Arama butonu
Bu konudaki kullanıcılar: 1 misafir, 1 mobil kullanıcı
11
Cevap
333
Tıklama
0
Öne Çıkarma
İSLAMİ YAZILAR
F
geçen ay
Çavuş
Konu Sahibi

İslam hakkında yazılar yazan değerli yazarları, vaktim oldukça burada paylaşmayı planlıyorum.

DH forumlarında vakit geçirmekten keyif alıyor gibisin ancak giriş yapmadığını görüyoruz.

Üye olduğunda özel mesaj gönderebilir, beğendiğin konuları favorilerine ekleyip takibe alabilir ve daha önce gezdiğin konulara hızlıca erişebilirsin.

Üye Ol Şimdi Değil



F
geçen ay
Çavuş
Konu Sahibi

Türkiyesiz zirveler Türkiyesiz toplantılar

Dikkat ediyor musunuz, son zamanlarda yapılan bir takım zirvelerde ve ciddi toplantılarda Türkiye yok.
Belki birileri diyebilir ki, “Efendim, bu toplantıların ve zirvelerin bizimle alakası yok, bizi ilgilendirmediği için de biz yokuz.”
Acaba öyle mi? Ukrayna-Rusya savaşında düne kadar arabuluculuk konusunda en çok konuşulan ve en çok koşuşturan ülke Türkiye değil miydi? Ukrayna tahılının dışarı çıkarılmasında, savaşan iki ülke arasındaki esir değişiminde, daha da önemlisi ateşkes konusu görüşülürken İstanbul’dan başka akla gelen bir yer var mıydı?
Benzer toplantı ve zirvelerin ekranlarda ilk göze çarpanları Erdoğan değil miydi, Hakan Fidan değil miydi, görebiliyor musunuz şu son görüşmelerde?
Son zamanlarda Avrupa’nın güvenliğinden söz açıldığında Türkiye’nin isminin önünde kimin ismi vardı ki? Ama şimdi Avrupa’nın güvenliğinin konuşulduğu zirvelerde gözümüz Türkiye’yi arıyor ama göremiyor.
Avrupa’da Suriye’nin geleceğinin konuşulduğu toplantıların hangisinde Türkiye vardı? Halbuki bugünkü Suriye’nin bu haliyle var oluşunda baş rolün Türkiye’ye ait olması bir yana, dört beş milyon Suriyeli mülteciyi yıllardır barındırıyor olması görmezden geliniyor.
Gelelim şu Zengezur meselesine. Cümle âlem şahittir ki bugün böyle bir koridor açılması mümkün olmuşsa buna sebep olan Türkiye değil de kimdir?
Ama ne olmuşsa olmuş bütün zirvelerden ve hayati toplantılardan Türkiye uzak tutulmuş durumda.
Bütün bunlar hiç de hayra alâmet değil. İşin ilginç tarafı; Türkiye bu haliyle sadece Batı blokundan uzaklaştırılmıyor, az çok yakınlaşmış durumdaki Rusya’nın başını çektiği blokla da arasına fitne sokuluyor, o cenahta da yalnızlığa mahkûm ediliyor. Elbette yetkililer bunun farkındadır ve gerekeni yapıyorlar.
Fakat iktidarın akredite medyasındaki çokbilmişleri hiç bir şey yokmuş gibi eski hamasetlerine devam ediyorlar.
Rabbim akıbetimizi hayreyleye.
MEHMED GÖKTAŞ



F
geçen ay
Çavuş
Konu Sahibi

Toplumu sahih dinle tanıştırmalıyız


Öncelikle sahih din nedir? Bunun bir izahını yapmak lazım. Sahih din; katıksız, şirke bulaşmadan, Allah'ın ve Peygamber'inin bize öğrettiği dindir. Bu tarif lazım bir tariftir. Zira kendi kanaatini din kabul eden milyonlar zuhur etti. Kuran okuyup ondan hüküm çıkaran, dinimiz üzerine mesai ve ömür tüketen binlerce ehil âlimi bir kalemde çizen insanlar yok değil.
Sahih din anlayışında Kuran-ı Kerim birinci ve nihayetsiz kaynaktır. Biz Allah'ı Kur'an'la tanıdık. Helali ve haram'ı Kuran'la tanıdık. Ahiretin varlığını Kuran'la tanıdık. Hak yememeyi Kuran'la tanıdık. Namazı, orucu, zekâtı, merhameti, şirki, günahı ve sevabı Kuran'la tanıdık.
Daraldığımız yerde ikinci ebedi kaynak olan Hz. Muhammed'e yani sünnete yöneldik. Her şeyin detayını, izahını, cevabını Muhammed Mustafa'da bulduk.
Kuran ve sünnette olmayan ama ihtiyacımız olan olgulara ulaşmak için "kıyas" dediğimiz metot işlevlendirildi. Hukuk metodolojisinin ölümsüz bir nimeti olan kıyas, birçok akabeyi, yokuşu tırmanmızı sağladı.
Önümüzü aydınlatan diğer bir olgu ise "icma" yöntemi, tercihi veya yoludur. İcmayı şöyle tarif etmişlerdir: "Peygamberimizin vefatından sonra herhangi bir çağda veya dönemde İslam âlimlerinin dini bir konuda fikir birliği etmeleri."
İslam âlimlerinin çoğunluğuna göre icma bağlayıcıdır. Mesela; Kuran-ı Kerim'in Hz. Muhammed'in vefatından sonra bir kitap halinde bir araya getirilmesi kararı sahabenin icmasıyla alınmıştır.
Dünyadaki diğer bazı icmaya benzer görünümler kavramsal bir paralelliğin ötesine geçmez. Bu nedenle icmayı, İslam hukuku perspektifinin insanlığa sunduğu bir çıkış olarak adlandırabiliriz. (Şafii, Er-Risale)

DOĞRU YOLUN SAPKIN KOLLARI
Elbette her din araştırmacısı kanaatini ifade eder. Eder de; Kuran'a ve Hazreti Muhammed'e çirkin yakıştırmalar yapmadan bu işi yerine getirir. Yeni ve tutarsız bir tefsir veya hadis veya fıkıh veya akaid usulü oluşturamaz.
"Oluştururum" derse bu durumda dini bütün referansları yeni bir okumayla bize takdim etmiş olur. Bunun adının ne olacağı da bellidir. Bu sahih bir dine katkı değil, fitne getirmektir.
Bir bakıyorsunuz; neredeyse "Kuran'a bir şeyler karıştı" diyecekler. Neredeyse "Kuran'dan bir şeyler çıktı" diyecekler. Hadis denilen müthiş hazineyi yok sayacaklar ortaya çıktı.
Akaid ve itikadi mezhepleri tahfif ve tahkir eden kişiler belirdi. Ki bu tür insanların bırakın mezhep imamlarını, sıradan birinin tespitini, içtihadını anlamak için dahi ciddi mesai harcaması gerekir.
"Şefaat"i kaldıran mı ararsınız, kabir azabını reddeden mi? Tasavvufu bu topraklardan sökmeye çalışanı da az değil.
Ellerine balyoz almış habire darbelerle İslam dininin temellerini sarsmaya çabalıyorlar. Mezarlık ziyaretini haram sayandan dinin helal dediğini haram; haram dediğini helal sayan zevat da az değil.
Bu tür hamleler dinin özünü bizlere unutturmaktadır. Mesaimizi dinin azmine harcamaktan alıkoydular.
Dinin özü rahmettir, merhamettir, erdemliktir. Yetime güzel davranmaktır, adil olmaktır, sevgiyle dolmaktır.

AHLAK, İBADETTEN ÖNCE ÖĞRETİLMELİ
İman, ahlak ve ibadet. Bütün bunların birbirine paralel bir şekilde toplumla buluşturulması gerekir. Ancak ibadetlere ayırdığımız mesaiyi temiz ahlaka da ayırmamız daha ivedi olmaya başladı.
Zira; sözünde durmamak, hakkaniyetten uzak durmak, güven vermemek, adaletle davranmamak, bencillik, helal veya haram oluşuna bakmadan dünyalık biriktirmek, rüşvet almak veya vermek, önyargı, saldırganlık, gasp ve ne kadar olumsuz gayri ahlaki durum varsa hepsi bizde görünür oldu.
Üzülerek ve af dileyerek söylüyorum. Bunu yok sayamayız. Böyle bir savrulmaya yakalanmış insana edep, adap, ahlak, dürüstlük, hakkaniyet öğretmeliyiz. Ama bunu daha anaokulundayken işlemek zorundayız.
Bu hususta en büyük iş ailelere düşüyor. Aileler işin ucunu bırakmış durumdalar. Sokak ve caddeye teslim ederseniz evlatlarınızı, sonucun ne olacağını her gün haberlerde görüyorsunuz.

İNSANLARI AHLAKIMIZLA MÜSLÜMAN YAPABİLİRİZ
Arap Baharı furyasıyla öldürülen Arap liderlerden birinin bir tespiti hâlâ hakkaniyetini yitirmemiş hâlde duruyor. Şöyle demişti bu lider: "İslam'ın yayılmasının önündeki en büyük engel Müslümanların bizzat kendisidir." Burada Müslümanları tahkir etmek değil, aslında doğru bir empatiye davet vardı. Evet; sözlerimiz kadar halimiz de önemlidir. İnsanları nereye çağırıyoruz? Hidayete, hakkaniyete, İslam'a, Kuran'a, Hz. Muhammed'e mi; kendi arkadaş veya manevi yöneliş grubuna mı?
Abdullah b. Selam, Yahudi'ydi. Medine'nin en gözde Yahudi âlimiydi. Efendimiz Medine'ye gelince Abdullah b. Selam, onu tanımaya gitti. Şöyle diyor: "Mescitte uzaktan seyrettim. Her gelene cevap veriyordu (yani "Kibirli değildi" demek istiyor). Aydınlıktı, sözleri seçkindi. Baktım etrafındakilere şöyle diyordu: 'Selamı yayın. Akrabalarla ilgilenin. Yemek yedirin. İnsanlar uykudayken namaz kılın'."
Abdullah b. Selam'ın Müslüman oluşunda bu aydınlık yüz, temiz çehre, yüce ahlak ve sorduğu bazı soruların cevabını alması etkili olmuştur. İnsanları namaza, oruca davet edelim ama bir o kadar da onlara güzel ahlakımızla örneklik ve güven verelim.

HELAL RIZIK DUASI
"Ey büyük Allah'ım! İsminin hakkı için senden dilerim, bana helal rızık ver. Allah'ım! Eğer rızkımız semada ise onu yere indir. Uzakta ise onu yaklaştır. Az ise çoğalt, çok ise daha da bereketlendir."

ŞERDEN KORUNMA DUASI
"Allah'ım! Noksansız kelimelerinle sana sığınırım. Gökten ve yerden gelecek olanın şerrinden beni koru! Gecenin ve gündüzün fitnelerinden, gece ve gündüz gelecek her türlü kötülükten sana sığınırım."
NİHAT HATİPOĞLU



F
4 hafta
Çavuş
Konu Sahibi

Hakkıdır Hakk’a tapan Milletimin İstiklal!

Bizleri; yeryüzünün en üstün ve en şerefli varlığı insan olarak yaratan, akıl nimetiyle donatan, sayısız nimetlerinin en üstünü Müslümanlardan kılan, kurduğu dünya ve diğer âlem sofrasında sayısız nimetleriyle yaşatan ve tüm nimetlerinin hesabını hepimize bir nefes yakın olan ölümümüzle başlayan Kabir Hayatımızdan itibaren Ahiret’in büyük buluşma ve duruşma gününde soracak olan Yaratıcımız, Yaşatıcımız ve Yöneticimiz Allah’ımıza hamd ve Eşsiz Önderimiz, Sevgili Resulümüz Hz. Muhammed (s.a) Efendimize, tüm Resul Efendilerimize, izinden gidenlere, Ehl-i Beyti’ne, Ashabına, canımız ana ve babamıza, hocalarımıza, Allah (c.c)’ın ilke ve inkılabı İslam’a tabi olan Mü’min kardeşlerimize, din ve vatan muhafızı şehid ve gazilerimize salât ve selam olsun!

 
“Ve küfrün karanlıklarını parçalayıp âlemleri aydınlatan Kur’an’ın meydana getireceği İnkılabı şimdiden müjdeleyerek de ki: “(Artık) Hakk (mutlak değişmeyen gerçek) geldi, yalan, kötülük, inkârcılık temeline dayanan bâtıl yıkılıp gitti; zaten bâtıl, er geç yok olmaya mahkûmdur!” Zaten her türlü yalanlar üzere kurulmuş gerçek dışı inançlar, rejimler ve gerçek dışı yaşantılar er geç yıkılıp gitmeye zâil (yok) olmaya mahkûmdur! (Çünkü Hakk gelince bâtıl batacak, Güneş doğunca karanlık kaybolacaktır.)” (Ana Hayat ve Anayasamız Kur’an-ı Kerim İsrâ Suresi 81)
Allah’ımızın 99 Esma’ül Hüsnası (Güzel İsimlerinden) olan HAKK zamana ve şartlara göre değişmeyen doğrunun adıdır! 
Batıl ise zamana ve şartlara göre değişmeyen yanlışın adıdır!




Hakk’ın yeryüzünde tek temsilcisi ve sistemi İslam Düzenidir! 

 
Hakk’ın değişmez kaidesi ve Fizik İlminin de ana kuralı olan; “Ez-zıddan lâ yectemiân!” (İki zıd asla birleşemez! Zıdlar bir arada bulunamaz) ilkesi gereği gece ile gündüz, elektirikte eksi kutupla artı kutup nasıl birleşemez ve bir arada bulunamazsa Hakk ile Batıl da asla bir ara da bulunamaz! 
Bir asırdır acısını yaşamakta olduğumuz maddi ve manevi kaosların, fitnelerin çoğalarak, her türlü bela ve musibetlerin artarak devam etmesinin ana sebebi şeytana dayalı Batıl yolları Hakka’a dayalı İslami ilkelere tercih edişimizdir!




Bâtılın yolları ve kolları çoktur! Çünkü Şeytan hasedinden insandan şirk, küfür, nifak, kapitalizm, sosyalizm, ateizm, deizm, dinsizlik gibi bâtıl tuzaklarıyla intikam almaya devam ediyor!
Şeytana dayalı olan Bâtıl Rejimlerindeki çoğalan suçları, ahlaksızlıkları, vurgunları, talanları ve her çeşit terörü önlemenin tek yolu Bâtıl yollardan hulusi kalb ile tevbe edib kayıtsız şartsız Hakk’a ve ilkesi İslam’a dönmektir! 
Milli Marşımızda da ifade edildiği gibi Hakk ve Hürriyetlere kavuşmanın tek ilacı “Hakkıdır Hakk’a tapan Milletimin İstiklal!” gerçeğine lafla değil kalben ve fiilen yani eylemle Hakkın tek yolu İslam’a dönebilmektir!

 
Allah’ımızın “Ey Âdemoğulları, size, şeytana, şeytanî güçlere tapmayın, onların düzenlerine bağlanmayın, onlara boyun eğmeyin. Onlar sizin apaçık bir düşmanınızdır.” 
“Beni ilâh tanıyın, candan Müslümanlar olarak bana teslim olun, saygıyla bana kulluk ve ibadet edin, benim şeriatıma bağlanın, bana boyun eğin. İşte doğru, muhkem, güvenli ve mutedil yol, İslâmî hayat budur” diye emredip sizinle kulluk sözleşmesi yapmadım mı?” (Kur’an-ı Kerim, Yasin Suresi 60-61. Ayet-i Kerimesinde) buyurduğu değişmeyen gerçeğe, yani: Hakk’a ölüm gelmeden dönebilmektir!




Hakk’a dayalı olmayan hiçbir Anayasa, hiçbir uyum yasası ve hiçbir yönetmelik; huzuru, saadeti, bereketi ve barışı asla sağlayamaz!
Çünkü İlahi mesaj açık ve nettir!
“Hakk gelince Batıl yok olmaya mahkûmdur!” 
Yani;
İyilikler gelince, kötülükler yok olur! 
Adalet gelince zulümler yok olur!
Doğrular gelince, yalanlar yok olur! 

 
Sadakat gelince, ihanetler yok olur!
Samimiyet gelince, sahtekârlık yok olur! 
Helaller gelince, haramlar yok olur!
Tasarruf gelince, israflar yok olur! 
Ticaret gelince, faizli iflaslar yok olur!
Kısas gelince, kıtaller yok olur! 
Kardeşlik gelince, düşmanlıklar yok olur!
Barış gelince, savaşlar yok olur! 
Sevgi, saygı ve Merhamet gelince, saygısızlık, kin, nefret ve cimrilik yok olur! 
Edeb, Ahlak ve hayâ gelince, ahlaksızlık, edepsizlik ve hayasızlık yok olur!

 
Velhasıl;
Hakk’ın kopmaz, çökmez yolunda yürüyen İmani ve İslami taraftarları gelince, Şeytanın Bâtıl, çürük, zayıf yollarında yürüyen Siyonit İtrail emperyalit ve nifak taraftarları yok olur! Ve olmaya mahkûmdurlar!
“Halikın namütenahi adı var en başı Hakk!
Ne büyük şey kul için Hakk’ı tutup kaldırmak.
Hani ashâb-ı kirâm ayrılalım derlerken
Mutlaka sûre-i ve’l-Asr’ı okurmuş bu neden?
Çünkü meknun o büyük sûrede esrârı felâh.
Başta iman-ı hakikî geliyor sonra salâh,
Sonra Hak, sonra sebat, işte kuzum insanlık
Dördü birleşti mi yoktur sana hüsran artık.”
“Allah’ım Hakkı Hak olarak bilip, Hakk’a uymayı, batılı batıl olarak bilip batıldan kaçınmayı ve korunmayı nasib eyle!” Amiin.
Nefsimizde, ailemizde ve ülkemizde “İslam Sözleşmesi”nin uygulanması, Mukaddes Mescid-i Aksa’mızın, Filistin’imizin, Osmanlıcamızın özgürlüğü ve tatil olması dileğiyle Cuma Bayramımız mübarek olsun.  
Selam, sevgi ve duayla...  
ŞEVKİ YILMAZ



F
4 hafta
Çavuş
Konu Sahibi

AHİRETİN 5 SORUSU


Ahiretteki imtihanda (muhasebede) 5 tane soru vardır. Bu soruları ben imtihandan evvel size söyleyeceğim. Bilirsiniz ki imtihan komisyonları soruları hiçbir zaman kimseye açıklamazlar. Bir resmi dairede imtihana girenler olsa, okuldaki öğrenciler imtihana girseler imtihan komisyonu soruları kapalı bırakır ve göstermez kimseye. Sorular ancak imtihan salonunda açılır ve herkes cevap verir. Fakat çok merhametli olan büyük Allah'ımız, ahiret gününde O'nun mahkemesine gittiğimizde, hangi soruları soracağını Peygamberimiz vasıtasıyla bize bildiriyor.
İşte Allah'ın özel bir ihsanı olmak üzere açıklanan soruları bildirmekte size yardımcı oluyorum. Ahiret günü size sorulacak sorular 5 tanedir ve bu soruların cevabını müspet verenler cennetliktir, veremeyenler veya menfi verenler de cezalandırılacaktır.
Âdemoğlu, kıyamette Allah'ın hâkim olacağı duruşma salonuna çağrıldığında sorulacak soruları açıklayan hadisi sunuyorum: "Âdemoğluna 5 husus sorulmadıkça Rabb'inin huzurundan kıyamet günü ayakları ayrılamaz. Ömrünü ne ile tükettiğinden, gençliğini ne ile yıprattığından, malını nereden kazandığından, malını nereye harcadığından ve bildiği meseleler hakkında ne yaptığından." Herkes bu sorularla karşılaşacaktır.

1- ÖMRÜNÜ NEYLE TÜKETTİN?
"Cenab-ı Hak buyuracak ki: Ben seni dünyaya gönderdim, sana 40, 50, 60 senelik bir ömür verdim. Sen bu ömrünü nasıl geçirdin? Ben Peygamber gönderdim, dedim ki; benim kulum şu şekilde hareket etsin, ibadet etsin, güzel ahlak sahibi olsun, kimseyi incitmesin, kimsenin hürriyetine tecavüz etmesin. Sen ne yaptın bu hususta?"
Herkes işlediğini itirafa mecbur kalıyor. Kimi, "Ben ömrümü 15 yaşından itibaren hep barlarda, fuhuş yerlerinde, eğlencelerde geçirdim. Namaz kılmadım, oruç tutmadım, zekât vermedim. Haccı kabul etmedim, hayır ve hasenat yapmadım" der.
Kimi ise "Bana verdiğin ömrü bir emanet kabul ettim. Kuran-ı Kerim'ine kulak verdim, dinimi öğrendim, senin Resul'üne itaat ettim, insanlığa hizmete çalıştım, kimseye zarar vermemeye gayret ettim" diye iyiliklerini sıralayacaktır.

2- GENÇLİĞİNİ NASIL YIPRATTIN?
Bu soru da çok mühimdir. Bazı insanlar "Şimdilik gencim, nefsimi tatmine çalışayım, altmış yaşından sonra hacca giderim, günahlarım affedilir. Ondan sonra da namaza başlarım, orucumu tutarım, zekâtımı da veririm ve kötü alışkanlıklarıma elveda ederim" şeklinde karşılık verir.
Bu sözler, basit bir insanın hurafe manzumesidir. İslam'la bunun bir alakası yoktur. Altmış yaşından sonra tövbekâr olmak hüner değildir. Zira altmış yaşından sonra nefsi kuvvet zayıflar. Kumar ve içki masalarında sabaha kadar oturmaya güç yetmez. Adam öldüremezsin, kapıları kıramazsın, duvarları delemezsin. Sabahtan akşama kadar boş kalısın, "Artık boş kalmaktansa namaz kılayım" dersin. Böyle bir şey makbul olur mu? Mühim olan, her türlü günah işleme gücü ve arzusundayken nefsini yenmektir.
Öbür adam ise "Ya Rabbül âlemin! 15 yaşından sonra hiç kimsenin namusuna göz dikmedim. Kız ve kadın peşinde koşmadım, içki içmedim, kumar oynamadım, zina etmedim, kimseyi öldürmedim, emirlerini yerine getirdim" diyecek.
Peygamberimiz buyuruyor ki: "Allah'ın hazırlayacağı özel gölgeden başka gölge bulunmayan gün, 7 kişi gölgelendirilecektir. Bunlardan birisi de gençliğini Allah'a kullukla geçiren gençtir." İşte Allah'ın özel lütfuna mazhar olan genç böyle ödüllendirilecektir.

3- MALINI NEREDEN KAZANDIN?
Evet, "Nereden kazandın malını?" diye sorulacak. Biri, "Babamdan kaldı, babamın malıdır. Ben bunu kullandım, meşru yollarda çalıştım, para kazandım" der. Diğeri ise gayri meşru yollardan mal kazanmışsa bunu söyleyecek. "Rüşvet aldım, yollarda adam soydum, bununla geçimimi sağladım. Dalavere ettim, beş liralık malı hileli olarak on liraya sattım. Müşteriyi kandırdım, böylece bu parayı kazandım" diye cevap verecek.

4- MALINI NEREYE HARCADIN?
Cenab-ı Hak diyecek ki: "Sen bu malı nerede kullandın? Sefahatli yollarda mı, kötülük yollarında mı? Yoksa hayır yolunda mı?"
İmanlı zengin şöyle cevap verecek: "Ya Rabbi! Ben malımın zekâtını dosdoğru olarak verdim. Cami, çeşme, köprü, yol, okul, gibi hayır müesseselerine bağışlarda bulundum. Yakınlarımdan, komşularımdan ve din kardeşlerimden, fakir, yoksul, yetim gibi yardıma muhtaç olanlara yardım ettim. Gayri meşru yollara harcamadım."
İmansız zengin ise şöyle diyecek: "Ya Rabbi! Ben zekât diye bir müessese tanımadım. Hayır müesseselerine yardımcı olmadım. Fakirleri, yetimleri, yolda kalmışları gözetmedim. Sık sık eş ve dostlara içkili ziyafet hazırladım. Geceleri kumar, içki ve eğlence âlemindeydim."

5- BİLDİĞİN HUSUSLARDA NE YAPTIN?
İslam dini hakkında senin kulağına bir şeyler gelmişti, sen bunları nasıl yaptın? Ne yaptın bu bilginle? Bildiğimiz yolda mı hareket ettik yoksa başka yollarda mı? İşte bu da bize sorulacaktır. Bu soruları imtihan gününden çok daha evvel Cenab-ı Allah, Peygamber'i vasıtasıyla bize tebliğ etmiştir, haberiniz olsun. Ne mutlu o insana ki, bu 5 sorunun cevabını dünya hayatında hazırlar. Ne mutlu o insana ki, bu 5 soru için müspet cevaplar hazırlar. Ne mutlu o insana ki, Hazreti Muhammed'in (SAV) sesine kulak verir. Bu dünya hayatının ebedi bir hayat olmadığını kabul eder. Gerçek mesut insanlar, müminlerdir, imanlı olan insanlardır. İmanlı olmayan insanlar, mesut sayılmazlar. Çünkü dünya geçicidir.



F
4 hafta
Çavuş
Konu Sahibi

Kaç Bin Kınama Kaç Mermi Eder Gardaş?


Hiç hesabını tutan oldu mu? Özellikle şu iki yıldan bu yana kaç bin kınama kaç mermi etti? Buralardan gönderdiğimiz kınamalar Siyonist katillere karşı ne kadar mermiye dönüştü, kaç soykırımcı askeri vurup gebertti?
Kaç bin kınamamız kaç işgalci Siyonist katili geri püskürttü, kaçını geri adım attırdı? Kınama ile şiddetli kınama arasında ne gibi fark oldu bugüne kadar?
Senin benim kınamamla üst düzey yöneticilerin kınamaları arasındaki etki farkı ne oldu?
Müslüman bireyler olarak kendi halimizde yaptığımız beddualarla toplu halde okuduğumuz lânet ve beddualar kaç mermi etti, kaç tabanca etti, hiç ölçtünüz mü?
Her Cuma vaaz ve hutbelerde imamların yapıp bizi âmin dediğimiz kahhariyeler, bedduaların gücünü ve etkisini ölçeniniz oldu mu?
İki yıl boyunca hem Türkiye’de hem diğer ülkelerde bir araya gelip sadece kınamayla biten âlimler toplantısının Siyonistlere ne yaptığını gözlemleyen oldu mu?
Daha da somutlaştırarak Gazzeli kardeşlerimize soralım;
Bizim şu kınamalarımızın etkisini ne kadar hissediyorsunuz, iki yıldır sürmekte olan yaşantı biçiminizi bizim bu kınama ve protestolarımız ne kadar değiştiriyor? Kaç kınamamız sizden kaç kişinin ölümünü engelledi, kaç kişiye ilaç olarak yansıdı, kaçınızın tenceresini doldurdu?
Söyleyin de biz de ona göre kınamalarımızın sayısını artıralım, dozajını yükseltelim, kınama mı daha tesirli, protesto mu daha etkili, haberimiz olsun, ona göre hareket edelim?
Yoksa bizlerden duyduğunuz her kınama haberi sizin için yeni felaketlerin habercisi mi oluyor, bizler kınadıkça Siyonistler daha beter mi kuduruyor yoksa hiç yok mu farz ediliyor? Söyleyin ki biz de boş yere yorulmayalım.
Ey bizim Yüce Rabbim! Binlerce kınamamızın bir tek mermi etmediğini görüyorsun, mermiye dönüşecek amel ne ise bizlere onu yerine getirmeyi lütfeyle!
Selam ve dua ile.
MEHMED GÖKTAŞ



F
3 hafta
Çavuş
Konu Sahibi

Kudüs tarihi özeti



“…Çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya…” (İsra-1)
Bu yazı tamamen taraflı bir Müslüman tarafından, Müslümanlara faydalı olmak için kaleme alınmıştır. Tarafsız bir tarih anlayışı içermemektedir. Objektif bir tarih anlayışının varlığına da inanılmamaktadır. Yaklaşık 3 bin yıllık bir tarihi aktarımı olabildiğince konsantre biçimde, salaş bir üslup ile aktarmaya çalışacağım, tabii ki Allah’ın izniyle. 
Geçmişte neler olduğunu bilmeden gelecek fetihler planlanamaz.
Bu yazı hazırlanırken yegâne dayanağımız, hakikat rehberimiz Kur’an-ı Kerim ve Kudüs tarihi konusunda en yetkin kaynak kabul edilen Karen Armstrong’un “Kudüs’ün Tarihi” isimli eseri (Maalesef Kudüs tarihi noktasında, o yetkinliğe ulaşan Müslüman bir akademisyenimiz yahut yazarımız yok.) ve birçok sağlam kaynak referans alınmıştır. İstifadeli olması duası ile Davud aleyhisselam döneminden başlatalım yolculuğu… Çok daha eskisi çok ilgilisinin işi…


Hz. Davud Dönemi (M.Ö. 11-10. yy.)
Kur’an-ı Kerim’de yer alan Hz. Davud’un Calut’u yenmesi ile başlar bu dönem… Bu yiğitliği ile kendi rüştünü ispatlayan Hz. Davud, İsrailoğullarının kralı Talut’tan (Saul) sonra Allah’ın izniyle yeni kral olarak görevlendirilir. Bir süre sonra Allah tarafından peygamber olarak da görevlendirilir. Zebur indirilir. Hem hükümdarlık hem de peygamberlik lütfedilir kendisine… Kısa bir süre içerisinde Kudüs’ü fetheder. Hz. Musa’ya gönderilen 10 emir metnin bulunduğuna inanılan kutsal ahit sandığını Kudüs’e götürür. Kudüs’ü başkent ilan eder. Hüküm süresi ile çeşitli rivayet vardır. Ortak görüş 40 yıl hüküm sürdüğü yönündedir.
Süleyman Dönemi (M.Ö. 10. yy.)
Hz. Davud’un vefatından sonra aynı özellikler Hz. Süleyman’a da bahşedilir. Hem hükümran hem de peygamber olarak görevlendirilir. Onunda hüküm süresi 40 yıl olarak tahmin edilmektedir. Hükümranlığı sırasında büyük bir mabed inşa etmiştir. Bu bizim İslam inancında Mescid-i Aksa olarak nitelendirdiğimiz bölgedir. Yahudilik inancında Süleyman Mabedi olarak geçmektedir. Bu mabed sonradan Kudüs’ü ele geçiren Babiller tarafından yıkılır. Yüzyıllar sonra Emevi halifelerinden Abdulmelik bin Mervan yıkılan bu mabedin yerine Kubbetü’s-Sahra’yı inşa eder. Günümüzde İsrail terör örgütü de sırf bu yüzden Kubbetü’s-Sahra’yı yıkıp yerine Süleyman Mabedi’ni tekrar inşa etmeyi idealize etmektedir.   


İsrail-Yehuda Krallıkları Dönemi (M.Ö. 10. yy.-M.Ö. 6. yy.)
Süleyman aleyhisselamın vefatından sonra krallık ikiye bölünmüştür. On kavim İsrail Krallığı’nı, iki kavim Yehuda Krallığı’nı kurmuştur. Kudüs Rehoboam’ın kontrolünde Yehuda Krallığı’nın başkenti olmuştur. İsrail Krallığı’nı M.Ö. 721 yılında Asurlular, Yehuda Krallığı’nı ise M.Ö. 586 yılında Babiller yıkmıştır. Böylelikle Kudüs, Babillerin kontrolüne geçmiştir.


Babiller Dönemi (M.Ö. 586)
            Kudüs’ü işgal eden Babiller, şehrin her tarafını yakıp yıkmıştır. Süleyman Mabedi’ni yok etmişlerdir. Yahudileri Babil ülkesine sürgün etmişlerdir. Babiller pagandır. Hüküm süreleri boyunca Yahudilere yaşam hakkı tanımamışlardır.  


Persler Dönemi (M.Ö. 537)
Kiros öncülüğünde Persler şehri Babillerin elinden almışlardır. Yahudileri sürgünden geri çağırmışlardır. Yıkılan mabedi tamir etmişlerdir. Bu yüzden Yahudiler bu dönemi “Büyük Kiros Dönemi” şeklinde muhabbetle anarlar.


Makedonya Krallığı Dönemi (M.Ö. 332)
Kralı Büyük İskender olan Makedonya Krallığı M.Ö. 332 yılında şehrin kontrolünü ele geçirmişlerdir. Helenistik kültüre sahip olan bu kavim, süreç içerisinde Yahudileri de etki etmiştir. Kudüs’te Helenistik dönem ikiye ayrılır. Refah dönemi ve baskı dönemi… Sürekli kontrolü altında bulundukları otoritelere isyan eden Yahudiler, bu yüzden sürekli sürgüne veya ölüme maruz kalmıştır. İskender döneminin baskı dönemi de karşılıklı uyuşmazlıklardan dolayı ortaya çıkmıştır.


Haşmonayim Hanedanlığı Dönemi (M.Ö. 165)
M.Ö. 167 yılında Yahudiler Makkabi ayaklanmasını başlattılar. İsyan sonucu M.Ö. 165 tarihinde Yahudilerin tarihteki nadir özerk devletlerinden biri olan Haşmonayim Krallığı kuruldu. Ama çok uzun sürmedi…


Roma İmparatorluğu Dönemi (M.Ö. 63)
Roma İmparatorluğu’nun önemli komutanlarından Pompei liderliğinde Roma ordusu Kudüs’ü ele geçirdi. Roma’nın şehri almasından Hz. Ömer’in fethine kadar 701 yıl Roma kontrolünde kaldı Kudüs şehri…
Hz. İsa Yahudiyye eyaletinin Beytüllahim şehrinde doğdu. Tevhid üzerine çağrısını yapmaya başladı. Ancak lanetlenmiş kavim yine yaptı yapacağını… M.S. 33 yılında Yahudi haham Kayafan; anarşi çıkardığı, toplumun düzenini bozduğu ve mabedin yıkılacağını haber verdiği gerekçesi ile Hz. İsa’yı yakalatıp, Vali Pilatusa gönderdi. Meşhur çarmıh hadisesi vuku buldu. Onlar öldü, tekrar dirildi diyor. Biz, ölmedi direkt Rabbimiz nezdine yükseltildi diyoruz.
M.S. 66 yılında Yahudi isyanları yine başladı. M.S. 70 yılında Roma İmparatoru Titus; isyanları bastırmak için şehri yaktı, Yahudileri sürdü, kılıçtan geçirdi, mabedi tamamen yıktı. Süreç içerisinde Roma’nın paganlıktan sıyrılıp, Hristiyanlaşmasında büyük rolü olan İmparator Konstantin ve annesi Helena’nın gördükleri rüyalar sayesinde sözde Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği yer olan Golgota ve sözde kabri olan Kutsal Kabir Kilisesi’nin yerleri bulundu. Bu gelişmeye kadar Hz. İsa burada öldüğü için katil şehir kabul edilen Kudüs, hac vazifesi görmeye başladı…


Hz. Ömer Dönemi (M.S. 638)
Hz. Ömer, İslam ordularıyla büyük fetihlere imza atmıştır. Bizanslılara ve Sasanilere vurulan ağır darbelerden sonra Ebu Ubeyde bin Cerrah kumandasında Kudüs’ü de kuşatmıştır. Hz. Ömer’in bizzat anahtarı teslim alması şartıyla, Bizans tarafı mağlubiyeti kabul etmiştir. Hz. Ömer hem Kudüs halkına hem Hristiyanlara eman vermiştir. Kimseye zarar vermemiştir. İslam’ın nuru Kudüs’ün üzerine doğmuştur. İslam hilafetinin hakimiyetinin sürdüğü yıllar refah yılları olmuştur şehirde... Emevi halifelerinden Abdülmelik B. Mervan 691 yılında Mescid-i Aksa bölgesine Kubbetü’s-Sahra’yı inşa ettirmiştir. Abbasi Devleti’nin süreç içerisinde zayıflaması ile birlikte Kudüs; 878 yılında Tolunoğulları, 935 yılında İhşidilerin, 969 yılında ise Fatımilerin kontrolüne geçmiştir.


Fatımiler Dönemi (969)
Kudüs’ün Fatımilerin kontrolünde kaldığı dönemleri anlamlandırmak isteyen, halifeleri Hakim Biemrillah dönemindeki icraatlarına bakabilir. Sadece bir örnek verelim, siz anlayın. Hristiyanların hac saydığı Kutsal Kabir Kilisesi dahil 30 bin kilise yakılmıştır.  


Selçuklular Dönemi (1071)
Alparslan Bey’in beylerinden Atsız Bey, ordusuyla birlikte 1071 yılında Kudüs’ü fethederek, camilerde Abbasi halifeliği adına hutbe okutmuştur.
Yaklaşık 25 yıl Selçuklu kontrolünde kalan Kudüs, beyler arasındaki otorite tartışmaları yüzünden oluşan zafiyetten dolayı 1098 yılında tekrar Fatımilerin kontrolüne geçmiştir.  


Fatımiler Dönemi (1098)
Kibarca ifade etmek gerekirse… Müslümanlar mezhep savaşlarında birbirlerini kesmek ile meşgul oldukları için birlik olamadılar. Birlik olamadıkları için 1096 yılında başlayan 1. Haçlı Seferi’ne direnemediler. Sonuç olarak yaşarken birlik olamayan Müslümanlar, hep birlikte öldüler. Bu dönem, İslam âlemine çok ağır sonuçlar doğuran, gereksiz bir geçiş dönemi…


Haçlılar Dönemi (1099)
Batı’nın gerçek yüzünün açık açık ortaya konduğu yıllar… Şehri ele geçirirken 70 bin Müslüman’ı katlettiler. O kadar ki olayın tanıklarından Hristiyan bir din adamı olan Fulcherius, Kudüs Seferi isimli kitabında, şehrin çok uzaklarından kan kokusu aldıklarını yazıyor. Haçlı askerlerinin Müslüman hamile kadınların karınlarına mızrak saplamak suretiyle bebeklerini nasıl çıkardıklarını yazıyor. Mutlaka tavsiye ederim. Bu dönem de böyle bir dönem… 


Eyyubiler Dönemi (1187)
İmaddeddin Zengi, bir hayal kuruyor. Nureddin Zengi, o hayal için çırpınıyor. Selahaddin Eyyubi o hayali gerçekleştiriyor. Bu dönemin özeti bu… O hayalin adı İslam Birliği ve Kudüs’ün Fethi… Selahaddin Eyyubi ile ilgi İbn-i Şeddad’ın Selahaddin Eyyubi kitabını tavsiye ederim. Çok açık bir dil ile yazılmıştır. Selahaddin Eyyubi 1187 yılında gerçekleştirilen Hıttin Savaşı ile Kudüs’ü fethediyor. Halka eman veriyor. Ve şehre İslam’ın nuru tekrar doğuyor. Allah onlardan razı olsun.   


Memlükler Dönemi (1260)
Eyyubilerden sonra Mısır ve Şam’ın yönetimi 1250 yılında Memlüklere geçmiştir. Moğollar ve Haçlılar ile büyük mücadelelere girmişlerdir. 1260 yılında Ayn Calut muharebesinde Moğollara karşı alınan büyük zafer ve 1291 yılında Haçlıların Filistin’den kovulması tarihin akışı içerisinde önemli bir yer kaplamaktadır. Memlükler ile ilgili Kudüs içerisinde yaptıkları sanatsal ve ilmi yatırımlar göze çarpmaktadır.


Osmanlı Dönemi (1517)
Yavuz Sultan Selim’in çıktığı kutlu Mısır seferi sonucunda Suriye, Mısır ve Filistin bölgelerini Osmanlı topraklarına katmıştır. Hilafet Osmanlı Devleti’ne geçmiştir. Kudüs 400 yıl Osmanlı hakimiyetinde kalmıştır. Osmanlı Devleti’nin Kudüs’e yaptığı hizmetler konusunda yazılan doktora tezleri var. Sadece şeriye sicillerini dönem dönem inceleyen tezler var. Çok çok geniş bir konu olduğu için bu yazı kapsamında detaylandıramıyoruz. Allah onlardan razı olsun.  


İngiltere Dönemi (1917)
Kudüs; gerçekte Siyonist Sabatayistlerin Osmanlı’yı içeriden çökertmesi sonucu, resmiyette I. Dünya Savaşı sonucunda General Allenby komutasındaki İngiliz ordusu tarafından işgal edildi. Balfour Deklarasyonu’nda da açıkça itiraf edildiği gibi şehri 30 yıl boyunca Siyonist bir devlete her anlamda hazır hale getirmek için görev yaptılar. Zamanı gelince de 1947 yılında ilan edilen 181 ve 194 sayılı BM kararlarına binaen şehri Yahudilere teslim ettiler. 


Yahudi Terör Örgütü İsrail Dönemi (1948)
Bu necis kavim, 1948 yılında İsrail isimli terör örgütlerinin kurulduğunu ilan ettiler. O günden beri aralıksız çocuk öldürmeye devam ediyorlar. İslam ümmetin başındaki bir imtihan vesilesi, bir musibet, bir bela olarak varlıklarını sürdürüyorlar. Şimdilik…

Hedef 2027  
Allah’ın izniyle…
İBRAHİM HALİL YETİM



F
3 hafta
Çavuş
Konu Sahibi

  •    
Resulümüz Hz. Muhammed (s.a) Efendimizin izinden gidenlere ve sadece O’na Ümmet olanlara selam olsun!


İnşallah çarşamba gecesi birlikte kutlayacağımız Mevlid-i Nebevi Törenimiz tüm İslam Âlemi için hayırlı olsun! 
Çok ama çok özlediğimiz bereketin, birliğin, huzurun, hürriyetin ve ilahi Nusret’in gerçekleşmesine vesile olsun!
12 Rebiyülevvel ayında Dünyaya’ya teşrif eden övülen, övülmeye ve övgüye layık tek şahsiyet manasına gelen Hz. Muhammed (s.a) Efendimize sınırsız sadakatımızla ve itirazsız itaatımızla gerçekleşen Biatımızı yeniden tazeliyoruz!
(Ve ey Nebim, Kelime-i Tevhid’de ve her Ezan-ı Şerif’te adını adımla birlikte anmak, böylece yerde ve göklerde saygınlığa ulaştırılmak suretiyle) Senin zikrini (İsmini, şanını ve unvanını) yükseltip (şerefini) artırmadık mı? (Kur’an-ı Kerim, İnşirah Suresi 4) İlahi Müjdesi gereği dünya kurulduğundan bu yana hiç bir beşer O’nun kadar sevgiyle ve saygıyla anılmadı ve kıyamete kadar da anılmayacak!
“Hiç kuşkusuz Allah ve melekleri, Peygambere salât ederler. Allah Peygamber’ine karşı çok merhametlidir; ona daima sevgiyle yönelir, O’nu över, işlerini bereketli kılar, ismini yüceltir ve onun üzerine rahmetini indirir. Melekler de Peygamber’i çok severler; onun en yüce makâmlara ulaşması, İslâm’ın ve Müslümanların üstün gelmesi için Allah’a dua ederler. Onun şerefini gözetmeğe, şanını yüceltmeye özen gösterirler. O hâlde, Ey inananlar!

Sizin kurtuluşunuz için her şeyini fedâ eden bu Peygamberin izinden yürüyün, tüm gücünüzle davasını destekleyin, ona saygı duyun, O’nu yüceltin; böylece siz de ona salât edin ve ona tüm kalbinizle esenlikler dileyerek içtenlikle selâm edin! “Çirkin karikatürlerle, elleriyle kalemleriyle yaptıkları iftiralarla İslâm’a saldırarak Allah’ı gazaba getiren ve Kur’an ve sünnete dil uzatarak O’nun Elçisini inciten münafıklara ve kâfirlere gelince, Allah onları dünyada da ahirette de lânete uğratmış ve onlar için, alçaltıcı bir azap hazırlamıştır!” (Ahzab Suresi 56-57 ) 
“Hz. Peygamber (AS gerçek ve samimi) müminlere kendi nefislerinden (canlarından) daha evladır (değerli ve önceliklidir), O’nun eşleri de gerçek Mü’minlerin analarıdır!” (Ahzab Suresi. 6) İlahi Mesajları gereği dünya kurulalı beri insanlık âleminde hiçbir beşer O’nun kadar sevgiyle ve saygıyla övülmedi ve kıyamete kadar övülmeyecek!
Bu sebeple fert, toplum ve Devlet olarak vakit kaybetmeden daha fazla nefis ve nesil zayiatı vermeden kapitalizm, sosyalizm, komünizm, gnostizm, agnostizm, ateizm, deizm ve laisizm gibi küfrün, şirkin ve zulmün necis yollarından ayrılarak; 
“Ey iman edenler! Allah’ı ve âhiret gününü arzulayan ve O’nu sürekli anıp yücelten kimseler için Allah’ın Elçisi, o sarsılmayan imanı, tertemiz ahlâkı, fedakârlığı, cömertliği, cesareti, kararlılığı ve çalışkanlığı kısaca bir hayat boyu yaşadığı kulluğu ile gerçekten size mükemmel ve eşsiz bir örnektir. Şahıs olarak Peygamberi, toplum olarak da onun arkadaşlarını kendinize örnek ve Önder alınız!” (Ahzab Suresi 26) 


 
“Allah ve Resulü, bir işe hükmettiği (bir konuda karar verdiği) zaman, mü’min bir erkek ve mü’mine bir kadın için, artık o işte kendi isteklerine (ve beklentilerine) göre (başka görüşleri ve rejimleri ) seçme ve tercih hakkı yoktur, olamaz! Kim Allah’a ve Resulüne isyan ederse, (Ayet ve Hadislerin açık hükümlerini çiğner veya kendi keyfince te’vil edip tersine çevirirse,) işte gerçekten o, apaçık bir sapkınlıkla sapmıştır.” (Ahzab Suresi 36)
“Hayır! İnanan bir insan, Allah’ın kanunlarına nasıl karşı gelebilir? Ey Muhammed! Rabb’in olan Zatıma yemin olsun ki, onlar, aralarında anlaşmazlığa düştükleri konularda seni hakem tayin edip de, verdiğin hükme karşı içlerinde en ufak bir burukluk bile duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkları sürece, iman etmiş olamazlar! (Nisa Suresi 65)
“Ey iman edenler! Allah ve Elçisi, bireysel toplumsal, kültürel, ekonomik, siyasi, ahlâkî yönlerden yeniden dirilişinizi sağlayacak bir konuda size çağrı yaptığında, bu çağrıya mutlaka uyun! (Enfal Suresi 24) 
“(Ey Resulüm Muhammed!) De ki: Eğer siz gerçekten de Allah’ı seviyorsanız, Allah’ın emirlerini size ileten bir elçi olarak bana ve bana indirilen Kur’an’a uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Gafur ve Rahim’dir. (Pişmanlıkla tövbe edildiği takdirde, en büyük günahları bile bağışlayandır, merhamet edendir. (Ali İmran Suresi 31) İlahi talimatları gereği her işimizde ve her şeyimizde örneğimiz ve Önderimiz sadece Hz. Muhammed (s.a) Efendimizdir!” imanına samimi bir kalble dönmeliyiz! 

 

Ve ülkemizdeki ve dışardaki Allah ve Resulünün düşmanlarının inadına acilen Veda Hutbesindeki talimatlarını ve emanetlerini “Müjdecim, Kurtarıcım, Efendim Peygamberim!
Sana uymayan ölçü; Hayat olsa teperim!” İnancıyla hayatımızın ve devletimizin yasaları edinmeliyiz!
O’nun savaş açtığı faiz, fuhuş, alkol, uyuşturucu, kumar ve kıtal gibi terörün ve terörizmin her çeşidine savaş açmalıyız!
O’na aşkımızın sevgimizin, saygımızın ve sadakatimizin gereği olarak Muhterem dedeleri Hişam Efendinin kabrinin bulunduğu kanayan yaramız ve dinmeyen acımız ve bitmeyen çilemiz Gazze’mizi ve Filistinimizin tamamını Siyonit İtrailin işgalinden de acilen kurtarmalıyız!
“Allah’ım! Efendimiz olan Muhammed’e kâmil bir salât ile selâm ve salât eyle! O öyle bir zattır ki, kendisi ile birlikte düğümler çözülür, sorunlar kolaylaşır, gereksinimler hallolur, isteklere kavuşulur ve güzel neticelere ulaşılır. Kendisinin yüzü suyu hürmetine senden yağmur istenir. Her göz açıp kapama sırasında ve her nefes içinde tarafından bilinmekte olan varlıklar sayısı kadar Resulümüze, Ehl-i Beytine ve güzide Ashabına da selâm ve salât olsun” 

 
Amiin.
Nefsimizde, ailemizde ve ülkemizde “İslam Sözleşmesi”nin uygulanması, Mukaddes Mescid-i Aksa’mızın, Filistin’imizin, Osmanlıcamızın özgürlüğü, tatil olması dileğiyle Cuma Bayramımız mübarek olsun. 
ŞEVKİ YILMAZ



F
5 gün
Çavuş
Konu Sahibi

Yitirdiğimiz Manevi Değerler

TEVAZU
"Merhamet kanatlarını yere yaymak" olarak tarif edilmiştir tevazu. Efendimiz, "Kim tevazu ile alçakgönüllülük ederse Allah onu yüceltir" buyurdu. Tevazunun mimari olan Hz. Resulullah ile ilgili şu manzara çok ders vericidir:
"Mekke fethedilir. Hz. Peygamber, İslam'a girmek isteyenlere imanı anlatıyor. Hz. Ebu Bekir de o güne kadar iman etmemiş olan babasının elinden tutmuş Hz. Peygamber'e doğru getiriyor. Ebu Kuhafe, yani Hz. Ebu Bekir'in babası âmâ, yaşlı. Onun kendisine doğru geldiğini gören Hz. Peygamber ayağa kalktı ve müşrik olan Ebu Kuhafe'ye doğru yürüdü. Ellerinden tutup uygun bir yere oturttu. Ve sonra Hz. Ebu Bekir'e dönüp, 'Ebu Bekir, neden ihtiyarı yordun. Biz ona giderdik. Onu yormasaydın' buyurdu."
Tevazunun zirvesi değil mi bu duruş. Dikkat çekelim; Hz. Peygamber "Putperest kişiye ben gitseydim" diyor. "Ben Peygamberim. Muzaffer bir komutanım. O benim için kalksın gelsin" demiyor. Bizde bu tevazu var mı? Yoksa kibirli bir duruş mu sergiliyoruz. Kararı siz verin.

SIKINTILARA SABIR
Mevlânâ şöyle diyor: "İnsanlar senin kalbini kırmışsa üzülme. Allah 'Kalbi kırıkların yanındayım' buyurdu. O hâlde niye üzülüyorsun ey can. Gündüz gibi ışıyıp durmak istiyorsan gece gibi karanlık nefsini yak. Sanma ki dert sadece sende var. Şunu bil ki sendeki derdi nimet sayan var."
Sıkıntılar bazen zor olabilir. Dua, namaz ve tedbirle sıkıntılar aşılabilir. Elbette takdir-i Hüda neyse o olur. Ama bize düşen tedbir almaktır.

DUAYI ERTELEME
Efendimiz şöyle dua ederdi: "Allah'ım sanadır hamd. Göğün ve yerin nuru sensin. Cennet haktır. Ateş ve kıyamet haktır. Sana teslim oldum. Sana iman ettim. Sana tevekkül ettim. Dönüşüm sanadır."
Duada samimiyet, duada içtenlik olmalıdır. Duada ümitsizlik olmaz. Hatta duadan önce bir fakiri doyurmak iyidir. Fakirin amini önemlidir.

GÜNAHINA ÜZÜL
75 yıl yaşamış birini düşünün. 15 yaşından itibaren günahlar yazılıyor diyelim. 60 yıl sevap ve günaha muhatap yaşadı. Ve diyelim 60 yılının her gününde bir günah, hata, kusur ve yanlışlık yaptı. 60 yılda 21 bin 900 gün olduğuna göre, 21 bin 900 günah işlediğini varsayalım. Manzara ürkütücü. Kalp kırdın, günah. Kul hakkı yedin, günah. Başkasının hakkına, gıybetine, iftirasına katkı sağladın, günah. Kem gözle baktın, günah. Yüzünü ekşittin, günah. Dudak büktün, günah. Hak etmediğin kazanç elde ettin günah. Devlet malı yedin, günah. Peki ne olacak? Bu manzaraya üzül, pişman ol. 60 yılda 21 bin 900 iyilik yapman zor. En azından tövbe et. Ümidini yitirme. Allah, dilimi sonsuz hazinesinden seni affeder. Yeter ki adım atmayı ihmal etme. Daraldığında çıkış Allah'tır. Derdin mi var, derman Allah'tır.

HAYVANLARA MERHAMET ET
2. Mahmud'un eşi Pertevniyal Valide Sultan (Sultan Abdülaziz'in annesi) Ortaköy Camii'ni yaptırır. Valide Sultan Hastanesi'ni yaptırır. İyiliksever biridir. Bir gün deniz kabarır, İstanbul'u su basar. Bir kedi görür Valide Sultan. Arabasını durdurup kediyi arabaya alır. Ölmekten kurtarır. Bu kediyi temizler, yedirip içirir. Gece rüya görür. Ona şöyle denir: "Bu kediye olan merhametin Allah katında cami ve vakfiyen kadar sana fayda sağladı." Bir lokmayı hor görme, merhamet et. Gerçi insanımızın bir kısmı bırak kediyi, insana dahi merhamet etmiyor. Ateşli silah kullanıyor. Bir insanın canını hiçe sayıyor. Hatta bir kısmı da adaletten ayrılıp bir hayvana gösterdiği merhameti düşkün insandan esirgiyor. Bazen ölçüyü kaçırıyoruz.


MELEKLERİN İTAATİNİ ÖRNEK AL
Elbette melekler isyan etmez. Nefis yoktur onlarda. Erkek veya dişilik olmadığı gibi. Yemez içmezler de. Onlara benzemek çok zor. Ama onların itaati örnek alınabilir. Efendimiz Miraç'ta ayakta, secdede melekler gördü. Secdeye giden meleklerin gözyaşlarının ötekilerin sırtına damladığını görüp hayret etti. Cebrail der ki: "Muhammed, kâinat yaratıldı yaratılalı bunların hâli budur." Mahşer gününde Allah kendini gösterdiğinde melekler korku ve teslimiyet içinde şöyle derler: "Ey Yüceler Yücesi! Sana hakkıyla ibadet edemedik." Unutma, insanlardan melekleşenler, hatta melekleri aşanlar vardır.
***
FUZULİ VE SEVGİLİYE DOĞRU AKAN SU
Fuzuli'nin en muhteşem eseri elbetteki "Su" kaidesidir. Ona göre dünyadaki bütün sular; Hazreti Muhammed aşkıyla dağdan dağa, taştan taşa, vadiden vadiye çılgınca dövünerek Efendimizi arıyor.
"Başını taştan taşa ürup gezer âvare su."
Su farkında değil. Kendinde değil. Deli divanedir o artık. Her dağda, her taşta, her vadide Muhammed'i arıyor. Göremeyince başka bir yol alıyor, oradan devam ediyor. Bazen su taşları deliyor. Bazen yerden fışkırıyor. "Muhammed nerede, Muhammed nerede" diye haykırırken.
"Ravza-i kuyuna her dem durmayıp eyler güzar,
Âşık olmuş galiba ol serv-i hoş-reftane su."
Şöyle diyor:
"Su, sevgilinin köyünün bahçesine doğru, durmadan gidiyor,
Galiba o güzel yürüyüşlü serviye âşık olmuş..."
Fuzuli ümitsizdir. Zira Hz. Muhammed'e dünyada ulaşamayacağını biliyor. En yakını olduğu dostlarına vasiyette bulunur. Şöyle der:
"Dest-bûsı ârzûsıyla ger ölsem dostlar
Kûze eylen toprağum sunun anunla yâra su."
Ey dostlar! Eğer Peygamberimizin elini öpmek arzusuyla ölürsem; mezarımın toprağından testi yapıp onunla yâre su sunun (verin)!
Aşk; âşık olunanla her dem beraberliği ister. Âşık; âşık olduğunda fani olur. Gözü ondan başkasını görmez. Tarih boyunca Hz. Muhammed'e âşık olanlar böyle oldular. Nitekim şöyle der Hz. Muhammed'e bir âşık: "Varsın kevser zahitlerin olsun; bana senin alnına kondurduğum buse yeter."
NİHAT HATİPOĞLU



F
5 gün
Çavuş
Konu Sahibi

Korkaklar her gün ölür! Korkusuzlar sadece bir gün!


Siyonit İtrail’in tetikçiliğini yürüttüğü, Deccaliyet Sisteminin patronlarının önderliğinde yürütülen; kan, gözyaşı, zulüm ve katliamlarla oluşturdukları devasa sermayelerine sermaye katmak ve her türlü yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sömürebilme adına silah dahil her türlü kirli ticaretlerini devam ettirmek için dünyayı kana ve gözyaşına boğmaya devam eden sömürgeci emperyalist beşli süper çete devletlerinin canavarlar sofrasında yutulmaya devam ediyoruz!
Bu (Haşa) Allahsız, Peygambersiz, Kitabsız, süper acımasız, süper merhametsiz ve süper insafsız canavar devletler, Osmanlı Cihan Devleti’nin yokluğundan meydanı boş bulunca dünyayı aralarında bölüştüler!
Afrika ve halklarını Avrupa (AB) Canavarına,
Türki Cumhuriyetlerin halklarını Rus Canavarına,





Pakistan, Bangladeş, Nepal, Arakan, Myanmar (Burma) ve Hind Halklarını tilki İngiliz Canavarına,
Doğu Türkistan, Malezya, Vietnam, Kore vs. halklarını Çin Canavarına, mukaddes beldelerimizin de olduğu Orta Doğu’nun Arab Devletlerini ve halklarını da baş canavar İtrail’i korumakla görevlendirdikleri Amer KAN (ABD) Canavarına teslim ettiler!
Mevcudiyetleri bir avucu geçmeyen bu küresel sömürgeci şeytani sistemin kurucu ve yöneticileri olan Siyonitmi yönetmekte olan malum karanlık aileler;
Sultan’uş Şuara, üstad Necib Fazıl’ın





“Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul;
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.
Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;
Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa...’’
dizelerinde dile getirdiği gibi; dünya nimetlerinin 10’da dokuzunu kendilerine geri kalan 10’a birini de sömürdükleri dünya halklarına bıraktılar.

Canavar Çeteler, sömürdükleri mazlum halklara fakirlik, yokluk, savaşlar, salgın hastalıklar, nükleer saldırılar bırakarak insanlığa hayatı zindan ettiler! Yaşanmaz hale dönüştürdüler!





Varlık içinde yokluk çektirdiler ve çektirmeye de devam ediyorlar!
Bu ihanetlerine ise; kurdukları BM (Birleş miş Milletler) NATO, Şangay, DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) WEF (Dünya Ekonomik Forum) IMF. vs.. gibi oluşumlar yoluyla halkları köle yapmaya, ezmeye ve sömürmeye devam ediyorlar!
Mallarını sömürüyorlar!
Sağlıklarını sömürüyorlar!
Canlarını sömürüyorlar!
Namuslarını sömürüyorlar!

 
Nesillerini sömürüyorlar!
Akıllarını, duygularını ve inançlarını sömürüyorlar!
Bu asırlık zulümlere karşı; dinleri ayrı, ırkları ayrı, dilleri ayrı, inançları ayrı ezilen ve sömürülen halklar insanlığın kanayan yarası ve vicdanı GAZZE etrafında bir araya gelerek bu çete devletlerin karşısında Hak ve Adalet ilkesini uygulayacak Süper bir Devletler Birliğinin özlemi içinde mazlumlara destek için sokaklara döküldüler!

 
Eylemleri karalarda ve denizlerde çığ gibi büyüyor Elhamdulillah!
Halktan halka, halka halka, omuz omuza, el ele devasa bir küresel intifada oluyor Elhamdulillah!
Filistin’in mazlum halkının Gazze’de başlattığı ve devam eden asrın en büyük en şanlı diriliş ve direnişine destekler zalimlere karşı kasırgaya dönüşmek üzere çığ gibi büyüyor Elhamdulillah!
(Siyonit İtrail-kovboy ABD) koalisyon çetesinin Tahran’da Şehid İsmail Heniyye’ye yaptığı suikastla başlayan, ardından Malta açıklarında Vicdan Gemisine yapılan drone saldırısıyla devam eden, bunlar yetmezmiş gibi Tunus açıklarındaki Sumud Filosu’na üst üste saldırı yapan ve en sonunda da Direnişin KURMAY KADROSU’nu hedef alarak, Doha’ya saldırıp Katar’ı hedef alan caniler bir kez daha göstermişlerdir ki iman ve insan düşmanlarının dostluğu yoktur! Trilyon dolar haraç da versen can güvenliğin yoktur!

 
Ki onlar (başımıza bir iş gelmesin) korkusu ve sahipsizlik duygusuyla haraç vermek zorunda kalmışlardı.
İşte bu saldırıyla Ürdün’den BAE’ye oradan Mısır’a bir kez daha göstermiştir ki aciz korkak kralcıkların ve dalkavuk çevresinin hamisi yoktur!
İşte bu gerçek, bu canavarlara güveni de ortadan kaldıracaktır biiznillah!
Bu İtrail-ABD kalleş saldırısı göstermiştir ki; bağımsız savunma sanayine sahip olunmadan petrolün, paranın, servetin, şöhretin ve israfın çokluğu kralların ve yönetimindeki halkların canlarını, namuslarını, mallarını, saraylarını ve vatanlarını koruyamamıştır!
İşte bu son saldırı bu gerçeğe karşı kör olan gözlerini açacak inşAllah!

 
Bu zalimlere ve zulümlerine susanlara, tarafsız kalanlara, yağcılık yapanlara ve kendilerini korumak için trilyonca doları haraç verenlere de sıranın yakında geleceğini ve bu yangınının hepsini birden yakacağını öğrenecekler inşAllah!
Katar’a bu saldırı Said Nursi (r.a)’in “Aç canavara karşı tahabbüb (sevgi, yağcılık) o canavarın merhametini değil iştihasını açar. Hem de diş ve tırnağının kirasını da ister” dediği gibi gerçek dostunu düşmanını karıştırarak gerçeğe kör olmuş gözlerini açmaya vesile olur inşAllah!
Yeter artık!
Bu canavar sofrasında Bir leş olmamak için Birleşmemiz gerektiğini artık anlamalıyız!

 
Din, ırk, parti ve mezheb ayırımı yapmadan savaşlara, işgallere ve sömürülmelere karşı olan tüm halklar ve Devletler Türkiyemizin abiliğinde ve hamiliğinde el ele vermelidir!
Tıpkı çağın Bizans’ına karşı Alparslan’ın çadırında bir araya gelen mazlum halklar gibi!
Ve bu yüzyıllık dünya süper Canavar Sofrasını dağıtmak için ülkemizin başlattığı devasa Savunma Sanayii hamlesini daha da güçlendirmek için ve kurulması için gayret ettiği “Yeniden Dünya Düzeni” nöbeti için kimseden ve hiçbir güçten çekinmeden ve korkmadan birleşmeliyiz!

 
Unutmayalım ki;
Sadece Allah’tan korkarsanız, Allahımız onları bizlerle korkutur!
O canavarlardan korkarsanız, Allah onlarla bizleri korkutur!
Korkaklar her gün ölür!
Korkusuzlar sadece bir gün!
Allahımız İsm-i Azâm’ı hürmetine; zilletimizin, korkaklığımızın, cimriliğimizin, gafletimizin ve kasvetimizin ana sebebi olan Kalbimizde ki dünya sevgisi (VEHN) ve ölüm korkusu hastalığına şifa lütfetsin!
Düşmanlarını düşman, dostlarını dost görme feraset ve basıretini lütfetsin! Amiin.
Nefsimizde, ailemizde ve ülkemizde “İslam Sözleşmesi”nin uygulanması, Mukaddes Mescid-i Aksa’mızın, Filistin’imizin, Osmanlıcamızın özgürlüğü, tatil olması dileğiyle Cuma Bayramımız mübarek olsun. Selam, sevgi ve duayla...
ŞEVKİ YILMAZ



F
5 gün
Çavuş
Konu Sahibi

Türkiye’yi vuracaksa NATO vuracaktır!


“Böyle saçma şey mi olur?” diye düşünenler olabilir ama ben bu konuda ısrarlıyım.
Evet, Türkiye birileri tarafından vurulacaksa bu NATO’dan başkası olmayacaktır.
En son vurulan bağımsız ülke Katar’ı kimin vurduğunu sanıyorsunuz?
İran’ı, Yemen’i vuran NATO değil miydi?
Aklı başındaki herkes israil uçaklarının asla Katar’ı vurup havada ikmal yapmadan geri dönebilme imkânına sahip olmadığını biliyor. Mesele hem sadece yakıt ikmalinden ibaret değil, aldığı trilyon dolarlar ve yerleşik petroitlerden dolayı Amerika’dan habersiz Katar hava sahasında kuş bile uçmayacağını herkes biliyor. Amerika ve İngiltere’nin Ortadoğu’daki en büyük üsleri Katar’dadır.
Yani bölgedeki diğer İslam ülkelerinde olduğu gibi bütün bu operasyonların içinde bazen açık bazen gizli Amerika ve İngiltere vardır, biraz da Almanya. Yani NATO’nun ta kendisi
Düşünebiliyor musunuz, bundan daha büyük bir kalleşlik, sahtekârlık ve ihanet olabilir mi? Siz bu ülkeyle müttefik olacaksınız, trilyonlarını alacaksınız, orada en büyük askeri üsleriniz bulunacak her türlü saldırı karşısında sizi kendi yanında bilecek ama siz onu içeriden vuracaksınız.
Eğer bir gün Türkiye’nin, israil terör devleti tarafından vurulduğunu görürseniz adınızdan emin olduğunuz gibi bilin ki sizi vuran Amerika’dır, İngiltere’dir ve birazcık da Almanya’dır, yani NATO’dur.
“Nasıl olur, Türkiye NATO’nun en önemli üyelerinden biri değil mi, bırakın Türkiye’ye saldırmayı, saldırıya uğradığında beşinci madde gereğince diğer üyeler tarafından derhal korumaya alınmayacak mı?
Siz bunu takkeme okuyun. Unutmayın ki Siyonist ülke söz konusu olduğu zaman NATO her şeyiyle israilin yanındadır ve onun emrine amadedir.
Özellikle iki yıldan bu yana bunu öğrenememişsek yapılacak bir şey yoktur.
Siyonist çeteden daha sapkın, daha kudurmuş birileri olmadığı gibi Amerika’dan ve İngiltere’den daha kalleş, daha hain ve münafık bir ülke yoktur. Her şey beklenir bunlardan. Allah şerlerinden korusun!
Selam ve dua ile.
MEHMED GÖKTAŞ



F
dün
Çavuş
Konu Sahibi

Allah Bize Yeter, O Ne Güzel Vekildir!


Bugün Gazze’nin dar sokaklarında yankılanan ses, aslında asırlar öncesinden gelen bir imanın tercümesidir. “İnsanlar size karşı asker toplamışlar, onlardan korkun” diyenler çok oldu. Tehditler, tanklar, uçaklar, füzeler... Koca ordular, devasa ittifaklar… Hepsi küçücük bir toprak parçasının üzerine çökmek için toplandı. Ama Gazze’nin çocukları, kadınları, gençleri ve yaşlıları hep aynı cevabı verdi: “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!”

Gazze’deki direniş yalnızca silahlarla verilen bir mücadele değildir. O, yüreklerin imanla çarpmasıdır. Dünyanın en güçlü devletlerinin desteğini arkasına alan işgalci İsrail, bir avuç mazlumun iradesini kırmak için uğraşıyor. Ancak ne kadar bomba yağarsa yağsın, imanla donanmış bir halkı teslim alamıyor. Çünkü bu insanlar korkunun değil, Allah’a güvenmenin şerefini yaşıyorlar.

İşte Kur’an’ın bize öğrettiği hakikat tam da burada tecelli ediyor: İman edenlerin kalbine korku değil, güç iniyor. Tehdit karşısında dağılmak yerine birleşiyorlar. Ölüm korkusu yerine şehadet özlemi büyüyor. “Allah bize yeter” diyen bir yüreğin önüne hangi ordu, hangi silah, hangi ittifak geçebilir ki?

Asıl trajedi, ümmetin geri kalanının sessizliğinde saklıdır. Gazze, kanıyla ve canıyla bu ayetin bir canlı tefsirini ortaya koyarken; bizler çoğu zaman ekran karşısında sadece izlemekle yetiniyoruz. Hâlbuki iman aynı iman, kitap aynı kitap, Rab aynı Rab… Lakin Gazze’deki kardeşlerimizin dudaklarından dökülen “Hasbunallahu ve ni’mel vekil” cümlesi, bizim dilimize uğramıyor.

Bugün Gazze’deki direniş yalnızca bir halkın değil, bütün ümmetin onurunu taşımaktadır. Onlar, “Allah bize yeter” diyerek ayağa kalkıyor; bizler ise “dünya ne der” endişesiyle geri duruyoruz. Oysa Allah’a güvenen kaybetmez. Tarih, zalimlerin geçici zaferlerini değil, Allah’a dayananların kalıcı şerefini yazacaktır.

Gazze bize bir kez daha öğretiyor: Zafer sayının çokluğunda değil, imanın sağlamlığındadır. Ordularınız, tanklarınız, uçaklarınız olabilir; ama onların ellerinde yalnızca taş, kalplerinde ise Allah’a teslimiyet var. İşte bu yüzden Gazze yıkılmıyor, yıkılmayacak.

Ve bir gün mutlaka hak, batıla galip gelecek. Çünkü Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!
AHMET TEKİN





DH Mobil uygulaması ile devam edin. Mobil tarayıcınız ile mümkün olanların yanı sıra, birçok yeni ve faydalı özelliğe erişin. Gizle ve güncelleme çıkana kadar tekrar gösterme.