Arama butonu
Bu konudaki kullanıcılar: 1 misafir
1
Cevap
104
Tıklama
1
Öne Çıkarma
Ben bir İhsan Oktay Anar hayranıyım - 2025'te okuduğum kitaplar ve hakkındaki yorumlarım
P
5 ay
Er
Konu Sahibi

Kendisinin büyük hayranıyım ve bir kitabı hariç tüm kitaplarını okudum, bir tanesini de şu anda tüketiyor olmanın hüznünü yaşıyorum.

Ocak ayından bu yana okuduğum bütün kitapları buraya yazacağım, hakkındaki (spoilerlı) incelemelerimi de yazacağım:


1. Gabriel Garcia Marquez - Yüzyıllık Yalnızlık

Gabriel Garcia Marquez’in “büyülü gerçeklik” türüne hediye ettiği, Latin Amerika sözlü anlatı geleneğinin bir devamıymışçasına bir üslupla yazılmış olan Yüzyıllık Yalnızlık, aslında hem yerelde Güney Amerika, Kolombiya tarihine ilişkin ögeler barındırıyor, hem de bütün insanlık tarihini özetliyor.

İlk insanı ve onun pastoral masumiyetini temsilen, cennetten kovulma hikâyesine de nazire yaparcasına “arkaik, ilkel bir masumiyet” manasına gelen ve "Jesus"ün bir tür sembolü olan “Jose Arcadio” karakteri ile başlayan hikâyemiz, onun yasak elma olan kuzeni Ursula ile aşk yaşaması, cennetten kovulması, yani yaşadıkları yeri terk ederek Macondo’yu inşa etmesiyle başlıyor. Macondo’da medeniyetin basamaklarını aşama aşama çıktığını fark ettiğimiz Buendia ailesi bir nevi insanoğlunun medeniyet yolculuğunu temsil ediyor. Nitekim Jesus-Jose benzerliği bununla da kalmıyor. İsa'nın çarmıha gerilmesi gibi ağaca bağlı şekilde ölüme terk edilen Jose Arcadio'nun sonu, bir şekilde İsa'nın sonu ile aynı...

Ailenin günah kabul ettiği ve eğer bu günah işlenirse “domuz kuyruklu evlatlarla” cezalandırılacağına inandığı ensest ilişki de nesiller boyu hiçbir ders alınmadan tekrar tekrar devam ediyor. Hem Aureliano’ların, hem de Arcadio’ların tekrar tekrar benzer şeyleri yaşamaları da yine insanoğlunun hiçbir şeyden ders çıkarmadığı fikrine gönderme olabilir.

Bunun yanı sıra Melquiades isimli bir çingene düzenli olarak dış dünyadan Macondo’ya bilgiler getiriyor. Kelime anlamı İbranice “-melek” kökünden gelen ve dışarıdan getirdiği vahiylerle adeta Cebrail’i temsil eden Melquiades bir gün öldüğünde, Jose Arcadio kendisini laboratuvara, simyaya ve bilime adıyor. Bu yönüyle hikâye insanoğlunun din-bilim gelişimiyle son derece uyumlu görünüyor. Buendialar onlarca savaşa, kapitalizmin kurulu bütün düzeni bozmasına ve aynı günahları soylar boyunca tekrar tekrar işlemelerine rağmen direnir. Ve aileyi nesiller boyu ayakta tutan direk, Pilar Ternera (pilar: direk manasına gelmektedir.) ölene kadar bu direniş sürer. Ancak “direk” yıkıldıktan sonra ailenin de yıkılış süreci başlar. Pilar vefat eder. Melquiades’in bıraktığı ve sürekli olarak çözülmeye çalışılan Sanskritçe notlar deşifre edilir. İnsanoğlu kendi sonunu, bizzat Cebrail’in bıraktığı “kutsal” notlardan öğrenmeye çalışır. En sonunda öğrenir de yok olacağını. Ancak bütün metin çözüldüğünde artık çok geçtir. İnsanlığın sonu çoktan gelmiştir… Gabriel Marquez’in yazdığı bu insanlığın sonunu haber veren romanın da Melquiades’in bıraktığı Sanskritçe notlardan farklı olmadığını düşünüyorum. Zira “Gabriel Marquez” ile “Cebrail Melquiades” arasındaki isim benzerliği takdire şayan : ) . Oldukça derin bir kitap. Kitapla ilgili çıkarımlarım bunlar. Geç okuduğum güzel bir romandı.

2. Hasan Ali Toptaş - Gölgesizler

Hasan Ali Toptaş’ın kısa öykülerini okumuş ancak kitaplarına hiç uğramamıştım. Gölgesizler bu açıdan ilk okuduğum kitabı oldu. Kitaba dair yorumlarıma gelirsek, bu kitap postmodern edebiyatın neredeyse bütün ögelerini barındırıyor. İlk bakışta Hasan Ali Toptaş’ın “düşsel” üslubunu ve metinlerarasılığı mükemmele yakın kullanışını görüyoruz. Bu üslup sayesinde bir berber dükkanının farklı zamanlardaki bir köy ve bir şehir arasındaki “bir tür geçite” dönüşüşünü neredeyse hiçbir rahatsızlık duymadan kabulleniveriyoruz. Neredeyse berber dükkanındaki ilk sahneden her şeyin düşsel bir “yokluk” içinde olacağının farkında olmamıza rağmen son satırlara kadar heyecanla takip ediyor, çeşitli vesilelerle bütün karakterlerin hem var hem yok olduğunu görüyoruz. “cellat bakışlı” berberin duvarına astığı “Güvercin” ve kitabın sonunda güvercini gebe bırakan ayıyı vuran “cellat berber”. Kitabın en başından sonuna dair mesajlar barındırdığını gösteriyor. Ayrıca birçok farklı metne göndermeler yapıyor yazar. Sık sık “ayna” sözcüğünü duyuyoruz örneğin. “Aynalı kuşlar” ve “varlığın yokluğun bir olduğu” fikrine dair çeşitli tekerrürler barındırmasının tasavvufî metinlere de hafifçe göz kırptığını varsayabileceğimiz bu köy hikâyesinin nihayetinde bütün varlığını, Sincan’daki bir apartmanda, pencere kenarındaki masasında, daktilo başında roman yazan yazarımızın bir anlık dalgınlığına borçlu olduğunu öğrenmemizle kitap da son buluyor. Zaten yalnızca var olmayanların gölgesi olamayacağından kitabın ismi de anlam kazanıyor. “Gölgesizler” beğendiğim bir roman oldu. Okumayı düşünenlere tavsiye edebilirim.


3. Fuat Sevimay - Kapalıçarşı

İster bir mermer olun ister İranlı Mirza, ister Frederico olun, ister sıradan bir midyeci, mekân herkesi bir arada tutan anıların biriktiği, bu anıların alınıp satılamadığı yerdir. Kapalıçarşı romanının çıkış noktası da bu. Taş ustası Hristo’dan(Matta), Baba İlyas’a(Petrus), Hurufîlerden, Yahudi Yakub’a, Cenovalı Danyal’dan Sevgili Civan’a(Yuhanna mı demeli yoksa) kadar insanlığın binbir çeşidini Babil Yaradılış Destanı misali bir son akşam yemeğinde toplayan, yine destandaki misalle Babil Kulesinin yıkılmasıyla dünyanın binbir tarafına dağıtan Fuat Sevimay bütün medeniyeti 257 sayfalık bir romana sığdırıyor. Yetmiyor, Latife Tekin’e, Tanpınar’a ve edebiyat dünyasnının türlü hikâyelerine göndermeler yaptığı bir son pasaj ile kitabının eleştirisini de bizzat kendi karakterlerine, hikâyenin etrafında döndüğü mekânda, yani Kapalıçarşı’nın Şark Kahvehanesinde toplayarak yaptırıyor. Taş ustaları ile masonluğa bir gönderme var mı bilinmez, zaman zaman “kardeşlik” konuşmalarının da geçtiği romanda yazar bizi alıştırdığından olsa gerek, her yerde bir mesaj arıyor olabiliriz. Varsın arayalım. Yazar böyle şeylere takılmayacak birine benziyor. Kitap fevkalade bir edebî dile sahip, harikülade sembolizmlerle bezeli, tarihsel masalsı kurgunun en güzel örneklerinden biri. Hayran olduğum bir kitap oldu. Şiddetle tavsiye ediyorum.


4. Latife Tekin - Zamansız

Latife Tekin sanatın özünün doğa olduğunu, dilin bu zamana kadar bu öz’e ulaşmakta bir araç olduğunu, ama dilin araç hüviyetini kaybettiğini, artık anlatılmak istenen öz’ü ortaya çıkarmaya engel olan bir kafese dönüştüğünü ifade ediyor. Bu kitabında dili resmen bir kenara atmış, anlattığı her şeyi bilinç akışı tekniğini kullanarak, gelincik ve yılanbalığı alegorileri üzerinden türettiği türlü imgelerle anlatmış. Kitap derdini yalnızca imgelerle anlatmaya o kadar odaklanmış ki geri kalan hiçbir şeyi umursamıyor. Kitap okuyunca anlamanızı değil hissetmenizi istiyor. Anlayamazsınız da zorlamayın kendinizi. Çünkü kitabın bir sayfasında bizzat yazarımız, yani Latife Hanım konuşuyor, bir sayfa sonra sözü gelincik alıyor, bir sayfa sonra sevgilisi ile birlikte arabadan göle uçmuş olan Beyaz Elbiseli Kadın konuşmaya devam ediyor. Belli bir zamanı yok, belli bir olay örgüsü yok. Kitapta birbiri arasında paralellik kurmamızı istediği Gelincikle Yılanbalığının öyküsü ve Beyaz Elbiseli Kadın’la Benini’nin öyküsü var. Bunlara öykü demek de yanlış, çünkü ortada bir zaman yok. Cereyan ettiğini varsayabildiğimiz iki hadisenin imgeleri var yalnızca. Yazar bir yerde zaten bizzat kendi ağzından itiraf ediyor bunu: “Bu sabah yeni bir sayfa açmıştım kendime, taptaze başka bir metin için yeni bir sayfa, metnin başlığı kendiliğinden böyle doğdu, zihnimde sırrını çözemediğim bir imge titreşiyor son üç dört gündür, düzyazı-şiir havasında bir şeyin imgesine benziyor..” Açıkçası ben dilin, kurmacayla ahenkli buluşmasından hoşlanan, dilci bir okurum. Bana en azından şu dönemde çok hitap ettiğini söyleyemesem de kitabın yapmaya çalıştığı devrimci fikri anlıyorum. (Kitabı, tekniği sebebiyle hızlı okumanız gerekiyor.)


5. İhsan Oktay Anar - Suskunlar

İhsan Oktay Anar’ın okumadığım iki kitabından birini daha tüketmiş bulunuyorum. Suskunlar içinde musiki, tasavvufî, felsefi ögeleri bolca barındıran büyülü gerçekçi postmodern bir roman. Kabaca sürprizbozan vererek anlatmak gerekirse, sık sık Neyzen Batın Hazretleri ve onun oğlu Zahir Hazretleri alegorileri ile tanrı ve onun oğlu İsa göndermeleri yapılan romanda, Neyzen Batın Hazretlerinin kutsal “hayat nefesi” ile her şeyin var olduğu, onun hayat nefesini üfleyenlerin onunla “bir” olabileceği anlatılıyor. Bu bağlamda bir neye üflemek ile hayat nefesi arasında güçlü bir bağ kuruluyor. “Milattan önce”, “milattan sonra” gibi tarih bildiren kavramlar yerine “Zahir Hazretleri zuhur etmezden evvel” gibi kavramlar kullanılarak hoş bir atmosfer yaratılıyor. Yine içeriğe girmek gerekirse I.Ahmed döneminde musiki ile uğraşan Kalın Musa, onun kemençe ile sürekli hoş karşılanmayan neşeli parçalar çalan oğlu Veysel’le başlayan hikâye, Veysel’in gayrımeşru ikiz çocukları olan Dâvut ve Eflâtun ile devam ediyor. Dâvut güçlü bir karaktere sahip bir kanun sanatçısıyken, Eflâtun içe kapanık bir karakter. Bir gün bir ney sesi duyup onu takip eden, ney sesine ulaşırken de yedi büyük günahı temsilen yedi ayrı dayak yiyen Eflatun nefsinden arınıp “fenâ fillaha”, ardından da mevlevîhaneye ulaşıyor. Burada kendisine verilen neyi önce çargah, sonra sırasıyla segah, dügah ve nihayet yegâh makamında üflüyor. Böylece vahdet gerçekleşiyor. Tanrıyla bütünleşiyor. Kendisini çağıran İbrahim Dede Efendi onun aranan yedi musiki üstadından biri olduğuna karar kılıyor. Zira Tağut ve ona iman etmiş olan Cüce Efendi hayat nefesini ele geçirmek için bu yedi ustadı teker teker öldürmenin peşinde. İbrahim Dede Efendi ise bunu engellemek istiyor. Bu vesileyle Cüce’den yani Pereveli Hacı İskender Efendi’den, gerçek ismiyle Alessandro Prevelli’den bahsetmek gerekir. Bu zat-ı muhterem Venedikli, on iki parmaklı, usta bir piyanist cücedir. Ancak esir düşer, Dersaadet’e gelir. Burada kanun ustası Âsım’ın kölesi olur, onun kanununu batılı tarzda akord eder, ona batılı anlamdaki çok sesli musiki’yi öğretir. Hoş bu müzikte notalar arası geçişler yani komalar yoktur, komalar olmadığından kimileri bunun hayli ruhsuz bir müzik olduğunu söyler, ama yine de nam salmasına yeter. Böylece iki parmakla çalınan kanunu bir piyanist gibi on parmakla çalmayı öğrenir. Burada yazar doğu ve batının müzik anlayışındaki farklara değinir. Ama bir yandan ikisinde de özelikle başlangıç notası anlamında ortak görülebilecek Nevâ makamına gönderme yapmak adına Cüce ile Âsım’ı aynı kadına yani Nevâ’ya aşık eder. Nihayetinde Âsım’ı öldürüp Nevâ’ya yaptığı besteyi bozan Cüce, kızı lanetler. Tağut’a iman eder, ruhunu şeytana satar. Hayat nefesini ele geçirmek adına ondan emir alır. Böylece bir anlamda Batı-Doğu müziği arasında bir mücadele başlar. Neyzen Bâtın Efendi, Zahir Hazretleri, Eflâtun, diğer altı musiki üstadından oluşan Doğu Cephesi ile Cüce Efendi, Tağut, Kabil ve oğullarından oluşan Batı cephesi oluşur. Davut tıpkı Hz.Davut gibi Calut’u yani Tağut’u öldürür. Eflâtun da ölür ancak Neyzen Bâtın Hazretleri yani bizzat tanrı ona hayat nefesinden üfler. Böylece yaşam tekrar devam eder. Burada bolca teolojik göndermenin yanı sıra kitabın adı da meydana çıkar. “Susmak hakikati anlamanın tek yolu” cümlesiyle ve hatta “Hakikati gören gözün bir daha görmesine, hakikati işiten kulağın bir daha duymasına gerek yoktur.” cümleleriyle hakikat anlatılır. Tasavvufta sıkça hakikat olarak bahsedilen varlığın ve yokluğun birliği bu noktada karşımıza “Sükunetin de bir nota olduğu” fikriyle çıkar. Dolayısıyla hakikati bilenler susarlar. Susmak da hakikate ulaşmak demektir. Bu aynı zamanda mevlevîlerin öldükten sonra mezarlarına yazılan “hamûşân” yani “suskun” kavramına da bir göndermedir. Ölümle gelen hakîkî suskunluk, yani Suskunlar Haziresi ile son bulur…

6. Bülent Aksoy - Etimoloji Işığında Kelimelerin Dünyasında Gezintiler


Etimolojiye merak salmak aslında çok tehlikeli bir iş. Sınırları yapay olarak belirlenmiş "medeniyetlerin kıta sahanlıkları" arasında yüzmeye çalışırken tamamen boğulabilirsiniz. Çünkü kelime köklerini ve o köklerin kullanıldığı en eski tarihleri pusulanız olarak kabul ettiğiniz bu yolculuk sizi bir süre sonra hakikate ulaştırıyor ve dehşete kapılıyorsunuz. Bu hakikat dehşet verici, evet. Ama boğulmadan atacağınız iki üç düşünce kulacı bile zihin sağlığınıza büyük faydalar katıyor. "Geçmişin, geleceğin ve hatta şimdinin düşmanları bugün birbirine ne kadar hakaret ederse etsinler aynı geminin mürettebatılar." Bu medeniyet gemisinde ağzımızı açtığımız her söze "öteki"nin büyük bir katkısı var. Cümle insanlığın birbirinden ne kadar ayrılamayacağını anlıyorsunuz. Yüzlerce kelimenin kökünü öğrenmeme vesile olan bu kitabı şiddetle tavsiye ederim.

DH forumlarında vakit geçirmekten keyif alıyor gibisin ancak giriş yapmadığını görüyoruz.

Üye olduğunda özel mesaj gönderebilir, beğendiğin konuları favorilerine ekleyip takibe alabilir ve daha önce gezdiğin konulara hızlıca erişebilirsin.

Üye Ol Şimdi Değil





< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi pazar günü mukaddimesi -- 19 Nisan 2025; 4:14:25 >

P
3 ay
Er
Konu Sahibi

Güncelledim, şu an Cemil Meriç - Işık Doğudan Gelir okuyorum.



DH Mobil uygulaması ile devam edin. Mobil tarayıcınız ile mümkün olanların yanı sıra, birçok yeni ve faydalı özelliğe erişin. Gizle ve güncelleme çıkana kadar tekrar gösterme.