Hamam ki peştemal tutulmaz buharında söz süzülmez ışığında mest seçilmez Çıktım inan hamamdan ulu orta yarı çıplak ve yanarak geçirdim belime kopmaz kara kemeri fakat sanmalı insanlar bunu çınardan bir yaprak ve aldanarak serdim sergüzeşte konmaz kederi fakat aldanmalı insanlar, yüreğimde kokusuz toprak. Öyle ya sun sermede ebedi bade içmez deme topraktaki zade zira kalmadı özde kahırdan katre. |
özledim seksen sene sonra biri bodur üç meşeyi karşıma almayı ve bodurun üzerinde eksik olmayan neşeyi, toplamayı. (gedik) |
Bodur da özlemiş karışık nağmelere yeltenmeyi düşmeyen ve son kertede üzmeyen bir taşa sarmaşıklar arasında uzanmayı ve bitmeyi ki bitmesin ve değmesin ellerimiz naaşa. (serik) |
saçmalıktan ibaret bir dokunulmazlık sundu gözlerin, sonra geri aldı ve sözlerine kaldı yoksunluğun tadına bakan ruhumu kaderine teslim etmek. dokunulma dedi birkaç tonda çaresizlik ve müzik ortak oldu; dokunursa diye birkaç perde kifayetsizlik, aksettim umulmaz beyazlıklara. dokunsana demedi, diyemedi; derdi ya aslında, derdine pranga vurmuşlardı, lükstü belki ve demek de istemedi. hayır değil bu son. kirpiklerim düşmediği için, aynaya baktığını düşünüyorsun dokun o halde aynadan düşen sicme, ellerin kınalansın; müptela bulmadığın için, layığına nefesi heves ediyorsun sarıl o halde çağrışan hayallere, naifliğin paralansın; evet, bu bir son. sefahat düşkünü enver gördü bütün olanları ve dedi, toprakta bitmez sirkat eylemiş kalender. |
ölü bir mutluluğu dürttüm, biçare mavilendi gönlüm. dedim bu bir leke, uyumsuz ve asabiyete gebe; -danıştım rengarenk nebilere. ya bak dediler gökyüzüne ya da- yıka otuz derecede, siyahlarla birlikte. [bulutlar ardına saklanan gönlümü heba etmem dedim ve] yıkadım, dağıldı ama çıkmadı, yayıldı, bir karış leke. kilden gözlerime güvendim, kırkta saflığı bulmak istedim ama nafile, altmışı gördüm. nitekim çekti gönlüm, soldu ve denizden aldığını, toprağa verdi. (çokçokçokçok basit ve askılığa da değinmedim; başka sonlara artık) |
peki senin ve sadece senin neydi o kahküllenmeyen keyfin bir h i ç ve sadece h i ç, yani hiç ya o gördüklerin ve gösterdiklerine ne demeli onlar da bir h i ç fakat seçimli bir hiç gelgelelim, her hera"da her varken, bilirim doyum olmaz hiçliğe, geldik mi anda ve bendeki değersizliğe sendeki her ne zaman? kıvrak melodiler eşliğinde bulduğumda çaresizliğimi, sessizce gülerdi arkamızda kelepçelerimiz "bakınız" benimki tez "karşılaştırınız" seninki pes diye çınladı ve sadece sığırtmaçları tanımayanlar anladı. Ayı önüne alıp güneşi ardında paralayan kadın, karışmasın h i ç nef'i kalemin yok-sun-luğa sonu gelmeyen umutsuzluğa ve dahası. (ne geldi ne gitti, bilemedim; h e r şey bir anda oluverdi) |
filin gözyaşı; fil, gözyaşları; fil de gözyaşı sever. |
... And sorry I could not travel both And be one traveler, long I stood And looked down one as far as I could ... Oh, I kept the first for another day! ... I doubted if I should ever come back. ... I shall be telling this with a sigh ... Two roads diverged in a wood, and I— I took the one less traveled by, And that has made all the difference. Robert Frost'un The Road Not Taken şiirinin tam hali şuradadur. |
kıvrak, seçimsiz, parlak bir istemsizliğin düştüğü yerdeyim. karıncaların bırakmadığı ruhların biçare iç çekişinde, savsakça, serçelerin uçtuğu yerdeyim. heyecanlı metallerin üzerine kondurulmuş boş hayallerim iki ucu kırmızı çizgilerden sıçramayı göze alamıyor. gönlümdeki dehlizlerde, kemende konan kelebeklerin hislerine sarılan sesler dolaşıyor; üçlemelere doyamıyorum: merak, durak, sığınak. mabed tepesine erişen çocuğun karamsarlığı başıboşluğun pençesinde paralanıyor, susmuyorum. yitik göçüklere saklanan idamlığın dudağından tutuyorum, izin vermiyorum memleket şarkıları söylemesine ve insanı pervane etmesine. her şeyin ortasında ama sınırları aşan bir yerde, durağanlığıyla boğan bir kadın beliriyor penceremde, anmıyorum. üçlemelere doyamıyorum: emin, yemin, mümin. sekercesine, martıların sıçtığı yerdeyim, topal kedilerin öfkelerini farketmeksizin dışa vuruşunda. kıvrak, seçimsiz, parlak bir zaruretin şaha kalktığı yerdeyim. |
It was like getting a love letter from a tree Eyes closed forever to find you-- There is a life which if I could have it I would have chosen for myself from the beginning. -Franz Wright |
dabadaba kahrı https://www.youtube.com/watch?v=2p05uIsFXuo |
izleyen anlar; anlayan kaydeder; kaydeden tanır; tanıyan yaşar; yaşayan izler. neden öldüğümü soranlara cevabım bu oliyir. |
ama dövünmüyor.
< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >