Arama butonu
Bu konudaki kullanıcılar: 1 misafir
1987
Cevap
75640
Tıklama
1
Öne Çıkarma
Cevap: Evrim Yoktur ! (99. sayfa)
C
15 yıl
Yüzbaşı

quote:

Orijinalden alıntı: buena

www.subhannalahkardesibretlikbirpaylasim.com sitesinden toplu bir akın var herhalde.
Yüksek imanlılar da fazla güvenmesin kendine, ne de olsa öte tarafta matematik ile ilgili bir problem olduğu biliniyor. Günah/sevap başarı puanı çıkarılırken maazallah kesirli mesirli işlem çıkar, bulursunuz kendinizi kazanın içinde. Sonra iblis çatalla dürterken "ben dh forumda evrim teorisi yok, dönün imana diye atayistlere tebliğ de bulunuyordum. Şahane abuklukluktaki mesajlarımla dinsiz kısmısını hayattan soğutup cihat ediyordum" desen de nafile, kaynayan kazandan çıkmak kolay değil netekim.



Herkez kendi yaptıllarından sorumludur.Allah'a inandığı halde kötü amellerde bulunursa bu kendi sorumluluğudur ama bu Allah'ın olmadığı anlamına gelmez.


Bu mesaja 3 cevap geldi.
N
15 yıl
Yüzbaşı

quote:

Orijinalden alıntı: Gümüşyaka

evet ciddi bir konu nasıl sulandırılır 33 sayfa da gördük.şimdi bir sorum olacak evrim teorisini savunan arkadaşlara.

milyonlarca yıldır sözde yaşanan evrim olgusuna dair elinizde herhangi bir ara form fosili var mı_?

örneğin yarı kuş yarı sürüngen bir canlının fosili veya hem akciğerleri hem solungaçları olan bir canlının fosili gibi.

not:sakın kurbağayı örnek vermeyin onun açıklaması mevcut ve bu konuyla ilgisi yok.onu tartışırsak bir yüz sayfa da ona ayırırız.

İnsanlar yaşlanıyor mu?
Yaşlanıyor.
Peki yaşlanırken bir tarafı yaşlanıp bir tarafı genç mi kalıyor?
Hayır.
Peki nasıl bir tarafı kuş bir tarafı sürüngen bir canlı olabilir?

ben sana düzgünce bir fosil göstereyim.Yüzgeçleri yavaş yavaş ayağa dönüşen bir balık
http://haysvillelibrary.files.wordpress.com/2009/02/tiktaalik-3.jpg
http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/f/f3/Tiktaalik_limb2.jpg

Buda ayakları olan bir balık.Nasıl bu balığın ayakları varsa tarihte de olabilir ve karaya çıkabilir.
http://www.vidivodo.com/152345/yuruyen-balik


Bu mesaja 2 cevap geldi.
C
15 yıl
Yüzbaşı

Evrimci düşüncenin kökeni, yaratılış gerçeğini reddeden dogmatik bir inanç olarak antik çağlara dek uzanır. Eski Yunan'daki ateist felsefecilerin çoğu evrim fikrini savunmuştur. Felsefe tarihine bir göz attığımızda da, evrim düşüncesinin pek çok ateist felsefenin belkemiğini oluşturduğunu görürüz.

Modern bilimin doğması ve gelişmesinde ise, bu antik ateist felsefenin değil, Allah inancının teşvik edici rolü vardır. Modern bilime öncülük edenlerin çok büyük bölümü Allah'ın varlığına inanan insanlardır ve bilimsel çalışmalar yaparken de Allah'ın yarattığı evreni keşfetme, O'nun kanunlarını, yaratışındaki detayları görme amacını taşımışlardır. Leonardo da Vinci, Kopernik, Keppler, Galilei gibi astronomlar, paleontolojinin babası sayılan Cuvier, botaniğin ve zoolojinin öncüsü olan Linnaeus, "yaşamış en büyük bilim adamı" olarak anılan Isaac Newton gibi isimler, Allah'ın varlığına, tüm evrenin ve canlıların O'nun yaratmasıyla var olduğuna inanarak bilim yapmışlardır.1 Yüzyılımızın en büyük dehası sayılan Albert Einstein da yine Allah'a inanan bir bilim adamıdır ve şu sözlerin sahibidir: "Derin bir imana sahip olmayan gerçek bir bilim adamı düşünemiyorum. Bu durum şöyle de ifade edilebilir: Dinsiz bir bilime inanmak imkansızdır." 2

Modern fiziğin kurucularından ünlü Alman fizikçisi Max Planck ise şöyle demiştir: "Hangi alanda olursa olsun bilimle ciddi şekilde ilgilenen herkes, bilim mabedinin kapısındaki şu yazıyı okuyacaktır: 'İman et.' İman, bilim adamının vazgeçemeyeceği bir özelliktir."3 Evrim teorisi ise, antik materyalist felsefelerin yeniden uyandırılmasıyla gündeme gelen ve 19. yüzyılda yaygınlaşan materyalist felsefenin ürünüdür. Materyalizm, başta da belirttiğimiz gibi, doğayı yalnızca maddi etkenlerle açıklamaya çalışır. Yaratılışı en baştan reddettiği için de, canlı ve cansız her varlığın, hiçbir yaratılış olmadan, rastlantılarla ortaya çıktığını ve düzen kazandığını öne sürer. Oysa insan aklı, bir düzen gördüğünde mutlaka bir düzenleyici iradenin varlığını kavrayacak şekilde işlemektedir. İnsan aklının bu en temel özelliğine aykırı olan materyalist felsefe, 19. yüzyılın ortasında "evrim teorisi"ni üretmiştir.

Darwin'in Hayal Gücü

Bugünkü savunulduğu şekliyle evrim teorisini ortaya atan kişi, amatör bir İngiliz doğabilimci olan Charles Robert Darwin'dir.

Darwin hiçbir zaman gerçek bir biyoloji eğitimi almamıştı. Doğa ve canlılar konusunda sadece amatör bir ilgiye sahipti. Bu ilgisinin bir sonucu olarak, 1832 yılında İngiltere'den yola çıkan ve beş yıl boyunca dünyanın farklı bölgelerini gezen H.M.S. Beagle adlı resmi keşif gemisinde gönüllü olarak yer aldı. Genç Darwin, bu gezi sırasında gördüğü farklı canlı türlerinden, özellikle de Galapagos Adaları'nda gördüğü farklı ispinoz türlerinden çok etkilenmişti. Bu kuşların gagalarındaki farkların, çevreye uyum sağlamalarından kaynaklandığını düşündü. Bu düşünceden hareketle canlılardaki bütün çeşitliliğin kökeninde "çevreye uyum" kavramının olduğunu varsaydı. Darwin bu düşüncesi ile, Allah'ın canlı türlerini ayrı ayrı yarattığı gerçeğine karşı çıkmış ve canlıların ortak bir atadan gelerek doğa şartları sonucunda birbirlerinden farklılaştıklarını öne sürmüştür.


Charles Darwin
Darwin'in bu varsayımı hiçbir bilimsel bulgu ya da deneye dayanmıyordu. Ancak Darwin, dönemin bilinen materyalist biyologlarından aldığı destek ve teşviklerle, bu varsayımlarını zamanla iddialı bir teori haline getirdi. Bu teoriye göre canlılar tek bir ilkel atadan geliyorlardı ama çok uzun bir süreç içinde küçük küçük değişimlere uğramışlardı ve böylece farklılaşmışlardı. Ortama en iyi şekilde uyum sağlayanlar özelliklerini gelecek nesillere aktarıyor, böylece bu yararlı değişimler zamanla birikerek bireyi, atalarından tamamen farklı bir canlıya dönüştürüyordu. (Bu "yararlı değişimler"in kökeninin ne olduğu ise meçhuldü.) Darwin'e göre insan da, bu hayali mekanizmanın en gelişmiş ürünüydü.


Darwin hayal gücünde canlandırdığı bu mekanizmaya "doğal seleksiyonla evrim" adını verdi. Artık, "türlerin kökeni"ni bulduğunu düşünüyordu: Bir türün kökeni başka bir türdü. Bu fikirlerini 1859 yılında Türlerin Kökeni adlı kitabında açıkladı.

Ancak Darwin teorisinin pek çok açmazla karşı karşıya olduğunun farkındaydı. Bunları kitabının "Teorinin Zorlukları" (Difficulties on Theory) adlı bölümünde itiraf ediyordu. Bu "zorlukların" başında, fosil kayıtları, canlılardaki tesadüfle açıklanması mümkün olmayan kompleks organlar (örneğin göz), canlıların içgüdüleri gibi konular geliyordu. Darwin bu zorlukların ileride yapılacak yeni keşiflerle çözüleceğini ummuş, bazılarına da çok yetersiz açıklamalar getirmişti. Amerikalı fizikçi Lipson, Darwin'in bu "zorlukları" hakkında şu yorumu yapar:

Türlerin Kökeni'ni ilk okuduğumda Darwin'in genelde sunulan tablonun aksine, kendisinden pek de emin olmadığını fark etmiştim. "Teorinin Zorlukları" başlıklı bölüm, örneğin, çok belirgin bir güvensizlik yansıtmaktadır. Bir fizikçi olarak, gözün nasıl ortaya çıkmış olabileceği yönündeki yorumları karşısında şaşkınlığa düştüm



C
15 yıl
Yüzbaşı

Mendel'in bulduğu genetik kanunları, evrim teorisini açmaza soktu.

Darwin'in en büyük zorluğu ise, teorisinin sorunlarına çözüm getirmesini umduğu bilimin gerçekte bu sorunları dev boyutlara taşıması olacaktı.
Darwin teorisini geliştirirken, kendisinden önceki pek çok evrimci biyologtan, özellikle de Fransız biyolog Lamarck'tan etkilenmişti.5 Lamarck'a göre canlılar yaşamları sırasında kazandıkları özellikleri sonraki nesle aktarıyorlar, böylece evrimleşiyorlardı. Örneğin zürafalar, ceylan benzeri hayvanlardan türemişlerdi, yüksek ağaçların yapraklarını yemek için çabalarken nesilden nesile boyunları uzamıştı. Darwin de canlıları evrimleştiren etken olarak, Lamarck'ın "kazanılmış özelliklerin aktarılması" tezine başvurdu.

Oysa gerek Lamarck gerekse Darwin yanılıyorlardı. Çünkü o dönemde canlılık çok ilkel bir teknoloji ile çok yetersiz bir düzeyde incelenebiliyordu. Genetik ve biyokimya gibi bilim dallarının henüz adları bile yoktu. Teorileri sadece hayal gücüne dayanıyordu.

Darwin'in kitabının yol açtığı yankılar sürerken Avusturyalı botanikçi Gregor Mendel 1865 yılında kalıtım kanunlarını keşfetti. Mendel'in yüzyılın sonuna kadar pek duyulmayan keşifleri 1900'lü yılların başında genetik biliminin ortaya çıkmasıyla önem kazandı. Yine aynı yıllarda genler ve kromozomların yapısı keşfedildi. 1950'li yıllarda genetik bilgiyi saklayan DNA molekülünün keşfi ise teoriyi büyük bir krize soktu. Çünkü hem canlılığın Darwin'in sandığından çok daha kompleks olduğu, hem de Darwin'in öne sürdüğü evrim mekanizmalarının geçersizliği ortaya çıkmıştı.

Bütün bu gelişmelerin, Darwin'in teorisini tarihin tozlu raflarına kaldırması gerekirdi. Ancak belli çevreler ısrarla teoriyi yenilemeye ve her ne şekilde olursa olsun bilimsel platforma yerleştirmeye çalıştılar. Bütün bu çabalar, teorinin ardında bilimsel kaygılardan çok ideolojik birtakım hedeflerin olduğunu göstermesi açısından oldukça anlamlıydı.


Bu mesaja 1 cevap geldi.
C
15 yıl
Yüzbaşı

Neo-Darwinizm'in Umutsuz Çabaları

Darwin'in teorisi 20. yüzyılın ilk çeyreğinde keşfedilen genetik kanunları karşısında tam anlamıyla bir açmaza girmişti. Bunun üzerine Darwin'e sadakat göstermekte kararlı olan bir grup bilim adamı, 1941 yılında Amerikan Jeoloji Derneği'nin düzenlediği bir toplantıda biraraya geldiler. G. Ledyard Stebbins ve Theodosius Dobzhansky gibi genetikçilerin, Ernst Mayr ve Julian Huxley gibi zoologların, George Gaylord Simpson ve Glen L. Jepsen gibi paleontologların uzun tartışmalar sonucunda vardıkları sonuç, Darwinizm'e yeni bir "yama" yapmak oldu.

Bu kişiler, Darwin'in açıklayamadığı ve Lamarck'a dayanarak çözmeye çalıştığı "canlıları geliştiren yararlı değişikliklerin kaynağı nedir?" sorusuna, "rastgele mutasyonlar" cevabını verdiler. Darwin'in doğal seleksiyon tezine mutasyon kavramının eklenmesiyle ortaya çıkan bu yeni teoriye de "Modern Sentetik Evrim Teorisi" adını koydular. Kısa sürede bu yeni teori "neo-Darwinizm" olarak bilindi ve teoriyi ortaya atanlar da "neo-Darwinistler" olarak anılmaya başlandı.

Bundan sonraki onyıllar, neo-Darwinizm'i ispatlamak için yapılan umutsuz girişimlere sahne oldu. Mutasyonların, yani bir canlının genlerinde dış etkenler sonucunda meydana gelen kopma, yer değiştirme ve bozulmaların, her zaman için hasara yol açtığı biliniyordu. Ancak yine de neo-Darwinistler binlerce deney yaparak "faydalı mutasyon" örneği oluşturmaya çalıştılar. Tüm bu çabalar hep fiyasko ile sonuçlandı.


Neo-Darwinistler, öte yandan da, ilk canlı organizmaların, teorinin iddia ettiği gibi ilkel dünya koşullarında tesadüfen ortaya çıkmış olabileceğini ispatlamaya çalıştılar. Ancak aynı fiyasko bu alanda da yaşandı. Canlılığın tesadüfen ortaya çıkışını ispatlamayı hedefleyen deneylerin hepsi başarısız oldu. Olasılık hesapları, canlılığın yapıtaşı olan proteinlerden tek bir tanesinin bile tesadüflerle oluşamayacağını ortaya koydu. En küçük canlı birimi olan hücre ise -evrimcilerin iddia ettiği gibi- ilkel ve kontrolsüz dünya koşullarında rastlantılar sonucu oluşmak şöyle dursun, 20. yüzyılın en ileri teknolojilerine sahip laboratuvarlarında bile sentezlenemedi.

Neo-Darwinist teori, bir yandan da fosil kayıtları tarafından hezimete uğratıldı. Yıllar süren arkeolojik çalışmalarda bulunan fosiller arasında, neo-Darwinist teorinin öne sürdüğü gibi, canlıların ilkel türlerden gelişmiş türlere kademe kademe evrimleştiğini göstermesi gereken "ara geçiş formları"na dünyanın hiçbir yerinde rastlanamadı. Yürütülen karşılaştırmalı anatomi çalışmaları ise, birbirlerinden evrimleştikleri varsayılan canlıların çok farklı anatomik özelliklere sahip olduklarını ve asla birbirlerinin atası ya da devamı olamayacaklarını gösterdi.

Ama neo-Darwinizm bilimsel bir teori değil, ideolojik bir dogma, hatta bir tür "batıl din"di. Öyle ki neo-Darwinist teorinin en önde gelen kurucularından biri olan Julian Huxley, 1958'de yayınladığı Religion Without Revelation (Vahiysiz Din) adlı kitabında bunu açıkça ifade etmişti. Huxley, evrimin neden bir din olduğunu bir başka yazısında da şöyle açıklıyordu:

Bir din, temelinde dünyanın geneline yönelik ve hepsini kapsayan bir bakış açısıdır. Dolayısıyla evrim, bir zamanlar Tanrı'ya inancın üstlendiği fonksiyonu yerine getirebilir, yani insanoğlunun inanç ve umutlarını koordine eden güçlü bir prensip olabilir.

Aynı gerçek, kendisini "kararlı bir evrimci" olarak tanımlayan Kanadalı düşünür Michael Ruse tarafından 1993 yılında düzenlenen bir konferansta şöyle açıklanmaktadır: "Hiç kuşku yoktur ki geçmişte, ve halen günümüzde de, bir çok evrimci evrimi, dinsiz bir dine özgü unsurlara sahip bir fikir olarak benimsemiştir... Bana öyle geliyor ki bilimsel bir teori olarak evrim, temeline inildiğinde, kendini bir anlamda naturalizmin hizmetine sunmuştur..." (Michael Ruse, "Nonliteralist Antievolution", AAAS Symposium: "The New Antievolutionism," February 13, 1993, Boston)

İşte bu nedenle, evrim teorisinin savunucuları bütün aleyhte delillere rağmen teoriyi savunmaya hala devam etmektedirler. Onlara göre evrim, kendisinden asla vazgeçilemeyecek bir inançtır. Aralarındaki fikir ayrılıklarının tek nedeni, evrimin nasıl gerçekleştiği yönündeki farklı modellerdir. Bu farklı modellerin en önemli örneği ise, "sıçramalı evrim" olarak bilinen fantastik senaryodur.

Sıçramalı Evrim

Neo-Darwinist model bugün dünyada hala "evrim teorisi" dendiğinde ilk anlaşılan teoridir. Ancak son birkaç on yıl içinde, farklı bir model daha doğmuştur: "Kesintiye uğratılmış denge" (punctuated equilibrium) ya da bir diğer adıyla "sıçramalı evrim" modeli.

Bu model 1970'lerin başında, Niles Eldredge ve Stephen Jay Gould adlı iki Amerikalı paleontolog tarafından yüksek sesle savunulmaya başlandı. Bu iki evrimci bilim adamı, neo-Darwinist teorinin iddialarının fosil kayıtları tarafından kesin biçimde yalanlandığının farkındaydılar. Fosiller, canlıların yeryüzünde kademeli evrimle ortaya çıkmadıklarını, aniden ve eksiksiz biçimde belirdiklerini ispatlıyorlardı. Neo-Darwinistler aranan fosillerin bir gün bulunacağı ümidiyle yaşıyorlardı -ki hala o ümitle yaşarlar- ama Eldredge ve Gould bu ümidin yersiz olduğunun farkındaydılar. Bu durum karşısında, evrim dogmasından vazgeçemeyecekleri için, yeni bir model ortaya attılar: Sıçramalı evrim, yani evrimin kademeli küçük değişikliklerle değil, ani ve büyük değişikliklerle oluştuğu iddiası.

Bugün başta ABD ve Avrupa ülkeleri olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinde onbinlerce bilim adamı evrim teorisini reddediyor, teorinin geçersizliğini ortaya koyan çok sayıda bilimsel kitap yayınlıyor.

Bu model aslında bir fantaziler modeliydi. Örneğin Eldredge ve Gould'a öncülük eden Avrupalı paleontolog O. H. Schindewolf, "sıçramalı evrim"e bir örnek verirken, tarihteki ilk kuşun, bir "grossmutasyon"la, yani genetik yapıda tesadüfen meydana gelen dev bir değişiklikle, bir sürüngen yumurtasından çıktığını iddia etmişti.3 Aynı teoriye göre, bazı kara hayvanları, geçirdikleri ani ve kapsamlı bir değişiklikle birdenbire dev balinalara dönüşmüş olabilirlerdi. Bilinen tüm genetik, biyofizik ve biyokimya kurallarına aykırı olan bu iddialar, ancak kurbağaların prenslere dönüştüğünü anlatan çocuk masalları kadar bilimseldi. Ama neo-Darwinist iddianın içine girdiği kriz karşısında sıkıntıya düşen bazı evrimci paleontologlar, bundan kaçmak için neo-Darwinizm'den daha da saçma olan bu teoriye sarıldılar.

Bu modelin tek hedefi, başta belirttiğimiz gibi, neo-Darwinist modelin açıklayamadığı fosil boşluklarını açıklamaktır. Ancak şu kesin bir gerçektir ki, fosil boşluklarını "kuşların sürüngen yumurtalarından aniden çıktıklarını" öne sürerek ya da benzeri iddialarla açıklamaya kalkmak tam anlamıyla akıl dışıdır. Çünkü bir türün bir başka türe evrimleşmesi için, genetik bilgisinde çok büyük oranda ve faydalı bir değişiklik gerekir. Oysa hiçbir mutasyon genetik bilgiyi geliştirmez, ona yeni bir bilgi eklemez. Mutasyonlar sadece genetik bilginin eksilmesine ve bozulmasına yol açarlar. Sıçramalı evrim savunucularının hayal ettikleri "dev mutasyonlar" ise, genetik bilgide dev azalma ve bozukluklar oluştururlar.

Kaldı ki, "sıçramalı evrim" modeli de, neo-Darwinist modeli ilk aşamada çökerten soru, yani "ilk canlılığın nasıl oluştuğu" sorusu karşısında yine ilk aşamada çöker. Tek bir protein bile tesadüfen oluşamadıktan sonra, bu proteinlerden trilyonlarcası tarafından oluşturulacak organizmaların "sıçramalı" mı, yoksa "kademeli" bir evrim mi geçirdikleri sorusunun bir anlamı yoktur.

Bugün evrim dünyasında halen geçerliliğini koruyan ve "evrim" dendiğinde akla gelen model, neo-Darwinizm'dir. İlerleyen bölümlerde, önce neo-Darwinist modelin iki hayali mekanizmasını inceleyecek, sonra da fosil kayıtlarına bakacağız. Daha sonra ise hem neo-Darwinist modeli hem de "sıçramalı evrim" gibi diğer modelleri geçersiz kılan bir konuyu, ilk canlılığın nasıl oluştuğu sorusunu ele alacağız.

Baştan belirtmekte yarar olabilir: Her aşamada karşılaşacağımız gerçek, evrim senaryosunun gerçeklerle hiçbir ilgisi olmayan bir masal ve büyük bir aldatmaca olduğudur. 140 yıldır dünyayı aldatmak için kullanılan bu senaryonun savunulması ise, özellikle son bilimsel bulgular karşısında, imkansızdır.


Bu mesaja 1 cevap geldi.
S
15 yıl
Yarbay

N
15 yıl
Yüzbaşı

Colombo sayfayı boşuna kirletiyorsun.Burada binlerce defa yazıldı bu yazılar.
Tek sen yazmıyorsun yani





< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi nietzsche -- 21 Haziran 2010; 17:27:39 >
Bu mesaja 1 cevap geldi.
C
15 yıl
Yüzbaşı

quote:

Orijinalden alıntı: nietzsche

Colombo sayfayı boşuna kirletiyorsun.Burada binlerce defa yazıldı bu yazılar.
Tek sen yazmıyorsun yani


Bir de zahmet edip okusanız yazmamıza gerek kalmaycak.Sorduğunuz mantıksız sorularda olsa hepsine cevap veriyorum.

Evrim teorisi binlerce defa çürütülmüş bir teoridir.Günümüzde bir çok müslüman veya müslüman olmayan bilim adamı bu teoriyi çürüten kitaplar yazmışlardır.

Zor durumda olan yaratılış değil evrim aldatmacasıdır ve artık zor durumda da değil çürütülmüş savunulacak bir şeyi kalmamıştır.





< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi colombo53 -- 21 Haziran 2010; 17:39:16 >
Bu mesaja 1 cevap geldi.
K
15 yıl
Binbaşı

Bir çok yaratık ile çok aşırı benzerliklerimiz olmasını nasıl açıklayabilirsiniz :?



G
15 yıl
Çavuş

quote:

Orijinalden alıntı: nietzsche


quote:

Orijinalden alıntı: Gümüşyaka

evet ciddi bir konu nasıl sulandırılır 33 sayfa da gördük.şimdi bir sorum olacak evrim teorisini savunan arkadaşlara.

milyonlarca yıldır sözde yaşanan evrim olgusuna dair elinizde herhangi bir ara form fosili var mı_?

örneğin yarı kuş yarı sürüngen bir canlının fosili veya hem akciğerleri hem solungaçları olan bir canlının fosili gibi.

not:sakın kurbağayı örnek vermeyin onun açıklaması mevcut ve bu konuyla ilgisi yok.onu tartışırsak bir yüz sayfa da ona ayırırız.

İnsanlar yaşlanıyor mu?
Yaşlanıyor.
Peki yaşlanırken bir tarafı yaşlanıp bir tarafı genç mi kalıyor?
Hayır.
Peki nasıl bir tarafı kuş bir tarafı sürüngen bir canlı olabilir?

ben sana düzgünce bir fosil göstereyim.Yüzgeçleri yavaş yavaş ayağa dönüşen bir balık
http://haysvillelibrary.files.wordpress.com/2009/02/tiktaalik-3.jpg
http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/f/f3/Tiktaalik_limb2.jpg

Buda ayakları olan bir balık.Nasıl bu balığın ayakları varsa tarihte de olabilir ve karaya çıkabilir.
http://www.vidivodo.com/152345/yuruyen-balik

arkadaşım önce senin hayvanların nasıl sınıflandığını bilmen lazım.ayakları olan balık diyorsun.ben sana ne diyorum sen nasıl örnek veriyorsun.bak arkadaşım müren balığı da kayaların üzerinde uzun sure yürüyebilir.karada gezinebilir bu onun balık olduğu gerçeğini değiştirmez.
bir balina saatlerce suyun altında kalabilir bu onun memeli olduğu gerçeğini değiştirmez.sonuçta yüzeye çıkıp hava almazsa boğularak ölür.
penguenler çok iyi yüzücülerdir. ama buların kuş olduğu gerçeğini değiştirmez.onlarda yüzeyden hava almazlarsa boğulup ölürler.lütfen dediğimi anlayıp araştırıp öyle cevap yazın.size bioloji dersi verecek halim yok.
bir de montaj fotograflar koymayın lütfen.


Bu mesaja 2 cevap geldi.
C
15 yıl
Yüzbaşı

Ara-Geçiş Formları Çıkmazı

Bu iddiaya göre geçmişte, balık özelliklerini hala taşımalarına rağmen, bir yandan da bazı sürüngen özellikleri kazanmış olan yarı balık-yarı sürüngen canlılar yaşamış olmalıdır. Ya da sürüngen özelliklerini taşırken, bir yandan da bazı kuş özellikleri kazanmış sürüngen-kuşlar ortaya çıkmış olmalıdır. Bunlar, bir geçiş sürecinde oldukları için de, sakat, eksik, kusurlu canlılar olmalıdır. Evrimciler geçmişte yaşamış olduklarına inandıkları bu hayali yaratıklara "ara-geçiş formu" adını verirler.

Eğer gerçekten bu tür canlılar geçmişte yaşamışlarsa bunların sayılarının ve çeşitlerinin milyonlarca hatta milyarlarca olması gerekir. Ve bu ucube canlıların kalıntılarına mutlaka fosil kayıtlarında rastlanması gerekir. Çünkü bu ara geçiş formlarının sayısının bugün bildiğimiz hayvan türlerinden bile fazla olması ve dünyanın dört bir yanının fosilleşmiş ara geçiş formu kalıntılarıyla dolu olması lazımdır. Darwin, Türlerin Kökeni'nde bunu şöyle açıklamıştır:

Eğer teorim doğruysa, türleri birbirine bağlayan sayısız ara-geçiş çeşitleri mutlaka yaşamış olmalıdır... Bunların yaşamış olduklarının kanıtları da sadece fosil kalıntıları arasında bulunabilir.

Ancak bu satırları yazan Darwin, bu ara formların fosillerinin bir türlü bulunamadığının farkındaydı. Bunun teorisi için büyük bir açmaz oluşturduğunu da görüyordu. Bu yüzden, Türlerin Kökeni kitabının "Teorinin Sorunları" (Difficulties on Theory) adlı bölümünde şöyle yazmıştı:
Eğer gerçekten türler öbür türlerden yavaş gelişmelerle türemişse, neden sayısız ara geçiş formuna rastlamıyoruz? Neden bütün doğa bir karmaşa halinde değil de, tam olarak tanımlanmış ve yerli yerinde? Sayısız ara geçiş formu olmalı, fakat niçin yeryüzünün sayılamayacak kadar çok katmanında gömülü olarak bulamıyoruz... Niçin her jeolojik yapı ve her tabaka böyle bağlantılarla dolu değil? Jeoloji iyi derecelendirilmiş bir süreç ortaya çıkarmamaktadır ve belki de bu benim teorime karşı ileri sürülecek en büyük itiraz olacaktır.

Darwin'in bu büyük açmaz karşısında öne sürdüğü tek açıklama ise, o dönemdeki fosil kayıtlarının yetersiz olduğuydu. Darein, fosil kayıtları detaylı olarak incelendiğinde, kayıp ara formların mutlaka bulunacağını iddia etmişti. Evrimciler Darwin'in bu kehanetine inanarak, 19. yüzyılın ortasından bu yana dünyanın dört bir yanında hummalı fosil araştırmaları yaparak bu ara geçiş formlarını aradılar. Oysa, büyük bir hırsla aranan bu ara geçiş formlarına asla rastlanamadı. Yapılan kazılarda ve araştırmalarda elde edilen bütün bulgular, evrimcilerin beklediklerinin aksine, canlıların yeryüzünde birdenbire, eksiksiz ve kusursuz bir biçimde ortaya çıktıklarını gösterdi. Evrimciler, teorilerini kanıtlamaya çalışırlarken, onu kendi elleriyle çökertmişlerdi. Ünlü İngiliz paleontolog (fosil bilimci) Derek W. Ager, bir evrimci olmasına karşın bu gerçeği şöyle itiraf eder:

Sorunumuz şudur: Fosil kayıtlarını detaylı olarak incelediğimizde, türler ya da sınıflar seviyesinde olsun, sürekli olarak aynı gerçekle karşılarız; kademeli evrimle gelişen değil, aniden yeryüzünde oluşan gruplar görürüz.

Bir başka evrimci paleontolog Mark Czarnecki şu yorumu yapar:
Teoriyi (evrimi) ispatlamanın önündeki büyük bir engel, her zaman için fosil kayıtları olmuştur... Bu kayıtlar hiçbir zaman için Darwin'in varsaydığı ara formların izlerini ortaya koymamıştır. Türler aniden oluşurlar ve yine aniden yok olurlar. Ve bu beklenmedik durum, türlerin Tanrı tarafından yaratıldığını savunan yaratılışçı argümana destek sağlamıştır.

YAŞAYAN FOSİLLER


Günümüzdeki örneklerinden hiçbir farkı olmayan milyonlarca yıllık fosillerden birkaçı. Bu canlı kalıntıları, canlıların evrim sonucu değil, kusursuz bir yaratılış sonucunda ortaya çıktıklarının ve asla bir evrim geçirmediklerinin açık birer delilidir.


Milyonlarca yıllık yaban arısı fosili ile günümüzdeki yaban arılarının hiçbir farkı bulunmamaktadır.

Günümüz yusufçuğu ile 135 milyon yıllık fosili birbirinin aynısıdır.

brittle star fosilinin yaşı 400 milyon yıldır ve günümüz brittle star ile aralarında hiçbir değişiklik yoktur.

hiçbir değişikliğe uğramamış bir kaplumbağa ve 50 milyon yıllık bir kaplumbağa fosili aynı şekildedir.



195 milyon yıllık karides fosili ile günümüz karidesleri arasında hiçbir farklılık bulunmamaktadır.

100 milyon yıllık karınca fosili ile günümüzde yaşayan bir karınca karşılaştırıldığında karıncaların da evrim geçirmedikleri açıkça görülmektedir.

Fosil kayıtlarındaki bu boşluklar, yeterince fosil bulunamadığı ve bir gün aranan fosillerin ele geçeceği gibi bir avuntuyla da açıklanamaz. Amerikalı paleontolog R. Wesson da, 1991'de yayınlanan Beyond Natural Selection adlı kitabında "fosil kayıtlarındaki boşlukların gerçek ve olgusal" olduklarını şöyle açıklamaktadır:

40 milyon yıllık çekirgenin günümüzde yaşayan çekirgelerden hiçbir farkı yoktur. Yani hiçbir değişim geçirmemiştir.
90-94 milyon yıllık gecko fosili de canlıların hiçbir evrim geçirmediklerinin delillerinden biridir
90-94 milyon yıllık kurbağafosilinden de anlaşıldığı gibi 90 yıl önce kurbağalar nasıllarsa günümüzde de aynı şekildedirler.
Denizlerin en tehlikeli canlılarından biri olan köpekbalığı ve 400 milyon yıllık fosili bize köpekbalıklarının hiçbir evrim süreci geçirmediğini açıkça göstermektedir.

Ne var ki, fosil kayıtlarındaki boşluklar gerçektir. Herhangi bir (evrimsel) soyoluşumunu gösterecek kayıtların yokluğu, son derece olgusaldır. Türler genellikle çok uzun zaman dilimleri boyunca sabit kalırlar. Türler ve özellikle cinsler hiç bir zaman yeni bir türe ya da cinse doğru evrim göstermezler. Bunun yerine, bir tür ya da cinsin bir diğeriyle yer değiştirdiği gözlenir. Değişim ise çoğunlukla anidir.





< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi colombo53 -- 21 Haziran 2010; 17:36:15 >
Bu mesaja 1 cevap geldi.
N
15 yıl
Yüzbaşı

quote:

Orijinalden alıntı: Gümüşyaka


quote:

Orijinalden alıntı: nietzsche


quote:

Orijinalden alıntı: Gümüşyaka

evet ciddi bir konu nasıl sulandırılır 33 sayfa da gördük.şimdi bir sorum olacak evrim teorisini savunan arkadaşlara.

milyonlarca yıldır sözde yaşanan evrim olgusuna dair elinizde herhangi bir ara form fosili var mı_?

örneğin yarı kuş yarı sürüngen bir canlının fosili veya hem akciğerleri hem solungaçları olan bir canlının fosili gibi.

not:sakın kurbağayı örnek vermeyin onun açıklaması mevcut ve bu konuyla ilgisi yok.onu tartışırsak bir yüz sayfa da ona ayırırız.

İnsanlar yaşlanıyor mu?
Yaşlanıyor.
Peki yaşlanırken bir tarafı yaşlanıp bir tarafı genç mi kalıyor?
Hayır.
Peki nasıl bir tarafı kuş bir tarafı sürüngen bir canlı olabilir?

ben sana düzgünce bir fosil göstereyim.Yüzgeçleri yavaş yavaş ayağa dönüşen bir balık
http://haysvillelibrary.files.wordpress.com/2009/02/tiktaalik-3.jpg
http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/f/f3/Tiktaalik_limb2.jpg

Buda ayakları olan bir balık.Nasıl bu balığın ayakları varsa tarihte de olabilir ve karaya çıkabilir.
http://www.vidivodo.com/152345/yuruyen-balik

arkadaşım önce senin hayvanların nasıl sınıflandığını bilmen lazım.ayakları olan balık diyorsun.ben sana ne diyorum sen nasıl örnek veriyorsun.bak arkadaşım müren balığı da kayaların üzerinde uzun sure yürüyebilir.karada gezinebilir bu onun balık olduğu gerçeğini değiştirmez.
bir balina saatlerce suyun altında kalabilir bu onun memeli olduğu gerçeğini değiştirmez.sonuçta yüzeye çıkıp hava almazsa boğularak ölür.
penguenler çok iyi yüzücülerdir. ama buların kuş olduğu gerçeğini değiştirmez.onlarda yüzeyden hava almazlarsa boğulup ölürler.lütfen dediğimi anlayıp araştırıp öyle cevap yazın.size bioloji dersi verecek halim yok.
bir de montaj fotograflar koymayın lütfen.

Haberiniz yok siz bilgilendik sanıyorsunuz ama çok güzel beyninizi yıkıyorlar.
Ara formun ne olduğunu biliyor musun?
Balina neden suda nefes alamaz karada nefes alabilir?
Çünkü ataları memelidir balinanın.
Penguen neden uçamaz ama kanatları vardır çünkü ataları kuştur.

Siz ilk başta ara formun ne olduğunu öğrenin sonra düzgünce sorunuzu sorun.

Colombo53 madem evrim yalan yanlış
http://thewordwarrior.files.wordpress.com/2009/09/evolution-belief-by-country-20061.jpg
Neden eğitim oranı yükseldikçe evrime inanma oranı artıyor?


Bu mesaja 2 cevap geldi.
K
15 yıl
Binbaşı

quote:

Orijinalden alıntı: colombo53

Ara-Geçiş Formları Çıkmazı

Bu iddiaya göre geçmişte, balık özelliklerini hala taşımalarına rağmen, bir yandan da bazı sürüngen özellikleri kazanmış olan yarı balık-yarı sürüngen canlılar yaşamış olmalıdır. Ya da sürüngen özelliklerini taşırken, bir yandan da bazı kuş özellikleri kazanmış sürüngen-kuşlar ortaya çıkmış olmalıdır. Bunlar, bir geçiş sürecinde oldukları için de, sakat, eksik, kusurlu canlılar olmalıdır. Evrimciler geçmişte yaşamış olduklarına inandıkları bu hayali yaratıklara "ara-geçiş formu" adını verirler.

Eğer gerçekten bu tür canlılar geçmişte yaşamışlarsa bunların sayılarının ve çeşitlerinin milyonlarca hatta milyarlarca olması gerekir. Ve bu ucube canlıların kalıntılarına mutlaka fosil kayıtlarında rastlanması gerekir. Çünkü bu ara geçiş formlarının sayısının bugün bildiğimiz hayvan türlerinden bile fazla olması ve dünyanın dört bir yanının fosilleşmiş ara geçiş formu kalıntılarıyla dolu olması lazımdır. Darwin, Türlerin Kökeni'nde bunu şöyle açıklamıştır:

Eğer teorim doğruysa, türleri birbirine bağlayan sayısız ara-geçiş çeşitleri mutlaka yaşamış olmalıdır... Bunların yaşamış olduklarının kanıtları da sadece fosil kalıntıları arasında bulunabilir.

Ancak bu satırları yazan Darwin, bu ara formların fosillerinin bir türlü bulunamadığının farkındaydı. Bunun teorisi için büyük bir açmaz oluşturduğunu da görüyordu. Bu yüzden, Türlerin Kökeni kitabının "Teorinin Sorunları" (Difficulties on Theory) adlı bölümünde şöyle yazmıştı:
Eğer gerçekten türler öbür türlerden yavaş gelişmelerle türemişse, neden sayısız ara geçiş formuna rastlamıyoruz? Neden bütün doğa bir karmaşa halinde değil de, tam olarak tanımlanmış ve yerli yerinde? Sayısız ara geçiş formu olmalı, fakat niçin yeryüzünün sayılamayacak kadar çok katmanında gömülü olarak bulamıyoruz... Niçin her jeolojik yapı ve her tabaka böyle bağlantılarla dolu değil? Jeoloji iyi derecelendirilmiş bir süreç ortaya çıkarmamaktadır ve belki de bu benim teorime karşı ileri sürülecek en büyük itiraz olacaktır.

Darwin'in bu büyük açmaz karşısında öne sürdüğü tek açıklama ise, o dönemdeki fosil kayıtlarının yetersiz olduğuydu. Darein, fosil kayıtları detaylı olarak incelendiğinde, kayıp ara formların mutlaka bulunacağını iddia etmişti. Evrimciler Darwin'in bu kehanetine inanarak, 19. yüzyılın ortasından bu yana dünyanın dört bir yanında hummalı fosil araştırmaları yaparak bu ara geçiş formlarını aradılar. Oysa, büyük bir hırsla aranan bu ara geçiş formlarına asla rastlanamadı. Yapılan kazılarda ve araştırmalarda elde edilen bütün bulgular, evrimcilerin beklediklerinin aksine, canlıların yeryüzünde birdenbire, eksiksiz ve kusursuz bir biçimde ortaya çıktıklarını gösterdi. Evrimciler, teorilerini kanıtlamaya çalışırlarken, onu kendi elleriyle çökertmişlerdi. Ünlü İngiliz paleontolog (fosil bilimci) Derek W. Ager, bir evrimci olmasına karşın bu gerçeği şöyle itiraf eder:

Sorunumuz şudur: Fosil kayıtlarını detaylı olarak incelediğimizde, türler ya da sınıflar seviyesinde olsun, sürekli olarak aynı gerçekle karşılarız; kademeli evrimle gelişen değil, aniden yeryüzünde oluşan gruplar görürüz.

Bir başka evrimci paleontolog Mark Czarnecki şu yorumu yapar:
Teoriyi (evrimi) ispatlamanın önündeki büyük bir engel, her zaman için fosil kayıtları olmuştur... Bu kayıtlar hiçbir zaman için Darwin'in varsaydığı ara formların izlerini ortaya koymamıştır. Türler aniden oluşurlar ve yine aniden yok olurlar. Ve bu beklenmedik durum, türlerin Tanrı tarafından yaratıldığını savunan yaratılışçı argümana destek sağlamıştır.

YAŞAYAN FOSİLLER


Günümüzdeki örneklerinden hiçbir farkı olmayan milyonlarca yıllık fosillerden birkaçı. Bu canlı kalıntıları, canlıların evrim sonucu değil, kusursuz bir yaratılış sonucunda ortaya çıktıklarının ve asla bir evrim geçirmediklerinin açık birer delilidir.


Milyonlarca yıllık yaban arısı fosili ile günümüzdeki yaban arılarının hiçbir farkı bulunmamaktadır.

Günümüz yusufçuğu ile 135 milyon yıllık fosili birbirinin aynısıdır.

brittle star fosilinin yaşı 400 milyon yıldır ve günümüz brittle star ile aralarında hiçbir değişiklik yoktur.

hiçbir değişikliğe uğramamış bir kaplumbağa ve 50 milyon yıllık bir kaplumbağa fosili aynı şekildedir.



195 milyon yıllık karides fosili ile günümüz karidesleri arasında hiçbir farklılık bulunmamaktadır.

100 milyon yıllık karınca fosili ile günümüzde yaşayan bir karınca karşılaştırıldığında karıncaların da evrim geçirmedikleri açıkça görülmektedir.

Fosil kayıtlarındaki bu boşluklar, yeterince fosil bulunamadığı ve bir gün aranan fosillerin ele geçeceği gibi bir avuntuyla da açıklanamaz. Amerikalı paleontolog R. Wesson da, 1991'de yayınlanan Beyond Natural Selection adlı kitabında "fosil kayıtlarındaki boşlukların gerçek ve olgusal" olduklarını şöyle açıklamaktadır:

40 milyon yıllık çekirgenin günümüzde yaşayan çekirgelerden hiçbir farkı yoktur. Yani hiçbir değişim geçirmemiştir.
90-94 milyon yıllık gecko fosili de canlıların hiçbir evrim geçirmediklerinin delillerinden biridir
90-94 milyon yıllık kurbağafosilinden de anlaşıldığı gibi 90 yıl önce kurbağalar nasıllarsa günümüzde de aynı şekildedirler.
Denizlerin en tehlikeli canlılarından biri olan köpekbalığı ve 400 milyon yıllık fosili bize köpekbalıklarının hiçbir evrim süreci geçirmediğini açıkça göstermektedir.

Ne var ki, fosil kayıtlarındaki boşluklar gerçektir. Herhangi bir (evrimsel) soyoluşumunu gösterecek kayıtların yokluğu, son derece olgusaldır. Türler genellikle çok uzun zaman dilimleri boyunca sabit kalırlar. Türler ve özellikle cinsler hiç bir zaman yeni bir türe ya da cinse doğru evrim göstermezler. Bunun yerine, bir tür ya da cinsin bir diğeriyle yer değiştirdiği gözlenir. Değişim ise çoğunlukla anidir.






Biz burada HY yi sallamayız boşuna yazma



C
15 yıl
Yüzbaşı

Size ne desek boş.


Gerçek şu ki biz onlara melekler indirseydik, onlarla ölüler konuşsaydı ve herşeyi karşılarına toplasaydık —Allah'ın dilediği dışında— yine onlar inanmayacaklardı. Ancak onların çoğu cahillik ediyorlar. (En'am Suresi, 111)

Kuran'daki bu ifadelerden anlaşılacağı gibi evrimcilerin sahip oldukları dogmatik zihniyet, kendilerine özgü, orijinal bir düşünce değildir. Evrimci bilim adamları, çağdaş bir bilimsel düşünceyi değil, en ilkel putperest toplumlardan bu yana ısrarla devam eden bir cehaleti korumaktadırlar. Bir başka ayette aynı psikoloji şöyle belirtilir:

Onların üzerlerine gökyüzünden bir kapı açsak, oradan yukarı yükselseler de, mutlaka: "Gözlerimiz döndürüldü, belki biz büyülenmiş bir topluluğuz" diyeceklerdir. (Hicr Suresi, 14-15)


Bu mesaja 3 cevap geldi.
K
15 yıl
Çavuş

quote:

Orijinalden alıntı: colombo53

Size ne desek boş.


Gerçek şu ki biz onlara melekler indirseydik, onlarla ölüler konuşsaydı ve herşeyi karşılarına toplasaydık —Allah'ın dilediği dışında— yine onlar inanmayacaklardı. Ancak onların çoğu cahillik ediyorlar. (En'am Suresi, 111)

Kuran'daki bu ifadelerden anlaşılacağı gibi evrimcilerin sahip oldukları dogmatik zihniyet, kendilerine özgü, orijinal bir düşünce değildir. Evrimci bilim adamları, çağdaş bir bilimsel düşünceyi değil, en ilkel putperest toplumlardan bu yana ısrarla devam eden bir cehaleti korumaktadırlar. Bir başka ayette aynı psikoloji şöyle belirtilir:

Onların üzerlerine gökyüzünden bir kapı açsak, oradan yukarı yükselseler de, mutlaka: "Gözlerimiz döndürüldü, belki biz büyülenmiş bir topluluğuz" diyeceklerdir. (Hicr Suresi, 14-15)








intihar etmeni tavsiye ediyorum sana.


Bu mesaja 1 cevap geldi.
L
15 yıl
Yarbay

Madem evrim yok niye bu kadar uğraşıyorsunuz , gidin daha faydali işlerle uğraşın bizi meşgul etmeyin burda. Öğrenmek isteyenler kalsin , diğerleri çıksın yok yazmicam.


Bu mesaja 1 cevap geldi.
C
15 yıl
Yüzbaşı

KızıL_Shaman

O da sana bayılıryordu zaten.

Evrimi doğrulayan şeyler yaz o zaman da biz de seni görelim ki yazamazsın çünkü öyle bir şey yok.



C
15 yıl
Yüzbaşı

quote:

Orijinalden alıntı: LeVeL

Madem evrim yok niye bu kadar uğraşıyorsunuz , gidin daha faydali işlerle uğraşın bizi meşgul etmeyin burda. Öğrenmek isteyenler kalsin , diğerleri çıksın yok yazmicam.


Sizi inandıramasakta söylemek görevimiz.


Bu mesaja 1 cevap geldi.
C
15 yıl
Yüzbaşı

quote:

Orijinalden alıntı: Katilkiller


quote:

Orijinalden alıntı: colombo53

Size ne desek boş.


Gerçek şu ki biz onlara melekler indirseydik, onlarla ölüler konuşsaydı ve herşeyi karşılarına toplasaydık —Allah'ın dilediği dışında— yine onlar inanmayacaklardı. Ancak onların çoğu cahillik ediyorlar. (En'am Suresi, 111)

Kuran'daki bu ifadelerden anlaşılacağı gibi evrimcilerin sahip oldukları dogmatik zihniyet, kendilerine özgü, orijinal bir düşünce değildir. Evrimci bilim adamları, çağdaş bir bilimsel düşünceyi değil, en ilkel putperest toplumlardan bu yana ısrarla devam eden bir cehaleti korumaktadırlar. Bir başka ayette aynı psikoloji şöyle belirtilir:

Onların üzerlerine gökyüzünden bir kapı açsak, oradan yukarı yükselseler de, mutlaka: "Gözlerimiz döndürüldü, belki biz büyülenmiş bir topluluğuz" diyeceklerdir. (Hicr Suresi, 14-15)








intihar etmeni tavsiye ediyorum sana.


Allah hidayet versin diyorum bende sana.



K
15 yıl
Binbaşı

quote:

Orijinalden alıntı: colombo53


quote:

Orijinalden alıntı: LeVeL

Madem evrim yok niye bu kadar uğraşıyorsunuz , gidin daha faydali işlerle uğraşın bizi meşgul etmeyin burda. Öğrenmek isteyenler kalsin , diğerleri çıksın yok yazmicam.


Sizi inandıramasakta söylemek görevimiz.




Bilimsel Üni yada bir pproftan alıntı olmadığı sürece buraya bir şey yazmayın


Bu mesaja 1 cevap geldi.