DonanımHaber Mini sürüm 2 Ocak 2026 tarihi itibariyle kullanımdan kalkacaktır. Bunun yerine daha hızlı bir deneyim için DH Android veya DH iOS uygulamalarını kullanabilirsiniz.
O

Yüzbaşı
14 Ağustos 2014
Tarihinde Katıldı
Takip Ettikleri
3 üye
359113 Gün Cezalı
355801 gün 23 s. 29 dk.
Gönderiler Hakkında
O
10 yıl
LOGO TASARIMI NEDİR, NASIL OLMALIDIR?
Logo Tasarımında 4 Önemli Kriter

Logonuz, imajınızı etkili bir şekilde yansıtacak ve sizinle ilgili ilk intibayı oluşturacak en önemli görsel sembollerinizden biridir. Taşıdığı değerler itibariyle güçlü ama algılanma olarak son derece sade olması tercih edilir. Böylelikle hatırda kalması daha kolay olur.

Kurumsal bir logo oluştururken, tasarım süreciyle ilgili 4 önemli kriterden bahsedebiliriz:

1- Renk:
David Airey “What Makes a Great Logo” makalesinde başarılı bir logo çalışmasıyla ilgili 4 kritik özellikten bahseder: Tanımlanabilir, Hatırlanabilir, Renksiz haliyle de güçlü etkisi olan ve Küçültülebilir (gerekirse küçük simge halinde kullanıldığında da güçlü etkisini sürdüren). Bu yüzden David logo tasarımına öncelikle siyah-beyaz olarak başlanması gerektiğini savunuyor. Hatta pekçok yerde (fotokopi,faks vs) logonuz zaten siyah beyaz olarak temsil ediliyor olacağı için, renksizken de güçlü etkisi olan bir logomuz olmalı.

Peki logomuzu renklendirme aşamasında ne yapacağız? Bunun için önce bazı renklerin anlamları ve temsil ettiği değerlere bir bakalım:

Kırmızı: enerji, güç, savaş, kan
Turuncu: coşku, yaratıcılık
Sarı: güneş, mutluluk
Mavi: derinlik, güven, sadakat
Yeşil: büyüme, uyum, tazelik
Mor: saltanat, lüks
Siyah: güç, şıklık, ölüm
Beyaz: iyilik, masumiyet, ışık
Diğer renklerle ilgili tanımlara buradan ulaşabilirsiniz. (İngilizce)

2- Font:
Markayı ister logotype içerisinde grafik olarak kullanıyor olun, ister grafik sembolün altına ayrıca belirtiyor olun, buradaki 3 noktaya dikkat etmeniz gerekiyor:

• Kullanılacak tüm boyutlarda okunabiliyor olmalı
• Marka ruhunu yansıtıyor olmalı (resmi, sportif, trendy vs)
• Tasarımla bütünleşmiş olmalı

3- Stil:
Eğer logonuz daha geleneksel ve resmi bir işi temsil edecekse, örneğin bir hukuk ya da muhasebe firması, bu durumda harflerin üzerinde yarış yapan kayakçılar gibi bir animasyon kullanmanız pek de akıllıca olmayacaktır.

Aslında aynı sektördeki diğer örnek çalışmaları inceleyerek başlamakta fayda var. Fakat tabii ki ayrışmasını istediğiniz bir logo için farklılık yaratacak unsurlar da eklemeniz gerekiyor.
Ayrıca logoyu kullanacağınız yerleri (kartvizit, antet, ürün etiketleri, tabela vs) baştan düşünerek, yatay ve dikey boyutlara da dikkat etmek gerekiyor. Çok geniş ya da çok yüksek bir logo, pratikte başınızı ağrıtacaktır.

4- Grafik İmaj:
Markayı temsil edecek grafik çalışmaya gelince KISS kuralını da atlamamak lazım (Keep It Simple Stupid). Bazı durumlarda ise grafik imaj kullanmak yerine, markanın stilize edilerek yazılması şeklinde de bir logo oluşturulabilir.

Fakat belirli bir uzaklıktan bile grafik çalışmanın algınabilmesini sağlamak tutmak lazım.
Tüm bunlarla birlikte unutulmaması gereken bir husus da, logonuz farklı uygulamalarda deforme edilmeden kullanılmalı. Örneğin promosyon olarak dağıtacağınız tişörtler üzerinde nakış olarak işleyeceğiniz zaman, çok ince detaylara sahip bir logo işinizi zorlaştıracaktır. Ayrıca web ya da ekran üzerinde göreceğiniz renklerle, baskılı malzemelerde göreceğiniz renkler arasında fark olmaması için, tasarım aşamasında referans renk kodları (pantone vs) kullanmakta ve farklı basılı materyaller üzerinde test etmekte fayda var.
(alıntı)

• Görünürde kolay, görünürde basit olanın içinde ne kadar çok düşünce yattığını bilmek,
http://elmaaltshift.blogspot.com.tr/2005/11/bir-neo-modernist-manifesto.html

An effective logo is (in no particular order):
Simple
Memorable
Timeless
Versatile
Appropriate

http://justcreative.com/2009/07/27/what-makes-a-good-logo/

Günümüzde ürün veya hizmet üreten kuruluşlara kimlik oluşturan, sözcük özelliği göstermeyen, soyut ya da nesnel görüntülerle oluşturulan logolar, firma ya da ürüne kişilik kazandırır ve benzerleri arasında fark edilmesini sağlar. Logonun görevi, olabilecek en basit şekilde işaret etmek ve göstermektir.
Paul Rand’a göre etkili bir logonun; farklı, görünebilir, kullanışlı, ezberlenebilir, evrensel, kalıcı ve yıllar boyunca geçerli olması gerekir.

Genel inancın aksine logolar tanımlama araçlarıdır, iletişim değil. Bu doğrultuda bir logonun mutlaka bir şey söylemesi şart değildir. İyi bir logo kolay algılanabilmeli ve estetik bütünlüğe sahip olmalıdır. Logolar anlamlarını temsil ettiği şeyin kalitesinden alır. Eğer bir kurum ikinci sınıfsa logosu da eninde sonunda aynı gözle görülmektedir.

http://markam.com.tr/blog.html?durum=detay&icr=317

Daha önce bu sütunlarda yazmıştım: Bir şeyin, mesela “elma”nın dört farklı varoluş düzeyinden söz edilebilir. O şeyin, (1) gerçeklikteki (nesnel) varlığı, (2) zihindeki varlığı, (3) sözdeki varlığı ve (4) yazıdaki varlığı... Nesnel gerçeklikteki “elma”, bildiğimiz “elma”dır. Zihindeki “elma”, “elma” kavramıdır; gerçeklikteki “elma”nın zihindeki tasarımı, tasavvurudur. Sözdeki “elma” ise, “e-l-m-a” seslerinin bu sıralamayla oluşmuş ses kombinasyonudur. Yazıdaki “elma” da, “e-l-m-a” harflerinin bu sıralamayla yanyana getirilmesiyle oluşmuş tipografik formdur. Yazı söze, söz zihindeki anlama, yani kavrama yöneltir. Kavram ise nesnel gerçeklikteki varlığa...

İşte logo, “şey”in varoluş düzeylerinden biridir, o “şey”in yazıdaki varlığıdır. Tabii yazı, çeşitli toplulukların kullandıkları alfabelerle kısıtlı bir olgudur. Marka ismini, belirlenen alfabeyle, sadece bir yazı karakteri tercihinde bulunarak dümdüz yazmak da ortaya bir logo çıkarır. Tipografik müdahaleler ise hem daha da özgünleşmek hem de alfabenin sınırlayıcılığını aşmak için gösterilen çabayı ifade eder. Logonun yanına bir amblem tasarlamak, aynı zamanda alfabeler üstü evrensel bir kodlama ihtiyacına cevap verir.

http://selimtuncer.blogspot.com.tr/2009/08/bir-cinayetin-azmettiricisi-olmamak.html

Peki, acaba öyle midir? Bence simge değeri olan grafik unsurlar, bir markanın dünya görüşünü, değerlerini, yeteneklerini, fiziksel özelliklerini, kalitesini ve tüm kavramsal boyutunu simgelerken aynı zamanda bütün bunları bir şekilde inşa ederler. Yani bu göstergeler, gösterge olma özellikleri yanında marka içeriğinin bileşenleri arasında yer alarak bu içeriğin düzeyini belirlerler. Mesela bir logo, markayla öylesine organik bir bütünlük sergiler ki, logo tasarımındaki her türlü başarı veya başarısızlık markanın arkasındaki zihniyeti bir ayna gibi yansıtıverir. Bunu yaparken de doğal olarak marka içeriğine doğrudan dahil olmuş olur.
http://selimtuncer.blogspot.com.tr/2012/01/ekmegin-kokusu-grafik-tasarmn-bugusu.html

Bu amblem ve logoların, sanki “ilkokuldayken resmi iyi olan” kurum memurlarına yaptırılıyormuş gibi bir havaları vardır. Ve daha da vahimi, bu üretim ortamı o kadar özgür ki, ülkedeki başka hiçbir meslek erbabının bu kadar ilkesiz, kuralsız, kıstassız ve pervasızca “icra-yı faaliyet”te bulunabileceğini sanmam. Hatta “meslek”ten olmayanların da “içeri”ye sızabilecekleri ve bu kadar cüretkar olabilecekleri bir başka “disiplin” herhalde yoktur.
http://selimtuncer.blogspot.com.tr/2013/02/o-ampul-krlp-yerini-ideografik-bir.html

Her şeyden önce bir uzmanlık konusunu herkesin katıldığı ve uzman olmayanların değerlendirdiği bir yarışmaya dönüştürmek son derece yanlıştı. Daha önce benzer yarışmalarda hasbelkader jüri üyeliği yaptığım için biliyorum, beş bin başvuru arasından beş tane düzgün iş bulabilirseniz şanslısınız demektir. Bu da önemli değil, o beş tane işin yukarıda sözünü ettiğim kriterlere uygun olma ihtimali ise sıfırdır.
http://selimtuncer.blogspot.com.tr/2012/05/bana-bunun-franklin-gothicini-yapabilir.html

Dikkat edilmesi gereken en önemli konulardan bir diğeri de sunumdur. Uluslararası bir etkinlik logosunun tanıtılması gereken yer ve zaman stratejik olarak çok önemlidir. Yetkili kişiler Türkiye’nin, Olimpiyat adaylığı konusunda inandırıcı ve kararlı olduğunu göstermek istiyorsa bu tür duyurular yalnızca konu çerçevesinde düzenlenen ve uluslararası yayın kuruluşlarının da davet edildiği toplantılarda yapılmalıdır.

Bugün bir imaj çağında yaşıyoruz. Ürettiğiniz imgeler ve yarattığınız imaj ne kadar güçlü olursa o kadar ikna edici oluyorsunuz. İstanbul 2020 Olimpiyat adaylığının bir imaj yarışı olduğu unutulmamalı. İlk başlarda dikkate alınmayan küçük ayrıntıların ilerleyen aşamalarda büyük problemlere dönüşebildiğini hepimiz biliyoruz. Bu nedenle imajımızı etkileyen konulara daha çok önem vermemiz gerekiyor.

Henüz kimin tarafından tasarlandığını bilmediğimiz logonun Olimpiyat ruhunu temsil edebilecek niteliklere sahip olmadığını kolaylıkla görebiliyoruz. Bu konuda başarılı bir sonuca ulaşılması isteniyorsa İstanbul 2020 Olimpiyatları logosu deneyimli tasarımcılara emanet edilmeli ve konunun uzmanları tarafından seçilmelidir. Aksi takdirde clip-art havasındaki bir İstanbul siluetiyle tasarlanan ve üzerinde yeterince düşünülmemiş bir İstanbul 2020 Olimpiyatları logosunun yeri yalnızca turistik eşya dükkanlarında satılan ucuz ürünler olacaktır.

http://www.markam.com.tr/blog.html?durum=detay&icr=29

Sağlık Bakanlığı
Kırmızı ay-yıldızdan olayın Türkiye’de geçtiğini anlıyoruz. Tek ayak üzerinde durup bir eliyle yıldızlara uzanan turkuaz adam zeki, çevik, sağlıklı ve de üçgen vücutlu Türk insanını temsil ediyor. Ancak adamımız biraz yorgun. Çünkü daha önce yetmiş beş bine yakın logoda görev aldı.

http://arsiv.taraf.com.tr/yazilar/dr-sivilay-genc/zevkler-ve-renkler-tartisilmali-logolar-2/22609/

4. Özgür değilseniz iyi tasarım yapamazsınız. Tasarım özgürlüğü, canınızın istediği renk ve biçimleri canınızın istediği gibi yerleştirmek değildir. Tasarım çalışması zaten işin gerektirdiği yüzlerce unsurla sınırlanmıştır. Müşterinin verdiği işle ilgili bilgilerin içinde durmaktadır bu sınırlar. Ve tasarımcı, rakipleriyle aynı sınırlara uyarak, onlardan farklı bir sonuç elde etmeye çalışmaktadır. Bunların üzerine bir de siz sınırlar koyarsanız, onu çalışamaz hale getirirsiniz. Burada bilmeniz gereken şudur: Hiçbir tasarımcı, müşterisinin hayal ettiği işi yapamaz. Hayal etmek tasarımcının işidir ve o ancak kendi hayal ettiği işi yapabilir. Tasarımcıdan iyi verim almak istiyorsanız, bu koşulları hazırlamalısınız. Fazlasını değil; yeterli olduğu kadarını.
http://www.ortakpayda.com/articles.php?ID=1336

< Resime gitmek için tıklayın >

LOGO TASARIM SÜRECİ
2x2 cm boyutlarında “küçücük ve yalın” bir logoyu görür görmez, "ne lan bu, daha iyisini ben bile yaparım!" diye câhil cesaretiyle atılan tipler katlanarak çoğalmaya devam ediyorlar maalesef...
Halbuki, mesela TV kanalında günde bilmem kaç kere/kare geçen şu meşhur CNBC logosunu gözümüzün önüne getirelim:
http://cgstudionyc.com/identities/nbc
http://www.celebritygolfphotos.com/logos/nbc2012/2012_NBCSPORTS_LOGO_GUIDELINES.pdf

< Resime gitmek için tıklayın >

1- Öncelikle; düşündük, taşındık, aradık, taradık ve tavuskuşu simgesinde karar kıldık diyelim. Peki bitti mi?..
Kuşumuz ve tüyleri nasıl bir tarzda ve seviyede stilize edilmelidir?.. Mesela şöyle kaşlı-gözlü/ifadeli çizsek nasıl olur? Laubalileşir veya çocuksu görünmez mi acaba?

< Resime gitmek için tıklayın >

2- Madem her bir tüy formunu farklı bir tonla renklendirmeye karar verdik; öyleyse kaç tane tüy, hangi renk değerlerinde olmalıdır?
3- Sıcak renkler ne tarafta, soğuk renkler ne tarafta olmalıdır? Öyle ya; her bir sıcak ve soğuk rengin karşıt ton değeri hangisi olmalı ki logo "dengeli" görünebilsin?
4- Tüylerin aralıkları, "küçüldüğünde sıkışık/karışık veya büyültüldüğünde kopuk/dağınık görünmemesi" için ne kadar bırakılmalıdır?
5- Kuşumuzun gagası sağa mı, yoksa sola mı bakmalı; dikkat ne tarafa, niçin verilmelidir?
6- Hem kanalın ağırlığını taşıyabilecek, hem de ekranın köşesinde karambole gitmeyecek nasıl bir yazı karakteri seçilmeli ve çok renkli simgeyi karşılayabilmesi için de hangi renkte olmalıdır?

gibi pek çok kilit sorunun cevabını doğru vermek, dolaysıyla sayısız deneme yapmak gerekecektir. Yani hassastır, meşakkatlidir; “ince işçilik” ve zaman ister… Bu çerçevede, öyle "oldu bitti" şeklinde değil de, tedricî bir çalışma metodu takip edilmelidir. Yani parçadan bütüne, bütünden parçaya git-gellerle; her bir adımda tüm biçim, renk ve kompozisyon ilişkilerini tekrar tekrar kontrol ederek ve bütünü gözden kaçırmadan tasarımın neticelendirilmesi gerekir.

Hiçbir tasarım elemanı ham haliyle olduğu gibi bırakılmamalı; mevcut biçimler, yazı karakterleri ve espaslar gözden geçirilmeli; gerektiğinde dönüştürmeli, icabında takviye edilmelidirler. Öylece kalakalmış, araya sıkışmış, karambole gitmiş, bütüne bağlanmamış ve hiyerarşiye girmemiş hiçbir nokta, çizgi, kıymık vs. bulunmamalıdır.

İşte, görüldüğü gibi "iki tık tık, bi şık şık!"lık basit bir işmiş değil mi...

Bir de şunlara bakalım:
http://siahdesign.com/archives/948

< Resime gitmek için tıklayın >

O
11 yıl
GRAFİK TASARIMCI OLMAYA DAİR.
Grafik tasarımcı olmak isteyenlerin ve sürekli benzer soruları soranların dikkatle incelemesinde çok fayda var.

TASARIM NEDİR?
Farklı niteliklerdeki bileşenlerin birbirleri arasında; biçim, renk ve üslub ilişkileri kurarak; uyumlu, anlamlı, işlevsel ve güzel görünen bir bütün hale getirilmesine tasarım denir.

GRAFİK TASARIM NEDİR?
“Bir defa görmek, bin defa duymaktan daha kıymetlidir.”
(Çin Atasözü)
“Bir resim bin kelimeye bedeldir.”
(Napoleon Bonaparte)

Gözümüz, doğrudan ve en çabuk algılayabilen duyu organımızdır diyebiliriz; sağır, hattâ akılsız bile gördüğünü bir şekilde kavrar ve/veya etkilenir. Bu çerçevede grafik tasarım; verili bir konuyu ve mesajı, görme duyusunun algılama yeteneklerini dikkate alarak daha kıvrak bir şekilde muhatablara aktarma becerisi, görsel iletişim kurma ve meramını anlatma sanatıdır diyebiliriz.

Kompleks bir olgunun/mevhumun; “kör gözüne parmağım” misali değil de; bilakis, çağrışımlar, görsel îmalar, semboller, metaforlar ve alamet-i farikalar vasıtasıyla veya yerine göre göndermeler yapılarak görsel bir çerçeve içine sığdırılmasından ibarettir.

Başarılı grafik tasarım çalışmaları da ifşa değil de îma eder aslında, kinâyelidir. Hattâ grafik tasarım için görselliğin mecazı veya şiiri bile denilebilir pekâlâ. Hani bazı karikatürler için; “koca kitaplık konuyu iki çizgiyle özetledi!” denir ya, işte grafik tasarım tam olarak da budur:

http://tr.wikipedia.org/wiki/Turhan_Sel%C3%A7uk

< Resime gitmek için tıklayın >

http://adsoftheworld.com/media/print/ddb_homage_to_steve_jobs_sad_face

< Resime gitmek için tıklayın >

Videoyu izlemek için tıklayınız

Videoyu izlemek için tıklayınız

Videoyu izlemek için tıklayınız

GRAFİK TASARIMCI KİMDİR / KİM DEĞİLDİR?
Güzel sanatlar/tasarım fakültelerinden:
http://www.uzmantv.com/uzman/ressam--egitmen-gokhan-sarpkaya

veya -bulabiliyorsa- gerçek bir grafik tasarım ustasından grafik tasarım eğitimi almış ve lâyıkı ile öğrenmiş kişidir:

1971 yılında istanbul’da doğdu. ilk ve orta öğrenim döneminde resim, heykel yarışmalarında, birçok ödül aldı. lise yıllarında (1988-91) mengü ertel’in tasarım ofisinde çalışarak grafik tasarım eğitimine başladı.
https://eksisozluk.com/yetkin-basarir--2027323

Bu çerçevede grafik tasarımcı; hayalgücünü, gözünü ve bileğini, belli bir koordinasyon üzere işletebilen ve grafik tasarım prensiblerini tasarım alanında “doğru ve güzel” bir şekilde uygulayabilen; illüstrasyon, fotoğraf, doku ve tipografi gibi tasarım öğeleri arasında; doğru içerik, renk, biçim ve üslub ilişkileri kurabilen kişidir.

• Corel Draw ve Photoshop operatörü değildir.
• Web master, coder, yazılımcı ve bilgisayar mühendisi değildir (grafik bölümlerinde programlama dersleri yoktur. Bir tasarımcının, yazılım dillerini öğrenmek zorunda kalmasıyla, mesela bir daireyi grafik programlarında çizmekten vazgeçip kod yazarak oluşturmaya çalışması arasında hiçbir fark yoktur!).
• Bilgisayar teknik servis elemanı değildir.
• 3D modelleme uzmanı değildir (tabii kendi tasarlıyorsa ayrı!).
• Matbaa ustası değildir.
• Dijital baskı makineleri operatörü değildir.
• Tabelacı, montaj ve kaynak ustası değildir.
• Elektronikçi ve led tabelacı değildir.
• Metin yazarı ve dizgici değildir.
• Sekreter, muhasebeci, çaycı, ofisboy, şu, bu hiç değildir!

NEDEN?
- Çocukluğumdan beri çizmeye meraklıyımdır. Ders kitaplarımın kenarları bile eskizlerle doludur. Hatta yanımda küçük bir eskiz defteri de taşıyorum artık.
- Tasarımcı idollerim vardır. Nerede iyi bir tasarım görsem kaçırmam; hikayesini araştırır, bulur, arşivime eklerim.
- Mesela yeni araba modellerini bile tıpkı bir heykelmişcesine inceleyen biriyim eskiden biri; yüzey hareketlerini, akan çizgileri, modelin ayırt edici unsurlarını...
https://en.wikipedia.org/wiki/Piet%C3%A0_(Michelangelo)
http://www.la-pieta.org/_page_/gallery/diaporama?PHPSESSID=2ad1026b262a71d885287809f99f61a0
http://www.carstyling.ru/en/car/2000_ferrari_rossa/
- İyi sergileri de kaçırmam; bizzat gider tablolardaki renkleri dikkatle inceler, aralarındaki armoninin sebeplerini anlamaya çalışırım.

***
- Muhasebeci mi, satış elemanı mı, grafiker mi; ne olsam çok kararsızım yaa!
- Yılmazlar Ticaret'in katalogları ile Kardeşler Süpermarket'in insertlerini tasarlamak, kötü çekilmiş 528 fotoğrafın dekupeleriyle uğraşmak harbiden çok zevkli!
- Bizim amcaolu reklam ve tabela işine girip malı götürdü bilion mu!..
- Korel hocam korel!

GRAFİK TASARIM SANATININ KURALLARI VAR MIDIR?

Hiçbir şey yapmamanın bile, bir "yolu yordamı" vardır.
(Samuel Beckett)

Tasarım özgürlüğü, canınızın istediği renk ve biçimleri canınızın istediği gibi yerleştirmek değildir. Tasarım çalışması zaten işin gerektirdiği yüzlerce unsurla sınırlanmıştır. Müşterinin verdiği işle ilgili bilgilerin içinde durmaktadır bu sınırlar. Ve tasarımcı, rakipleriyle aynı sınırlara uyarak, onlardan farklı bir sonuç elde etmeye çalışmaktadır.
http://www.ortakpayda.com/articles.php?ID=1336

Her şeyden önce bir uzmanlık konusunu herkesin katıldığı ve uzman olmayanların değerlendirdiği bir yarışmaya dönüştürmek son derece yanlıştı. Daha önce benzer yarışmalarda hasbelkader jüri üyeliği yaptığım için biliyorum, beş bin başvuru arasından beş tane düzgün iş bulabilirseniz şanslısınız demektir. Bu da önemli değil, o beş tane işin yukarıda sözünü ettiğim kriterlere uygun olma ihtimali ise sıfırdır.
http://selimtuncer.blogspot.com/2012/05/bana-bunun-franklin-gothicini-yapabilir.html

Font tasarımı yapabilmek, hattâ Türkçeleştirmek için bile grafik eğitimi almak, tasarımcısı olmak gerekir. Fontun bir tasarım amacı vardır. Tasarlayacağımız fontu hangi amaçla nerede kullanacağız. Her fontun kullanım alanı farklıdır. En zoru da metinde kullanılacak olan fontların tasarımıdır.”
http://www.photoshopmagazin.com/dergi/2007/02/kaligrafiye_ve_fontlara_adanmis_bir_omur_abdullah_tasci.html

İlk iş bence, iyi temel metin dizgi kurallarını öğrenmek ve sonra da deneysel işlerle başlamak olmalıdır. Biraz saçma geliyor biliyorum ama, bazı şeyleri değiştirmek için heves ve arzu yanında, karşı gelinecek kurallar hakkında da bilgi sahibi olunması gerekir.

İlk aşamada harf formlarının yapıları hakkında bilgi gerekir. İnsanlar en azından yazı karakterlerinin mödülerliğiyle ya da onları filtrelerden geçirmekle uğraşmaktansa, tırnaklı harf tasarımının çeşitliliğini ve zorluklarını anlasalar, benzer yazı karakterlerinin birçoğu zaten yok olur.

Eleştirel farkındalık kadar önemli olan bir diğer unsur, kişinin kendi disiplininin ve tarihin içerisinde nerede bulunduğunun bilincidir. Bu üç şey, en azından tipografinin karmaşıklığını anlamak ve yenilikçi olabilecek işler için gerekli olan parametreleri sağlayacaktır.

Sanki problemin bir bölümü, artık üniversitelerin tipografinin temellerini öğretmeyi unutmuş olmasından kaynaklanıyor. Eğitmenler mi korkuyor, yoksa öğrenciler mi öğrenemeyecek kadar tembel bilmiyorum. Gösterişli tipografiler yapmış ama yanındaki açıklama yazısının dizgisiyle uğraşmamış birçok insanın portfolyosunu gördüm. Bu benim için, bütün işin anlamını yitirmesine sebep oluyor.

Jonathan Barnbrook (Grafik tasarımcı - Font tasarımcısı)

Tasarım mezunları, ‘tarihin yazıldığı yazı’ ile doğru bir şekilde ilişki kuramazken, kendi dillerine de yabancılaşmaktalar. Ajans çalışanları müşterinin gözüne girmek, müşteriyi elinden kaçırmamak için ya da bilgi eksikliği başta olmak üzere çeşitli nedenlerle temel tipografik hatalar yapmaktalar. Büyük harf (majüskül) “İ” karakterini, küçük harf (minüskül) ”i” ile yazmak, Türkçe desteği olmayan yazıtiplerine uyumlama ve boyut kuralları gözetilmeyerek eklemeler yapmak bunlardan bazıları. Böylece, endüstrideki birçok tasarımcı; hatalı tipografik tasarımlarla toplumda yanlış bir kullanımı yaygınlaştırıyorlar.
http://www.turkcetipografitoplulugu.org/yazilar/memleketin-tipografisi/

Her tasarım dalı, öncelikle ve aynı zamanda birer bilimdir. Bu çerçevede, grafik tasarım sanatının; bütünlük, oran, hiyerarşi, kontrast, denge ve ritim gibi, sallapati yaklaşımları asla kaldırmayan çok önemli kıstasları ve gayet iyi bilinmesi gereken bir “matematiği” vardır:
www.vimeo.com/46477516#t=1491
http://tipograf.com/imgs/tipografi-tabletleri-001.jpg
http://tipograf.com/imgs/tipografi-tabletleri-003.jpg

Sakın öyle küçük ve basit gibi göründüğüne bakmayın, bir grafik tasarımcının bilmesi gereken her ne varsa, bir kartvizit tasarımı için de hepsi aynen geçerlidir... Leke ve ton değerleri, hiyerarşi, okunaklılık, tipografik dengeler; punto büyüklükleri, majiskül, minüskül, bold, medium/regular, light karakter varyasyonları... Kısacası; küçük alan, büyük bilgi ister:
http://lemongraphic.deviantart.com/art/Typography-Studio-quick-response-business-card-298108537
http://logomotive.net/terminology-of-a-letterform/#more-78
http://logomotive.net/a-closer-look-at-type/

EĞİTİM ŞART MIDIR?

(03:50)


Bu amblem ve logoların, sanki “ilkokuldayken resmi iyi olan” kurum memurlarına yaptırılıyormuş gibi bir havaları vardır. Ve daha da vahimi, bu üretim ortamı o kadar özgür ki, ülkedeki başka hiçbir meslek erbabının bu kadar ilkesiz, kuralsız, kıstassız ve pervasızca “icra-yı faaliyet”te bulunabileceğini sanmam. Hatta “meslek”ten olmayanların da “içeri”ye sızabilecekleri ve bu kadar cüretkar olabilecekleri bir başka “disiplin” herhalde yoktur.
http://selimtuncer.blogspot.com.tr/2013/02/o-ampul-krlp-yerini-ideografik-bir.html
http://s22.postimg.org/etxv7fvwv/image.jpg

“Hiçbir tüketici maruz kaldığı bir ambalaj dizaynını kritize etmez. Dizayn estetiğinin etkisi gayri iradidir ve insan zihnindeki kodlamalardan bağımsız değildir. Bu kodlamaları zihnimize kazıyansa temelde doğadır. Hem dünyaya gelmeden önce doğadır hem de dünyaya geldikten sonra duyularımızla algıladığımız doğadır. Uzmanlığı grafik dizayn olan bir tasarımcı, doğadaki renk ve leke değerlerini, perspektif ve derinlikleri, denge ve oranları beyninde harmanladığı bir iş haline getirmiştir. Başarılı bir tasarımcı için yetenek şarttır, ancak eğitimsiz olmaz. Uzmanlığı bu olmayan ve yaratılmış bir grafik eseri değerlendirme konumunda bulunan kişilerde gayri iradi ve insiyaki etki kaybolur, zihnindeki kodlamalar radyasyona maruz kalmış bir elektronik cihaz gibi sapıtır ve saçmalar. Bu alandaki kantitatif ve kalitatif araştırma sonuçları da bu bakımdan kirlidir. Oluşan parazit etkisinden kendisini ancak uzmanlar koruyabilir. Bu çalışmaları satın alanların çok önemli bir çoğunluğunun uzmanlığı o yönde olmadığı için böyle bir durumda ‘kriter’ de yok demektir.”
http://selimtuncer.blogspot.com/2006/11/bir-dergi-ve-bir-karnaval-grafik.html

Grafik tasarım prensipleri, ya bir grafik tasarım ustasından ya da güzel sanatlar fakültelerinin grafik tasarım bölümlerinde tahsil edilerek öğrenilebilir ancak. Bizim milletin ağzına pelesenk olmuş şu yetenek meselesi ise hayli tartışmalı bir konudur aslında. Çoğu kişi “doğuştan verilen özel bir imtiyaz” olarak tanımlarken, işin içinde olanlar -müstesna dahileri bir tarafa koyacak olursak- “herkesin çalışarak belli bir seviyede muhakkak kazanabileceği beceri” olarak niteler ve “denenmeden bilinemez” derler ki bendeniz de biraz böyle düşünüyorum. Nitekim profesyonel tasarımcı ve illüstratörlerin acemilik dönemi çizgileriyle, olgunluk safhası çalışmalarını mukayese ettiğinizde aradaki bariz farkları hemen görebilirsiniz.

Mesela, Joe Kubert’in iki oğlunun da kendisi gibi çizer olmasını sadece “genetik sebeplere" bağlayamayız herhalde:
http://www.kubertschool.edu/about/kubert-school-video.html

8 Şubat 1932’de New York’ta doğdu. Küçük yaşlarda başlayan müzik aşkını, "Babam ve onun arkadaşları müzisyendi. Bir çocuk olarak müziği yetişkinlerden gördüm. Büyük bir ihtimalle sözcükler okumadan önce notaları okuyabiliyordum." sözleri ile anlatmaktadır.
https://tr.wikipedia.org/wiki/John_Williams

"KISA YOLU" YOK MU BU İŞİN, ÇILDIRACAĞIM RESMEN!

Kamil Akdik:
https://youtu.be/FzfWkulHivY?t=1225
http://www.ktsv.com.tr/sanatkarlar/110-kamil-akdik

7. Bir işte en iyi olmak için ne kadar süreye ihtiyaç var?
Yurt dışında yapılan birkaç araştırmada, kendi alanında çok iyi olan insanların, mesleklerinde bu ustalık seviyesine ulaşmadan önce en az 10.000 saat sırf o işe odaklı yaşadıklarını ortaya çıkarmıştır. Normal mesai saatleriyle yaklaşık beş yılı bulan bir süredir bu.

8. Yeni bir alanda kariyer yapıyorum, çok şey veriyorum ama geri dönüş alamıyorum. Yanlış yolda mıyım, acele mi ediyorum?
Yeni bir alanda kariyer yapıyorsanız, hayatınızın yaklaşık 10 yılını gözden çıkarmalısınız. ilk yıl 10 verseniz de, bir alabilirsiniz.

http://www.muminsekman.com/mumin-sekman-basariyla-ilgili-sorularinizi-cevapladi.html

"Uzaktan bakıldığında hikayenin sadece ana hatları öyle gözüküyor. Doğal olarak bu çok uzun bir koşu. Önemli olan size sunulan sınavları doğru geçmek için gösterdiğiniz efor. Bana Hollywood’dan teklif gelmeden önce NY’da 3 yıl boyunca Amerika’da yapılmış işlerden oluşan bir portfolyo oluşturabilmek için çok iş kovaladım. Bu 3 yılın ürünleri sonucunda pek çok insanı eleyip öne çıkıyorsunuz. Amerika Mendelin fasülyeleri gibi doğal seleksiyonun çok ağır olduğu bir ortam. Sanırım çok çalışmak ve hiçbir işi baştan savma yapmamak prensibi en önemlisi.

Şunu samimiyetle söyleyebilirim ki çevremde hala benim kadar çok çalışan bir tasarımcı daha görmedim. Ofisimde benim için çalışanlar bile bana bunu söylüyor."

http://www.bakmagazine.com/emrah-yucel/

-“Ben biriyle tanışacağım ve hayatım değişecek!” Şimdiki jenerasyon böyle düşünüyor. “Beni kurtar!” diyor. Onunla tanışacağım ve hayatım değişecek! Yok öyle şey! Sen değiştireceksin hayatını! Seni senden başka kimse kurtaramaz!
http://www.hurriyet.com.tr/emrah-yucel-seni-senden-baska-kimse-kurtaramaz-25711379

"Yine de denemeye devam ediyorum. Resim yapmakta olduğum kırk yılı düşündüğümde, gerçekten sevdiğim sadece on tane resmim olduğunu görüyorum. Diğerleri ya 'olsa da olur, olmasa da olur' dediklerim, ya da hiç yapmamış olmayı dilediklerim... Geçen bunca yıla rağmen bunları düşünüyor olmak üzücü tabii ama, belki de güçlü ve sağlıklı bir ilerleme için doğru olan da bu. İyi bir resim yapmak çok zordur."
http://www.bakmagazine.com/oleg-stavrowsky

Selamlar Yarkın,
Yaşını ve işlerini bilmiyorum o yüzden sana kabaca genel bir fikir verebilirim.
Yetenek dediğimiz şeye inanıyorum. Tinsel bir şey değil de daha çok içten gelen bir yeti ve algı açıklığı olarak görüyorum. O yüzden yetenek lazım olsa da kendi başına çalışmadan bir şey ifade etmediğini düşünüyorum.
Buna bağlı olarak da kendini geliştirmenin bir tek yolu var. O da çok çalışmak. Hep söylediğim gibi bu işin bir kısa yolu yok. Çok emek verip çok üretmen gerek. Kendini sürekli eğitim yeni şeyler öğrenmelisin. Bu sayede zamanla ileri taşıman mümkün olacaktır.
Sürekli çiz. Mümkünse profesyonel eğitim al. Alamıyorsan araştır ve kendini eğit. İnternet elinin altındayken pek bir bahanen kalmış sayılmaz. Her türlü bilgiye ulaşmak artık çok kolay. En önemlisi sabırlı ol.
kolaylıklar.

http://mahmudasrar.com/

What part of designing is most fun and easy, and what is most difficult?
Designing is never easy, but it’s really fun when you make it look that way. Solving a problem with a picture is the most rewarding part of my job.

http://cory-loftis-interview.blogspot.com.tr/

(5:35)
https://youtu.be/peTYlLpcrj4?t=324

Videoyu izlemek için tıklayınız

TASARIM EĞİTİMİ SIRASINDA HANGİ PROGRAMLARI ÖĞRENMEM GEREKİR?
Görsel / Fotoğraf işleme: Adobe Photoshop, Gimp (ikisi muadil)
https://www.youtube.com/user/18ceyhun/videos

Dijital Çizim / Boyama: Adobe Photoshop, Corel Painter
https://www.youtube.com/user/konseptsanatTV

Logo Tasarım - Vektörel Grafik: Adobe Illustrator, Corel Draw, Macromedia Freehand (üçü de muadil)
http://www.videmy.com/Egitimler/C/21/9/Adobe_Illustrator_Baslangic_Egitimi
https://www.youtube.com/channel/UC7sxCKsUiGfM0asG1rMjH9Q/videos
https://www.youtube.com/watch?v=wYhSp6Pauxk&list=PLK8wbkvLOBVQ_0Xcbn_WvlRbj4EZh6OTb
https://www.youtube.com/user/azrail961?feature=watch

Süreli Yayın - Çok Sayfalı Tasarım: Adobe InDesign, Quark Press (ikisi muadil)
http://www.vektorelcizim.net/indesignda-calismak-icin-temel-bilgiler
https://www.youtube.com/watch?v=cozPuMKDio4

Web - Arayüz Tasarımı: Adobe Photoshop, Adobe Fireworks, Adobe Dreamweaver, Adobe Muse.
http://www.youtube.com/playlist?list=PLBjQtDL05AWUJkE35Cq-fX1WRoOH1NFOT

Hareketli (Motion) Grafik - 3D Grafik: Adobe Flash, Adobe After Effects, 3D StudioMax, Cinema 4D (ikisi muadil)
http://www.yakinkampus.com/Dersler/5/3ds-max-Dersleri-1-genel-tanitim-ve-arayuz
http://www.barisatiker.com/9078/category/aef/

GRAFİK PROGRAMLARINI KULLANABİLİYORUM YA İŞTE DAHA NE?



Şanlı Photoshop yazılımının "otomatik tasarımcısı" yoktur maalesef; fikir bulamaz, kompozisyon kuramaz, çizim yapamaz, renk seçemez, tipografiden anlamaz ve üslub geliştiremez.

İstisnasız bütün tasarımcılar temelde şu üç aracı kullanırlar:
1- Beyin
2- Göz
3- Bilek.
Yazılımlar ise tâli araçlardır.

“Makine… İşte muazzam bir dâva!.. Görüyoruz ki, devrimizde tümen tümen makine hayranı var… Onlar, Garp felsefesinde makinenin yerini bile bilmezler. Ruhçu, (idealist, spiritüalist) bir Garp mütefekkirinin gözünde makine, mankafa bir şeydir. Dünyanın en ahmak adamının tırnağını keserek gösterdiği makine kabiliyetini gösterebilecek bir makine, daha icat edilmemiştir ve edilemez. Çünkü makine düpedüz fikrin, düpedüz bir çizgi üzerinde dondurulmuş, tek veçheli basit faide plânına indirilmiş, kemmiyette galip, keyfiyette mağlûb, asla girifte sarkamıyan ve değişik yönlere sapamıyan, miskin bir timsalidir. Ve nihayet, her keyfiyeti fikre bırakan kemmiyette son derece kuvvetli bir köledir.”
(Necip Fazıl Kısakürek)

http://forum.donanimhaber.com/m_97091947/f_//tm.htm#98242055

YAZILIMCIYIM, ÖYLEYSE TASARIMCI MIYIM?
Bir yayın kuruluşu olayı toptan çözmüş;

Corel, Photoshop, İndesign gibi tasarım programlarına hakim
Web sitesi tasarımı, kurulumu, güncellemesi, içerik yönetimi yapabilecek
Tercihen E-ticaret konusunda donanımlı

Bu kadar bilgiye eksiksiz sahip olan biri kendi girişimini çoktan kurmuştur bile herhalde ? Web tasarım uzmanı olup, e-ticaret konusunda bilgi sahibi, site kurulumu ve içerik yönetimi de yapacak. Yani diğer maddeler bir yana editörlük veya içerik geliştirme kendi başına zaten bambaşka bir uzmanlık dalı…

İşin kötüsü gezindiğim ilanlarda PHP uzmanları, frontend geliştiriciler ve benzeri ilanlar içinde aynı maddelerden bir çoğu geçerliydi. İyi bir PHP yazılımcısının çok iyi derecede grafik bilgisine sahip olması gerekliliği yakında yazacağım yazının asıl konusunu oluşturuyor aslında: Kendini Tasarımcı Sanan Yazılımcılar

http://www.hasanyalcin.com/is-ilanlarindaki-tutarsizliklar/

SERBEST EL ÇİZİM YAPMAYI SEVMİYORUM / BİLMİYORUM, TASARIMCI OLABİLİR MİYİM?
Tüm tasarım disiplinlerinde ilk adım daima çizgiyle atılır... Tasarımcı için; tıpkı “yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıkar?” sorunsalında olduğu gibi, "düşünürken çizen, çizerken de düşünen adam"dır da diyebiliriz pekâlâ. Nitekim çizebilmenin, düşünceyi de besleyen bir tarafı vardır ki rastgele çizimler yaparken bile parlak fikirler yakalamak her zaman mümkündür:
http://forum.donanimhaber.com/m_96220213/tm.htm

Çizim Dersleri:
http://forum.donanimhaber.com/fb.asp?m=101420841

KİTAP OKUMAYI FALAN HİÇ SEVMEM ESKİDEN BERİ, YANİ BENİM GİBİLERDEN TASARIMCI OLUR MU Kİ?
Tasarımcılık öncelikle bir fikir işi, tasarımcının en önemli aracı da beynidir. Yani “kavramları ve imgeleri”, zihninde hallaç pamuğu gibi savurup didikleyemeyen adama tasarımcı denemez.

Derinlikli bir fikir yazısına ve mesela bir felsefe kitabının kapağına, okuyup yazmayla arası pek hoş olmayan sözüm ona bir tasarımcının yapacağı görsel yorumları hayal edebiliyor musunuz?.. Hayli güdük ve gülünç olacağından elbette şüphe yoktur.

Nitekim bir tasarımın; ilim sahibi bir tasarımcının mı yoksa kolpanın tekinin marifeti mi olduğunu ilk bakışta bile hemen anlayabilirsiniz.

Üstelik; resim, sinema, animasyon, mimarî, endüstriyel tasarım vb. görsel/plastik sanatlar ve tasarım disiplinlerine dair de esaslı bir birikim ve vizyon gerektirir. Nitekim tümü birbirini hem etkilemekte, hem de beslemektedir. Hattâ grafik tasarım; mesela ambalaj tasarımında endüstriyel tasarım ile, stand ve tabela tasarımlarında ise mimarlık disiplinleriyle arkadaştır:
http://forum.donanimhaber.com/m_97692081/f_//tm.htm#101762031

"Sanat tarihine bakmıyorum, fikir adamlarını takmıyorum, kitaplardan çakmıyorum!" diyenlerin işi değildir bu. Amele olur, çaycı olur, işportacı, kasiyer, sekreter olur ama cahilden asla tasarımcı olamaz.

BU MESLEKTEN PARA KAZANABİLİR MİYİM?
Tek tük istisnaları çıkarsa yine tenzih edelim; dijital baskı atölyesi, tabelacı ve reklamcı denen çöplüklerde, tipik şark kurnazı bir patronun altında "operatör/uygulamacı" olarak 1000 TL civarı maaşa, üstelik kötü çalışma koşullarında iş bulunabilir.

İmkanlar
1000 ile 1200 TL arası Maaş
Yol + Yemek + Sigorta

http://www.grafikerler.net/acil-grafiker-araniyor-anadolu-yakasi-istanbul-t165369.html

İzmit Belediyesi’nde görev yapan temizlik işçisinin en düşük maaşı 1400 Lira, şoförlerin maaşı ise 1550 Liradır.
http://www.ozgurkocaeli.com.tr/gundem/temizlik-iscisi-ayaga-kalkti-h256036.html

Ancak fikir/tasarım hizmeti veren ciddi ajanslarda tatminkâr maaşlı bir iş bulmak için gerçek bir grafik tasarımcı olmak gerekir. Ancak buraların da bir çoğunda iş kanununun gereklerinin harfiyen uygulandığını zannetmiyorum. Nitekim, çok fazla çalışanı olan ve haliyle sıkı denetimden kaçamayan büyük fabrikalar/işletmeler dışında eleman istismarı ve türlü düzenbazlıklar hep vardır.
Bkz:http://eksisozluk.com/maasin-yarisini-elden-vermek--4445141

http://bek.com.tr/
http://tr.i-amonline.com/ http://yetkinbasarir.com/
http://imeanit.com/ https://behance.net/orgutcayli
http://leoburnett.com.tr/ http://adsoftheworld.com/creative/erkan_kaya
http://rafineri.net/http://saydancelik.com/ https://behance.net/farukterzi
http://tribalistanbul.com/
http://tbwa.com.tr/ https://behance.net/huseyinsandik https://behance.net/yigitkaragoz
http://grey.com/turkey http://adsoftheworld.com/creative/engin_kafadar
http://alametifarika.com.tr/ https://behance.net/akselceylan
http://yristanbul.com/ https://behance.net/kadriskop https://behance.net/mehmetmetin
http://ddb.com.tr/ https://behance.net/suluck
http://genna.com.tr/ https://behance.net/kayhan
http://vietnamist.com.tr/ https://behance.net/CANDAGLI
http://moludsgn.com/
http://dream-box.tv/ https://behance.net/taygunkurtulus
http://animaistanbul.com/

(birkaç senelik bir ilan):
Ciner Yayın Holding - HaberTürk Grafik Departmanı bünyesinde tam zamanlı calışmak üzere Motion Designer aranıyor.
-3D Studio MAX, After Effects ve Photoshop programlarına hakim,
-Tasarım yönü bilgisini ekran dinamikleri ile birleştirebilen.
-Takım çalışmasına uyumlu.
* Ücret olarak 4500 TL düşünülmektedir.

Adayların, Showreel ve Cv'lerini grafik@haberturk.com adresine göndermeleri rica olunur.

- 50 TL'ye logo yaptırmaya çalışan bilinçsiz ve/veya kötü niyetli müşterilerin yekûnu teşkil etmesi.
- Tasarımcılara operatörlük veya yazılımcılık yaptırmaya çalışan yine aşırı bilinçsiz ve/veya kötü niyetli sözde işverenlerin giderek artması.
- Tasarımcı taklidi yaparak yukarıdakileri besleyen ve sektörü tıpkı kendilerine benzeten illet tiplerin neredeyse "walkers"ları bile geçmesi.
- Yazılım, font ve görsel telif haklarının pahalılığından kaynaklanan yasal gereksinimleri edinmenin zorluğu.
- Tasarımcıların; tüketiciyi az-çok yanıltan/zarar veren ürünlerin tanıtımına veya ahlâksız reklamlara yardım ve yataklığa mecbur edilmesi,
tasarımcı olmayı ve freelance çalışmayı düşünen heveslilerin göze alması gereken ciddi handikaplar ve gittikçe kötüye giden kronik problemler olarak önlerinde durmaktadır.

https://www.facebook.com/freelancemagdurlar/photos_stream

GDE: İllüstrasyon Türkiye’de çok kötü durumda, şöyle ki; Türkiye’de okullarda illüstrasyon eğitimi verilmiyor. Bu çok önemli. İllüstrasyon eğitimi tercih edilmiyor. İllüstrasyon eğitimi verilmeyen bir kurumda çocuk illustratör olamıyor zaten. Sadece tasarımcı olduğu zaman, illüstrasyon eğitiminden geçmediği için, kültürünü bilmediği için tasarımlarında illüstrasyon kullanmıyor. Kullanmayınca, fotoğraf kullandıkça, illüstrasyona talep olmuyor, talep olmayınca da yeni yetenek doğmuyor. Yurt dışında ise bunun tam tersi. Yarışmalarda ödül alan çalışmalara bakın, %80’inde illüstrasyon kullanılmış. Orada bir illüstrasyon yaparak, bir kişi, bir ay rahat rahat geçinir. Bizde adam çocuk kitabı illüstrasyonları yapıyor, gelmiş 35 yaşına, okuldan mezun olalı yıl olmuş... Ne kadar alıyorsun diyorum, elli milyon alıyorum diyor. 10 tane yapsa, 500 milyon olacak ve bu parayla geçinecek... Beslemediğin sürece bu iş nasıl gelişsin ki?
http://www.photoshopmagazin.com/dergi/2006/07/dunya_capinda_bir_buyuk_sanatci_gurbuz_dogan.html

İstanbul’da 20 yıl önce 40-50 illüstratör vardı, şu anda %70‘i işi bıraktı. Bunun nedenini sektör sorgulamalı. Sektörün daha da güçlenmesi ve uluslararası arenada söz sahibi olabilmesi için uluslararası normların bu ülkede de uygulanması gerekir. Çalışma biçiminden, bütçe sorunlarından, uygun olmayan sürelerden, günde 20 saat çalışan insanlardan, Paris’te yaşıyormuş gibi sonuçlar alması beklenemez. Eskiden bir annual hazırlamayı düşündüğümüz illüstratör arkadaşlarımızla artık bir mizah kitabı hazırlamayı düşünüyoruz. Adı da “Müşteri temsilcileriyle kahreden diyaloglar”.
http://www.bakmagazine.com/gurcan-ozkan/

Bir "AR-GE" faaliyeti olan tasarım neden bedavaya ve anında yapılamaz?

AHLÂKÎ VE DÎNÎ ENDİŞELERİ OLAN TASARIMCILARI NE GİBİ RİSKLER BEKLEMEKTEDİR?
Vur patlasın çal oynasın yaşayanlar ve ölümü unutanlar için "hayat hep güzel",
ancak:

Videoyu izlemek için tıklayınız

Videoyu izlemek için tıklayınız

Coca Cola ve benzeri ürünlerin reklamlarıyla, hızı, hazı kutsayan pagan bir kültür ve hayat tarzı icat ediyorlar!
Çağın dini: Yeni-paganizm.
Tanrıları: Para ve hazcılık, kariyerizm ve egoizm.
Tapınakları: Bankalar, AVM'ler, stadyumlar ve medyalar.
Kurbanları: İnsan, Hayat ve Hakikat.

http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/yusufkaplan/cocacolanizasyon-yeni-paganizmin-misyoneri-2010632

Sanayi tipi meyve sularının, içlerindeki meyve oranına göre dört ana çeşidi olduğunu öğrendim. Meyve suyu: Yüzde 100, meyve nektarı: Yüzde 24-99, meyveli içecek: Yüzde 10-24 ve aromalı içecek: Yüzde 0-9 arasında meyve ihtiva ediyor.
İçinde yüzde 100 meyve olan meyve suyu bile taze meyvelerden hazırlanmadığına, üstüne üstlük pastörize edildiğine göre, varın içlerinde 5-6 çeşit kimyasal katkı maddeleri ve 'eser' miktarda meyve bulunan içeceklerin, ne kadar sağlıklı olduğuna kendiniz karar verin.

http://ahmetrasimkucukusta.com/

Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, İstanbul 1. Tüketici Mahkemesi’nin, bir ayda 25 bin dakika konuştuğu “Her yöne sınırsız” tarifeli telefon hattına 7 bin 500 TL’lik fatura gelen ve hattı kapatılan tüketici lehine verdiği “sadece tarife tutarı olan 66.70 lira ödemesi” kararını onadı.
20 Şubat 2009 tarihinde bir GSM şirketinden aldığı “Her yöne sınırsız” tarifeli hattına, 10 Haziran 2009 son ödeme tarihli 7 bin 576 TL borç bildirisi gelen ve İstanbul 1. Tüketici Mahkemesi’ne “fatura tutarının iptali” davası açan Oktay Karaaslan, mahkemeye sunduğu dilekçesinde, GSM şirketinin sınırsız tarifesinin 66,70 lira olduğunu ve şirkete yüksek miktarda faturanın nedenini sorduğunda kendisine “Tarife 10 bin dakika limitlidir. 25 bin dakika konuştuğunuz için 10 bin dakikadan sonraki konuşma faturaya yansıdı” denildiğini aktararak, “Tarife 10 bin dakikayla sınırlıysa neden ‘her yöne sınırsız’ diyorlar veya neden ben konuştukça kalan miktarı bildirmiyorlar? Şirket bütün reklamlarda ‘konuşmada sınır olmadığı’ şeklinde reklam yapıyor” ifadelerini kullanmıştı.

http://gundem.milliyet.com.tr/7500-l...64/default.htm

Türk ekonomisinin de neden bu kadar üretim odaklı, fabrikaperest, fuarsever, hacimlere ve büyüklüklere bu kadar takıntılı olduğunun cevabı bence burada gizlidir. “Soft power” yerine “hard power”, zeka yerine kurnazlık, ikna yerine iddia, iletişim yerine propaganda, birey yerine kitle, insan gibi çalışmak yerine ölümüne çalışmak, pazarlama yerine satış, adil ve serbest rekabet yerine münhasırlık anlaşmaları, eşdüzeyli ilişki yerine tahakküm, özgünlük yerine taklit, soyut yerine somuta neden bu kadar meraklı olduğumuzu da cevaplıyor bu...
http://selimtuncer.blogspot.com.tr/2009/06/beni-ne-doktorlar-ne-muhendisler-ne.html

"Zoraki bir şekilde reklamlara muhatap oluşumuz, kulluğa inananlar için kul hakkı, demokrasiye inananlar için insan hakkı ihlâlidir."
https://twitter.com/derdi_fena
O
11 yıl
\"Grafik Tasarım\" ve \"Endüstriyel Tasarım\" Bölümlerine Dair
O
11 yıl
\"Dürüst olalım... İyi üniversite hangisi?\"
Dürüst olalım... İyi üniversite hangisi?

Vakıf üniversiteleri kanal kanal dolaşıp kendilerini pazarlıyorlar.
Böylece toplumdaki üniversite algısı da piyasalaşıyor, tezgaha düşüyor.
Geçen gün, adı lazım değil, bir üniversitenin temsilcisi aynen şöyle diyordu: "Psikoloji bölümümüzde dans terapisi dersleri de var. İlerde çok tutulacak bir meslek. Özellikle iş hayatının stresi nedeniyle insanlar böyle şeylere ihtiyaç duyuyor!" Ardından da "anladınız siz beni!" manasında kıkırdaşmalar geldi.
Bu ucuz pazarlama dilinin bu kadar rahat kullanılmasından, dinlerken ben utandım!
Dünyanın her yerinde bir "kariyer geliştirme kursu" veya üniversitede bölüm semineri olabilecek bir şey bizde üniversitenin temel karakteristiği gibi sunuluyordu. Psikoloji bilimi nedir, tedavi neye denir, üniversite ne yapar, bütün bu soruların cevapları bir anda çöpe gidivermişti.
Belki de kızmamak gerek!
Neden mi? Çünkü aklını "çocuğum ne okursa para kazanır, yırtar!"la bozmuş veliler ile üniversiteyi meslek kursu gibi pazarlamaktan utanmayan akademisyenler arasında zımni bir anlaşma var.

***

Her yıl bu dönemde oturur, şöyle yazarım...
Çayı kahvesi iyi olan, sosyal etkinlikleri fazla, muhabbet ortamı hoş üniversiteyi seçin!
Böyle yazınca da bazıları dalga geçtiğimi sanır.
Hayır! Ciddiyim. Çünkü üniversite çağının keyfi varsa, ilk önce bunlardandır. Bir öğrenci için lisede bulamadığı ve daha ilerde iş yaşamında koştururken de pek yakalayamayacağı şeylerdir bunlar.
Yoksa meslek edinip piyasada iyi bir start noktası edinmekse bütün mesele...
Sadece birkaç üniversite var. Bir elin parmakları kadar belki.
Oralara gidenler yırtar, geri kalanların işi şansa kalmıştır.
Gerçek budur maalesef! Bu kadar çıplaktır. Kimse söylemez, ben söyleyeyim.

***

Ha! "Ben en köklü anlamıyla bir üniversite eğitimi görmek istiyorum" diyen öğrenciler de olabilir...
Ki alınlarından öperim.
Sonra onlara derim ki...
Otur çalış, ilkokuldan beri sana ezberletilenleri unut, ilgilendiğin alandaki akademisyenleri ve özelliklerini öğren, geniş ufuklu hocaların bulunduğu okulları araştır!
Bulduğunda da, kafanı "mezun olunca ne olacağım?" sorusuna takma, o okula yazıl ve tadını çıkar!
Dünyayı takip eden, ufku olan, derslerini sohbet kıvamına sokan tek bir hocaya sahip olmak bile üniversite hayatını şenlendirir, zihnini açar, geleceğini en güzel şekilde inşa eder.

http://www.sabah.com.tr/yazarlar/babaoglu/2013/07/15/durust-olalim-iyi-universite-hangisi

İyi üniversite

Üniversite tercihleri için son günler ya...Yine aynı şey oluyor. Eğitim uzmanlarının yazılarını okudukça; tv'ye çıkan vakıf üniversiteleri temsilcilerini izledikçe buruk bir gülümseme yerleşiyor yüzüme.
Bilimden söz ediyorlar.
Uluslararası eğitim programlarından söz ediyorlar.
"Seçeceğiniz üniversitenin iyi bir akademik kadrosu olup olmadığına bakmalısınız" diyorlar.
Ama öğrencilerin ve ailelerinin şu tercih aşamasında kafalarından geçen temel soruları cevaplamıyorlar.
Ben gerçeği dümdüz söyleyeyim...
Cevaplayamazlar!

***

Üniversite kapısına dayanan gençlerin beklentileriyle üniversitelerin hedefleri arasında uçurum var ve bu uçurumun kapanması için daha uzun yıllar geçmesi gerekecek.
Bir kere...
Ne bilimi Allah aşkına!..
İlk ve ortaöğretimi tümüyle resmi tarih ve demode fen bilgilerinin ezberiyle geçiren çocukların üniversiteye bilim için geleceğini mi sanıyorsunuz?
Bu çocuklar bir an önce hayata atılıp "yırtmak" istiyorlar. Üstelik aileleri tarafından sürekli "bilim yapmaya kalkarsa aç kalacağı" konusunda uyarılıyorlar.
Ama hayal bu ya, diyelim ki bilim heveslisi gençlerin sayısı azımsanmayacak oranda...
Peki o üniversiteler nerede?
Dünyadaki 19 bin üniversite arasından seçilen en iyi 500 üniversite arasına bizden sadece ODTÜ girdi. Hepi topu o kadar!

***

Neden popüler kültürün gerçekleriyle sağlam bir hesaplaşmadan kaçınıyoruz? Üniversite adayları için bugün "iyi üniversite" demek, mezun olduğunda işe girerken hiç değilse "havasını atıp" öncelik elde edebileceğin okul demek...
Hatta mezuniyetten sonra çalışmayacağı baştan belli genç kızlar var (yokmuş gibi tavır takınıp kızmayın, varlar!), onlar bile kayınvalidelerinin kendileri üzerinden "hava" yapacağı üniversitelerde okumak istiyorlar. Yalan mı?

***

Gerçek şu ki...
"İyi üniversite" kavramının bir eğitim ve bilim kurumu olarak üniversiteyle doğrudan bağını kurmakta hâlâ zorlanıyoruz.
Bir üniversite iş ve işçi bulma kurumu gibi çalışıyor olsa mesela, hiç kuşkunuz olmasın ki, çoğunluk tarafından "en iyi üniversite" seçilecektir!
Mezunlarında bir kulübe bağlılık duygusu uyandıran ama eğitimi vasatın üzerine çıkamayan üniversiteleri de "iyi üniversite" sayıyoruz.
Ah bir de, kimi köklü devlet üniversitelerimiz var ki!
"Yüksek lise" olmaktan öteye gidemiyorlar.
Bütün becerileri bir metni "giriş, serim, sonuç" olarak yazabilmekten ibaret olan, yabancı dil bilmeyen, dünyayı izlemeyen öğretim üyeleriyle dolular.
Çok değerli hocalar yok mu? Hâlâ varlar!
Ama onların değerini bilecek öğrenciler nerede?..

***

Sonuç olarak...
Yıllardır sürekli yazıp çizdiğimden şaşmam. "İyi üniversite"yi oluşturan temel yapı taşlarından biri de öğrencidir. Öğrencinin hedefleri ve azmidir.
Bir bilseniz...
Akademik kadrosu ve havası suyuyla pek vasat bir üniversitede zihni açık ve çalışkan bir öğrenciyle değerli bir hocanın el ele vermesi bazen ne çok şeyi değiştirir!

http://www.sabah.com.tr/yazarlar/babaoglu/2011/08/01/iyi-universite

Üniversite yalanları!

Üniversite tercih günlerinde... Çevremdeki üniversite adayı gençleri ve ailelerini dinlerim; doğru tercih konusunda gençlere yardımcı olmaya çalışan tv programlarını izlerim.
Ve her seferinde içim burkulur!
Neden mi?
Çünkü bu dönemde...
Hayaller yüksekten uçar ve en az sözü edilen şey gerçeklerdir!
Üstelik çok önemli bir tercihin eşiğindeki çocukların aslında yıllar boyu sınavlara hazırlanmaktan hayata hiç hazırlanamadıkları ortaya çıkar.
Anne babalar deseniz...
Tablonun belki en hüzünlendirici yanı orasıdır.
Neredeyse hepsi çocuklarının üzerinden kendilerine bir gelecek hazırlama telaşı içindedir. Kendi hedeflerini yakalamaya, kendi sıkıntılarını aşmaya çalışırlar.
Çocuklarının ne istediğini, neye eğilimli olduğunu hesaba katan anne baba ne kadar azdır!

***

Dün bir gazetede "seçeceğiniz üniversitenin iyi akademik kadrosu var mı, ona bakmalısınız" gibi pek havalı laflar eden hocalar gördüm.
Vakıf üniversitelerinin "gel gel" çağrısından başka bir şey değil bu!
Yoksa söyleyin bana...
"İyi bir akademik kadro"nun ne anlama geldiğini bu ülkede kaç aile, kaç çocuk biliyor?
Çocuklar ancak girdikleri üniversitede derslerin "yüksek lise" seviyesinde sürdüğünü görünce kavrıyorlar acı gerçeği...
Üniversitelerde akademik kadronun yarısı işini otomatiğe bağlamış durumda...
Derslerden müthiş sıkılıyorlar.
Soru soran öğrencilerine "üstüne vazife olmayan konulara bulaşma" diye fırça atacak kadar olaydan kopmuşlar!
TV'deki uzman "hocaların bilimsel yayınlarının çok olup olmadığına bakın" diyor. Gülüyorum.
Bilimsel yayını fazla fakat öğrencilerinin suratına bile bakmayan, hatta derslere girmeyen hocaları ne yapacağız?

***

Ve tabii bir de o hassas konu var. Mezun olunca iş bulunup bulunmayacağı konusu!
Geçen gün bir kafede otururken yanımdaki masadan bir anne tatlı tatlı takıldı: "Haşmet Bey oğlum iletişim fakültesine gidecek... Elinden tutarsanız meslektaşınız olacak inşallah!"
"İnşallah" dedim yutkunarak. Sonra sustum.
Şimdi gelin de bu anneye anlatın!..
Türkiye'de 33 iletişim fakültesi var.
Anlamı şu...
Pek yakında 60 binden fazla öğrenci bu sektörde iş bulmak için yarışa girecek!
Peki sektör bu yıl kaç kişiyi işe alır, dersiniz!
200 kişiyi geçer mi, acaba! Sanmam!
Şimdi soruyorum: Gençlerimizi üniversiteye odaklı sistemin cenderesinden kurtarmaz ve bu aldatmacayı sürdürürsek...
Toplumca nereye kadar gidebiliriz?

http://www.sabah.com.tr/yazarlar/babaoglu/2010/07/23/universite_yalanlari

Günümüz okullarının "merak" duygusuyla en küçük bir alışverişi yok!
Düşünce ortamı da yok!
Var olan şey, yıkıcı rekabet atmosferi, üst üste yığılan bilgi parçacıkları ve berbat test mantığı...
Söyleyin; bir çocuk bunları gerçekten sevebilir mi? Seviyorsa, asıl tam da burada bir terslik bulmak gerekir ama sakın, bu "cısss" konulardandır.
Bilişsel ilke açıktır: İnsan doğası merak üzerine kuruludur. Fakat merak kendi başına "düşünmek" demek değildir. İnsan, koşullar uygun değilse, düşünmeyi savsaklar.
Willingham diyor ki, müfredat ve öğretmenler çocukları düşünmeye özendirmiyorsa, bir süre sonra merak duygusu ölür, ortama kayıtsızlık egemen olur.
Nitekim günümüzde olan şey budur. Geriye standart testlerin gerektirdiği ezberler kalmıştır.
O ezberlerin çocuklara özgü neşeyle, heyecanla, katılımla ne ilgisi olabilir!
Şimdi durup biz yetişkinleri bütün bunları biraz daha derinden düşünmeye çağırıyorum.
Sonra devam edeceğim.

http://www.sabah.com.tr/yazarlar/babaoglu/2013/09/23/okul-cocukluksuz-cocuklar

Bir müdür bir mühür

Bu işi Süleyman Demirel başlattı. Siyasi gayeler uğruna kuş uçmaz-kervan geçmez köylere, kasabalara ortaokul, lise açtı. Açsın. Kötü mü? İrfan ordusunun yılmaz savaşçıları oralara da gitsin, memleket evlatlarına bilimin ışığını götürsün.

İyi, güzel de bu öğretmen nerede kalacak? Lojman yok, kiralık ev yok, otel yok, lokanta bile yok. Bu durumda ne yapsın çocuk; gitmeden, işe başlamadan "Ben buradan nasıl kaçarım" diye plan yapmaya başladı.

Zavallı müdürün elinde o toprakların çocuğu bir iki öğretmen vardı. Açığı kapatmak için kasabalarda kaymakamı, savcıyı, sağlık ocağının varsa doktorunu yalvar-yakar derse davet etti. Köylerde bu imkan bile yoktu.

Ben o ıssız dağların çocuğuyum. O bölgelerde öğretmenlik yaptım. Bu yazı masa başında yazılmıyor.

Küçük vilayette çalışırken bize köy ortaokullarından mezun talebeler gelirdi, liseye kayıt yaptırmak için. Not tablosuna baktığımızda genellikle şu manzara görünürdü. İngilizce: çizgi, Fizik: çizgi, Matematik: çizgi. Yani bu dersleri hoca yokluğundan görmemiş.

Bu çocuk liseyi bitirdiğinde bir dilekçe yazamazdı. Temel zayıf olunca üst katlar sıva tutmaz. O gün, bu gün Milli Eğitim tepe üstü aşağı doğru gidiyor. Niceliğin egemenliği, niteliği sıfırladı. Her gelen Milli Eğitim Bakanı elbette bir deha olduğundan yeni bir sistem denedi. Maarif deneme tahtası oldu. Hani nerede "Kredili Sistem"?

Oysa bir ülkenin maarifi en az 25-30 yıl süreklilik gösterecek bir sisteme oturmalı, yenilikleri bu sistem içinde gerçekleştirmeli, ders kitapları zırt-pırt değişmemelidir. Artık bilgisayar devrindeyiz, doğru; ama internette gördüğünüz malumattır, bilgi değil.

Binayı bulursun, okulu açarsın, iyi de hoca nerede? Bir berber çırağının eline beş yıl sonra ustura verirler, hoca olmak kolay mı?

Yaz gelince İstanbul öğretim üyeleri ile dolar. Bunlar Anadolu'dan gelirler. Kütüphaneler, arşivler İstanbul'dadır. Hoca'nın Anadolu'da literatürü takip etme imkanı yoktur. İzin süresince bir kaç kitaba bakabilirse ne âlâ. Bu hoca kendi dertleri ile boğuşmaktadır, talebeye istese de faydalı olamaz. Evini geçindirmekte zorlanır, doğru-dürüst kitap alamaz. Size traji komik bir hikâye anlatayım. Hikâye dedikse uydurma değil, ayniyle vaki.

Bir taşra şehrinde, oranın televizyonunda çalışan acar bir muhabir elinde mikrofon sokak röportajına çıktı. Bu röportaj önce televizyonlarda sonra basında yer aldı. Galiba referandum öncesi idi. Çocuk sokakta rastladığı üniversite öğrencilerine mikrofonu uzatıyor ve şu soruyu soruyordu:

-İsmet İnönü referandumda hayır diyecekmiş. Kendisi açıkladı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Üniversiteli çocuklar hiç bozuntuya vermeden şu cevabı yapıştırıyor: "Efendim bu ülke demokratik bir ülkedir. Referandumda herkes istediği tercihte bulunabilir. İnönü'nün seçimini normal buluyorum". Aşağı yukarı 13-15 talebe aynı cevabı verdi. Bunlar Paşa'nın öldüğünü, hatta oğlunun dahi hayatta olmadığını bilmiyorlar. Dünyadan bihaberler.

Ama çocukların kabahati yok. Dahi Milli Eğitim Bakanlarımızın uygulamaları ile orta öğretimde bir ara sekiz zayıfı olan çocuk sınıf geçiyordu. Pes yani, pes.

Bir memleket nesli ile bu kadar oynanır. Bir ülkenin temelini teşkil eden Maarif sistemi bu kadar mı çöker?

Zamanla iş orta okul, lise meselesi olmaktan çıktı. Zaten yazının başında bahsettiğim o köy okulları talebe bulamadıkları için kapandılar. Çünkü köyden şehre göçün en hızlı dönemi idi. Yöneticiler bunu nasıl göremedi? O kadar yatırım boşa gitti. Bir müdür bir mühür iflas etti.

Binaları ihtiyaca binaen sağlık ocağı, karakol falan yaptılar ama onlar da tutmadı. Artık o köylerde ihtiyarlardan başka kimse kalmamıştı. Bazıları ahır olarak kullanıldı, çürük inşa edilenler kendiliğinden yıkıldı.

Şimdi her il kendine bir üniversite istiyor.

Ve bunlar peş peşe açılıyor.

Kervan yolda düzülür.

Bir kere bir ilde üniversite açacaksanız o ilin veya o üniversitenin çok mükemmel bir kütüphanesi olması lazımdır.

Bizim illerin çoğunda bırakın mükemmel kütüphaneyi sinema salonu, tiyatro vb. dahi yoktur.

Bir üniversiteyi besleyecek kütüphane kurmak fermana mahsustur, çok zaman alır. Kaldı ki yeni açılan üniversitelerimizin rektörleri bir yandan kadro sorunu ile uğraşırken, bir yandan akan çatıları, çalışmayan kalorifer sistemini, ikide bir patlayan pis su borularını halletmekle meşguldürler.

Evet yedi üniversitemiz az zamanda 177'ye çıktı.

Bununla övünelim mi?

İsteyen övünsün.

Bir örnek vereyim de ondan sonra övünsün. Tarih hocası olan oğlum öğretmen odasında otururken yanında yeni mezun bir bayan tarihçi bilmece çözüyormuş. Bir ara oğluma dönüp "Hocam affedersiniz" "muhasara" ne demek? diye sormuş.

Bunu soran yeni mezun bir tarihçi.

Sekiz zayıf ile sınıf geçenlerden olmalı. Mutlaka dizüstü bilgisayarı da vardır.

http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/?t=21.09.2011&y=MustafaKutlu

Dünyanın neresinde 70 ilde 70 üniversite diye bir şart var. Böyle şart olur mu?

İlle de taşrada üniversite yapacağım diye bir şey olmaz. Taşrada üniversite olabilecekse olur, olmayacaksa olmaz.

Bir üniversitenin üniversite olabilmesi için her şeyden evvel laboratuvar ve kütüphane lazım. Var mı bunlar? En merkezdeki üniversitelerde bile yok.

İyi bir üniversite için iyi öğretim kadroları gerekir... İyi bir üniversite için medeni eğitim ve yaşamı sağlayan kampus gerekir. Bunlar olmadan üniversite olmaz.

Türklerin yanlış bir anlayışı var: Herkes üniversiteye gider. Hayır. Herkes üniversiteye gitmesin. Herkese tabii ki kara cehaletten kurtaracak bir eğitim verirsin, herkese iş yapacak bir eğitim verirsin, zanaatçı olur, başka bir şey olur. Ama herkesi üniversitede okutamazsın.

Aynı ananın babanın üç çocuğu birbirine benzemiyor. Bu bir vergi... Siz yetenekli bir çocuğun bulunduğu bir yeri, öbürüyle dolduramazsınız.

Herkesin üniversiteye gitmesinin acısını tadacaklar. Müthiş paralarla okuyanlar, iş bulamayacaklar, ancak daha basit, daha pratik dalları öğrenmek için de geç kalmış olacaklar. Çok hazin şeyler bekliyor Türkiye'yi.

Her çocuk bürokrat olmak istiyor, genel müdür olmak istiyor, savcı olmak istiyor. Oysa iyi bir marangoz, iyi bir tesisat tamircisi, iyi bir elektrikçi çok daha önemlidir. Herkesin hekim ve göz hekimi olması şart değil. Optik alanında çalışan ustalar çok daha önemlidir. Herkesin üniversiteye gitmesi demek şu demek: Genç yaşta öğrenilecek bir dolu meslek varken oyalanmak demek.

Bu kadar işletmeciyle ne yapacağız, çok merak ediyorum. Bu kadar çok sosyologla ne olur çok merak ediyorum. Liseden sonra herkesi tarih fakültesine yollamanın manası nedir?

http://gundem.bugun.com.tr/50-yil-sonra--haberi/1310702

İyi eğitim için dört şey gerekli:
Öğrenmek isteyen, iyi öğrenciler
Öğretmek isteyen iyi öğretmenler
Öğrencilerin öğrenmesini isteyen, iyi okullar.
Okulların iyi eğitim vermesini isteyen yöneticiler.
Bunlar zaten olması gereken şeyler diyeceksiniz. Doğru; olması gereken ama her zaman olmayan şeyler. Bazılarının öncelikleri, bu saydıklarımızdan farklı olabilir: Belki de bazı öğrenciler, okula yalnızca diploma almak için geliyorlardır. Bazı öğretmenler, öncelikle kariyerlerinde ilerlemek, bazı okullar, para kazanmak, bazı yöneticiler ise öğrencileri ve öğretmenleri özel okullara ve dershanelere iteleyip, eğitim yükünü devletin sırtından atmak istiyor olabilir.

http://www.photoshopmagazin.com/paylasim/7011
O
11 yıl
Kurumsal Kimlik Kılavuzuna Uymak ve Disiplinler Arası İşbirliğine dair.
Kurumsal Kimlik Kılavuzuna Uymak

Kurumsal kimliğin (corporate identity) sözlük tanımı şöyle: “Bir kuruluşun görsel ve fiziksel özellikleriyle kurum kültürü, kurum felsefesi gibi soyut niteliklerinin oluşturduğu kimlik. Kurumun logosu, amblemi, diğer tanıtıcı işaretleri, binalarının tasarımı, iç ve dış düzeni, reklam ve diğer iletişim etkinlikleri, tabela ve pano gibi dış cephe işaretleri, flamaları, arabaları, çalışanlarının giysileri, tanıtım kitapçıklarında yer alan kurum felsefesi, kimliği oluşturan ögelerin yalnızca birkaçıdır.”

Şirketler için, bu kadar kapsamlı bir çalışma yaptırmak, üzerinde iyi düşünülmesi gereken bir karardır. Çünkü, zaman ve maliyet gerektirir. Bu çalışmayı yapabilmek için, şirket felsefesinin oluşmuş ve beklentilerin belirlenmiş olması şarttır. Ancak var olan bu bilgiler ışığında, kurumsal kimliği hazırlayacak olan şirket, uzun soluklu çalışmasına başlayabilir.

Bu şartlar hazır olmadan yapılacak bir çalışma, o firmanın kişiliğini yansıtmak bir yana, ısmarlama ve hazır bir şablonun uygulanmasından öteye gidemeyecektir.

Kurum kimliği hazırlamak, ciddi bir uzmanlık gerektirir. Bu yüzden dünyada, sadece bu konuda uzmanlaşmış birçok şirket vardır. Ve bu şirketlerle çalışabilmek için, epey yüksek ücretler ödenir.

Bu noktada, kurum kimliği hazırlamakla yükümlü olmayan tasarımcıları ilgilendiren kısım, kurumsal kimlik kılavuzudur (corporate identity manual).

Tanses Gülsoy’un “Reklam Terimleri ve Kavramları Sözlüğü”nde, kurumsal kimlik kılavuzu şöyle açıklanıyor: “Kurum kimliğini oluşturan tüm tasarım ögelerinin nasıl kullanılması gerektiğini açıklayan kitapçıktır. Bu belgede, amblem ve logo gibi tanıtıcı işaretlerin tüm özellikleri (yazı karakteri, punto, renk, uzunluk ve genişlik ölçüleri, vb.) belirtilir; tasarım ögelerinin birbirine oranı gösterilir; logo ve amblemin, antetli kağıt, fatura, irsaliye gibi standart kağıtlar ile ürün etiketleri, flama, tabela, taşıt aracı gibi çeşitli yüzeylere uygulanış biçimi açıklanır. Bu ortamlarda kullanılması gereken başlıca yazı karakterleri ve renkler belirtilir. Basın reklamlarının sayfa düzeninde, başlık, resim ve gövde metninin birbirine göre konumu gösterilir; örneğin, başlığın, resmin üstüne ortalanması gerektiğine ilişkin bir talimat yer alabilir; imzanın altında her zaman slogan yer alması gerektiği belirtilir, vb. Kurumsal kimlik kılavuzunda ayrıca, kurumsal renk öğeleri ile logo ve amblemin çoğaltıma hazır asılları bulunur.”

Reklam sektöründe çalışıyorsak, kurumsal kimlik kavramıyla çok sık karşılaşırız. Şirketlerin kurumsal kimliklerine saygı duymamız gerekir. Çünkü, o şirket, kendini böyle ifade etmektedir. Eğer buna saygı duymazsak, o şirket için yapılan çalışmaların iyi sonuç vermesi tamamen tesadüfi olacaktır.

Eğer işin mutfağında çalışıyorsak, yani grafikerlik yapıyorsak, bize yeni bir müşteri verildiğinde, birşey yapmadan önce, varsa, o şirketin kurumsal kimlik kılavuzunu edinmemiz ve incelememiz lazım. Kurumsal kimlik kılavuzları, genellikle sıkıcı metinlerdir. İlaç prospektüsleri gibidirler. Tümünü okumaya üşenebilirsiniz. Ama inanın, sayfa sayısı çok olsa dahi en fazla bir saatte tümüne göz atabilirsiniz. Bu, ileriki aşamalarda sizi büyük yanlışlardan koruyacaktır.

Ülkemizde şirketler (büyük holdingler dışında), kurumsal kimlik çalışmasına gereken önemi, daha yeni yeni vermeye başladılar. Bu noktada katedilecek çok yol var.

Yakın zamana kadar, kurumsal kimlikten algılanan, bir şirketin logosuyla sınırlıydı. Bu logonun yansıtmak istediği şey nedir, sayfada nasıl durması gerekir, pantone numarası kaçtır, siyah zeminde kullanıldığında hangi kurallar geçerlidir, müşteri dahil, pek kimsenin umrunda olmazdı.

Örneğin, son yıllarda yaygınlaşan şirket araçlarının çoğunda, şirket logoları, tabelacının inisiyatifinde uygulanmıştır. Halbuki, bazı şirket araçlarının üzerine uygulanan tasarımlar göz kamaştırıcıdır ve trafik içinde hemen algılanır. Bu da o şirketin sürekli bir tanıtımı demektir. Şirketiniz, dinamik, girişken, cesur bir tarzı benimsemişse, araçlarının tasarımından şirket dekorasyonuna kadar bir bütün oluşturmalıdır. Şirketinizi klasik tarzda döşeyip, araçlarınızı gri resmi araç mantığıyla tasarlayıp, çalışanlara da rengarenk kıyafetler giymelerini öğütleyerek, tutarlı bir çizgi oluşturamazsınız. “Etki=tepki” formülünü unutmamak lazım. Nasıl bir etki uyandırıyorsanız, öyle bir tepki alırsınız. Bu, toplum değerleriyle ilgili bir gerçektir. Bunları iyi bilirseniz, lehinize kullanabilirsiniz.

Elimize bir kurumsal kimlik kılavuzu geldiğinde, bizi sınırlayan kurallar yoksa, tasarımımızı kreatif fikir doğrultusunda gerçekleştirebiliriz. Ama, önceden belirlenmiş kurallar varsa, örneğin, kullanılacak fotoğraflar hayatın içinden olmalı, günlük yaşamın doğal akışını yansıtmalı, deniyorsa, görsel seçimimiz bu yönde olmalıdır. Böyle bir kuraldan sonra, o tasarımda, bol Photoshop efektli, teknolojik çağrışımlar yapan kurmaca görseller kullanamayız. Kılavuzda ifade edildiği gibi, hayatın doğal akışı içinden kareler bulmalı veya hazırlatmalıyız.

Çok önemli bir konu da logo kullanımıdır. Genellikle, bu kılavuzlarda, logo kullanımında verilmesi gereken minimum boşluklar ve minimum-maksimum kullanım boyutları belirtilmiştir. Ayrıca, logonun yanlış kullanımına ait örneklemeler de yapılmıştır. Genel bir uygulama da logodan alınan parçaların, tasarım malzemesi olarak kullanımının yasaklanmasıdır. Logo, bir bütündür; parçalanamaz; hiçbir şekilde, başlıkta kullanılamaz. Metin içinde logo yer alamaz.

Sık karşılaşılan problemlerden biri de logo rengidir. Parlak kuşe kağıt ve mat birinci hamur kağıtta, aynı pantone numarası farklı sonuçlar verir. Bu yüzden, kurumsal kimlik kılavuzlarında, logoların parlak ve mat materyaller için kullanılması önerilen değerlerine de yer verilir.

Kurumsal kimlik kılavuzunda, metinlerde kullanılması önerilen bir font ailesi varsa, bu kullanılmalıdır. Bizim zevkimize uymasa da söz konusu kurumsal kimlik geçerli olduğu sürece başka şansımız yoktur; çünkü bu, bizim o şirketle oluşturduğumuz tasarım ilişkisinin anayasasıdır.

Peki, bir müşteri, olması gerektiği konusunda ikna olduğu kurumsal kimlik çalışmasını kime yaptırabilir? Tabii ki ilk danışması gereken birim, çalıştığı ajanstır. Ajansının bünyesinde, böyle kapsamlı bir çalışma yapacak yetkin kişiler varsa, iş ajans içinde çözülecek; yoksa, ajansı onu ilgili firmalara yönlendirecektir. Burada müşterinin bilmesi gereken, kurumsal kimlik çalışmasının, sadece ajansın değil, aynı şekilde müşterinin de ödevi olduğudur. Yani, bu çalışma içinde, şirket yetkilileri de üzerlerine düşen görevleri yerine getirmek durumundadırlar. Öncelikle, şirketlerinin felsefesini net bir şekilde aktarmaları gerekir. Bu noktada danışmanlardan da faydalanabilirler. Ardından, bunun uzun soluklu bir iş olduğunu, öyle iki ay içinde çözülebilecek bir çalışma olmadığını bilmeliler. Ve doğal olarak, böyle bir emeğin maddi karşılığı da olacaktır. Bu yüzden müşteri, bu tür bir çalışma yaptırmanın şirketi için gerekliliğine, mutlak surette inanmalıdır. Aksi takdirde, yapılan her iş, ona gereksiz bir külfet gibi gelecektir. Özellikle, işlerini, şirketindeki satın almacının tavsiye ettiği tabelacılarla çözmeye alışmışsa...
http://www.marjinal.com.tr/

Biz de müşteriye, her şeyin birlikte tasarlanması gerektiğini anlatmaya çalışırız. Ürünün kendisi, tasarımı, satılacağı yerler, fiyatı, grafik tasarımı bir bütündür. Birlikte düşünülüp, birlikte tasarlanmalıdır. Bir çalışmayı bitirip ikincisine başlarsanız, her aşamada pek çok fırsatı heba edersiniz. Bir önceki çalışma, bir sonra bulunabilecek fikirlerin çoğunu devre dışı bırakır.

Genelde de yapılan, budur. Ve hepimiz, bizden önce işe yanlış başlandığından, bizden sonrakilerin de bizim yaptıklarımızı bozduğundan şikâyet ederiz.

Eski bir müşterim, kuracağı restoran zinciri için benden çalışma istediğinde, içmimarıyla tanışmak istedim. “Birkaç kişiyle görüşüyoruz, kimle çalışacağımıza henüz karar vermedik; sen logoyu düşünmeye başla” dediler. İşe ancak içmimarla birlikte başlayabileceğimi söyledim ve bekledim.

Düşünün; mekânın tarzı, atmosferi, renkleri, kullanılacak aksesuarlar henüz belli değildi ve ben belli olmayan bir mekânda kullanılacak panoları, mönüleri, standları tasarlayacaktım. Benden sonra işe başlayacak içmimar ya benimkilerden çok farklı şeyler yapacak, markanın en önemli unsuru, bütünlüğü ve tutarlılığı, daha ilk günden yok olacaktı ya da benim yaptıklarıma uymak için, pek çok iyi fikri çöpe atacaktı. Daha da önemlisi, içmimarlık ve grafik tasarımın güçlerinin bir araya gelmesinin yaratacağı sinerjiden yoksun kalacaktık.

Marka kimliği, ilk günden itibaren, onun için çalışacak herkesin katkısıyla ortaya çıkmalı. Bu, yorucu bir çalışmadır ve çok zaman alabilir. Ama markayı diğerlerinden bir adım öteye götürebilecek o temel fikrin tam ve tutarlı olması, harcanan tüm çabalara değer.

Herkesin kafasında aynı resim oluştuktan sonra, artık birbirinizi çok sık görmeseniz bile bir ‘ekip’ olmuşsunuzdur. Ekibin her üyesi, neyi, niçin, nasıl yapacağını daha iyi bilir ve daha hızlı yapar. Hem tasarım için harcayacağınız zaman azalır, hem de uzun tartışmalardan, çatışmalardan, düzeltmelerden ve yeniden tasarlamalardan kurtulursunuz.

En önemlisi; marka için yapılan her şey, kim tarafından yapılırsa yapılsın, aynı marka kimliğini, aynı marka vaadini anlatır. Ki bu da markanın ‘olmazsa olmaz’ıdır.
(İlhan Bilge)
http://www.gennaration.com.tr/

Tekrar ortak tasarım konusuna dönecek olursak, burada, tasarımın aktörleri arasında bir hiyerarşik pozisyonun söz konusu olduğunu/olacağını söylemeliyiz. Bir mimari eser tasavvuru, mimarın zihninde bütüncül bir yapı arz eder. Bu bütüncül yapı, elbette organik diyebileceğimiz bileşenlerden oluşur. Bu noktada peyzaj mimarı veya iç mimar, kendi tasavvurunu, mimarın genel tasavvuruyla birleştirmek ve bu genel tasavvura hizmet etmek zorundadır. Mimarın, farklı disiplinlerden, örneğin grafik tasarımdan alacağı hizmette grafik tasarımcının pozisyonu da aynıdır. Grafik tasarımcı da mimarın genel tasavvuruna hizmet eder.

Ünlü Hollandalı tasarımcı Gert Dumbar, kendisiyle yapılan bir söyleşide (Grafik Tasarım, Temmuz 2007, Sayı: 10) tam da bu ilişki ve işbirliğine işaret ediyor: “Mimar yıkılmayacak bir bina yapar. Grafik tasarımcı ise binanın sinyalizasyon sisteminden sorumludur. Bu durumda, mimarla çalışmak durumundadır. Bazen bina için görsel kimlik önerir. Bu birlikte uyum içerisinde çalışma meselesi. Bu tip bir işbirliğinin herhangi bir kuralı yok; tamamen mimarın ve grafik tasarımcının entelektüel kalitesi ile ilgili bir durum; eğer bu kalite yüksekse, mimar ve tasarımcı bir arada çok güzel işler ortaya çıkarabilirler. Mimarlar, her şeyi yapabileceklerini iddia etseler de, bu olanaksız, her şeyi yapamazlar. Ben öğrencilerimi de farklı disiplinlerle çalışmaya teşvik ediyorum. Onları moda tasarımı bölümüne, kuram bölümüne, hatta konservatuara yönlendiriyorum. Çünkü grafik tasarım diğer disiplinlerle çalışmaya çok açık bir disiplin. ‘Dutch Post’ için yaptığımız kurumsal kimlik çalışması buna iyi bir örnek. Logo ve logoda kullanılan grafik elemanları hem posta binasının cephesinde hem de postanenin porselen fincan takımları üzerinde uyguladık. Bu grafik elemanlar Hollanda’da tanınıyor ve posta binasını da tanımlıyor. Grafik tasarım, kurum ile bina ve nesneleri ilişkilendirme konusunda çok güçlü bir araç, binanın ya da nesnenin üzerine isim yazmaktan çok daha güçlü.”

Ortak tasarımın ortak bir dile sahip olması da kaçınılmazdır. Mimari eserin dilini kurgulayan mimardır. Bu noktada, grafik tasarımcının bu dile uyması, hatta daha doğru ifadeyle bu dilin örülmesine katılması gerekir.

Dil, üzerinde epeyce konuşulması gereken geniş bir konudur. Bu genişliği daraltmamasını dileyerek, John D. Berry’nin Kamusal Mekanda Okunaklılık (Yazılar, Ekim 2008, Sayı: 73, Çev. Aslı Martan) başlıklı yazısından bir paragrafa göz atmak yararlı olacak: “Antik Roma harfleri birer rastlantı eseri olarak yaratılmamışlardı. Roma İmparatorluğu’nun yürüttüğü marka çalışmasının bir parçasıydılar. Romalılar şehirler kurdular, gittikleri her yerde anıtsal binalar inşa ettiler ve böylece fethettikleri topraklar üzerine kendi kimliklerini damgalamış oldular. Bu kimliğin bir parçasını Latin dili ve bu dili vücuda getiren etkileyici kitabeler oluşturmaktaydı. Bu kitabeler bütün şehirlerde forumların ve kamusal mekânların üzerinde tüm heybetleriyle yükselirlerdi. Bugün bir kamu binasının (ya da kamu binası görünümünde olmaya çalışan özel bir binanın) üstüne klasik kitabe harflerinin taklitlerini koyduğumuzda, onlardan bu ‘marka dilini’ ödünç almış oluyoruz.”

Ülkemizdeki kamu binaları ve kamusal mekanlarla grafik tasarım ilişkisini hiç irdelemeyelim bile! Çünkü öncelikle tartışılması gereken şey, kamu binaları ve kamusal mekanların bizzat mimari varlıkları... Hatta “İş, bu mimari yozlaşmanın grafik tasarımla ilişkisine mi kaldı?” diye soranlar bile olacaktır.
http://selimtuncer.blogspot.com/2009/02/tasarm-el-birligiyle-yuceltilebilir.html

3.Görsel kimlik tasarlamanın kahredici streslerinden biri şudur; kategorinin teamüllerine sadık kalarak özgün ve farklı olmayı başarabilmek... Eliniz kolunuz zincirlerle bağlıyken enfes fırça darbeleriyle muhteşem tablonuzu tamamlayabilmelisiniz. Yani yaratacağınız görsel kimlik bir yandan “Ben bir havayolu markasıyım, köfteci zinciri değilim.” derken, bir yandan da “Gördüğünüz gibi diğer havayolu markalarının hepsinden farklıyım.” mesajı verebilmelidir. Bu ilkeyi, margarinden gazoza, bankadan market zincirine, bilgisayardan cep telefonuna kadar her kategoriye uygulayabilirsiniz/uygulamalısınız.

4.Ülkemizde amblem-logo, marka kimliği (brand identity), kurum kimliği (corporate identity), ambalaj tasarımı (package design) ve diğer konularında yeterli ve arzu edilen evsafta arzın olmadığı söylenir. Bu doğrudur. Ancak, arzın gelişmemesinin sorumlusu da talep noksanlığıdır. Hatta mevcut talebe göre arz fazlasının olduğunu bile söyleyebiliriz belki.

5.Mevcut arzın yeterli olgunluğa ve bilimsel ciddiyete kavuşmadığını da kabul etmeliyiz. Ancak bu da mevcut talebin niteliği ve görgüsüyle ilgili bir durumdur. Meslek hayatımda, dışarıda bu işlere milyon dolarlar veren kalburüstü firmaların, karşılarına Türk firması çıktığında Bayrampaşa’daki bir baharatçıdan daha fazla cimri davrandığını çok gördüm. Arz kendini nasıl geliştirsin ki?

6.Şunu hemen söylemeliyim ki, grafik dizayn başarısı konusunda İstanbul, dünyanın çeşitli merkezlerinden kesinlikle daha geri değildir. Grafik dizayn arzının iki temel sorunu vardır, biri kendini ispat edeceği bir talep ve pazar derinliği yoktur, diğeri ise grafik tasarımcılarımızın ticari grafik üretirken yabancı pazarlarda üretilmiş örneklerle beslenmeleri ve özellikle pazarlama iletişimi konusundaki eğitimsizlikleridir. Bunu, mevcut koşullarda okullarımızın yapamadığı belli, ama bir okul işlevi görecek kurumların oluşmaması da sorunu derinleştirmektedir. “Hevesli bir matbaacı çırağı” veya Ogilvy’nin ajansındaki “genç çocuklardan biri” ise sadece ironik yaklaşımlardır. İş, son derece ciddidir.
http://selimtuncer.blogspot.com.tr/2006/07/bonne-pour-lorient.html

Bir vaka anlatmama daha izin verin. Doksanlı yılların sonu... Uydu telefonu ve uydu takip teknolojileri konusunda faaliyet gösteren, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Güney Asya’da pazarı olan bir Türk şirketi müşterimiz olmuştu. Şirket, yurt dışına pazarlamak üzere sabit uydu telefonları üretimiyle ilgileniyordu ve bu telefonların endüstriyel tasarımları da Türkiye’de yapılıyordu. Tasarımlar yapılıyor, biz de üzerindeki yazıları, işte o bildiğiniz rakamları falan dizayn ediyorduk. Belki bana inanmakta güçlük çekeceksiniz, ama iki vaka birbirinin neredeyse aynısıydı, yani telefona markanın logosunu yerleştirilecek bir alan düşünülmemişti. Ciddi maliyetleri olan enjeksiyon kalıpları yapılmış, epeyce mesafe alınmış bir iş, gelip grafik tasarımcının bir mucize yaratması beklentisine takılıp kalmıştı.
http://selimtuncer.blogspot.com.tr/2008/02/mimari-endstriyel-tasarm-basn-sinema-ve.html

Doğru örnekler ve yapılmaması gereken hatalar:
http://www.celebritygolfphotos.com/logos/nbc2012/2012_NBCSPORTS_LOGO_GUIDELINES.pdf
http://www.dccomics.com/galleries/dc-new-brand-identityhttps://youtu.be/tTw4hNcPoWI?t=31
http://www.logodesignlove.com/brand-identity-style-guides
O
11 yıl
\"Hocam bu tasarımı hangi program yapıyor?\"
"Bırak da; CS4 mi, CS5 mi; en fazla iki tuşa basınca tasarımı yapan hangisi sen onu söyle bir?!"

“Eli görmeyen kişi, yazıyı kalem yazdı sanır!”
(Mevlânâ)



http://www.johnlangdon.net/

Videoyu izlemek için tıklayınız

“Planlamanın ne kadar önemli olduğuna son noktayı koyacak bir öykü ile bitireyim yazımı. Shrek 2 için, Dreamworks 16 geleneksel animatörü, CG animasyon teknikerini ve PDI yazılımını öğrenmeleri için 2 aylığına PDI’a yollamıştı. Bazılarımız (ben de dahil) 1 sene öncesinden Maya eğitimi almıştık, bazılarımızın hiç CG deneyimi yoktu. Ben, bana göre hala çalışan en iyi animatör olan James Baxter’ın yanında oturuyordum. James bilgisayar konusunda tam bir acemiydi. E-mail atmayı bile bilmezdi, dalga geçmiyorum. James’e bir kaç geleneksel animasyon filminde asistanlık yapmıştım ve rolleri değişmemiz için can atıyordum.

İlk CG animasyon testimiz olan klasik bir top zıplaması üzerinde çalışırken, James’in ara sıra bana teknik konular hakkında soru sorması hoşuma gidiyordu. Ve arada göz ucuyla onun klavyedeki tuşları aramasını ve işaret parmağı ile onlara basmasını, her mouse tıklamasından önce düşünmesini izliyordum. Bilgisayar tecrübem onunkine kıyasla yüzlerce kat daha fazla olduğu için hava atıyormuş gibi gözükmek istemiyordum. Biraz daha fazla uğraşarak animasyonumun daha gösterişli olmasına çalışıyordum, ve animasyonumun 3′te 1′ini tamamlamıştım ki James’in ekranına bir göz attım. Şaşkınlıktan gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Topun çok zekice tasarlanmış bir set içinde bir o yöne bir bu yöne harika bir şekilde zıplayarak sonunda tatmin edici bir şekilde durduğu muhteşem bir sahne yapmıştı. Çıldırmış bir şekilde “Bunu nasıl yaptın?! Yani nasıl bu kadar hızlı? Mükemmel.” James her zamanki sakin tavrı ile, “Topun ne yapmasını istediğimi biliyordum, sadece bilgisayara onu nasıl yaptıracağımı çözmem gerekti.” Bu sözleri bugün hala kafamda yankılanır, özellikle 20. kere playblast almama rağman hala ne istediğimi net bir şekilde bilmediğim zamanlarda.”

http://www.animasyongastesi.com/?p=1943
http://livlily.blogspot.com.tr/2010/10/james-baxter.html
http://www.artofthetitle.com/title/kung-fu-panda/

Yine büyük ustalardan Sergio Pablos’un, sadece kağıt ve kalem kullanarak ortaya çıkardığı şu muhteşem animasyonu, bir takım komutlarla becerebilecek hiçbir yazılım ve operatör yoktur.
Hiç olmayacaktır:





https://www.linkedin.com/in/jorge-a-capote-a6121a51/





(6:08)
https://youtu.be/RRRTZEIPunE?t=367

(19:20)
http://www.youtube.com/watch?feature=player_detailpage&v=PE04g6bDpTY#t=1161

(16:15)
https://youtu.be/peTYlLpcrj4?t=975
O
11 yıl
Estetik olmasa da olur mu?
http://realitydream.deviantart.com/
< Resime gitmek için tıklayın >

3 - O, yedi göğü, birbiri üzerine yarattı. Rahmân'ın yaratmasında bir aykırılık, uygunsuzluk görmezsin. Gözünü döndür de bak, bir bozukluk görüyor musun?
http://www.kuranikerim.com/melmalili/mulk.htm

Allahü teâlânın yarattığı her şeyde muhakkak bir güzellik, bir sanat, bir tenasüp vardır. O yaratılıştan daha güzeli düşünülemez. Kur’an-ı kerimde, (Biz insanı, en güzel şekilde yarattık) buyuruluyor. (Tin 4)
http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=3889

Birinci Nokta : Beşer, fıtraten, şu kâinatın Hâlıkına karşı hadsiz bir muhabbet üzerine yaratılmıştır. Çünkü fıtrat-ı beşeriyede cemâle karşı bir muhabbet ve kemâle karşı perestiş etmek ve ihsana karşı sevmek vardır. Cemal ve kemal ve ihsan derecâtına göre o muhabbet tezayüd eder, aşkın en müntehâ derecesine kadar gider.

Hem bu küçük insanın küçücük kalbinde kâinat kadar bir aşk yerleşir. Evet, kalbin mercimek kadar bir sandukçası olan kuvve-i hafıza, bir kütüphane hükmünde binler kitap kadar yazı, içinde yazılması gösteriyor ki, kalb-i insan, kâinatı içine alabilir ve o kadar muhabbet taşıyabilir.

Madem fıtrat-ı beşeriyede ihsan ve cemal ve kemâle karşı böyle hadsiz bir istidad-ı muhabbet vardır. Ve madem bu kâinatın Hâlıkı, kâinatta tezahür eden âsârıyla bilbedâhe tahakkuku sabit olan hadsiz cemâl-i mukaddesi, bu mevcudatta tezahür eden nukuş-u san'atıyla bizzarure sübutu tahakkuk eden hadsiz kemâl-i kudsîsi ve bütün zîhayatlarda tezahür eden hadsiz envâ-ı ihsan ve in'âmâtıyla bilyakin ve belki bilmüşahede vücudu tahakkuk eden hadsiz ihsânâtı vardır. Elbette, zîşuurların en câmii ve en muhtacı ve en mütefekkiri ve en müştâkı olan beşerden, hadsiz bir muhabbeti iktiza ediyor.
(Bediüzzaman)

Para ve Yunus Emre... Uygun düştü mü, bilemem, ama yeni paralardan birinin üstüne Yunus Emre’nin resmi konuldu ya, bu hafta ayrı ayrı iki arkadaştan aynı Yunus hikayesini dinledim farklı vesilelerle... Dün de “Yaşamdan Dakikalar” programında Sunay Akın anlatınca, bu kıssadan benim aldığım hisseyi aktarmayı daha fazla geciktirmek istemedim.

Tapduk Emre, Yunus’u dergahın odunculuğuna tayin eder. Yunus kırk yıl boyunca bu hizmette bulunduğu halde, bir kez olsun dergaha eğri ve yaş odun getirmez. Bunu farkeden Taptuk Emre bir gün Yunus’a: “Dağda hiç eğri odun kalmadı mı?” diye sorar. Yunus: “Dağda eğri odun çok, ancak senin kapına odunun bile eğrisi yakışmaz.” diye cevap verir.

Felsefenin üç bahsi olan “mantık”, “etik” ve “estetik”i işaret eden “üç selim formülü”nün, yani “akl-ı selim”, “kalb-i selim” ve “zevk-i selim”in, zıtlıklarıyla birlikte ifade edecek olursak “doğru-yanlış”, “iyi-kötü” ve “güzel-çirkin”in, insanlığın en temel terazileri olarak iletişimin de birbirinden ayrılmaz temellerini oluşturduğunu yeri geldikçe yazıyorum.

Yunus Emre, Tapduk’un dergahında, erdemli bir insan olmanın, yani “iyilik”in yolunu ararken, aynı zamanda yaş olmayan odunla “akıl”a, eğri olmayan odunla “güzellik”e çağırmıyor mu bizi?

Ve bunların birbirinden ayrılamaz olduğu hissesi çıkmıyor mu bu kıssadan?
http://selimtuncer.blogspot.com/2008/10/bu-kapdan-odunun-bile-erisi-geemez.html

Osmanlı uygarlığının üç temel üzerinde inşa edildiği söylenir; akl-ı selim, kalb-i selim ve zevk-i selim. Yani, kısaca doğruluk, iyilik ve güzellik. Aslında bütün uygarlıkların, değerler felsefesi aksiyolojinin iştigal alanı ve insanlığın en temel terazileri olan olan bu üç unsur üzerinde yükseldiğini söylemek yanlış olmaz. “Bir zincir en zayıf halkası kadar güçlüdür.” denir, bence de bu üç unsurdan sadece biri zayıfladığında bile o uygarlık çöker. İbn Haldun’un işaret ettiği gibi “küllerimizden yeni bir uygarlık canlandırmak” istiyorsak bunu “güzellik”siz yapamayız. İşte grafik tasarım da, çok açık ki bu kapsamın en önemli alanlarından biridir.

İyi ve kötü kavramları, aslında etik felsefesinin konusudur. Estetik bilimi de, felsefe tarihi boyunca, güzellik ve iyilik arasında bir ilişki kurmuştur. Baumgarten’in, “estetik”i “güzel üzerine düşünme” bilimi olarak tanımlayışından bu yana iki yüz elli yıldan fazla bir süre geçti. Kant’a kadar da filozoflar için “iyi, doğru, güzel” kavramları eş anlamlı sayılıyordu.

İdeal insanın “iyi insan” olduğunu düşünen Eski Yunanlar için, “güzellik” ve “iyilik” aynı şeydi; “tokalon” hem iyilik hem güzellik demekti. Schiller’e göre “güzellik”, hem akla hem de ahlaka dayanıyordu. Kant için “güzel”, ahlaki iyiliğin dünyadaki sembolüydü. “Güzellik” ile “iyilik” arasında sıkı ilişki kuran filozofların kaygısı, sadece estetik alanına değil, etik alanına da dâhildir. Her ikisinin de kaynağındaki değerlerimiz, güzellik ve iyilik algımızı belirliyor. “Doğru” olmayan bir şey de “iyi” olamaz.
http://selimtuncer.blogspot.com/2013/02/o-ampul-krlp-yerini-ideografik-bir.html

Türk modernleşmesinin, farklı alanlarda, iyi kötü, doğru yanlış bir yol aldığını söylemek mümkünse de, hem yüksek sanatla kendini ifade eden hem de günlük yaşamla bütünleşen bir estetik sentez üretme konusunda çok ciddi zaaflar taşıdığını görmek zor değildir. İlginç olan şu ki, bugün bu estetik yozlaşmanın öncülüğü konusunda toplumun en alt katmanlarıyla kamu iradesi el ele vermiş durumdadır.
http://selimtuncer.blogspot.com.tr/2013/02/o-ampul-krlp-yerini-ideografik-bir.html

Müslüman bilincinin daha uzun bir süre gözle ve görsellikle ilişkilerinde sorun yaşaması kaçınılmazdır. Görmeyi ve göstermeyi öğrenmek zaman alır. Asırlık alışkanlıklardan sıyrılmak ve/veya yerleşmiş hassalarla hesaplaşıp onları eğitmek pek o kadar kolay değildir.
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/default.aspx?i=20362&y=DucaneCundioglu

“Görsellik, dile nazaran çok daha hızlı değişiyor. 21. yüzyıl tepeden tırnağa, tıpkı 20. yüzyıl gibi, bir görsel çağdır. Yeni görsel ideoloji hepimizi kıskıvrak bağlamış ve tutsak etmiştir. Reklamlardan tasarıma, televizyondan internete kadar hayatımız görsellikle kuşatılmıştır. Buna direnmek de, bunu görmezden gelmek de olanaksızdır. Derrida'nın eski meselesine dönersek ben artık körlerin bile gördüğü kanısındayım. Böylece edebiyat, elendi, dolandı, geldi, soyluluğun bir aracı oldu. Bir dönemin popüler kültür kurucusu edebiyat ve yazınsal kültür bugün artık yüksek kültürün belkemiği. Üstelik görselliğin desteğine de ihtiyaç duyuyor. Üzülsem mi, sevinsem mi bilemiyorum. Eşlerin sevgili, sevgililerin eş olması gibi bir şey bu ve galiba çok zor bir durum.”
http://www.sabah.com.tr/Pazar/Yazarlar/kahraman/2014/01/05/21-yuzyil-tepeden-tirnaga-gorsel-bir-cagdir

Mimarlık sanatı bakımından değerli ve üstün olan bir camiye, bir binaya, bir köprüye bakmanın onu doya doya, derin derin seyretmenin stres giderici, şifa verici bir tesiri olduğunu duymuş muydunuz? Böyle bir şifa herkese nasip olmaz. Değerini bilerek, anlayarak, idrak ederek seyredeceksiniz; bakışlarınız size zevk ve haz kazandıracak.

Bundan on beş sene kadar önce Dolmabahçe Sarayında bir tarihî hilyeler sergisi açılmıştı. Serginin tertipçisi Turgay Bey, üzüntülü ve şikâyetçiydi, "Müslüman kesimin kodamanlarından, üst tabakasından, güçlülerinden hiç kimse gelmedi" diyordu.

Çirkin bir bina insanın içini karartır, biz bunun da farkında değiliz.

İçindeki bilgiler faydalı, güzel bir kitap düşününüz. Kağıdı sanatlı bir kağıt, hurufat karakteri o da sanatlı, cildi bir harika, yan kağıdı nefis bir ebru, insan bu kitabı okurken hem muhteva (içerik) hem şekil dolayısıyla birkaç çeşit zevk duyar. Avrupa'da kitapseverler için böyle lüks ve orijinal baskılar yapılıyor, numaralanıp meraklılarına satılıyor. Bizde merak yok ki, böyle kitap basılsın, satılsın...

***

Liselerimize (hattâ kabilse ilkokuldan itibaren) tez elden "Pratik Estetik" dersleri konulmalıdır. Pratik diyorum...Kafa karıştırıcı teorilere, felsefelere lüzum yoktur. Pratik Estetik ders kitabında herşey resimlerle, kısa ve keskin hüküm ve formüllerle anlatılmalı ve açıklanmalıdır.

Bu kitapta yapılan yeni binaların güzel olması gerektiği konusu işlenmelidir. Mimarlığın babası Romalı Vitruvius bir binanın üç özelliğini şöyle sıralıyor: Sağlam olacak, kullanışlı olacak, güzel olacak... Güzel olmayan bir bina iyi bir bina değildir. Ev, apartman, han, fabrika, depo, okul, mahkeme, resmî daire binaları mutlaka güzel olmalıdır. Yakın tarihimizde, yetmiş beş senedir şu güzelim ülkemizi çirkin, berbat, korkunç, iğrenç binalarla doldurduk. Genç nesillere bu acı gerçeği anlatmamız gerekir. Sultanahmet'teki eski hapishane binası, Osmanlı'nın inşa ettiği en son amme hizmeti binasıdır. Nihayet bir hapishane... Hapishane ama bir mimarlık âbidesi, bir sanat şaheseri... Bu bina artık hapishane olarak kullanılmıyor, beş yıldızlı uluslararası bir otel olarak hizmet veriyor. Bu yapıya sanat bakımından değer kazandıran husus nedir? Onda milli sanatımızın şekilleri, üslubu, havası vardır. Kapısı, balkonu, çinileri, kitabesi, iç avluları, çatısı, her tarafı güzeldir.Kitabesi dedim, üzerinde "Dersaadet Cinayet Tevkifhanesi" yazılıdır.Büyük bir hattatımızın kaleminden çıkmıştır.Bendeniz bundan kırk küsur yıl önce bu hapishanede doksan dokuz gün kaldım, içini dışını iyi bilirim. Osmanlı'nın ne büyük bir medeniyeti varmış ki, devlet batarken bile böyle bir bina yapabilmiş. Osmanlı mezbahalara, tren istasyonlarına, gümrük binalarına ve depolarına, okullara sanat koyabilmiştir.

İstanbul Şehremini'nde karşı karşıya iki okul vardır. Biri Osmanlı zamanından kalma "Yüksek Kız Muallim Mektebi" diğeri "Şehremini Lisesi". İstanbul'da yaşayanlar gitsinler, alıcı gözle iki binaya baksınlar. Aradaki farkı anlamak için mimar, şehirci, sanat uzmanı olmak gerekmez...

Bazen İstanbul civarında birkaç saatlik yolculuklar yapıyorum, yüz kilometre gidiyorum, bir tek ipe sapa gelir, bahçeli ev, villa, köşk göremiyorum. Hiç yok değil, zaman zaman binde, on binde bir güzel bir bina çıkıyor karşıma. Yetmez ki...

Birkaç hafta önce Gürcistan'a küçük bir seyahat yaptım. Trabzon'a kadar uçakla gittim, oradan Sırp sınır kapısına kadar otomobille... İster inanın, ister inanmayın, Trabzon'dan sınıra kadar mimarlık ve şehircilik bakımından korkunç, dehşetli, berbat bir manzara gördüm. İstisnasız bütün yeni binalar çirkindi. Üstelik kara ile deniz arasına bir sahil yolu yapmışlar, sanat ve ekoloji açısından bir felaket. Öldürmüşler, batırmışlar, bitirmişler farkında da değiller. Aman ne gözel oldu, aman ne gözel oldu.

Sürmene civarında, yol kenarında eski bir konak gördük, geleneksel mimarî ve sanata uygun. Devletimiz binayı satın almış, restore ettirmiş, bir orası çok güzeldi.

"Be adam, yeni şeyler içinde hiç güzel olanı yok mu?" Olsa söylerim. Ben yanılıyorsam, uluslararası çapta birkaç mimar, şehirci, sanat uzmanı bulalım. Bunlar bilirkişilik yapsınlar, ben verecekleri hükme razıyım.

Bütün Türkiye'yi çirkinleştirdik, nereye gitseniz aynı manzara. Çirkin çirkin binalar, beton yığınları, ruhsuz yapılar. Edirne'de böyle, Bursa'da böyle... Edirne'de güzel ve sanatlı olan her şey eskiden kalma; eski Osmanlı binaları, Rum evleri, Bulgar evleri, Yahudi evleri...

Sadece yapılarımız değil, sanayi ürünlerimiz, otomobillerimiz de güzel değil. Bugatti ne demiş? "Güzel olmayan bir otomobil, iyi bir otomobil değildir." Çok doğru söylemiş. 70'li, 80'li, 90'lı yıllarda yapılan otomobillerimiz ne kadar zevksizdi. Yahu, yaparken şuna biraz güzellik katsana.

Evlerimizin dekorasyonu, lokantalarımız, kahvelerimiz, pastanelerimiz, çarşılarımız, pazarlarımız da güzel değil.

***

61. İstanbullunun el yazısı estetik olur. Eski İstanbullular düzgün rik'a yazısını bilirlerdi. Sultanî ve idâdilerde Fransızca okudukları için de Latin kaligrafisine vakıf idiler. İstanbul kültürüne sahip olmak isteyen gençler mutlaka kaligrafi=güzel yazı dersleri almalıdır.
(MehmetŞevket Eygi)

(3:45'den itibaren)
http://www.youtube.com/watch?v=U9awy713Ft4

Bahsettiğiniz sanatların günümüzde unutulmasının nedenini neye bağlıyorsunuz?

Bizim en büyük sıkıntımız sanatın ne olduğunu kavrayamamak. Bunu anlatmak da son derece zor. Sanatın ilkokuldan itibaren öğretilmesi gerekiyor. Sanat bir koruyucu hekimliktir. Sanat Allah'ın kullarına lütuf ettiği ortak dilin adıdır. Bu aşamalardan geçmezseniz harcanmış, yalnız kalmış anlamayan ve anlaşılmayan insanlar olursunuz. Bu milletin sanata şaşı bakması hem kendinin dünyada dışlanır hem de kendi içinde problemli hale getirmiştir. Ben şimdiye dek kimsenin ayak izine basmadım bırakalım başkaları bizim ayak izimize bassın. Geçmişimiz ve yaptıklarımız dünyaya güzel örneklerdir.
http://yenisafak.com.tr/pazar-haber/kendi-sanatlarimiza-sasi-bakiyoruz-02.03.2014-622619?fb_action_ids=10152303403577164&fb_action_types=og.recommends

* Otomobil tasarlarken göz önünde bulundurduğunuz en önemli şey ne? Güvenlik, rahatlık, stil...

- Otomobillerin iki yönü var. Biri duygusal, diğeri mantık... Duygusal yönü şu ki; bir otomobil insanları çekmeli, baştan çıkarmalı. Bizim stratejimiz bu, çok güzel otomobiller yaparak insanların otomobillerimize aşık olmasını sağlamaya çalışıyoruz. Mantık tarafına gelirsek... Fiyatı uygun olmalı, ergonomisi, teknolojisi yerinde olmalı. İkisinin birlikteliğini hedefliyoruz. Biraz şunun gibi... ıyi birisiyle tanışıp ona aşık oluyorsunuz ama aynı zamanda onunla birlikte yaşayabilmelisiniz.

* İnsanlar otomobil alırken duygusal kararlar mı veriyor, yoksa fonksiyonelliğiyle mi ilgililer?

- Onlara sorsanız mantıklarıyla seçim yaptıklarını söylerler. Ama aslında tamamen duygusal nedenlerle otomobillerini seçiyorlar. ınsanların otomobil seçimlerinde en önemli etkenin tasarım olduğunu biliyoruz. Tasarım fiyattan, sadakatten, çevreden ve güvenlikten önce geliyor.
http://www.hurriyet.com.tr/magazin/magazinhatti/19310150.asp

"Bizim tasarımlarımızda çizgiler herşeydir. Muhakkak eşşiz ve kendine has orijinal güzellikte olmaları lazım. Ben de Ken'de (Okuyama) onu gördüm. Kendine has çizim stili, ileri görüşlülüğü ve hayal gücü; beni emsalsiz araçlar üretebileceğine ikna etti."
(Lorenzo Ramaciotti)
http://www.pininfarina.it
http://www.youtube.com/...age&v=HIggUsALsHs#t=621
O
11 yıl
Bir \"AR-GE\" faaliyeti olan tasarım neden bedavaya ve anında yapılamaz?
NEDEN ANINDA OLAMAZ?

1- Özgün bir fikir bulmak, deneye deneye olgunlaştırmak ve nihayetinde içinden saf tasarımı süzmek; öyle resmî dairede mühür basmaya, tuğla örmeye veya direksiyon sallamaya falan hiç benzemeyen gayet sancılı süreçlerdir.
Üstelik tasarımcılar, aksaklıkları fark edebilmek için gözlerini dinlendirmeye, “tasarımın demlenme süresi” de diyebileceğimiz duraksamalara da ihtiyaç duyan "hassas" kişilerdir.
Tasarımcı taklidi yapan sersemin birine paldır küldür bir "logomsu" tasarlattın ama çok çirkin ve çöp oldu, langır lungur afiş tasarımları yaptırdın ama kimsenin fark ettiği yok… Ee, ne anladık?..
http://vimeo.com/18331485
http://www.typejockeys.com/blog/Cleaning-Up#.VAnsPRZYHED

Örnek vermeden de geçmeyelim; aşağıdaki logo için tasarımcının aldığı bedelin içinde, Ş harfinin "zavallı ve önemsiz çengeli"ni çözmek için ayrıca harcadığı emeğin de bulunduğunun kendini grafiker zanneden sözde uyanıklar farkında mıdır acaba?
http://emresenan.com/wp-content/gallery/identities/kimlikler_0003_layer-56.jpg
http://anewhype.com/2010/11/26/typography-anatomy-lesson/
Yani oraya zırcahil bir operatör kel alâkâ bir cedilla "monte etse" nasıl görünürdü dersiniz:
http://www.celikistel.com/FileUpload/bs381825/header.jpg
http://vimeo.com/46477516#t=520

(14:19)
https://youtu.be/FzfWkulHivY?t=859

2- Yalnız ambalaj tasarımının değil, herhangi bir tasarımın başarılı olması için belirli önkoşullar var. Bence bunlar dört tanedir: Yeterli bilgi, yeterli zaman, yeterli bütçe ve yeterli özgürlük. İsterseniz bu önkoşulları biraz açıklayalım:
1. Grafikerin, tasarıma başlamadan önce ürün hakkında her şeyi bilmesi gerekir. Özelliklerini, güçlü ve zayıf yanlarını, rakiplerini, hedef kitlesini, fiyatını; özetleyecek olursak, alıcının raftaki diğer ürünü değil de bizim ürünümüzü satın almasını sağlayacak şeyin ne olduğunu bilmelidir ki ambalaj aracılığıyla vermesi gereken doğru mesajın ne olduğuna karar verebilsin.
2. Bir tasarım çalışmasının beyninizde biçimlenmesi, olgunlaşması, araştırma yapılması, fotoğraf, illüstrasyon gibi çalışmaların ısmarlanması, tasarımın tamamlanması ve kontrol edilmesi için ihtiyacınız olan süre bellidir. Bu süreden daha önce çalışmayı bitirmeniz için, yapılacak işlerin bazılarından vazgeçmeniz ya da kaba deyimle 'şişirmeniz' gerekir.
3. İşin bütçesi, yine aynı hizmetleri etkiler. Bir ambalaj tasarımını üç saatte mi üç haftada mı yapacağınızı belirleyen şeydir bütçe. Tabii müşteri adına satın alacağınız hizmetlerin kalitesini de...
4. Özgür değilseniz iyi tasarım yapamazsınız. Tasarım özgürlüğü, canınızın istediği renk ve biçimleri canınızın istediği gibi yerleştirmek değildir. Tasarım çalışması zaten işin gerektirdiği yüzlerce unsurla sınırlanmıştır. Müşterinin verdiği işle ilgili bilgilerin içinde durmaktadır bu sınırlar. Ve tasarımcı, rakipleriyle aynı sınırlara uyarak, onlardan farklı bir sonuç elde etmeye çalışmaktadır. Bunların üzerine bir de siz sınırlar koyarsanız, onu çalışamaz hale getirirsiniz. Burada bilmeniz gereken şudur: Hiçbir tasarımcı, müşterisinin hayal ettiği işi yapamaz. Hayal etmek tasarımcının işidir ve o ancak kendi hayal ettiği işi yapabilir. Tasarımcıdan iyi verim almak istiyorsanız, bu koşulları hazırlamalısınız. Fazlasını değil; yeterli olduğu kadarını.

http://www.ortakpayda.com/articles.php?ID=1336

3- Asla, ama asla iki dakikada hapşırır gibi çırpıştırılan bir şey değildi karikatür ve çizgi roman; o eğri büğrü çizgilerin ardında adanmış hayatlar vardı. Sokakları unutması gerekiyordu yeteneğine tutsak çizgi roman sanatçısının; bitmek bilmiyordu iş. Tam o haftanın (ya da günün) çizgilerini teslim ettim rahatladım derken, aklına bir sonraki günün (ya da haftanın) sorumluluğu geliyor ve huzur falan kalmıyordu.
Mozart'ın bestelerine, Yahya Kemal'in, Nazım'ın şiirlerine (hatta budalalık katsayın müsaitse) Picasso'nun resimlerine baktığında "bunu ben de yapabilirim" duygusuna kapılırsın. Beatles'ın besteleri de bu duyguyu verir insana; çünkü yalındır. Karikatür de aynı duyguyu verir; o kadar az şey vardır ki orada, sanatçı mürekkebi savurmuş, kağıdın üzerinde karikatür hasıl olmuş sanırsın.
Yok mu sahiden böyle yapanlar? Olmaz olur mu? Sürüyle.

http://derkenar.com/yazar/necdet-sen+noolucak-ki-canim-iki-dakikada-cizersin
http://regisloisel.com/quete6.htm

4- Tasarımın Türkiye'deki durumundan söz edebilir misiniz biraz?
Türkiye'de tasarım yükselen bir değer olma yolunda emekliyor. Henüz kavramları anlamak ve içini doldurmak konusunda direnen, fuarlardan 'Arakla Getir' ile AR-GE yaptığını veya pazarın hazır ürünlerini kopyalayarak riski ortadan kaldırdığını zanneden yapıların değişimi gerekiyor. Dünyada taklit üründe 4'üncü olduğumuz da bir büyük gerçek. Önce kısa sürede köşeyi dönmeci zihniyeti terk etmek, kalıcılığı ve sürdürülebilirliği hedeflemek, kendi özgün ve düzgün ürünlerinizi yapmak için sabırla emek harcamak gerekiyor. Dolayısıyla eğitim şart.

http://www.aksam.com.tr/guncel/arakla-getir-ile-ar-genin-farkini-gormemiz-lazim/haber-147526
http://www.hakangursu.com/

(9:20)
https://www.youtube.com/watch?v=Q-B1ougvdNc&feature=player_detailpage#t=560
http://samirsadikhov.com/

5- Bu Terra‘nın yapımı sorasındaki stajyerlerimden birisi olan ve sonradan Australya’ya geri dönerek orada çalışmaya devam eden Rob’dan aldığım bir soru. Her iki işte de ciddi miktarda iş çıkartmak gerekliydi. Günde 5 ile 10 saniye arasında animasyon üretme zorunluluğu herhangi bir sinema filmi temposundan oldukça farklıydı. Ve bu kadar hızlı çalışırken nasıl iyi animasyon yapılabileceğini sormuş.
Kısa ve öz cevap: Yapamazsınız.
İyi animasyon yapmak vakit ister. Bunu değiştirebilecek hiç bir iş akışı, hiç bir MEL script veya numara yoktur. Animasyon tanrıları işte böyle acımasızdır. Animatörler tecrübe kazandıkça hızlanırlar, ve bu sayede 4 yıl önce 1 haftada yapacağım bir planı belki şimdi 1-2 günde yapabilirim. Diğer yandan, o sahneyi önceden yapacağım şekilde yapmak beni artık tatmin etmezdi, çünkü muhtemelen daha iyi olabilir. Ufak detaylar ekleyecek planı hem daha kompleks hem de daha iyi hale getirirdim. Tecrübeli animatörler sadece teknik beceriler kazanmaz, animasyonu algılayış biçimleri de gelişir. Tatmin edici bir performansın nasıl oluştuğunu görüp algılayabilirler. Bunu animasyonunuza eklemek zamanınızı alacaktır. Çok azımız daha hızlı çalışabildğimiz halde animasyon kalitemizin aynı düzeyde kalmasına razıdır. Özet olarak kalite ve süre birbiriyle doğru orantılıdır. Daha iyi animatör olmak daha hızlı çalışabileceğiniz anlamına gelse bile bu 5 kat veya 10 kat hızlı olmayacaktır.

http://www.animasyongastesi.com/?p=1943

NEDEN "BEDAVE" OLAMAZ?

1- Öncelikle bilgi, beceri ve alınterinin bedeli ödenmezse iyice ayağa düşer ve "madem cehalet prim yapıyor, öyleyse kim uğraşacak şimdi yıllarca okuyup didinmeyle anasını satiiim!" deyip geçerler.
Eğer sözüm ona uyanık müşterilerde "nasıl olsa bedave!" algısı pekişir ve alışırlarsa, yarın profesyoneller para istediğinde "enayi miyim lan ben!" deyip bir de üstüne küfür etmeden duramazlar:
https://www.facebook.com/freelancemagdurlar/photos/pb.232455716887232.-2207520000.1408712903./389605311172271/?type=3&theater

2- İflah olmaz cehaletini göğsünde adeta bir onur madalyası gibi taşıyanların durumuna düşmek ve "kurumsal itibarını" bedavaya kaybetmek istemeyen hiçbir aklı başında işveren; sektördeki denetimsizlik ve başıboşluğu bulunmaz bir fırsat bilerek piyasayı tam anlamıyla istila ederek "tasarımcı taklidi yapan" ve "bilmediğini bile bilmeyen" eğitimsiz tiplerin sıvadıkları anlamsız şekilciklerin üstüne para verseler de asla kullanmaz:
http://s22.postimg.org/us6kxkq4v/image.jpg
Estetik kültürü sıfırın altındaki bakarkörlere ise elbette lafımız yok...

Üstelik en az bir ay uğraşarak gerçek bir logo tasarlayıp da hayrına dağıtan bir tek tasarımcı çıkar mı, günlerce emek verdiği değerli malını "sarı çizmeli memed ağalara" yağma ettiren bir tane enayi var mı bu alemde gösterin?

Her şeyden önce bir uzmanlık konusunu herkesin katıldığı ve uzman olmayanların değerlendirdiği bir yarışmaya dönüştürmek son derece yanlıştı. Daha önce benzer yarışmalarda hasbelkader jüri üyeliği yaptığım için biliyorum, beş bin başvuru arasından beş tane düzgün iş bulabilirseniz şanslısınız demektir. Bu da önemli değil, o beş tane işin yukarıda sözünü ettiğim kriterlere uygun olma ihtimali ise sıfırdır.
http://selimtuncer.blogspot.com.tr/2012/05/bana-bunun-franklin-gothicini-yapabilir.html

Bu amblem ve logoların, sanki “ilkokuldayken resmi iyi olan” kurum memurlarına yaptırılıyormuş gibi bir havaları vardır. Ve daha da vahimi, bu üretim ortamı o kadar özgür ki, ülkedeki başka hiçbir meslek erbabının bu kadar ilkesiz, kuralsız, kıstassız ve pervasızca “icra-yı faaliyet”te bulunabileceğini sanmam. Hatta “meslek”ten olmayanların da “içeri”ye sızabilecekleri ve bu kadar cüretkar olabilecekleri bir başka “disiplin” herhalde yoktur.
http://selimtuncer.blogspot.com.tr/2013/02/o-ampul-krlp-yerini-ideografik-bir.html

http://www.izlesene.com/video/cem-yilmaz-turkler-uzayda/1077580

3- Belki icat edildiğinden beri tedavülde olan köhne bir yalan:“Para yok!”
Tasarımcı; müşterisinin kasasının bekçisi, muhasebecisi veya mal varlığı tespit komisyonunun başkanı mıdır? Değildir ve kontrol edemez...
Varını yoğunu, taşınırını taşınmazını, kârını zararını, alacağını vereceğini veya eğlence ve tatiller için ne kadar harcama yaptığını bilir mi? Bilmez ve ilgilenmez…
Devasa servetlere sahip olan iş adamlarının bile, “çok şükür iyi kazanıyoruz, öyleyse işçilerimiz de iyi kazansın” dediği görülmüş müdür? İstisnaları geçelim, ağlanmayan görülmemiştir…
https://eksisozluk.com/entry/55183072
https://eksisozluk.com/entry/55557519
https://eksisozluk.com/entry/55482003
Peki yalandan, yılandan sakınır gibi sakınanlar çok mudur? Buna da gülüp geçelim dilerseniz…

4- Geçenlerde kapıya kısa aralıklarla tam iki dilenci geldi... Birisi 17-18 yaşlarındaydı ve "kanserim abi" dedi...
Haklı, bu yaşlardaki birinin kansere yakalanması kuvvetle muhtemeldir zaten; hem "eğer inanmıyorsan git onkoloji servisine tahlil ettir kardeşim beni" di mi, işin ne?..
https://www.youtube.com/watch?v=6RXlF4YFAII
https://www.youtube.com/watch?v=ptA404FJf0o
Ahlâken tamamen çökmüş ve envai çeşit "sıfatı malûm" tiplerle dolu bir ülkede yaşadığımızı, hergün şahit veya dahil olduğumuz trajikomik hadiseler defalarca kez kafamıza kakıyorken bizi sözümona iyiliğe teşvik eden nedir ne?

Biliyorsunuz saçı sakalı ağarmış bir ihtiyarım. Direğe dayalı, gözler yumuk bekliyorum. Acaba yanımdan yöremden geçenler “Hayırdır amca neyin var, hasta mısın?” falan diyecekler mi? Hayır, demediler. Frapan kadınlar, şortlu erkekler geçti, sakallı şalvarlı adamlar çarşaflı kadınlar geçti, öğrenciler-işçiler geçti birisi olsun halimi sormadı. Bana yardım etmeye kalkmadı. Budur.
http://www.yenisafak.com/yazarlar/mustafakutlu/huzursuzluk-2023080

Ha, gerçekten "elden ayaktan düşmüş düşkünlere", inanç ve merhamet sahipleri kimseye hissettirmeden yardım ediyor zaten. Ayrıca iyice yaygınlaşan maneviyat istismarına ve din tüccarlığına hiç tenezzül etmeden, hiçbir dünyevî karşılık beklemeksizin sadece Allah rızası için çalışanlar bulanabilirse, yine Allah rızası için destek olunabilir belki:

DİNÎ kitap piyasası dev bir sektör… İrili ufaklı bin yayınevi… Son otuz kırk yıl içinde içinde otuz kırk bin çeşit külliyat, kitap, broşür çıkartılmış… Belki de üç yüz çeşit Kur’an tercümesi, meali, tefsiri… Ehl-i Sünnet veya bid’at üzerine milyonlarca kitap…
Bunların yüzde doksan sekizi ticaret yapmak, telif ve tercüme ücreti almak için yayınlanıyor.
Milyonlarca vatandaş din kitabı alıyor.
Din kitabı satın alanların hepsi okumasa bile bir kısmı bu kitapları okuyor.
Okuyor da ne oluyor?
Din kitapları namazı kılın diyor ama namaz kılanların nisbeti yüzde on.
Din kitapları güzel ahlakı öğütlüyor. Memlekette büyük bir ahlak buhranı var.
Din kitapları birliği emr ediyor, Müslümanlar ise param parça, bölük pörçük.
Din kitapları faiz haramdır diyor, memleket bir faiz bataklığına dönmüş.
Din kitapları her türlü fuhşiyatı=azgınlığı kötülüyor.
Din kitapları haram yemeyin diyor.
Din kitapları lüksü, israfı, beyinsizliği kötülüyor.
Bunca din kitabı hazırlanıyor, yayınlanıyor, satılıyor, bir kısmı okunuyor ama kötülükler, haram yemeler, tefrika, nifak şikak devam ediyor.
Acaba neden?
Bu kitapların yüzde doksanının ihlasla hazırlandığını iddia edebilir miyiz?

(Mehmet Şevket Eygi)

http://www.turkiyegazetesi.com.tr/magazin/164271.aspx

"AHMET TOMOR Sakarya dışında iseniz kitaplar dağıtıma hazır olunca websitemizden bize talebinizi iletirseniz size kitap gönderilir inşaallah."
http://www.tomorhoca.com/

Şimdilik bu kadar kâfi; arife tarif gerekmez, tek işaret yeter...
O
11 yıl
İstisnasız tüm tasarım disiplinlerinde ilk adım çizgiyle atılır
İstisnasız tüm tasarım disiplinlerinde ilk adım daima çizgiyle atılır. Kalem ve kağıtla:

http://bestgraphicdesigns.blogspot.com.tr/2008/10/logo-design-for-davidson-locksmith.html
< Resime gitmek için tıklayın >

PM: Ülkemizde grafik tasarıma ilgi gün geçtikçe artıyor. Özellikle kurslar insanları bu konuda yönlendiriyor. Sizce bugün grafik tasarımın ülkemizdeki yeri, durumu nedir?
FY: Ben çok iyi görmüyorum. Bir kere çok net şunu söylüyorum; ben kendime grafiker demiyorum. Benim departmanımda çalışan hiçbir arkadaşım kendine grafiker demiyor. Neden? Çünkü piyasada Photoshop öğrenen herkes gidiyor bir matbaaya, bir yere kapağı atıyor, ne iş yapıyorsun denilince “Ben grafikerlik yapıyorum” diyor. Eğer o grafikerlik yapıyorsa, ben başka bir şey yapıyorum. Gururdan değil, yanlış anlamayın. Ama ben temel sanat eğitimi aldım, dört yıl dirsek çürüttüm, üç bin yıllık sanat tarihinin süzülmüş, bugüne gelmiş şeklini takip ettim, algıladım, kabul ettim, öğrendim. Sonra yıllarca da uyguladım, sen grafiker, ben grafiker olmaz. Nasıl iki yıllık kursta iğne yapmasını öğrenen adam doktor olmuyorsa, bizde de grafiker olmuyor. Ben tasarımcılara, gelen stajyerlere, öğrencilere diyorum ki; “Arkadaşlar, sakın bilgisayar başına oturup dizayn yapmayın. Kağıtta çözün, fikri oluşturun, sonra kalemi, Photoshop’u elinize alırsınız, orada yaparsınız.” Gelen öğrencilere bakıyorum, temel sanat eğitimi aldınız mı diyorum; “O ne abi?” diyorlar. Ben akademide net bir yıl, full time temel sanat eğitimi aldım. Bize kompozisyonu, lekeyi öğrettiler, perspektifi, algıyı, fotoğrafı anlattılar. Biz belli başlı fontları elle yazdık kocaman kocaman. Afişler yazdık elle. Niye? Çünkü yazının anatomisi böyle. Bir kere Türkiye’de tipografi ustası yetişmiyor. Çünkü oturuyor bilgisayar başına, fontlar hazır. Dün konuşuyorduk, niye Türkiye’den font tasarımcısı çıkmıyor? Niye çıksın ki? Adam oturduğu yerde fontu buluyor ekranda, pata küte pata küte gidiyor.
http://www.photoshopmagazin.com/dergi/2006/04/fevzi_yazici.html

Bence günümüzde insanlar bu gelişmiş teknolojilere biraz fazla güveniyorlar, sanatın temel anlayışını geliştirmek ve genel anlamda yaratım sürecine gittikçe daha az zaman harcıyorlar.

Kimisi Zbrush gibi 3 boyutlu bir alanda konsept yaratmanın ve taslak oluşturmanın, çizim ihtiyacının ve yeteneğinin yerini alacağını düşünebilir, ama almayacak. Sadece sürecin basitliği, yalınlığı bunu hala yenilmez kılıyor, sadece beyniniz, eliniz, kalem ve kağıt, düğmeler yok, arayüz yok, karmaşa yok, sizi fikir üretme sürecinden alıkoyacak hiçbir şey yok.

http://www.bakmagazine.com/michael-kutsche/

GRAFİK TASARIM - LOGO TASARIMI
http://vimeo.com/18331485
http://www.davidairey.com/logo-of-the-month-4/
http://www.typejockeys.com/blog/Cleaning-Up#.U_XNWWNlvED
http://dribbble.com/jeffreydevey
< Resime gitmek için tıklayın >
< Resime gitmek için tıklayın >

http://www.glitschkastudios.com/
http://astutegraphics.com/blog/von-glitschka-ag-usa-tour-logo-step-by-step/

< Resime gitmek için tıklayın >

http://www.marceloschultz.com/

Çizmek, çizmekten ibaret değildir üstelik...

Nitekim çizmeyi bilenler çok iyi bilir ki, çizdikçe gözünüzü de eğitir; lekeyi, espası, oranı, dengeyi, kompozisyonu, ritmi; yani temel sanat ve tasarım prensiplerini de insiyakî olarak kavramış olursunuz.

Nitekim iyi çizerleri inceleyin; iyi birer kaligraf ve tipograf olduklarını da göreceksiniz:
http://coryloftis.tumblr.com/

< Resime gitmek için tıklayın >

http://www.facebook.com/165066126960075

< Resime gitmek için tıklayın >

https://www.behance.net/ragnarama

< Resime gitmek için tıklayın >

http://www.bulentarabacioglu.com/
< Resime gitmek için tıklayın >

http://www.ashleywoodartist.com/

< Resime gitmek için tıklayın >

MİMARLIK
http://www.uzmantv.com/mimar-olmak-icin-mutlaka-cizim-yetenegine-sahip-olmali-miyiz

http://www.fosterandpartners.com/
http://www.buildingthegherkin.com/press/
http://www.buildingthegherkin.com/pictures/hires/City-Norman_Foster.jpg

http://www.paulrudolph.org/
http://www.archdaily.com/90352/ad-classics-the-colonnade-condominiums-paul-rudolph/
< Resime gitmek için tıklayın >
http://ad009cdnb.archdaily.net/wp-content/uploads/2010/11/1288892080-oc3.jpg

ENDÜSTRİYEL TASARIM

Videoyu izlemek için tıklayınız

Videoyu izlemek için tıklayınız

http://www.kenokuyamadesign.com/

Videoyu izlemek için tıklayınız

http://www.swdesign-office.com/
http://s12.postimg.org/8jnkxs919/audi.jpg

Videoyu izlemek için tıklayınız

http://www.haraldbelker.com/

Videoyu izlemek için tıklayınız

Videoyu izlemek için tıklayınız

Videoyu izlemek için tıklayınız

42 yıldır değişen ne?
http://deansgarage.com/2009/al-flowers/
Allan Flowers - Pontiac (1970)
< Resime gitmek için tıklayın >

Matthew Beaven - Jaguar F-Type (2012)

< Resime gitmek için tıklayın >

Videoyu izlemek için tıklayınız

Videoyu izlemek için tıklayınız

< Resime gitmek için tıklayın >
https://store.donanimhaber.com/27/ca/2e/27ca2e4158b5ec025fcd230d71c8d192.jpg

http://www.netcarshow.com/mercedes-benz/2014-e-class/17.htm

< Resime gitmek için tıklayın >

KONSEPT TASARIM - VISUAL DEVELOPMENT



< Resime gitmek için tıklayın >

http://sparth.tumblr.com/
http://conceptartworld.com/?p=17966
http://josh-kao.blogspot.com.tr/2012/11/some-halo-4-concepts.html
http://koryhubbell.blogspot.com.tr/2012/11/well-halo-4-is-out-now-so-i-can-post.html
http://autodestructdigital.blogspot.com.tr/search/label/Halo%204?zx=1ada629294a69952

https://www.artstation.com/artist/andrei
http://jeradsmarantz.blogspot.com.tr/

Videoyu izlemek için tıklayınız

http://www.benprocter.com/prometheus/

Videoyu izlemek için tıklayınız
O
11 yıl
Tasarımlarım
Sadece markalaşmaya yönelik olarak hakikî, profesyonel ve kalıcı tasarım ihtiyacı olan ve bu çerçevede "tasarım bütçesi" ayıran ciddi işverenler, taleplerini/detaylı briflerini (işveren ismi, marka ismi, -eğer varsa- işletme felsefesi, vs.) özelden yazabilirler. Sonrasında ücret teklifi ve diğer çalışma şartları gönderilecektir.

(üç aşağı beş yukarı profesyonel tasarım ücretleri talep edilecektir, "ucuz ve hızlı hizmet" beklenilmemelidir. Sakın "falan grafikerci çekirdek parasına on dakkada şipşak hallediyordu ama" ile gelinmesin, böylesi palavracı ve beyinsizler asla muhatabımız değildir. Piyasa hakkında hiçbir fikri olmayanlar ise mukayese için "profesyonel/kreatif ajanslardan" rahatlıkla fiyat alabilirler ve muhakkak alsınlar:
http://bek.com.tr/
http://genna.com.tr/
http://imeanit.com/
http://tr.i-amonline.com/ )

< Resime gitmek için tıklayın >

(marka ismi bendenize ait)
< Resime gitmek için tıklayın >

< Resime gitmek için tıklayın >

< Resime gitmek için tıklayın >

< Resime gitmek için tıklayın >

< Resime gitmek için tıklayın >
DH Mobil uygulaması ile devam edin. Mobil tarayıcınız ile mümkün olanların yanı sıra, birçok yeni ve faydalı özelliğe erişin. Gizle ve güncelleme çıkana kadar tekrar gösterme.