K

Er
17 Şubat 2007
Tarihinde Katıldı
Takip Ettikleri
0 üye
362942 Gün Cezalı
356556 gün 5 s. 9 dk.
Gönderiler Hakkında
K
17 yıl
Atatürk\u0027e hakaret suç değil!
Atatürk'e hakaret suç değil!

İnternetten Atatürk'e hakaret suç değil!



İnternet ortamında işlenen suçlarla mücadeleyi öngören kanun tasarısının Meclis Adalet Komisyonu'ndaki görüşmeleri gerginlikle sonuçlandı. Atatürk aleyhine işlenen suçlar ile Türkiye'nin bölünmez bütünlüğüne karşı işlenmiş suçların kapsam dışı bırakılmasına CHP, görüşmelerden çekilerek tepki gösterdi

Meclis Adalet Alt Komisyonu, "Elektronik Ortamda İşlenen Suçların Önlenmesine" yönelik çalışmalarını tartışmalı bir ortamda tamamladı. İkinci kez oluşturulan Adalet alt komisyonda fazla bir değişikliğe gidilmezken, işlenen suçlara yönelik cezalar yeniden düzenlendi. Buna göre; kumar oynatılması, çocuk pornosu gibi suçlarda, erişimin engellenmesi kararının yerine getirilmemesi halinde, 2 yıla kadar hapis geliyor. Önergeler doğrultusunda yapılan değişikliklerle, tasarının kapsamı da genişletildi. Buna göre, içerik, yer ve erişim sağlayıcıları, tanıtıcı bilgilerini kendilerine ait internet ortamında güncel olarak bulundurmakla yükümlü olacaklar; aksi halde 10 bin YTL'ye kadar para cezası verilecek.

CHP TEPKİ GÖSTERDİ

Tasarıda CHP'nin istediği devrim ilkelerine saldırı, Atatürk aleyhine işlenen suçlar ve Türkiye'nin bölünmez bütünlüğüne karşı işlenmiş suçların kapsam dışı bırakılması, genginliğe neden oldu. Bunun üzerine CHP çalışmalardan çekildi, muhalefet şerhi hazırladı.

İÇERİK SAĞLAYICILARI SORUMLU

İçerik sağlayıcıları, internet ortamında yayınladıkları her türlü yayından sorumlu olacaklar. Erişimi engellenecek suçlara ilişkin katalogta ise değişiklik yapılmama kararı alındı. Böylece önergelerde yer alan suçu ve suçluyu övme suçu kataloga girmedi. Katalog metninde, çocukların cinsel istismarı, sağlık için tehlikeli madde temini, müstehcenlik, fuhuş, intihara yönlendirme, kumar oynanması için yer ve imkan sağlama suçları yeraldı.

CEVAP HAKKI GETİRİLİYOR

İnternette kişilik haklarına saldırıda bulunulması halinde cevap hakkını da içeren tasarıda, erişimin engellenmesi kararı, soruşturma evresinde hakim, kovuşturma evresinde ise mahkeme tarafından verilecek. Soruşturma evresinde, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısı tarafından da erişim engellenmesi kararı verilebilecek. İçerik veya yer sağlayıcısının yurtdışında bulunması halinde, erişimin engellenmesi kararı, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı tarafından verilecek.

alntı!
K
17 yıl
Kıbrıs\u0027ta tarihi ayıp
Avrupa Birliği, KKTC ve Rumlar'a "Barış için, savaş konularını ders kitaplarından çıkartın. Masrafı öderim" dedi. KKTC yöneticileri bunu hemen kabul etti. AB'den gelen 69 bin YTL ile yeni sosyal bilgiler kitabı basıldı. Kitaplarda artık, Atatürk, Kurtuluş Savaşı, Kıbrıs Harekatı, Türkiye Cumhuriyeti, Rauf Denktaş yok... Peki Rumlar ne yaptı? "Tarih değişmez. Para sizin olsun" dedi.



Bu ne rezillik
Takvim gazetesinin haberine göre, KKTC'de okullarda okutulan sosyal bilgiler kitaplarında Atatürk'ten ve Kıbrıs Barış Harekatı'ndan söz edilmiyor.
Avrupa Birliği'nin "Rumlar'la dost olmak için kitaplarınızdaki milli tarihleri silin" önerisi, KKTC'de uygulanmaya başlandı. Skandal uygulamayla, 6. sınıf sosyal bilgiler ders kitabında Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti, Kurtuluş Savaşı ve Kıbrıs Barış Harekatı bulunmuyor. Ancak tarih sahnesinde yer alan Sümerler'den Osmanlılar'a tüm uygarlıklar ve devletler anlatılıyor.
Kitabın orta bölümlerinde, Türkiye Cumhuriyeti Dönemi ifadesi geçiyor. Sanki daha sonra yeni bir devlet kurulmuş gibi. Kitapta sadece 1 sayfada Atatürk'ün resmi bulunuyor. Bunun sebebi ise yasal zorunluluk. Atatürk'le ilgili başka herhangi bir detay yok. KKTC eski cumhurbaşkanı Rauf Denktaş da kitapta hiç söz edilmeyen isimlerden biri. AB, tüm gerçeğin silindiği bu kitapların hazırlanması için 69 bin YTL'lik yardımda bulundu.

kaynak:http://www.milliyet.com.tr/2007/03/30/son/sondun04.asp
K
17 yıl
paintte mona lisa tablosu
K
17 yıl
TSK SİTESİNDE PUTİN MESAJI !!!
Vladimir Putin’in 43. Münih Güvenlik Konferansında Yaptığı Konuşma

Sayın Federal Almanya Şansölyesi, Sayın Teltschik, bayanlar ve baylar, hepinize çok teşekkür ederim.

40’ın üzerinde ülkeden siyasetçi, askeri yetkili, girişimci ve uzmanları bir araya getiren böylesine bir konferansa katılmaktan dolayı son derece memnunum.

Bu konferans, yapısı gereği, aşırı derecede kibar ve yuvarlak, hoş ama içi boş diplomatik terimlerle konuşmaktan kaçınmama imkan veriyor. Konferansın formatı, uluslararası güvenlik sorunları hakkında gerçekten ne düşündüğümü belirtmeme olanak tanıyor. Ve şayet görüşlerim arkadaşlarıma alışılmadık ölçüde polemik, iğneleyici ve hatalı geliyorsa, sizden bana öfkelenmemenizi isteyeceğim. Sonuçta, bu sadece bir konferans. Ve umarım, Sayın Teltschik konuşmamın ilk dakikalarında, şurada duran kırmızı ışığa basmaz.

Uluslararası güvenliğin askeri ve siyasi istikrarla ilgili konuların ötesinde bir kapsama sahip olduğu bilinen bir gerçektir. Küresel ekonomideki istikrar, yoksullukla mücadele, ekonomik güvenlik ve medeniyetler arasında bir diyalog ortamı oluşturulması bu kapsamda değerlendirilir.

Güvenliğin bu evrensel ve bölünmez niteliği, ‘bir kişinin güvenliği herkesin güvenliği demektir’ şeklindeki temel ilke ile ifade edilir. İkinci Dünya Savaşı’nın patlak verdiği ilk yıllarda Franklin D. Roosevelt’in dediği gibi: “Bir yerde barış bozulduğunda, tüm ülkelerin barışı tehlikeye düşer”.

Bu sözler bugün de geçerliliğini koruyor. Konferansımızın konusu olan, küresel krizler ve küresel sorumluluklar, buna örnek niteliğindedir.

Yalnızca yirmi yıl önce, dünya ideolojik ve ekonomik açıdan bölünmüş durumdaydı ve küresel güvenliği sağlayan şey iki süper gücün devasa stratejik potansiyeliydi.

Bu küresel rekabet, uluslararası toplum ve dünyanın gündemine en sert ekonomik ve sosyal sorunları getirmiştir. Ve, her savaşta olduğu gibi, Soğuk Savaş bize patlamamış bombalar bırakmıştır; bunu sembolik olarak söylüyorum. Burada kastettiğim, ideolojik düşünce kalıpları, çifte standartlar ve Soğuk Savaş bloğuna özgü düşünce biçiminin diğer yansımalarıdır.

Soğuk Savaş sonrasında öngörülen tek kutuplu dünya da kendini gerçekleştirememiştir.

İnsanlık tarihi elbette tek kutuplu dönemler geçirmiştir ve dünya liderliğini elde etme arzularına şahitlik etmiştir. Fakat, dünya tarihinde ne olmamıştır ki?

Ancak, tek kutuplu dünya nedir? Bunu ne kadar süslerseniz süsleyin, netice itibariyle tek tip durum, tek erk, tek güç merkezi, tek efendi anlamına gelir.

Tek egemenin, tek efendinin olduğu bir dünya demektir. Sonuç olarak, bu durum sadece sistemin içindekiler için değil, aynı zamanda egemenliği elinde bulunduran için de ölümcüldür, çünkü onu içeriden yıkar.

Ve bunun demokrasiyle kesinlikle hiçbir ortak noktası yoktur. Çünkü, bildiğiniz gibi, demokrasi azınlığın menfaat ve fikirleri ışığında, çoğunluğun iktidarı demektir.

Rusya olarak, bize birileri hep demokrasiyi öğretiyor. Fakat her nedense, bize demokrasiyi öğretenler, kendileri öğrenmek istemiyor.

Günümüz dünyasında, tek kutuplu dünyanın kabul edilemez olmasının yanı sıra, aynı zamanda imkansız olduğu kanaatindeyim. Ve bunun tek sebebi, günümüz dünyasında tekil liderliğin varlığı halinde, askeri, siyasi ve ekonomik kaynakların yetersiz kalacak olması değildir. Bundan daha önemlisi, model bizatihi kendisi kusurludur, çünkü esası gereği modern uygarlık için ahlaki bir temel yoktur ve olamaz.

Bunun yanı sıra, şu anda dünyada olan ve tartışmaya henüz başlamış olduğumuz şey, geçici bir kavramdır, tek kutuplu dünya kavramı.

Peki, sonuçları nelerdir?

Tek taraflı ve çoğu kez gayri meşru olan eylemler hiçbir soruna çare olmamıştır. Üstelik, yeni insanlık trajedilerine sebep olmuş ve yeni gerilim noktaları yaratmıştır. Kendi kendinize değerlendirin: savaşlar ile yerel ve bölgesel çatışmalar son bulmamıştır. Sayın Teltschik bu konuya yumuşak bir dille değinmiştir. Bu çatışmalarda kaybolan ve hatta ölen insanların sayısı eskisinden daha fazladır. Çok daha fazla, çok daha fazla!

Bugün, uluslararası ilişkilerde gücün – askeri gücün – neredeyse sınırsız kullanımına şahitlik ediyoruz. Bu güç, dünyayı daimi çatışmalara sürüklemektedir. Sonuç olarak, bu çatışmaların hiçbirine kapsamlı bir çözüm bulacak güce sahip değiliz. Siyasi bir çözüm bulunması da imkansız hale geliyor.

Uluslararası hukukun temel ilkelerinin her geçen gün artan bir şekilde küçümsendiğini görüyoruz. Ve aslına bakılacak olursa, bağımsız yasal normlar, gittikçe bir devletin hukuk sistemine benzemektedir. Bu tek devlet, en önemlisi ve en başta ABD, her yönden ulusal sınırlarının ötesine geçmiştir. Diğer uluslara dayattığı ekonomik, siyasi, kültürel ve eğitimsel politikalar bunun kanıtıdır. Peki, bundan kim hoşnut? Kim bundan memnun kalıyor?

Uluslararası ilişkiler alanında, herhangi bir sorunun, mevcut siyasi atmosfere bağlı olarak, sözüm ona siyasi olarak öncelikli konulara göre çözümlenmesi yönünde bir iradenin baskın hale geldiğini görüyoruz.

Elbette, bu son derece tehlikeli bir durumdur. Bunun sonucunda, hiç kimse kendini emniyette hissetmiyor. Bunu vurgulamak istiyorum – hiç kimse kendini emniyette hissetmiyor. Çünkü, hiç kimse uluslararası hukukun taştan bir duvar gibi kendilerini koruyacak durumda olduğunu hissedemiyor. Elbette, bu türden bir politika silahlanma yarışını da tetikliyor.

Bu gücün hakimiyeti, kaçınılmaz olarak, bazı ülkeleri kitle imha silahları edinmeye teşvik ediyor. Ayrıca, daha önce bilinseler de, yeni bazı önemli tehditler ortaya çıkmıştır, ve bugün, terörizm gibi tehditler küresel bir nitelik kazanmıştır.

Küresel güvenliğin yapısı konusunda ciddi şekilde düşünmemizin zamanının geldiği kanaatindeyim.

Bunu yaparken, uluslararası bir diyalog ortamı içinde, tüm katılımcıların menfaatleri arasında makul bir dengeyi bulmaya çalışmalıyız. Özellikle, uluslararası manzara çok çeşitli olduğundan ve çok hızlı bir şekilde değiştiğinden, bu değişimler pek çok ülkede ve bölgede dinamik gelişmeler şeklinde görülmektedir.

Sayın Federal Almanya Şansölyesi bu hususa daha önce değinmişti. Hindistan ve Çin gibi ülkelerin, alım gücünün paritesine göre ölçülen kombine GSYİH’leri ABD’ninkinden fazladır. Benzer bir hesapla, BRIC ülkelerinin (Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin) GSYİH’si AB’nin kümülatif GSYİH’sini geçmektedir. Uzmanlara göre, bu fark gelecekte daha da artacaktır.

Yeni küresel büyüme merkezlerinin sahip olduğu ekonomik potansiyelin kaçınılmaz olarak siyasi nüfuza dönüşeceğinden ve çok kutupluluğu güçlendireceğinden şüphelenmemize neden yoktur.

Bununla bağlantılı olarak, çok taraflı diplomasinin rolü de önemli ölçüde artmaktadır. Siyasette açıklık, şeffaflık ve öngörülebilirlik gibi prensiplere ihtiyaç duyulmasına itiraz edilemez ve güç kullanımı gerçekten istisnai bir tedbir olmalıdır; tıpkı belli devletlerin adli sistemlerinde idam cezasının uygulanması gibi.

Ancak, bugün gördüğümüz bunun tam tersi; öyle ki, katiller ve diğer tehlikeli suçlular için bile idam cezasını yasaklayan ülkeler, meşru olduğu düşünülemeyecek askeri operasyonlara çok kolay bir şekilde katılabilmektedir. Aslında, bu çatışmalarda insanlar öldürülüyor – yüzlerce, binlerce sivil insan.

Fakat, bu tehditlere karşı koyacak imkanlara sahip miyiz? Kesinlikle evet. Yakın tarihe bakmamız yeter. Bizim ülkemiz demokrasiye barış içinde geçmedi mi? Aslında, biz Sovyet rejiminin barışçıl şekilde dönüşümüne tanıklık ettik, barışçıl bir dönüşüm! Ve ne rejimi! Nükleer silahlar dahil, daha kaç silahla! Biz neden bulduğumuz her fırsatta bombalar atmaya ve mermiler sıkmaya başlamıyoruz? Yoksa, karşımızda bizi etkileyecek bir tehdit olmadığında, siyasi kültürümüzü, demokratik değerlere ve hukuka olan saygımızı mı yitiriyoruz?

Askeri gücün kullanımı konusunda karar verecek tek mekanizmanın, son merci olarak, Birleşmiş Milletler Kuruluş Sözleşmesi olduğu kanaatindeyim. Ve bu bağlamda, ya ben İtalya Savunma Bakanı’nın biraz önce söylediğini yanlış anladım, ya da onun söylediği şey eksikti. Her halükarda, güç kullanımının meşru görülebilmesi için, kararın NATO, AB veya BM tarafından alınmış olması gerektiğini anladım. Şayet gerçekten böyle düşünüyorsa, bakış açılarımız farklı demektir. Ya da ben yanlış duydum. Güç kullanımının meşru kabul edilebilmesi için mutlaka BM tarafından onaylanması gerekir. Ve BM yerine NATO ya da AB’yi koymamıza gerek yok. Ne zaman ki, BM uluslararası toplumun güçlerini gerçek anlamda birleştirir ve çeşitli ülkelerdeki olaylara gerçekten tepki gösterebilecek hale gelir, ve biz uluslararası hukuku göz ardı etmeyecek duruma gelirsek, o zaman durum değişebilir. Aksi halde, şu anki durum bir çıkmaza gidecektir ve yapılan ciddi hataların sayısı katlanarak artacaktır. Buna paralel olarak, uluslararası hukukun gerek kavramsal olarak gerek normlarının uygulanması bakımından evrensel bir niteliğe kavuşması gerekmektedir.

Demokratik siyasi faaliyetlerin tartışılması gerektiği ve zorlu bir karar verme sürecinden geçmesi gerektiği de unutulmamalıdır.

Sevgili baylar ve bayanlar!

Uluslararası ilişkilerin istikrarsızlaşmasından kaynaklanan potansiyel tehlike, silahsızlanma konusunda görülen duraksama ile bağlantılıdır.

Rusya, bu önemli konuda diyalogun yenilenmesini desteklemektedir.

Silahların azaltılmasına yönelik uluslararası yasal çerçevenin korunması ve buna bağlı olarak nükleer silahların azaltılması sürecine süreklilik kazandırılması önemlidir.

Amerika Birleşik Devletleri’yle, nükleer stratejik füze kapasitemizi 31 Aralık 2012 tarihine kadar 1700-2000 nükleer savaş başlığına kadar düşürmeyi kararlaştırdık. Rusya, üzerine aldığı yükümlülükleri harfiyen yerine getirmeye kararlıdır. Umuyoruz ki, ortaklarımız da şeffaf bir hareket tarzı benimserler ve zor günler için bir köşeye gereğinden fazla nükleer savaş başlığı ayırmazlar. Ve şayet bugün ABD Savunma Bakanı ABD’nin bu gereğinden fazla silahları bir depoda, ya da tabiri caizse, yastık altında, saklamayacağını açıklarsa, bu açıklamayı hep beraber ayakta alkışlamayı öneriyorum. Bu açıklama çok önemli bir adım olacaktır.

Rusya, Nükleer Silahsızlanma Antlaşmasına ve füze teknolojileri çok taraflı denetim rejimine harfiyen uymaktadır ve daha da fazla uyma kararlılığındadır. Bu dokümanlarda yer verilen ilkeler evrensel ilkelerdir.

Bununla bağlantılı olarak, 1980’ lerde SSCB ve ABD’nin çok sayıda kısa ve orta menzilli füzenin yok edilmesine yönelik bir anlaşma imzalamıştır, ancak, bu dokümanlar evrensel nitelik taşımamaktadır.

Bugün, pek çok diğer ülke füzelere sahip; bunlar arasında, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti, Kore Cumhuriyeti, Hindistan, İran, Pakistan ve İsrail yer almaktadır. Birçok ülke bu sistemler üzerinde çalışmakta ve bunları silah stoklarının bir parçası haline getirmeyi planlamaktadır. Ve bu silah sistemlerini üretmeme sorumluluğunu sadece ABD ve Rusya taşımaktadır.

Bu koşullar altında, kendi güvenliğimizi sağlama konusunda bir kez daha düşünmemiz gerektiği aşikardır.

Aynı zamanda, yeni yüksek teknoloji silahların ortaya çıkmasını engellemek mümkün değildir. Hatta gün gelecek savaşmak için özellikle uzayda yeni alanlar ortaya çıkacak. Yıldız Savaşları artık bir hayal değil, gerçek. 1980’ lerin başında Amerikalı ortaklarımız çoktan kendi uydularını vurabilecek durumdaydılar.

Rusya’ nın fikri, uzaydaki silahlanma uluslar arası toplum için tahmin edilemeyecek sonuçlara sahip olabilir, ve bir nükleer çağın başlangıcından daha azını tetiklemez. Ve silahların uzayda kullanılmasını engellemenin ilk adımını oluşturacak birden fazla girişimde bulunduk.

Bugün uzaydaki silahlanmanın engellenmesi üzerine bir anlaşmanın projesini hazırladığımızı memnuniyetle söyleyebilirim. Ve yakın gelecekte bu anlaşma ortaklarımıza resmi önerge olarak gönderilecek. Gelin bu konu üzerinde birlikte çalışalım.

Füze savar (anti-missile) savunma sistemi’ nin belirli elementlerini Avrupa’ya genişletme planları bize yardım etmez; tam tersine bizi rahatsız eder.Kimin bir sonraki adıma, ki bu durumda bu adım kaçınılmaz bir silah yarışı olacaktır, ihtiyacı var? Benim Avrupa’ lıların kendinin ihtiyacı olduğuna dair derin şüphelerim var.

Sözüm ona problem ülkelerde Avrupa için tehdit oluşturacak, beş bin - on bin kilometre menzilli füze bulunmuyor ki. Ve yakın gelecekte de bulunmayacak; tahmin bile edilmeyecek. Ve Amerika topraklarına Avrupa üzerinden olası herhangi bir füze gönderilmesi, mesela Kuzey Kore füzesi, füze bilimine aykırı bir durumdur. Rusya’da bir söz vardır, bu durum sol kulağını sağ elinle tutmak gibidir.

Ve burada, Almanya’ da, Avrupa Konvansiyonel Silahlı Kuvvetler Antlaşması’ nın acınası durumundan bahsetmeden de geçemeyeceğim.

Değiştirilmiş Avrupa Konvansiyonel Silahlı Kuvvetler Antlaşması 1999 yılında imzalanmıştır. Bu antlaşmada yeni bir jeopolitik gerçek, isim vermek gerekirse Varşova bloğunun ortadan kaldırılması göz önünde bulundurulmuştur. Aradan yedi yıl geçti fakat bu belgeyi sadece Rusya Federasyonu’nun da içinde bulunduğu 4 ülke onayladı.

NATO ülkeleri, Rusya, Gürcistan ve Moldova’ daki askeri üslerini kapatmadıkça, (yan bölgelere belli sayıda silahlı kuvvetin konuşlandırılması hakkındaki), yan savunma hükümleri de dahil olmak üzere, bu antlaşmayı onaylamayacağını açıkça duyurdu. Ordumuz Gürcistan’ dan hızlandırılmış bir programla ayrılıyor. Gürcistan ile olan problemlerimizi herkesin de bildiği gibi çözmüş bulunmaktayız. Moldova’ da ise halen barışı korumaya yönelik operasyonlar düzenleyen ve Sovyet döneminden kalan mühimmatla depoları koruyan 1500 görevlimiz bulunmaktadır. Bu sorunu sürekli Sayın Solana ile tartışıyoruz ve o da bizim durumumuzu biliyor. Biz bu yönde daha fazla çalışma yapmaya hazırız.

Lakin, aynı zamanda ne oluyor? Bu sırada, sözüm ona esnek her birinde beş bin asker bulan cephe hattı Amerika üsleri oluşturuluyor. Sonuçta da NATO ön cephe güçlerini bizim sınırlarımıza yerleştiriyor, ve biz antlaşmanın yükümlülüklerini harfiyen yerine getirmeye devam ediyor, bu hareketlere tepkisiz kalıyoruz.

Bence, NATO’ nun genişlemesinin İttifakın kendi modernizasyonu veya Avrupa’da güvenliğin sağlanması ile hiçbir ilgisi olmadığı gayet açık. Tam aksine Müşterek güvenin seviyesini düşüren ciddi bir provokasyonu temsil etmektedir. Ve şu soruları sorma hakkımız var; bu genişleme kime karşı? Ve Varşova Paktı’ nın sona ermesinden sonra oluşturulan batılı ortaklarımızın sözüne ne oldu? O demeçler bugün nerde? Kimse onları hatırlamıyor bile. Ama ben bu topluluğa söylenenleri hatırlatıyorum. NATO Genel Sekreteri Sayın Woerner’ in 17 Mayıs 1990 tarihinde Brüksel’ de yaptığı konuşmasından alıntı yapmak istiyorum. O tarihte dedi ki; “ Almanya’nın dışına bir NATO ordusu yerleştirmemeye hazır olduğumuz gerçeği Sovyetler Birliği’ ne kesin bir güvenlik garantisi verir”. Bu garantiler nerede?

Berlin Duvarı’ nın taşları ve betonarme blokları çoktan hediyelik eşya olarak dağıtıldı. Ama unutmamalıyız ki Berlin Duvarı’nın çöküşü demokrasi, özgürlük, açıklık ve büyük Avrupa ailesinin tüm fertleriyle kalıcı ortaklık adına yapılan; “bizim halkımız tarafından da yapılmış” , tarihi bir tercihtir.

Ve şimdi bize yeni ayırma çizgileri, duvarlar empoze ediyorlar- bu duvarlar sanal olabilir ama bölüyorlar, kıtamızı parçalıyorlar. Ve bu yeni duvarı sökmek ve yıkmak için bir kez daha yıllar ve on yıllar ; ve de bir çok siyasi jenerasyon edinmemiz mümkün mü?

Sevgili Bayanlar ve Baylar,

Biz kesinlikle silahsızlanma rejimin güçlendirme taraftarıyız. Şu anki uluslar arası yasal prensipler barış amaçlı nükleer yakıtı üretme teknolojilerini geliştirmemize müsaade ediyor. Ve birçok ülke enerji özgürlüğünün temelini oluşturmak için birçok geçerli sebebe dayanarak kendi nükleer enerjisini üretmek istiyor. Ama bu teknolojilerin anında nükleer silahlara dönüştürülebildiğini de biliyoruz.

Bu durum ciddi uluslar arası gerginliklere neden olur. İran’ın nükleer programı da bu duruma somut bir örnektir. Ve uluslar arası toplum bu duruma geçerli bir çözüm bulmazsa dünya buna benzer istikrarsızlaştırıcı krizlerin acısını çekmeye devam eder; çünkü İran’dan daha önde ülkeler var. Bunu hepimiz biliyoruz. Biz kitle imha silahlarının çoğalma tehdidiyle sürekli savaşacağız.

Geçtiğimiz yıl Rusya, uranyumu zenginleştirmek için uluslar arası merkezler kurmanın ilk adımını sundu. Biz bu tip merkezlerin sadece Rusya’da değil, sivil nükleer enerjinin yasal esas olduğu diğer ülkelerde de bulunması olasılığına açığız. Nükleer Enerjisini geliştirmek isteyen ülkeler bu merkezlerden yakıt üreteceklerini garanti edebilirler. VE tabi ki bu merkezler katı Uluslar arası Atom Enerjisi Kurumu (IAEA) denetimi altında işler.

Amerikan başkanı George W. Bush’ un attığı son adımlar Rusya’nın önergelerine benzerlik gösteriyor. Bence Rusya ve ABD nesnel ve eşit bir şekilde kitle imha silahlarının ve bunların geliştirilmesinin yaygınlaşması rejimini güçlendirmekle ilgileniyor. Yaygınlaşmada yeni ve daha katı ölçüler geliştirmede lider rolünü nükleer ve füze kapasitelerinde öncü olan bizler üslenmeliyiz. Rusya böyle bir görev için hazırdır. Bizler Amerikalı arkadaşlarımızla görüme sürecindeyiz.

Genel olarak, kendi nükleer yakıt döngüsündeki kapasitelerini kurmanın ülkelerin kendi işi olmayacağı, ama yine de kendi nükleer enerjilerini geliştirme ve enerji kapasitelerini güçlendirme fırsatlarının olduğu bütün bir siyasi motivasyon ve ekonomik uyarıcı sistemini kurmak hakkında konuşmalıyız.

Buna bağlı olarak, Uluslar arası Enerji Ortaklığından biraz daha detaylı bahsedeyim. Sayın Federal Almanya Şansölyesi da bu konuya kısaca değindi. Rusya, enerji sektöründe herkes için geçerli standart Pazar prensipleri ve saydam şartlar oluşturmaya çalışmaktadır. Enerji ücretlerinin siyasi spekülasyonlar ve ekonomik baskı veya şantajla değil de Pazar tarafından belirlenmesi gerektiği gayet açıktır.

Biz ortaklığa açığız. Yabancı şirketler tüm büyük enerji projelerimize dahil olmaktadır. Farklı kaynaklardan alınan verilere göre; Rusya’da petrol çıkarma işinin %26’ lara varan kısmı, lütfen bir düşünün, yabancı sermayeye aittir. Örnek verin, bana Rusya’nın batılı ülkelerin kilit ekonomik sektörlerine dahil olmasına örnek verin. Bu tür örnekler bulamazsınız.

Rusya’ daki yabancı yatırımlarla Rusya’nın diğer ülkelerdeki yatırımlarının oranını da hatırlatmak istiyorum. Bu oran neredeyse elliye birdir. Ve burada Rusya ekonomisinin sağlamlığına ve açıklığına açık bir örnek görüyorsunuz.

Ekonomik güvenlik, herkesin ortak kurallara bağlı kalacağı sektördür. Biz buna adil bir şekilde katılmaya hazırız.

Bu yüzden Rusya Ekonomisinde daha da çok fırsatlar ortaya çıkıyor. Uzmanlar ve batılı ortaklarımız bu değişimleri değerlendirmektedir. Rusya’ nın OECD’ deki kredi puanının artması ve dördüncü gruptan üçüncü gruba yükselmesi gibi...Ve bugün Münih’ te bu konferansı Alman dostlarımızın yukarıdaki konuda yardımlarına bir teşekkür olarak kullanıyorum.

Dahası, bildiğiniz gibi, Rusya’ nın Dünya Ticaret Örgütü (WTO) ‘ne katılma süreci son aşamaya gelmiş bulunmaktadır. Uzun süredir konuşmanın özgürlüğü hakkında kelimeler, bağımsız ticaret, ve eşit haklar, bazı sebeplerden dolayı Rusya pazarıyla ilgili olarak çeşitli konuşmalar duymakta olduğumuzu belirtmek isterim.

Ve doğrudan küresel güvenliği etkileyecek önemli bir konu daha var. Bugün birçok kişi yoksulluk hakkında konuşuyor. Bu kürede aslında ne oluyor? Bir yandan dünyanın en fakir ülkelerine yardım amaçlı programlar için parasal kaynaklar ayrılıyor, hatta bazen çok büyük kaynaklar ayrılıyor. Ama dürüst olmak gerekirse, çoğumuz biliyoruz ki bu yardımlar yardımı yapan ülkenin şirketlerinin de aynı zamanda büyümesiyle ilişkileniyor. Ve öte yandan, gelişmiş ülkeler aynı zamanda tarımsal sübvansiyonlarını muhafaza etmekte ve bazı ülkelerin ileri teknoloji ürünlere ulaşmasına limit koymaktadır.

Ve bu durumları bir yandan hayır yardımlarına dağıtım yapmak, diğer yandan ise sadece ekonomik gerilemeyi önlemek değil, bundan kar da elde etmek olarak nitelendirebiliriz. Sorunlu bölgelerdeki artan sosyal gerginlik köktencilik, marjinallikle sonuçlanır; terörizmi ve yerel çatışmaları besler. Ve bütün bunlar diyelim ki Orta Doğu gibi dünyanın genelinin adil davranmadığı bir bölgede olursa, küresel istikrarsızlaşma riski vardır.

Dünyanın önde gelen ülkelerinin bu tehdidi görmesi gerektiği gayet açıktır. Ve bu yüzden küresel ekonomik ilişkilerde herkese gelişme şansı ve olasılığı veren daha demokratik, daha adil bir sistem geliştirmeleri gerekir.

Sevgili Bayanlar ve Baylar, Güvenlik Politikası üzerine Konferansta konuşurken Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (OSCE)’ nın aktivitelerinden bahsetmemek imkansızdır. Bilindiği üzere, bu örgüt güvenliğin tüm yönlerini: askeri, siyasi, ekonomik, insani yönlerini ve genelde de bu yönlerin birbiriyle ilişkilerini test etmek (bunun üzerinde durayım) amacıyla kurulmuştur.

Bugün olan neyi görüyoruz? Bu dengenin açıkça talan edildiğini görüyoruz. İnsanlar AGİT ‘i (OSCE) bir tek veya bir grup ülkenin siyasi çıkarlarını arttıran basit bir araç haline getirmeye çalışıyor. Ve bu görev AGİT’in (OSCE) ülke kurucularının kesinlikle hiçbir şekilde alakası olmadığı bürokratik sistemiyle gerçekleştiriliyor. Karar verme prosedürleri ve sivil toplum kuruluşları denilen kurumların dahil olması bu göreve hizmet etmektedir. Bu kuruluşlar yasal olarak bağımsızdır fakat belirli amaçlarla finanse edilmekte ve dolayısıyla kontrol altında tutulmaktadır.

Kurulma belgelerine göre, insani yönüyle AGİT (OSCE) talep edilmesi halinde üye ülkelere uluslar arası insan hakları konusunda asistanlık yapmak için tasarlanmıştır. Bu önemli bir görevdir. Biz bunu destekliyoruz. Ama bu diğer ülkelerin iç işlerine karışma , daha da önemlisi ülkelerin nasıl yaşayacağını ve gelişeceğini belirleyen bir rejim empoze etme anlamına gelmez.

Bu tür müdahalelerin demokratik ülkelerin gelişmesine katkı sağlamadığı gayet açıktır. Tam tersine, bunlar o ülkeleri bağımlı ve sonuç olarak da politik ve ekonomik olarak istikrarsız hale gelmesini sağlar.

AGİT’ in (OSCE) ilk görevleri ve egemen ülkelerle saygı, güven ve saydamlık üzerine kurulan ilişkileri ile yönetilmesini umuyoruz.

Sevgili bayanlar ve baylar!

Sonuç olarak şunları belirtmek istiyorum. Bizler- kişisel olarak ben- çok sık olarak ortaklarımızdan, Avrupalı ortaklarımızdan Rusya’ nın dünya meselelerinde daha aktif rol alması gerektiği yönünde öneriler alıyorum.

Bununla ilgili olarak küçük bir hatırlatma yapayım. Bizi bu yönde teşvik etmenize pek de gerek yok. Rusya bin yılı aşkın tarihe sahip bir ülkedir ve her zaman bağımsız bir dış politika izlemiştir.

Bu geleneği bugün değiştirmeyeceğiz. Aynı zamanda, dünyanın nasıl bir değişim geçirdiğini çok iyi biliyoruz ve elimizdeki fırsatları ve potansiyeli gerçekçi bir şekilde değerlendiriyoruz. Fakat elbette sadece küçük bir grup için değil tüm dünya için güvenlik ve refahı sağlayacak adil ve demokratik bir dünya düzenini oluşturmada birlikte çalışabileceğimiz sorumlu ve bağımsız ortaklarla işbirliği yapmayı bizler de arzu ederiz.


www.tsk.mil.tr

TSK ABD'ye Karşı Cephe Alan Putinin Mesajını Yayınlarak ABD'ye Karşı Bir Tutum Sergilemiştir.Bu Davranışından,Tutumundan Dolayı Sayın Büyükanıt Paşamıza Saygılarımızı Sunuyoruz...

putinin konuşmasi :http://www.tsk.mil.tr/diger_konular/putin_konusma.htm

(Ç)alinti
K
18 yıl
COD 2 KLAVYE SORUNU , LÜTFEN BAKIN :(
klavyem takır tıkır çalışıyr hiç bir sorunu yok fakat cod 2 ye giriyorum bir yazi yazcam bir tuşa 10 saat basmam gerekiyor mesela merhaba yazcam böle yazabilyiorum anca mmmmmmmeeeeeeeeerrrrrrrrrrrrrrrrrrrrhhhhhhaaaaabbbbbbbbbaaaaaaaaaa çok gıcık bişey bu, kendi kendine oldu 1 hafta önce normal yazabiliyordum klavye ayarlarina baktım ama herşey normal ne olduda böle oldu bu yav

yardim edenlere teşekkürler
K
18 yıl
DÜNYANIN EN HIZLI ARABASI
< Resime gitmek için tıklayın >

video:http://www.youtube.com/watch?v=Pkk_BhoNpy8

Her yıl sayılı üretilen Bugatti’nin Veyron 16.4 modeli bir otoyolda saatte 407 km hız yaparak seri üretim arabalar arasında hız rekorunu ele geçirdi.


Dünyanın en pahallı otomobillerinden olan Bugatti Veyron Berlin’de özel bir otoyolda saatte 407 km hız yaparak seri üretim arabalar arasında hız rekorunu ele geçirdi.

Formula 1 araçlarından daha hızlı gidebilen Veyron aynı zamanda fabrika çıkışı 1001 beygirle dünyanın en fazla motor gücüne sahip aracı. 1 milyon Euro ile de dünyanın en pahallı otomobilleri klasmanında tepede yer alan araç ilk kez Ekim 2005’te Tokyo araba fuarında tanıtılmıştı. 0’dan 250 kilometreye kısa sürede çıkmak için 270 beygir gücü kullanan Veyron, 250 km’den 407 km’ye çıkmak içinse 730 ekstra beygir gücü kullanıyor.
Veyron’un 1001 beygir gücünde olmasının tek sebebi de zaten bu aradaki fark. 7 vites, 16 silindir ve 4 turbo bulunan aracın ısısı ancak 10 radyatörle sabit tutulabiliyor. Milanolu bir İtalyan olan Ettore Bugatti tarafından 1910 yılında kurulan Bugatti firmasının marka ve isim hakkı 1998 yılında Volkswagen tarafından satın alındı.




O tarihe kadar sadece belirli kişilerin satın almasına izin verilen el yapımı Bugattiler seri üretimle birlikte daha popüler hale geldi. İngiltere’de izlenme oranı oldukça yüksek olan bir otomobil programında test sürüşüne çıkarılan aracı kullanan İngiliz sunucu son süratle gidildiği takdirde 50 dakika sonra lastiklerinin bitme noktasına geleceğini ancak bu olmadan çok önce benzinin bitmiş olacağını belirterek şunları söyledi: "Michael Schumacher’ın neden işi bıraktığını anladım. Çünkü benden daha yavaş"

İHA
K
18 yıl
HANGİ TRAŞ MAKİNASI
yeni bir traş makinesi alacam şöyle cildi tahris etmeyen cillop gibi yapan bişey lazim fiyati maks 350-400 olabilir filipis amcadan düşünüyorum kuulsikin , siz ne önerirsiniz

birde tv de reklamlarda çıkıyor 50 ytl olan onu bilen varmi

Teşekkürler şimdiden
K
18 yıl
caponların drift anlayışı oha.gif
K
18 yıl
Diyarbakır\u0027da mayın patladı 3 şehit
iyarbakır'ın Dicle ilçesinde, mayın patlaması sonucu 3 asker şehit oldu, 2 asker de yaralandı.

Dicle ilçesi Kurşunlu köyü yakınlarında askeri bir araç, daha önce yola teröristlerce döşenen mayına çarptı.

Patlamada, 3 askerin şehit olduğu, 2 askerin de yaralandığı bildirildi.

http://www.internethaber.com/news_detail.php?id=75642
K
18 yıl
Bunları Biliyormuydunuz?
BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ!


1) 1929 - 1939 yılları arasındaki on yılda dünya sanayi üretimi %19 artarken, Türkiye'de sanayi üretimi artışının %96'yı bulduğunu, Sovyetler Birliği ve Japonya dışında hiçbir ülkede, bu alanda Türkiye'den daha hızlı bir büyüme sağlayamadığını...

(Porf. Dr. Suna Kili , Atatürk Devrimi - Bir Çağdaşlaşma Modeli, S. 263 - 264.)

2) Hitler dönemi Almanya ve Avusturya'sını terkeden 142 bilim adamının Batı'nın gelişmiş ve varlıklı ülkeleri dururken, Türkiye'ye gelmeyi tercih ettiklerini...


3) Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra - resmi ya da özel -hiçbir dış geziye çıkmadığı halde, dünyanın birçok önde gelen devlet adamının, yoksul ve geri kalmış bir ülkenin devlet başkanını ziyaret etmek için adeta sıraya girdiklerini...


4) 1920'lerde "eski dünya"da Avrupalı olmayan ve bağımsız kalabilmiş sadece dört ülke bulunduğunu. Ama Türkiye dışında kalan Çin, Habeşistan (Etiyopya) ve İran'ın zamanla istilaya uğradığını. Mussolini'nin bir demeci, bu ortamda Türkiye'de tedirginlik yaratmıştı. Bunun üzerine Mussolini'nin, Türk Büyükelçisi'ne hemen şu mesajı vermek gereğini duyduğunu: Türkiye bu kapsamın dışındadır. Çünkü bir Avrupa ülkesidir." dediğini....( 60 yıl öncesinin faşist İtalyan diktatörünün bile bu düzeltmeyi yapmak gereğini duyduğu koşullarda, acaba niçin bugünkünden daha Avrupalı sayılıyordu?..Çok ilginç değil mi?)


5) Atatürk'ün doğumunun 100. yılında, UNESCO'nun 156 ülkenin ortak imzasıyla aldığı kararda O'nun için: "Uluslararası anlayış ve barış yolunda çaba harcamış üstün bir kişi, olağanüstü bir devrimci, sömürgecilik ve emperyalizme karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, insanlar arasında hiçbir renk, din, ırk ayırımı gözetmeyen eşsiz devlet adamı" dediğini...


6) Cumhurbaşkanı Mareşal Gazi Mustafa Kemal'in, milletvekili adayı olarak seçime katılabilmek için, "mareşal" sıfatıyla ordudan emekliliğini istediğini, fakat emekli olabilmesi için "Türkiye Cumhurbaşkanı" sıfatıyla, kendi emeklilik kararnamesini imzaladığını...


7) Şubat 1920'de, müttefikler arası Londra toplantısında, Lord Curzon'un; "Ermenistan mandası altında bir Lazistan kurulmasını..." önerdiğini....


8) Ocak 1993'te katledilen Uğur Mumcu'nun, Muammer Aksoy cinayeti ile ilgili olarak "Ey devletin etkili ve yetkilileri, bu konuyu bir değil, bin kez düşünün. İş işten geçtikten sonra pişmanlığın hiçkimseye yararı olmaz. Başta sizlere!" dediğini...


9) Dünya Bankası Başkanı Eugene R. Blok'un ( Aynı görevini sürdürüp sürdürmediğini bilmiyorum) "Bizim dış ülkeler yardım programımız, Amerikan özel teşebbüslerinin yararınadır..." dediğini...


10) Döneminin ABD Dışişleri Bakanı Yardımcısı Richard BURT'un, M. Ali Birand ile yaptığı bir söyleşide "Bir tek Amerikan askerini Türkiye'de tutmak bize yılda 90 bin dolara mal oluyor. Oysa bir Türk askerinin Türk Hükümeti'ne maliyeti yılda 6 bin dolar..." dediğini...


11) Sisav'ın 1982'de düzenlediği "1980'lerde NATO" konulu bir toplantıda konuşan, ABD'li ünlü stratejist Prof. Wohlstetter'in "Türkiye'yi Türklere bayıldığımız için değil, son tahlilde Batı'nın petrolünü koruduğu için güçlendirmeliyiz..." dediğini...


12) Kimyasal veya biyolojik silahlarla yapılacak bir savaşta, gazmaskesi olmadığı için Türkiye'de hiçkimsenin sağ kalamayacağını...


13) Orhan Pamuk'un "Yeni Hayat" adlı romanında "Sonra kasaba alanında bir dolanır, Atatürk heykeline sıçan güvercinleri ayıplar." Ayrıca, "...Duvardaki çerçeveli fotoğrafından, Atatürk kendini içkiye vermiş meyhane kalabalığına, cumhuriyeti emanet etmiş olmanın güveniyle gülümsüyordu." Ayrıca "...Atatürk'ün leblebi zevkinin ülkemiz için ne büyük felaket olduğunu..." dediğini...


14) Osmanlı İmparatorluğu'nun altıyüz yıllık tarihinde 215 sadrazamdan; 111'inin Türk, 33'ünün Arnavut, 24'ünün Çerkez, 20'sinin Slav, 5'inin Rum, 3'ünün Arap, 2'sinin Latin, 2'sinin Ermeni, 15'inin ise devşirme olmakla birlikte soyunun bilinmediğini...


15) Kopernik güneş sistemini 1543'te ispatladığı halde, Osmanlı İmparatorluğu'nun 1800'lerde bile "Dünya merkezli güneş sistemi"ni okuttuğunu...


16) Bilimsel araştırmaları yobazların tepkisini çekip ölümle tehdit edilen İbni Sina'nın: "Genişlemesine kısa bir hayatı, uzunlamasına dar bir hayata tercih ederim" dediğini...


17) 3500 yıllık yazılı tarihin, sadece 270 yılında barış olduğunu...


18) Çanakkale Savaşları'nda metrekareye 6000'den fazla merminin isabet ettiğini...


19) Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk kâğıt paralarının 50 TL ve 100 TL olduğunu...


20) İlk Büyük Millet Meclisi açıldığında, Meclis'te yer alan meslek gruplarının dağılımının; Tüccar (40), Çiftçi (32), Gazeteci (11), Memur (44), Müftü (14), Müderris (13), Şeyh (10), Aşiret Reisi (5) ve İşçi (1) Milletvekili olduğunu...

(Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 15 Kasım 1970)


21) 2. Dünya Savaşı'nın başlarında, Vatan Gazetesi'nde Hitler'i alaya alan bir karikatür yayınlandığı için, Vatan Gazatesi'nin 60 gün süre ile kapatıldığını...


22) Atatürk'ün, son günlerinde, Ali Fuat Paşa'yı birkaç defa arattığını ve bazı şeyler söyleyeceğini haber almasına rağmen, Atatürk'ün yanına her gidişinde kendisinin Atatürk'ü görmesine imkan verilmemiştir. Bu durumdan siyasi hatıralarında bahsederken "Buna muhalefet edenlere lanet" sözleri ile bittiğini...

(Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam III, S. 564.)


23) Avrupa'da ilk defa bir caddeye "Atatürk" adı verildiğini... ve bu caddenin de Belçika'nın Vise kentine bağlı - Türklerin yoğun şekilde bulunduğu - Cheratte(?) kasabasının en büyük caddelerinden birinin adını "Atatürk Caddesi (Avenue Atatürk)" olarak değiştirdiğini...
(19.05.2002 tarihli Posta Gazetesi)


24) Rockefeller'ın Eisenhower'a yazdığı bir mektupta, "Türkiye'nin gelişmesi, onun bağımsızlık eğilimini artırır." dediğini..

(Oltadaki Balık Türkiye, M. Emin Değer, S. 100, 3.Basım)


25) Hammadde kaynaklarını denetleme, yeni pazarlar, az gelişmiş ülkelerin özel girişimleriyle (komprador burjuvazi) işbirliği yapılarak sağlanır.

"Büyük emperyalist tekeller, geri kalmış ülkeleri hafif sanayiye yöneltmek yoluyla da (Thornburg, 1948 tarihli raporunda Karabük Demir Çelik Fabrikaları'nın, Kırıkkale Silah Fabrikaları'nın tasfiyesini öneriyor ve Türkiye'nin tarım ve hafif sanayi ile kalkınacağını belirtiyordu / notumuz) yeni sömürüye girişmişler ve yerli kompradorlarla sömürü ortaklıklarını kurmuşlardır...

(Oltadaki Balık Türkiye, M. Emin Değer, S. 39, 3.Basım - Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Sözlüğü, Cilt:7, S.298)


26) Prof. Dr. Eliot Cohen (ABD Donanma Akademisi Stratejisi Öğretmeni - 1986)'in ; "Özellikle Doğu Türkiye'nin önemi arttı. Çünkü ittifak içinde insan fazlası olan tek ülke Türkiye. Cepheye birbiri ardından dizi dizi insan sürülebilir, Avrupalılar bunu yapmakta Kore Savaşı'ndan bu yana isteksiz. Doğu Türkiye'de yapılmasına başlanan yeni üsler de, bu bağlamda çok önem taşıyacak. Bu üsler her ne kadar kağıt üzerinde Basra Körfezi ile irtibatlandırılmıyorsa da müstakbel bir kriz anında büyük hizmetleri geçecek." dediğini...

(Oltadaki Balık Türkiye, M. Emin Değer, S. 60, 3.Basım)


27) NATO Eski Genel Sekreteri Peter Carrington'ın, "Türkiye'nin batı komşularıyla olduğu gibi, diğer Ortadoğu ülkeleriyle de özel ilişkileri ve bağları vardır. Düşman Türkiye ya da tarafsız bir Türkiye, savunma durumumuzu da gerçekten büyük zorluklara iter, stratejimizin inandırıcılığını zayıflatırdı." dediğini...
(Oltadaki Balık Türkiye, M. Emin Değer, S. 94, 3.Basım)


28) Richard Padol adlı bir AID uzmanı, Türkiye'de , bürokrasimizle ilgili olarak rapor hazırlamış ve bu raporu ABD'ye sunmuştur. Şu cümleler rapordan alınmıştır:

"Yirmi yıldan fazla bir zamandır Türkiye'de faaliyette bulunan Amerikan yardım programı bir zamandan beri meyvelerini vermeye başlamıştır. Önemli mevkilerde Amerikan eğitimi görmüş bir Türk'ün bulunmadığı bir Bakanlık ya da bir İktisadi Kamu Kuruluşu hemem hemen kalmamıştır. Bu kimseler halen bulundukları örgütte "ilerici güç" niteliğini taşımaktadır. Genel müdür ve müsteşarlık mevkilerinden daha büyük görevlere kısa zamanda geçmeleri beklenir. AID bütün gayretleri bu gruba yöneltilmelidir.

Geniş ölçüde Türk idarecilerini indoktrine etmek gerekir. Burada özellikle orta kademe yöneticiler üzerinde durmak yerindedir. Amaç, bunlara yeni davranışlar kazandırmaktır. Bu grubun yakın gelecekte yüksek sorumluluklar mevkilerine geçecekleri düşünülürse, bütün gayretlerin bu kimseler üzerinde toplanması mantık açısından doğrudur."

(Raporun geniş bir özeti, 17-19 Ağustos 1975 tarihlerinde Cumhuriyet Gazetesi'nde Yalçın Doğan tarafından verilmiştir.)

(Oltadaki Balık Türkiye, M. Emin Değer, S. 111, 3.Basım)


29) (Amerikan Yardımı hakkında)... bizimle yapılan 12 Temmuz 1947 Antlaşmas'nın 3. Maddesi 2. fıkrasi hükmüne göre:
"Türkiye hükümeti, bu yardımın amacı, kaynağı, mahiyeti, genişliği, miktarı ve işleyişi hakkında Türkiye'de tam ve devamlı yayın yapacaktır." denildiğini...

(Oltadaki Balık Türkiye, M. Emin Değer, S. 139, 3.Basım)


30) (ABD'nin Türkiye ve Yunanistan'a Yardım Hakkında Kongre Kanunu, Ekler Bölümü, 1.) ABD'nin Türkiye'ye neden ve nasıl yardım ettiğini belgeleyen yasa şu sözlerle başlar:

"Madem ki Türk ve Yunan Hükümetleri, Birleşik Devletler Hükümeti'nden, milli bütünlüklerini ve hür milletler olarak mevcudiyetlerini idame ettirebilmek için, gerekli malî ve diğer yardımları acil olarak talep etmişlerdir." denildiğini...

(Oltadaki Balık Türkiye, M. Emin Değer, S. 165, 3.Basım


DH Mobil uygulaması ile devam edin. Mobil tarayıcınız ile mümkün olanların yanı sıra, birçok yeni ve faydalı özelliğe erişin. Gizle ve güncelleme çıkana kadar tekrar gösterme.