D

Teğmen
02 Aralık 2005
Tarihinde Katıldı
Takip Ettikleri
0 üye
Görüntülenme (?)
8 (Bu ay: 0)
Gönderiler Hakkında
D
20 yıl
!!!!! VEDAT YENERERİN YAZISI !!!!!!
Kötülüklerin anası Şeytan''dır derler. Türkiye''nin başına bu kötülükler nereden geliyor, şeytan kim? Tabii ki ABD. Savunma Bakanı Donald Rumsfeld geçenlerde yine "Türkiye Irak''a geçmemize izin verseydi böyle olmazdı" dedi. Kısaca "ya bizdensin, ya da değilsin" mesajını tekrarladı. ABD ya havuç veriyor ya da sopa. Ödüllendirilmediğimize göre Türkiye''nin sopalandığı ortada.
Güneydoğu''da başlayıp ülke geneline yayılan olaylar ve yeni Apo lakaplı Osman Baydemir''in ABD''nin apar topar Adana Konsolosluğu''na gitmesi, oynanan oyunu açıkça ortaya koymuyor mu? Baydemir, bundan kısa bir süre önce de ABD''ye gitmiş ve birileriyle görüşmeler yapmıştı. Kendisine Ankara ve başbakanlık yerine ABD''nin Adana Konsolosluğu ile ne işi olduğunu sormak lazım. Yoksa birilerinden talimat mı alıyor?
Ey millet uyanın!.. Sağ gösterip sol vuruyorlar.
ABD zayıflat, böl ve yönet politikasını resmen uyguluyor. Kimsenin kuşkusu olmasın; nihai amaçları Türkiye''yi bölmektir.

Daha ortada Adana konsolosluğu yokken, yıllar önce ABD''nin başka yer yokmuş gibi, kuş konmaz kervan geçmez Tarsus''a Amerikan Koleji açması, aslında uzun vadeli planın bir parçasıdır. Ardından da Adana''ya yardım ve destek adı altında açılan konsolosluk ve üs, kötü emelleri ortaya çıkartmaktadır. ABD için artık SSCB tehlikesi yok. Irak tamamen işgal altında ve her şehir yeni bir üs oldu. Son olarak da Romanya ve Bulgaristan''ın yanı sıra Gürcistan''da ABD askeri üsleri açıldı. Kısaca, yıllarca nükleer silahlarını tuttuğu İncirlik üssüne artık ihtiyaçları yok. Bu konuda cumhurbaşkanı bile konuşmaya çekinirken ben vatanın sahibi olarak açıkça ABD''ye kapıyı gösteriyorum. ABD derhal İncirlik''ten çekilsin ve Adana Konsolosluğu''nu kapatsın. PKK''nın İmralı''dan yönetildiği büyük bir yalandır. İmralı''daki zavallı durumdadır ve kimsenin onu taktığı yok. PKK ve bölücü hareketler resmen Adana''dan yönetiliyor. İstanbul''da İstinye sırtlarına kale gibi yapılan ve içinde yaklaşık 1500 kişinin çalıştığı ABD Başkonsolosluğu sadece vize mi veriyor sanıyorsunuz. Irak''taki Türk varlığını görmezden gelen ABD, Türkiye''ye de el atmış durumda. İstediği partiyi işbaşına getiriyor, istediği gazeteciyi, bilim adamını, bürokratı, yazarı, satın alıyor. Güneydoğu başta olma üzere pek çok bölgeyi Türkiye''den kopartmak için planların uygulamaya konulduğu çok açık. Bu plan ya gecikmeli yapılacak ya da hızlanacak. Havuç gecikme, sopa hızlandırma şeklinde. ABD''nin işbaşına getirdiği Tayyip Erdoğan''ın "İstanbul''u dünya şehri yapacağız" ifadesi doğrudur. Ardından da "çek elini buradan, burası Türkiye değil, dünya şehridir" diyecekler. ABD''nin "Long War" yani "Uzun Savaş" adını verdiği "İslamiyetle savaş"ta Türkiye çok önemli bir sütundur ve bu sütunu yıkmadan, zayıflatmadan bir arpa boyu yol alamazlar. Avrupa''nın göbeğinde Bosna''da adı Ahmet, Ayşe ve Mehmet olduğu için öldürülen 250 bin Müslüman bunun en büyük göstergesidir.

Gelelim Irak''a… Herkes aklını başına alsın, ABD Irak''tan asla çıkmayacak. Bugüne kadar milyar dolarlar harcanarak, özel demir ve betondan yapılan kale gibi şehirler, bunun en büyük göstergesidir. ABD ekonomisi ucuz petrol olmadığı sürece yaşayamaz. Bunu da ancak çalarak elde edebilir. Trilyonlarca dolar borç batağındaki ekonomi alarm veriyor. Üslerine çekilen ABD askerleri için Kosova''daki Ferizay üssü benzeri şehirler yaratılıyor. İçlerine Mc donalds, Pizza Hut, vs kurup dengesi bozuk paralı ve ruhsuz askerleri biraz olsun rahat ettirecek ortam yaratılıyor.

Resmen tükenme noktasına gelmiş ve parçalanmış olan PKK, hem Irak''ta hem Türkiye''de AKP ve ABD''nin gayretiyle 3 yıl içinde balon gibi şişirildi, canlandırıldı ve tehdit ederek, korku yaratır hale getirildi. Kimse kendisini akıllı zannetmesin. Millet bunu görüyor. Bana gelen özel bilgilere göre, PKK kırsal alanda açlık sınırında yaşayan fakirlerin çocuklarını kiralamaya başlamış. Kızlara aylık 400, erkeklere de ayda 500 dolar örgüte katılıp terörist olma kirası ödedikleri belirtiliyor. Fakir ve çok çocuklu garipler de çaresiz olarak bunu kabul ediyor. Türkiye genelinde olay çıkartan, yakıp yıkanların toplamının 2-3 bini geçmemesi, aslında Kürt halkının PKK''dan nefret ettiğini ve destek vermediğini gösteriyor. Bunu bilen ABD örgütü sadece korku salarak ayakta tutmaya çalışıyor. Örgütün resmen parayla ayakta durduğu çok belli. Bu taktik ABD taktiğidir ve PKK''ya kimin akıl verdiği ortadadır.

ABD kendi içimizde kavga etmemizi sağlıyor. Bunu da şeytanca yapıyor. "Bir gün beni, bir gün seni kullanma" taktiği ile milleti uyutup parmağında oynatıyor, Türkiye''nin önünü tıkıyor. Türkiye milleti derhal bölücülükten başka hiçbir işlevi olmayan ABD''nin Adana Konsolosluğu''nu ve incirlik üssünü kapatması ve Osman Baydemir gibi belediye başkanlarını ve politikacıları millete zarar veremeyecek hale getirmelidir.
Eğer aynı tas, aynı hamam devam ederse, cumhuriyet düşmanlarının cenneti haline getirilen Türkiye Cumhuriyeti''ni bir oldu bittiyle parçalanmaktan hiç kimse kurtaramaz. Fazla vaktimiz kalmadı!..

Vedat yenerer/www.internetajans.com
D
20 yıl
!!!!!! YERLİ CEP TELEFONU KAMPANYASI AÇIYORUM !!!!!
Arkadaşlar yerli cep telefonu topiğimiz silinmiş.belki bunuda silerler ama olsun genede açalım dedim.

haberiniz olsun RAKS lar birçok büyük teknoloji mağazasında satışta.

evkurlarda+teknosalarda+goldda+genpada+..............

fiyatlar çok uygun ve kampanyalı hediye çay-kahve makinaları var.
D
20 yıl
!!!!!! YALANLAR-GERÇEKLER-HAFIZAMIZ !!!!!!
Kanaltürk anasayfadan alıntıdır.....AYARLI MEDYANIN NELERE GÜCÜNÜN YETTİĞİNİ ANLAMAK İÇİN OKUMAMIZ LAZIM.Yugoslavya daha düne kadar barış ve kardeşliğin hüküm sürdüğü bir ilkeydi........

Miloseviç; yalanlar ve gerçekler!
Yugoslavya'nın son Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç'in Hollanda'nın Lahey kentinde Birleşmiş Milletler (BM) tarafından kurulan Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi'ne (USSM) ait bir hücrede ölü bulunması, büyük bir skandaldır.

Ne var ki gazeteler, haberi verirken, "Sırp Kasabı öldü" diye başlıklar attılar. Bu başlıklarda bir hayıflanma vardı; hakkındaki hüküm kesinleşmeden ölmüştü. Batılı televizyonlara ve haber ajanslarına göre o zalim bir diktatördü ve cezayı çoktan hak etmişti. Gerçekten de Miloseviç, "savaş suçu işlemek ve etnik temizlik yapmak" iddialarıyla yargılanıyordu. İnsanlığa karşı suç işlediği belirtiliyordu.

Peki durum gerçekten de böyle miydi? Yoksa, Yugoslavya'yı on yıl içinde altı parçaya bölen Batılı ülkelerin haber ajansları mı böyle bir koşullanma yaratmıştı? Tek suçlu, Miloseviç ve onu izleyen Sırplar mıydı? Belki..

Bu nedenle söz konusu skandal, bize Yugoslavya'da neler olduğunu, bu ülkenin nasıl etnik bir boğazlaşmanın içine itildiğini sorgulamak için yeni bir fırsat yaratıyor. Çünkü, Yugoslavya'nın başına gelenlerden Türkiye için çıkarılacak önemli dersler var.

Önce skandal!..

Miloseviç'in ölümünden sonra öğreniyoruz ki, Yugoslav lider merkezi sinir sisteminde tahribata yol açabilecek ve öldürücü etktileri olan kalp, damar ve yüksek kan basıncı hastalıklarına sahip. Yine öğreniyoruz ki, Miloseviç, daha önce mahkemeye başvurarak, geri dönüş şartıyla Rusya'da tedavi olmak için izin istemiş, ancak bu izin kendisine verilmemiş. Üstelik Rusya tarafından da resmi olarak geri dönüş grantisi verildiği halde.

Ve yine öğreniyoruz ki, Miloseviç, ölümünden bir gün önce Hollanda'daki Büyükelçilik aracılığıyla Rusya Dışişleri Bakanına yazdığı mektupta, kendisine yanlış ilaçlar verildiğini ve zehirlenmekten kuşku duyduğunu belirterek yardım istemiş.

Bunları ne zaman öğreniyoruz? Miloseviç hücresinde ölü bulunduktan sonra.. Neden? Çünkü, daha önce dünya (ve Türk) basınında bu konuda hiç haber çıkmadı da ondan..

Doğal ölüm mü cinayet mi?

Mahkemeden yapılan ilk açıklamada, 64 yaşındaki Miloseviç'in hücresinde yaşamını yitirdiği ve ölümüyle ilgili soruşturma emrinin verildiği belirtiliyordu. Bir gün sonra yapılan açıklamada ise ön otopsi raporuna dayanılarak, Miloseviç'in kalp krizinden öldüğü ilan ediliyordu.

Oysa, Miloseviç'in kardeşi Borislav Miloseviç, kardeşinin öldürüldüğünden kuşku duyduklarını belirtiyor ve bu ölümden Lahey Mahkemesini sorumlu tutuyor. Miloseviç'in eşi Miryana Markoviç ise, 11 Mart Cumartesi günü ölen eşinin bir gün önce kendisini telefonla arayarak (günde bir kez telefon etme hakkı vardı), "Rahat uyu sevgilim, sabah uyanır uyanmaz seni arayacağım" dediğini aktarıyor ve "Kocamı USMM öldürdü, çünkü ne mahkum etmek için dayanakları vardı ne de serbest bırakabiliyorlardı" diyor.

Sırp liderin avukatı Tomanoviç de Miloseviç'in zehirlenmiş olabileceğinden ciddi şekilde şüphelendiğini belirterek, ölmeden bir gün önce yazdığı 6 sayfalık mektubu gazetecilere gösteriyordu. Miloseviç'in mekbutunda, "bir sağlık raporunun kan dolaşımında yoğun ilaç bulunduğunu gösterdiğini ve zehirlendiğinden şüphelendiğini" yazdığı görülüyordu.

Slobodan Miloseviç'in 10 Mart 2006 tarihli, yani ölmeden bir gün önce Rusya Dışişleri Bakanlığı'na iletilmek üzere Rusya'nın Hollanda Büyükelçiliği'ne yazdığı bu önemli mektubunda, geçen Ocak ayında yapılan tetkiklerde, kanında sadece cüzzam ya da verem hastalıkları için kullanılan ve yüksek tansiyon ilacının etkisini gideren çok güçlü bir ilacın izlerine rastlandığını belirtiyor.

Mahkemenin korkusu!

Avukat Tomanoviç, "Miloseviç mektupta, tedavi için Moskova'ya gitmesine izin verilmemesinin başlıca nedeninin, yapılacak muayenelerde sağlığının sistematik şekilde harap edildiğinin ortaya çıkacağı korkusu olduğunu vurguluyordu" diyor.

Miloseviç, Rusya Dışişleri Bakanı'na gönderdiği mektubunda, "Beni zehirlemek istiyorlar. Çok kaygılıyım. BM'nin adı altında etkinlik gösteren bu kurumda işlenen suçlardan beni korumanızı rica ediyorum." diye yazıyor.

Düşünebiliyor musunuz; BM tarafından kurulan özel bir savaş mahkemesinde yargılanan eski bir devlet başkanı, "beni burada zehirliyorlar" diye yardım istiyor ve bu istek dikkate alınmıyor. Moskova'da tedavi olmak için mahkemeye başvuruyor (çünkü haklı ya da haksız Lahey'deki doktorlara güvenmiyor) ama bu başvuru reddediliyor.

İntihar mı?

Daha da ilginci, Başsavcı Del Ponte, şüpheli ölümü araştırmak yerine, garip bir karşı iddia ortaya atıyor ve Miloseviç'in kendini öldürmüş olabileceğini söylüyor. İtalyan La Repubblica gazetesine verdiği demeçte Savcı Del Ponte, "Miloseviç, mahkemeye son bir itaatsizlik eylemi olarak bunu yapmış olabilir" diyor. İyi mi?..

Batılı liderler, tıpkı mahkeme yetkilileri gibi Miloseviç'in ölümünden sonra yaptıkları açıklamalarda, aşağı yukarı ortak bir yaklaşımı öne çıkardılar. Söyledikleri özetle şöyle; "Ne yazık ki Miloseviç, insanlığa karşı işlediği suçlardan mahkum olamadan öldü."

Bu açıklamayı duyan, NATO'nun ve Mahkemenin Miloseviç'in yaşatılması için elinden herşeyi yaptığını sanır. Ama asıl önemlisi, bu açıklamalardan, daha yargılama bitmeden hüküm verildiği anlaşılıyor.

Bu arada, Rusya Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan yazılı açıklamada ise, Miloseviç'in Moskova'ya tedvi amacıyla gelmesi halinde geri dönüşünü devlet olarak garanti ettiklerini tekrarlayarak, "Rus doktorları ona el uzatmaya hazırdı" deniliyor.

Olasılıklar, sonuçlar

Şimdi bütün olguları alt alta koyarak olasılıkları değerlendirelim.

1- Miloseviç'in ölümü gerçekten de doğal nedenlerle, yani bir kalp krizi sonucu gerçekleşmiş olabilir. (Nitekim, geçen Cuma günü yapılan açıklamada Miloseviç'in kanında "zehir" izine rastlanmadığı belirtildi.) Ancak, onun kalp, damar ve yüksek kan basıncı hastalıkları olduğu biliniyor. Neden tedavi edilmedi?

2- Savcının iddia ettiği gibi Miloseviç kendini öldürmek isteseydi, niçin Rusya Dışişleri Bakanından yardım istedi?

3- Eğer miloseviç ölmeye karar verdiyse, neden geçen Ocak ayında mahkemeye başvurarak, hasta olduğunu ve tedavi edilmek istediğini iletti?

4- Miloseviç, mahkeme boyunca kararlı, uzlaşmaz ve dik duran bir tavır sergiledi. Dökülen kanlardan emperyalist ülkeleri sorumlu tuttu ve Mahkemeyi tanımadığını ilan etti. Cezaevinde yazmaya başladığı ''Savunma; Tarih ve Gelecek İçin Konuşuyor'' isimli kitabını ölmeden hemen önce tamamladı. Geleceğe yönelik bir mücadeleye hazırlandığı anlaşılıyordu. Tam bu sırada ölmesi kuşku yaratmıyor mu?

Bu sorular uzatılabilir.. Ama, ne olup bittiğini daha iyi anlayabilmek için önce biraz geriye giderek Avrupa'nın bu önemli ülkesinde neler olduğuna kısaca göz atalım.

Yugoslavya'da neler oldu?

Yuoslavya, İkinci Dünya Savaşı'nda Nazi işgal ordularına karşı Avrupa'da en şiddetli direnişin ve gerilla mücadelesinin verildiği insanların yaşadığı bir ülkedir. Ve bu savaş sonunda kazanılan zaferle kurulan bir ülkenin adıdır Yugoslavya. Alman işgal ordularına karşı Sırpıyla, Hırvatıyla, Boşnağıyla, Arnavutuyla omuz omuza bir mücadele verildi. Bu nedenle güçlü bir anti-emperyalist ve anti-faşist kültüre sahip insanlar yaşar o topraklarda.

Bu mücadelenin ve bağımsızlık savaşının lideri J.Boriz Tito'ydu. Tito, Yugoslavya sosyalist hareketinin de önderiydi. Sosyalist Yugosyavya'da Sırplar, Boşnaklar, Hırvatlar, Arnavutlar ve Türkler, 50 yıl barış içinde ve kardeşçe yaşadı. Çoğunlukla Slav kökenli halkların yaşadığı bu ülkenin çok büyük bölümünde, lehçe ve diyalekt farklarının bulunduğu ortak bir dil konuşulurdu. Bu ülkeyi oluşturan (Sırpların dışındaki) bütün halklar da her türlü kültürel ve ulusal haklarına sahipti.

Farklı bir sosyalizm modeli uyguladılar; merkeziyetçi değil "özyönetimci" bir modeldi bu. Sonuçta, Avrupa'da çevrenin ve tarihi dokunun en iyi korunduğu, yeşil, güçlü, birleşik, sanayileşmiş, refah düzeyi yüksek bir ülke yarattılar.

Yugoslavya ve Tito bir efsaneydi; bağlantısızlar hareketinin önde gelen liderlerinden biriydi. Avrupa'da Doğu Bloku'na katılmayan (Varşova Paktı'na üye olmayan) tek sosyalist ülkeydi.

Yağmurdan önce!

Peki, ne oldu da 50 yıldır barış çinde yaşamış böyle bir ülke, 1990'ın başlarında birden bire kanlı bir etnik boğazlaşmanın içine itildi? Ne oldu da, bu güçlü ülke 10 yıl içinde 6 parçaya bölündü?

İşte asıl sorulması gereken sorular bunlardır..

Şimdi yanıtlara geçebiliriz:

1- Yugoslavya, Sosyetler Birliği ve Doğu Bloku'nun çözüldüğü tarihsel dönemeçte, Avrupa'da küreselleşmeye, neo-liberal politikalara, özelleştirmelere, mali sermayenin serbest dolaşımına direnen tek ülkeydi. Birleşik Avrupa Projesinin, yani sistemin önündeki tek engeldi.

2- Bu nedenle, başta ABD ve AB olmak üzere (AB içinde özellikle Almanya) Yugoslavya'da etnik bölünmeyi kışkırttı. Hırvatistan'a verilen AB üyelik sözü, yangını tutuşturan ilk kıvılcım oldu.

3- Bir kez bölünme sürecine girince, toplumun bütün kesimlerinde etnik milliyetçilik yükselmeye başladı. Elbette bu kesimlerden biri de Yugoslavya'da çoğunluğu oluşturan Sırplar'dı. Sırplar, hakim ulus şövenizminin bataklığına saplandılar.

4- Emperyalistlerin halkını bölüp, birbirine kırdırmasına direnen ve ülkesinin bağımsızlığını savunan Yugosyavya Sosyalist Partisi'nin liderliğine, milliyetçi söylemi öne çıkaran Miloseviç seçildi. Halkın büyük kesiminin oylarını alan Miloseviç devlet başkanı oldu. Toplum, etnik milliyetçilik tarafından teslim alınmaya başlamıştı.

5- Miloseviç'in devlet başkanı olmasından sonra iç savaş büyüdü, yayıldı ve bütün ülkeyi sardı. Emperyalist plana karşı direniş, şiddetli bir iç savaşa yol açarak rotasından saptı. ABD ve Avrupa sürekli olarak bölünmeyi destekledi.

6- Batı, kışkırttığı etnik boğazlaşmayı sonuna kadar izledi. Müdahale etmedi ve halkların arasına geri dönüşü imkansız hale getirecek kadar kan girmesini bekledi.

On yıl içinde altı parça olan ülke..

Sonuçta, 1991'de başlayan iç savaşa ancak 2000 yılına girilirken, yani neredeyse on yıl sonra, ABD'nin öncülüğünde NATO tarafından müdahale edilmesine karar verildi.

Bu arada, daha önce IMF tuzağına düşürülen Yugoslavya'da Sırplar arasında da batıcı bir lobi yaratılmıştı. Bu lobi müdahaleyi destekledi.

NATO Yugoslavya'ya karşı yoğun bir hava harekatı başlattı. Şiddetli bir savaş yaşandı. Miloseviç yönetimi bu saldırıya karşı da kararlı bir direniş gösteriyordu.

Yoğun bombardıman altında kalan ve harap olan Yugoslavya'da muhalefetin de baskısıyla seçimlere gidildi. Miloseviç ve Sosyalist Parti iktidardan çekildi. Yönetime gelen ABD ve AB yanlısı liberaller NATO ile anlaştı ve Yugoslavya'nın parçalanmasını onayladı.

Bütün hikaye 10 yıl içinde olup bitti. Artık Yugoslavya yoktu, yerine tam 6 devlet kuruldu. Geriye, bütün parçalarıyla harap olmuş bir ülke kaldı.
NATO birlikleri, daha önce birliğin parçası olan ülkelere girerek bunların güvenliğini aldı. Sırbistan'a girmediler.

Miloseviç tutuklanıp kaçırıldı

Yaklaşık bir yıl sonra Miloseviç'in evine yeni hükümet tarafından bir baskın düzenlenerek eski devlet başkanı tutuklandı. Miloseviç "savaş suçlusu" ilan edildi.

Çünkü, AB ve ABD ile IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlar, savaş suçlusu ilan ettikleri kişiler teslim edilmeden ekonomik yardım yapmayacaklarını bildirmşlerdi. Miloseviç, ülkesinden kaçırılarak Hollanda'nın Lahey kentinde Yugoslavya iç savaşı için kurulan Uluslararası Savaş Suçluları Mahkemesi'ne teslim edildi. Bu operasyon Belgrad'da büyük protesto eylemleriyle kınandı.

Kasap!..

Gazete başlıklarına bakılırsa, Yugoslav iç savaşının "kasabı" Slobodan Miloseviç'dir. Oysa, emperyalist ülkeler tarafından Lahey'de kurulan mahkemede, "etnik temizlik ve savaş suçu işlemekle" yargılanan sadece Miloseviç ve Sırplar değildi.

Bu mahkemede tam üç Boşnak general ile bir Hırvat general ve çeşitli rütbelerde (Sırp olmayan) çok sayıda asker de aynı suçlamayla yargılanıyordu. Yani "etnik temizlik" yapan sadece Miloseviç ve Sırplar değildi. Hırvatlar ve Boşnaklar da Sırpları topluca katletmişler, savaş suçu işlemişlerdi. İşte biz bunu da çok sonra öğrendik.

Hatırlayacaksınız, Hırvatistan'ın AB ile üyelik müzakereleri geçen Aralık ayında askıya alındı. Nedeni ise, etnik temizlik ve toplu katliam yapmak suçlarından aranan bir Hırvat generali teslim etmemekti.. Bu habere de hiç dikkat etmedik.

Etnik boğazlaşma başlayınca..

Bir kez etnik ve milliyetçi boğazlaşma başladığı zaman bunun nerede duracağını kestirmek mümkün değildir. Çünkü, bu suç ancak insanların en ilkel güdüleri harekete geçirildiğinde işlenebilir. O nedenle, daha düne kadar barış içinde yaşayan insanlar Yugosyavya'da komşularına saldırdılar, tecavüz ettiler, yağma yaptılar, kendilerinden olmayanları öldürdüler..

Evet, başta Srabenitsa'da olmak üzere, Miloseviç yönetimindeki Sırp orduları ve milisleri Bosna'da, Hırvatistan'da, Kosova'da acımasız katliamlar yaptılar. En azından eldeki bilgiler bunun böyle olduğunu söylüyor. Ama öğreniyoruz ki, aynı şeyi Boşnaklar, Hırvatlar, Makedonlar ve Arnavutlar'da yapmış. Bosna'da savaşmak için Afganistan'dan, Suudi Arabistan'dan gelen Vahhabi "cihatçılar", esir aldıkları Sırpların kaflarını kesmişler.

On yıl içinde altı parçaya bölünen bir ülkede etnik milliyetçiliğin nasıl çığırından çıkacağını kestirmek zor değildir.

Yani, eğer ortada bir "kasap" varsa, bu sadece Miloseviç'le sınırlı değildi.

Hiç mi suçu yok!

Miloseiç'in cenzesi, ülkesinde Sosyalist Parti yöneticileri ve yüz binlerce insan tarafından karşılandı. Yugoslavya Sosyalist Partisi dev bir cenze töreni düzenledi. İnsanlar onun bir "kahraman" olduğunu söylüyordu. Oysa, Batı basını ve onun güdümündeki egemen Türk basını tarafından bize, halkın Miloseviç'ten nefret ettiği bildirilmişti.

Cenaze törenine katılanların "aşırı milliyetçi" olduğu söylendi. Oysa, katılanların elindeki bayraklar tam tersini söylüyordu.

Miloseviç belki bir "kahraman" değildi. Belki de diğerlerinden daha çok suçluydu. Ama, Yugoslavya'yı parçalayan emperyalistlerin hiç mi suçu yoktu?

Benim anlatmak istediğim şey sadece budur..

merdanyanardag@kanalturk.com.tr
D
20 yıl
!!!! TÜRK YAPIMI UYDU !!!!!
Uzayda Türk yapımı uydu
22.03.2006 11:30 - Bu haber 4420 kişi, Mynet Haber bugün 526.605 kişi tarafından okundu
Türksat A.Ş. Genel Müdürü Osman Dur, 2014 yılına kadar Türkiye'nin kendi uydusunu yapacak bir program hazırladığına dikkat çekerek, "Kendi uydumuzu uzaya göndereceğiz ve 'Uzayda artık biz de varız' diyeceğiz" dedi.

Türk Telekom'un özelleştirilmesi sürecinde, Rekabet Kurulu'nun kararı doğrultusunda Türksat A.Ş.'nin kurulduğunu ve Bakanlar Kurulu kararıyla şirketin uydu konusunda yetkilendirildiğini belirten Genel Müdür Osman Dur, Türkiye'nin uydu vizyonundaki yeni açılımını İHA'ya açıkladı. Türkiye'nin kendi uydusunu yapması için 1.5 yıl önce startın verildiğini belirten Dur, Türk mühendisleri tarafından hazırlanan şartnamenin yurt dışında hazırlanması durumunda milyon dolarlara mal olacağına dikkat çekti. Türkiye'nin uzaya ilk uydusu Türksat 1B'nin 1994 yılında uzaya gönderildiğini ve şu anda 1C ve 2A uydularının kullanımda olduğunu hatırlatan Dur, "Uyduların belirli bir ömrü var. Türksat 1B ekonomik ömrünü tamamladı. Bu uydumuzun tüm hizmetleri Türksat 1C'ye aktarıldı. Türksat 1C ekonomik ömrünü 2007 yılında tamamlayacak. Türksat 3A ise 1C'nin yerine geçecek ve onun verdiği hizmetin daha kalitelisini fonksiyonel bir şekilde yerine getirecek" diye konuştu.

Türkiye'nin uzayda 4. uydusu olacak olan ve 2008 yılında uzaya gönderilmesi planlanan yeni teknoloji ürünü Türksat 3A'nın yapımında 22 Türk mühendisin görev alacağını açıklayan Osman Dur şunları kaydetti:
"Tamamen öz kaynaklarla yapımı gerçekleştirilecek olan Türksat 3A, yaklaşık 200 milyon dolara mal olacak ve Türkiye için ayrılan 42 derece doğu boylamında yerini alınacak. 24 transponderli ve toplam kapasitesi bin 296 mghz olacak. Türksat 2A'nın 32 transponderi vardı, ancak kapasitesi bin 92 mghz'ye sahipti. Türkiye'nin coğrafik koşullarının dağlık ve engebeli olması nedeniyle sinyal alımlarında sıkıntılar yaşanıyor. Bu yüzden de mevcut uydulardan sinyalleri istediğimiz noktalara gönderemiyoruz. Türksat 3A kapsam alanı, görüntü ya da data iletişim kalitesi bakımından diğerlerine göre üstün bir teknolojiye sahip. Çok daha basit ve küçük alıcılarla hizmet verecek. Türkiye, Avrupa, Güney Avrupa ve Orta Asya üzerinden de televizyon yayını yapabilecek. Türksat 3A 9 yıl içerisinde kendini amorti edecek."

"DIŞARIDAN ALIP FIRLATMAK İSTEMİYORUZ"
Türksat 2A'nın ömrünü 2014 yılında tamamlayacağını belirten Dur, Türkiye'nin Türksat 2A'nın yerine fırlatılacak olan yeni uydusunda Türk mühendislerinin imzasının bulunacağını açıkladı. Hedeflerinin artık uydular alıp, dışarıda yaptırıp uzaya göndermek olmadığına dikkat çeken Dur, uydu yapım teknolojisinde yerli üretimi kapsayacak şekilde eylem planını hazırladıklarını ifade etti. Hazırlanan eylem planına göre çalışmaların başlatıldığını ifade eden Dur, 2015 yılında biri gözlem uydusu olmak üzere toplam 3 adet uydunun fırlatılacağını kaydetti. Türksat 4A uydusunun Türkiye'de yabancı-yerli işbirliğiyle gerçekleştirileceğini Türksat 5A'nın ise tamamen yerli olarak Türkiye'de üretileceğinin altını çizen Dur, "Uydunun kanadını, güneş panellerini, elektronik devrelerini çeşitli ülkelerden alıp montajını ülkemizde yapacağız. Bugün Alcatel dahil birçok uydu teknolojisiyle uğraşan devler bunu yapıyor. Kamu kuruluşlarının, üniversitelerin, özel kurumların, araştırma kurumlarının, askeriyenin ve maden araştırmacısının ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde malzemelerin siparişleri verilecek, bunun entegresini gerçekleştireceğiz. Daha sonraki adımda amacımız ise bu parçaların özellikle kritik malzemelerini, dünyaya satabileceklerimizi, yerli sanayi tarafından yapılmasını sağlamaktır. Türksat 3A için yurt dışına göndereceğimiz mühendisler, uydumuzu atacak firma tarafından eğitilecek. Orada 2 yıl boyunca arkadaşlarımız çalışacak. Alt yapı Türkiye'de kurulacak. Kendi uydumuzu, kendi alt yapımız ve insan kaynağımızla yapabilecek bir duruma geleceğiz. Bu konuda 10 yıllık bir vizyonumuz var. Kendi uydumuzu yapabilmek için tüm üniversite hocalarımıza yazılar yazdık. Hatta yurt dışında olanlara bile. Onların uçak biletlerini verip Türkiye'ye getirdik. Yapacaklarımızı anlattık. Doktora ve yüksek lisans öğrencileriyle işbirliğine gidip projeler geliştireceğiz. Türksat altyapısını uzay çalışmalarına yönelmek için kullanacağız" açıklamasında bulundu.


HADİ BAKALIM.AMA GENE MÜHENDİSLERİMİZİ YABANCILAR EĞİTECEKMİŞ.ZİHNİYET BU.ZOR BU ZİHNİYETLE.UZAY TEKNOLOJİSİNDE ŞU AN KAZAKİSTAN+RUSYA DA İLERDE.BUNLARLA SONRA DOSTLUĞUN VAR.BATILI FİRMA SANA NE KADAR NE VERİR?
ALLAH ISLAH ETSİN DİYORUM VE GENE DE KARAMSAR OLMUYORUM.
D
20 yıl
!!!!!!! RAKS CEP TELEFONLARI !!!!!!!
Diğer topiğim kilitlendiği için sayfa moderatörleri kusura bakmasın.milletin her gün saçma sapan topik açtığı yerde bende en azından yerli markanın adının görünmesi için bir topik olsun istiyorum.kapatıp-kapatmamayı bu sitenin sahiplerine bırakıyorum.canları isterse kapatırlar tabi.....
Diğer yerli malı topiğinde her marka yazılabilir zaten.


Rakslar şu an evkurlarda+teknosa da+gold da+ kangurumda+ideefikste+hepsiburadada+...........birçok telefon satıcısında satılmaktadır.

Kampanyalı olarak 60 ytl değerinde çay-kahve makinası hediyelidir
.

www.raksmobil.com

Harmony telekom/ kadıköy ana distribütör.
D
20 yıl
!!!!!!! BEDAVA CEP TELİ DEVAM EDİYOR !!!!!!
www.raksmobil.com da iki adet daha bedava tel ödülü koymuşlar.....


telecom.tr dergisi ile sabancının saka suyu na sponsor olmuşlar.girin bakın.benim yaşım tutmuyor.

16-25 yaş sınırı getirmişler yav.ben direk ekarte.....
D
20 yıl
!!!!!!! BEDAVA CEP TELİ DEVAM EDİYOR !!!!!!
Arkadaşlar önce sizin bilmenizi istedim.

www.raksmobil.com da iki adet daha bedava cep teli kampanyası var.

telecom.tr dergisi ile sabancının saka suyuna sponsor olmuşlar.girip bakın.ödülleri var.

benim yaşım tutmadığı için ben muafım.girdim ama maalesef.gençlere !!!!!!!!
D
20 yıl
Benim topik niye silindi yahu?******
Allah allahh,

benim Talat paşa başlığını neye silersiniz sayın forum idarecilerim, generallerim,mareşallerim.

o topikte kötü bir şey,sataşma-hakaret hiç birşey yoktu yav.

olmadı ama!!!!!
D
20 yıl
!!!!!! İBRET ALINACAK ANILAR !!!!!!
Sahi, sen de Türk müsün Paşa hazretleri?"


Tarihe meraklı olanlar bilir. Atatürk ve Ahmet Vefik Paşa''nın yaşadığı iki olayı, Prof. Dr. Ramazan Özey, www. ulkucu.org''da "Devleti Öz Kimliğine Kavuşturmak" başlığı altında gündeme getirdi:
Ahmet Refik Paşa, Bursa Valisi iken kaymakamları teftişe ve halkla münasebetler kurarak dertlerini dinlemeye çıkar. İnegöl''e gelir. Paşa, şehrin dışında karşılanır. Gelip şehrin ortasında koyu gölgeli bir çınarın gölgesinde sandalyeler üzerine otururlar.
Paşa, iri kıyım, altın köstekli ve bacak bacak üstüne atıp keyfince tam karşısında oturan şahsa sorar:
-Beyefendi siz kimsiniz? Hangi millettensiniz?
-Ben, şehir eşrafından Kiremitçiyan Oğullarından zeytin tüccarı Bogosum, Paşa Hazretleri.
Paşa, sağında oturan şahsa döner:
-Ya siz beyefendi?
-Ben, İnegöl eşrafından Pastırmacıyan Oğullarından zeytinyağı tüccarı Artinim, Paşa Hazretleri.
Paşa, solunda oturak şahsa döner:
-Siz beyefendi?
-Ben Paşa Hazretleri, şehir eşrafından Kasapyan Oğullarından koyun ve sığır tüccarı Popopalas''ım...
Bu sırada Paşanın gözü, arkalarda kırık bir iskemlenin üstünde oturan üstü başı dökülen, saçı sakalı birbirine karışmış bir ihtiyara ilişir. Parmağını uzatarak sorar:
-Ya siz babacığım, siz hangi millettensiniz?
İhtiyar, bir Paşa, bir Vali tarafından kendisine sual sorulacağını hiç ümit etmediğinden, sualin kendisine değil etrafında bulunanlardan birine sorulduğunu zannederek etrafına bakınır.
Paşa, "Babacığım size soruyorum!" diye tekrar eder. İhtiyar tereddütle kendi kendini işaret eder:
-Bana mı soruyorsunuz Paşa Hazretleri?
-Evet, Babacığım sana soruyorum. Sen hangi millettensin?
İhtiyar yavaş yavaş ayağa kalkar. Elini avucunu ovalar, kekeleyerek: .
-Ben Paşa Hazretleri, ben Paşa Hazretleri ben haşa huzurdan Türküm, der. Paşa gülercesine konuşur.
-Be babacığım, bu memlekette Türk olmak, Türküm demek suç mudur ki, böyle konuşuyorsun. Ben de Türküm.
İhtiyar koşarak Paşanın yanına gelir, yerden bir temenna ile eteklerine ellerine sarılarak hem öpmek ister, hem de "Sahi mi Paşa Hazretleri sen de Türk müsün Paşa Hazretleri, Türk''ten Paşa olur mu Paşa Hazretleri?" diyerek Ahmet Vefik Paşa''nın elini öper, Paşa, "Babacığım Paşa olmak ne ki. Yedi cihana baş eğdiren Padişahlar da Türk''tür, anladın mı?" derken gözleri yaşarır. Rahatça ağlayabilmek için sırtını kalabalığa dönerek yürür gider.
Peki Türkiye için durum nedir? Türkiye''nin ilk kuruluş yıllarında durum pek farklı değildir. Türkiye''nin kuruluş yıllarını anlatan şu hikaye de gerçekten anlamlıdır.
***
Atatürk, 1923''te Mersin''e gittiğinde, deniz kıyısındaki binalar dikkatini çekmiştir. Yanındakilere o binaları birer birer göstererek soruyordu:
-Bu bina kimin?
-Yorgo''nun.
-Yanındaki?
-Kirkor''un.
-Diğeri?
-David''in.
Bu sırada Mustafa Kemal''in gözü, kendisini karşılamak için orada toplanmış halkın arasında aksakallı bir ihtiyara takılır. Yaklaşarak, "Baba", der, "Yorgo''lar, Kirkor''lar, David''ier bu güzel binaları buraya kondururken sen neredeydin?"
İhtiyarın cevabı hazırdır:
-Ben, Yemen''de askerlik yapıyordum Paşam.
***
Özey, bu yaşanmış olayları anlattıktan sonra "Türkiye, gerçek anlamda öz kimliğine ne zaman kavuşacak? Bunun cevabını vermek oldukça güç. Ancak süper güç olabilmesi için öz kimliğine kavuşması şart. Aksi halde tökezleyerek yürümeye devam edecek" yorumunu yapıyor.
Özey Hoca''nın bu endişesini Atatürk de duymuştu. Bu yüzden Mahmut Esat Bozkurt''a 1937''de yazdırdığı Atatürk İhtilali kitabının 191''inci sayfasında şu cümlelere yer vermişti:
"Şu ciheti tebarüz ettirmeyelim ki; ben komünist değilim. Türk milliyetçisiyim. Böyle doğdum, böyle öleceğim. Türk Birliği''nin bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. Tıpkı Uhud şehidi Said gibi... Said, Uhud''da şehit olurken, baş ucunda bulunanlara demiş ki, ''Gidiniz, Peygamberimize deyin ki, onun şehitlerle müjdelediği cennetleri görüyorum ve şimdi oraya gitmek üzereyim.'' Said, Müslümanlığa bu kadar inanmıştı. Ben de Türk Birliği''ne bundan fazla inanıyorum. Onu görüyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk Birliği ile açacaktır. Dünya, sükununu bu fasıllar içinde bulacaktır. Kaşgarlı Mahmut''un dediği gibi, Tanrı, Türk''ü, insanlık, şerirlerinden, şakilerinden kurtulsun diye yarattı."


Aslan Bulut...( yeniçağ)

Not: Berlin türk mitingi cumhuriyet dışında hiç bir gazetede yok...... Bu millet günü geldiğinde bunların hesabını soracaktır merak etmesinler......
D
20 yıl
!!!!!!! YERLİ CEP TELİ KAMPANYASI AÇTIM. MİLLETİMİZE HAYIRLI OLSUN !!!!!!!!!!!
Bazı forumlarda aynı başlığı atarak yazdım arkadaşlar.bu ülkeyi düşünen ve neyin ne olduğunu bilen insanlar lütfen kendi yerli ürününüzü kullanın.yıllık 3,5-4 milyar doların yurtdışına gittiği bu sektörde millici davranmamız en temel görevdir!!!!!!

RAKS firması her ne olursa olsun, kimsenin cesaret edemediği bir sektörde 3 yeni modelle bir süreden beri boy gösteriyor.DH de telefonlar topiğinde yazdım zaten.modeller bence çok şık ve uygun fiyatlı.kameralı modellerinde çıkması yakınmış...

yeni birde kampanya yapmışlar.raks alana yanında 50-60 ytl değerinde çay kahve makinası veriyorlar.gençlere torpil yapıyorlar herhalde.hediyeleri çok güzel.ben beğendim.

kdv dahil fiyatlar: raks 220.... 120 ytl +hediye
raks 330.... 175 ytl +hediye
raks 440.... 220 ytl +hediye

r440 ı ben kullanıyorum.gerçekten güzel.

telefonlar : Evkurlarda+Teknosalarda+gold da+genpada+büyük mağazalarda+abone merkezlerinde+diyaloglarda+internette var.

Not: Günümüzde artık en büyük silahın ekonomi olduğunu bilelim ve bu ülkenin çıkarına olabilecek ekonomik anlamı olan her türlü yerli malı ürünü bu topikte yazalım.Konu sadece raks telefon konusu değil.İnanılmaz bir gösteriş merakı toplumu esir almış ve bu sonu olmayan bir çıkmaza doğru bizi götürüyor.
DH Mobil uygulaması ile devam edin. Mobil tarayıcınız ile mümkün olanların yanı sıra, birçok yeni ve faydalı özelliğe erişin. Gizle ve güncelleme çıkana kadar tekrar gösterme.