arasında geçen şu diyalog da, senaristlerin Clint Eastwood'un unutulmaz filmi Unforgiven'ı (Affedilmeyen) izledikleri anlamına geliyor: Doktor, "Ben bunu hak etmedim." Ezel, "Bunun hak etmekle bir ilgisi yok!" Filmde ise, "Ben böyle bir ölümü hak etmedim." diyene, "Bunun hak etmekle ilgisi yok!" yanıtı veriliyordu. Bu tip karizmatik cümlelerin yanı sıra, ABD'de yayınlanan Las Vegas dizisinden hatırladığımız birkaç poker numarasını da zikretmek gerek. Gerçi dizi eski Türk filmlerini de unutmuyor. Bir bölümde, Soner isimli mafya babasının sinemayı kapattırarak izlediği Lütfi Akad'ın "Kanun Namına"sı da bunlardan biri; Ali'nin hikâyesini de anlattıkları bölümde filmden şu replik de yer aldı: "İsmim Nazım. Otuz iki yaşındayım. Bu şehirde doğup büyüdüm. Otomobil tamircisiyim. Bu film benim hikâyemdir." Ödünç alınan sahnenin, dizinin gidişatıyla ya da hikayesiyle benzerlik içermesi de pek önemli değil. Mesela, dizinin son bölümlerinde karşımıza çıkan "seri katil" ilk göründüğünde yalnızca ayaklarını gösteren bir çekim tercih ediliyordu. Bu çekimi, garip bir yürüyüş destekleyince, The Usual Suspects (Olağan Şüpheliler) filminin meşhur karakteri Kayser Soze'yi hatırlamamak olmazdı. Mert'in peşinden adam gönderip çantasında sakladığı bilgilerin değerini ona anlatmak isteyen Ezel'se, V for Vendetta (V) filmindeki kahramanın Evey'e (Natalie Portman) uyguladığı "ikna" yöntemini uygulamış oluyordu. |
Merak ettim de ben 57 milyon izlenen bi video buldum.Dandik bişe ama izlenmiş.En çok izlenmiş video hangisi acaba? www.youtube.com/watch?v=Vo_0UXRY_rY&feature=related Videoyu izlemek için tıklayınız |
"Maganda ne arar la dh de" cümlesinden 4 gün ban yemiştim.1 dk önce açıldı banım.Benden başka ban yiyen varmı bu laftan?forumdestek e mail attım her zamanki gibi cevap gelmedi. |
Gereksiz ve bişe ifade etmiyor.Cool story bro bile yasaklandı ifade etmesine rağmen. |
Bobiler.org Nedir?Niye Bu Kadar Ünlüdür?Özelliği Nedir?Nasıl Bir Sitedir?Bu site hakkında bilgi istiyorum. |
Operada yeni sekme açınca açtığım sekmeye gidiyor yani kaldığım yerden devam edemiyorum.Firefoxdaki gibi kaldığım yerden devam edip sonradan açtığım yeni sekmeye geçmek istiyorum.Ayarlardan böyle bişe yapılabilir mi? |