tanrı bizi yoktan mı yarattı yoksa topraktan mı? bu konuya bir açıklık getirelim. tanrı niye yaratılışla ilgili maddi bir açıklama getirme ihtiyacı duymuş ki? eğer bizi topraktan yarattıysa demek ki bu dünyada yarattı. bu dünyada yarattıysa toprağın da insan olamayacağını bilimsel bir gerçek sayarsak (saymayan olabilir tabi, tanrı ol demiştir olmuştur. tabi tanrının toprağı neden araya karıştırdığı sorusu cevapsız kalmaya devam eder) araf 11'de de tanrının "ben sizi önce yarattım, sonra şekil verdim" dediğini de bunlara eklersek... bişey çıkacak gibi burdan...ama tövbe! söylemem. atais miyim ben! haşa. aklımın bana bir oyunu bu. aldanmamalıyım! merak eden gitsin muhammed esed'in tefsirinden açıklamasıyla beraber okusun. ama dinden çıkarsa da benden bilmesin. |
Bunca yıldır çarpma ihtimali çok yüksek olmasına rağmen çarpmaması düşündürücü. Bir programdan bahsediyorsun sistem denen özelliğin olması için bu programın biri tarafından yapılması gerekir günlük yaşamda herhangi bir sistem özelliği taşıyan unsur gördüğümüzde bu sistem kendi kendi oturmuştur kimse bunu yapmamıştır tesadüfen mi olmuştur diyoruz. Dünyada gördüğünüz olayları sadece bu çerçevede değil kainatta da ve tabiatta da görün. |
Toprak ta zaten yoktan yaratılmadı mı? Önce senin ruhunu yarattı daha sonra toprağı bir nevi senin üzerine bir elbise gibi giydirdi. Topraktan yaratmasının bir hikmeti elbette var şeytanın üstünlük taslaması kibirlenmesi topraktan yaratılan bir canlının kendinden daha üstün olduğunu kabul etmemesi ve bundan sonra meydana süreci zaten biliyoruz. Nedensiz sebepsiz hiçbir şey meydana gelmez zaten aksi durum insanın mantığına uymuyor. Evren kendiliğinden meydana gelmesi için bir sebep olmalı bir amaç olmalı ki meydan gelsin. |
dünyaya göktaşı çarpmıyor muymuş? http://tr.wikipedia.org/wiki/G%C3%B6k_ta%C5%9F%C4%B1 |
İlk ayet Oku neyi kastediyor. Sadece oturup kitap okuyun dergi okuyun bilgi sahibi olun mu diyor yoksa asıl amaç kainata tabiata bakın ve Allah'ı görün onun varlığını gücünü kudretini bilin tefekkür edin mi diyor. Çevrenize baktığınızda olup biten olaylar sizde ne uyandırıyor bu sistem nasıl bu kadar kusursuz işliyor. Mesela ilgi duyduğunuz herhangi bir şeyi inceler bunun nasıl meydana geldiğini nasıl çalıştığını araştırırsınız bilgi sahibi olmak için çaba gösterirsiniz. Allah'ı da görmek için yani onun varlığını bilmek hissetmek için kainata bakın. Ama zaten benim ilgi alanıma girmiyor diyorsanız değil bu saydıkları gökyüzüne Allah'ın ismi yazılsa yine inanmazsınız. O kadar mucizeye şahit olan Ebu Cehil neden inanmadı kalbi mühürlenmiş artık iman denen duyguyu kalbinden tamamen silmiş. |
Çarpmadan kasıt dünyaya insanlara zarar veriyor mu mesele o.Biz göktaşının çarpması halinde meydana gelecek etkilerinden bahsediyoruz ayrıca bu göktaşları çok küçük parçacıklar. Google amcadan bulduğunuz linkleri koymakla bu iş çözülmez. Bundan sonra birşeyler yazsam da fayda etmez çünkü kalbin bu inançlara açık olması gerekir bu da kişiye bağlı bir durum. İnanmıyorsanız saygı duymaktan başka çare yok o kadar örnek verdim ama nafile kalbin kapıları açılmıyorsa yapacak birşey yok. |
Hükümdar ve emir laflarına dikkat çekiyorum kaçıncı yüz yılda yaşıyoruz lütfen ya Azizim git Osmanlı kafasıyla yaşa DURMAK YOK YOLA DEVAM! |
alıntı yapamıyorum. azizim; şeytanın topraktan yaratılan bir canlını kendinden üstün olamayacağını söylemesi için mi tanrının bizi topraktan yarattığını söylediniz anlayamadım? böyle ucuz bir kurguyu tanrıya yakıştırmanız hiç hoş değil. ayrıca sorduğum soruyla verdiğiniz cevap arasında hiçbir alaka yok. tekrar soruyorum: tanrı bir sebep ve mantık üzerine bizi yarattıysa, topraktan da yarattıysa (demek ki bu dünyada yarattı bizi) (yoksa ahirette de mi toprak var?) topraktan mantık çerçevesinde bir insan olur mu olmaz mı? yoksa yaratılışın bir kısmı mantıklı, sonra bir noktada mucize devreye giriyor daha sonra tekrar mantıklı olmaya mı başlıyor? ayrıca evrenin varlığının manasının ne olduğu zaten evrimin konusu içinde değil. |
Arkadaşlar saçmalamayın evrim diye bir şey yoktur.Yol yakınken dönün sonra pişmanlık fayda etmez. |
Ben buna kapak derim arkadaş. |
Siz dua ederken göğe bakıyosunuz biz size gök tanrıya inanıyosunuz diyor muyuz? Toplumun dini,adeti geleneği göreneği insanın diline pelesek oluyor. Oraya bıktırdığınızı anlatmak için Allah aşkına kelimesinden başka hiçibir kelime uymaz. Ama bunu anlayacak kafa nerede? |
dünyaya niye göktaşı çarpmaz hep teğet geçer diyorsunuz, sonra çarpıyor hem de binlerce diyorum yok zarar verecek kadar olması lazım, "o kadar büyüğü çarpmıyorsa o zaman allah gezegenimizi koruyor"a getiriyorsunuz lafı. işiniz kolay gerçekten. herşeyi hazır kılıfınızın içine eğip büküp tıkıştırmaktan başka yaptığınız bir şey yok. |
madem bir yaratıcının olmadığını iddia ediyorsunuz, öyleyse çok basit bir soru soruyorum, yüzbinlerce arıyı düşünün bu hayvanda beyin var, el kol var, çiftleşme dölleme yeteneği var, bir kovanda bal yapıyorlar bir kovana kaç bin tane giriyor uğraşıyor, hiç bunu aklınız almıyor mu? bu canlıları kim yarattı diye? karıncaları düşünün milyonlarca karınca yerin altında tüneller kazıp erzak biriktiriyor kışın yemek için, bunu da mı düşünmediniz hiç? hiç mi national geographic izlemediniz, hiç mi discovery channel izlemediniz? ya onu da bırakın müslüman demiyorum bak hristiyan yahudi fark etmez hepsi bir yaratıcının olduğuna inanıyor? siz ? ahiret çok çetin geçecek çooooooookkkk... |
evet ciddi bir konu nasıl sulandırılır 33 sayfa da gördük.şimdi bir sorum olacak evrim teorisini savunan arkadaşlara. milyonlarca yıldır sözde yaşanan evrim olgusuna dair elinizde herhangi bir ara form fosili var mı_? örneğin yarı kuş yarı sürüngen bir canlının fosili veya hem akciğerleri hem solungaçları olan bir canlının fosili gibi. not:sakın kurbağayı örnek vermeyin onun açıklaması mevcut ve bu konuyla ilgisi yok.onu tartışırsak bir yüz sayfa da ona ayırırız. |
dostum kesin bunu gösterirler örnek olarak ![]() http://img159.imageshack.us/i/ilgingf3.jpg/ |
Evrim teorisi ya da "Darwinizm" kavramlarını duyan insanların bir bölümü, bu kavramların sadece biyolojinin ilgi alanına girdiğini ve kendi yaşamları açısından bir önem taşımadığını sanabilirler. Oysa, evrim teorisi, biyolojik bir kavram olmanın ötesinde, dünya üzerinde yaygın bir kitleyi etkisi altına almış yanlış bir felsefenin altyapısını oluşturur. Bu felsefe, sadece maddenin varlığını kabul eden, insanı bir "madde yığını" olarak gören, insanın gelişmiş bir hayvan türü olarak ortaya çıktığını ve doğadaki tek geçerli kanunun "çatışma" olduğunu varsayan bir öğretidir. İsmi "materyalizm"dir ve her ne kadar bilim görüntüsü altında insanlara empoze edilse de, bilimsel bir dayanağı bulunmayan eski bir dogmadır. Eski Yunan'da doğan bu dogma, 18. yüzyılda bazı Avrupalı düşünürler tarafından yeniden tarihin tozlu raflarından çıkarılmış, 19. yüzyılda Marx, Darwin, Freud gibi teorisyenler tarafından bilimlere uygulanmış, daha doğrusu çeşitli bilim dalları materyalist felsefeye uydurulabilmek için çarpıtılmıştır. 19. ve 20. yüzyıl materyalizmin kanlı bir "deney alanı" olmuştur: Bu felsefeden kaynak bulan (veya ona tepki görüntüsü altında onunla aynı temelleri paylaşan) ideolojiler ve dünya görüşleri, dünyaya acımasızlık, çatışma, savaş ve kaos getirmişlerdir. 20. yüzyılda yaklaşık 120 milyon insanın yaşamına mal olan komünizm, materyalist felsefenin siyasi uygulamasından başka bir şey değildir. Materyalizme reddiye iddiasıyla ortaya çıkan, oysa bu felsefenin çatışmacı temelini aynen benimseyen faşizm, iki büyük dünya savaşının, sayısız soykırım, katliam ve zulmün sorumlusudur. Bu iki kanlı ideolojinin yanısıra, bireysel ve toplumsal ahlak da materyalizm tarafından tahrip edilmiştir. İnsanlar, materyalist felsefenin "sen, tesadüfen ortaya çıkmış, kimseye karşı sorumluluğu olmayan gelişmiş bir hayvansın" şeklindeki aldatıcı telkinine inandıkça, inanç ve değerlerini yitirmeye başlamışlardır. Bunun sonucunda pek çok toplumda, sevgi, merhamet, fedakarlık, dürüstlük, adalet gibi ahlaki erdemler dejenere olmuştur. Materyalizmin, "doğanın kuralı çatışmadır" şeklindeki dogmasına kanan insanlar, tüm hayatlarını diğer insanlara karşı yürütülen bir "çıkar çatışması" olarak görmüş ve görünüşte modern, ancak özde "orman kanunlarına" göre düzenlenmiş bir yaşam kurmuştur. Kısacası, son iki yüzyıldır insanlığa isabet eden belalarda, materyalist felsefenin büyük bir rolü vardır. İnsanlar arasındaki farklılıkların bir "çatışma" nedeni olduğunu varsayan her türlü düşüncede, bu felsefenin izlerini bulabilirsiniz. Sözde din adına ortaya çıkan, ama masum insanların canına kast ederek dine göre en büyük günahlardan birini işleyen teröristlerin kökeninde bile... Evrim teorisi bu noktada çok önemlidir. Çünkü insanları materyalist felsefeye sürükleyen, onlara bu dogmayı "bilimsel" gibi gösteren en önemli unsur, Darwin'in evrim teorisidir. Komünizmin kurucusu Karl Marx'ın ifadesiyle, Darwin'in teorisi materyalizmin "doğabilimleri açısından temeli"dir. Oysa bu temel çürüktür ve insanlık materyalizme inanarak büyük bir aldanışa düşmektedir. Nitekim bu gerçek çağımızın bilimsel bulguları tarafından ortaya konmaktadır. Darwin'in evrim teorisi bilim tarafından reddedilmekte, bilimsel bulgular dünya üzerinde varlığımızın kökeninin "yaratılış" olduğunu göstermektedir: Evreni, canlıları ve biz insanları Allah yaratmıştır. Umulur ki Evrim Aldatmacası, 150 yıldır insanlığı aldatan materyalist-Darwinist dogmanın çöküşüne katkıda bulunmaya devam edecektir. Ve insanlara, nasıl var olduğumuz ve bizi yaratan Allah'a karşı hangi sorumlulukları taşıdığımız gibi reddettikleri veya yeterince düşünmedikleri bazı temel gerçekleri hatırlatmayı sürdürecektir. |
Yeryüzünde yaşayan milyonlarca canlı türünün her birinin birbirinden mucizevi özellikleri, birbirine hiç benzemeyen davranış şekilleri, birbirinden kusursuz fiziksel yapıları vardır. Bu canlıların herbiri benzersiz incelikler ve güzelliklerle yaratılmıştır. Bitkiler, hayvanlar ve en başta da insan, dış görünümlerinden gözle görülmeyen hücrelerine kadar büyük bir bilgi ve sanatla var edilmiştir. Bugün canlıların her detayını araştıran, bu detaylardaki mucizevi yönleri keşfeden, tüm bunların nasıl meydana geldiği sorusuna cevap arayan çok sayıda bilim dalı ve bu bilim dallarında görev yapan onbinlerce bilim adamı vardır. Bu bilim adamlarının bir kısmı, inceledikleri yapılardaki mucizevi yönleri ve bunların meydana getirilmesindeki aklı keşfettikçe, bunlara hayranlık duymakta ve tüm bunların sonsuz bir akıl ve bilgi ile yaratıldığına tanık olmaktadırlar. Ancak bir kısmı da, şaşırtıcı bir şekilde, tüm bu mucizevi özellikleri var edenin şuursuz tesadüfler olduğunu iddia etmektedir. Söz konusu bilim adamları, evrim teorisine inananlardır. Bu kişilere göre canlıları meydana getiren proteinler, hücreler ve organlar, sadece tesadüflerin ardarda sıralanmasıyla var olmuşlardır. Yıllarca eğitim görmüş, uzun araştırmalar yapmış, gözle görülmeyen tek bir hücredeki tek bir organelin mucizevi işlevleri üzerine kitaplar yazmış insanlar, hayret verici bir şekilde, bu olağanüstü yapıları kör tesadüflerin meydana getirdiğini savunabilmektedirler. Anlı şanlı profesörlerin inandıkları tesadüfler zinciri o kadar akıl almazdır ki, içinde bulundukları durum, dışarıdan bakanları hayretler içinde bırakmaktadır. Bu profesörlere göre, önce birçok tesadüf meydana gelerek basit kimyasal maddelerin içinden - gerçekte tesadüfen oluşması "rastgele saçılan harflerin kusursuz bir şiir oluşturmaları" kadar imkansız olan 1- bir protein oluşturmuşlardır. Sonra başka tesadüfler başka proteinleri meydana getirerek, yine tesadüfen bu proteinleri biraraya toplamış ve onları uygun şekilde organize etmişlerdir. Sadece proteinler değil, DNA, RNA, enzimler, hormonlar, hücre organelleri gibi her biri son derece kompleks olan hücre içi yapılar, hep tesadüfen ve yanyana oluşmuştur. Bu milyonlarca tesadüf sonucunda ise, ilk hücre meydana gelmiştir. Kör tesadüflerin marifeti olan mucizeler burada son bulmamış, bu hücre tesadüflerin yardımı ile çoğalmaya başlamıştır. Söz konusu iddiaya göre bir başka tesadüf, hücreleri organize etmiştir ve bundan ilk canlıyı meydana getirmiştir. Bir canlıdaki tek bir gözün oluşması için dahi milyonlarca "şanslı olayın" birarada gerçekleşmesi gerekmektedir. İşte burada da tesadüf denen kör süreç devreye girmiş; önce, yine tesadüfen oluşan kafatasında en uygun yerlere en uygun büyüklükte iki delik açmış ve sonra buraya tesadüfen gelen hücreler, yine tesadüfen gözü inşa etmeye başlamışlardır. Görüldüğü gibi, tesadüfler, sonuçta ne elde etmek istediklerini bilerek hareket etmişlerdir. Daha en baştan, "görmek, işitmek, nefes almak" ne demektir bilen, yeryüzünde hiçbir örneği olmadığı halde bunlardan haberdar olan "tesadüf", büyük bir bilinç ve akıl göstererek, son derece ileri görüşlü davranarak, canlılığı adım adım inşa etmiştir. İşte, insanların büyük saygı duyarak isimlerini andığı, fikirlerini benimsediği bu profesörler, bilim adamları, araştırmacılar, bu denli akıl dışı bir senaryoya körü körüne bağlanmışlardır. Halen de çocuksu bir inatla, bu masallarına inanmayanları dışlamakta, onları bilimsel olmamakla ve bağnazlıkla suçlamaktadırlar. Kuşkusuz bunun, Ortaçağ'da dünyanın düz olmadığını iddia edenleri yargılayarak cezalandıran, tutucu, yobaz ve cahil anlayıştan hiçbir farkı yoktur. Üstelik bu insanlar içinde Allah'a iman ettiğini, Müslüman olduğunu söyleyenler de vardır. Bu insanlar "tüm canlılığı Allah yarattı" demeyi bilimsel bulmamakta, bunun yerine "milyonlarca mucizenin tesadüf denen şuursuz bir süreçle oluştuğunu" söylemenin bilimsellik olduğuna inanabilmektedirler. Bu insanların karşısına taştan, tahtadan yontulmuş bir put konsa ve "bakın bu odayı ve içindekileri bu put meydana getirdi" dense, bunun son derece saçma olduğunu söyleyecek ve buna asla inanmayacaklardır. Ama buna rağmen "bakın bu dünyayı ve içindeki birbirinden harika milyonlarca canlıyı tesadüf denen şuursuz süreç büyük bir planlama yaparak, zaman içinde oluşturdu" şeklinde ifade edilen bir hurafeyi, en büyük bilimsel açıklama olarak halka duyurmaktadırlar. Kısacası bu insanlar, tesadüfleri ilah olarak kabul etmekte, tesadüflerin tüm evrendeki hassas sistemleri ve canlıları yaratabilecek kadar akıllı, bilinçli ve güçlü olduğunu iddia etmektedirler. Onlara, tüm canlıları yaratanın, sonsuz Akıl sahibi olan Allah olduğu açıklandığında, bu gerçeğin kabul edilemez olduğunu söyleyen evrimci profesörler, şuursuz, akılsız, güçsüz ve iradesiz milyarlarca tesadüfün yaratıcı gücü olduğunu kabul edebilmektedirler. Eğitimli, zeki ve bilgili insanların, toplu olarak, tarihin en saçma, en akıl ve mantık dışı iddiasına böyle büyülenmişcesine inanıyor olmaları, gerçekte çok büyük bir mucizedir. Allah, bir mucize olarak nasıl hücre gibi olağanüstü bir organizasyona ve özelliklere sahip bir varlığı yaratıyorsa, bu insanları da yine bir başka mucize olarak, çok açık gerçekleri göremeyecek kadar kör ve kavrama yeteneğinden yoksun olarak yaratmaktadır. Evrimciler, Allah'ın bir mucizesi olarak, küçük çocukların dahi çok kolay görebildikleri gerçekleri, kendilerine defalarca anlatılmış olmasına rağmen anlayıp kavrayamamaktadırlar. |
www.subhannalahkardesibretlikbirpaylasim.com sitesinden toplu bir akın var herhalde. Yüksek imanlılar da fazla güvenmesin kendine, ne de olsa öte tarafta matematik ile ilgili bir problem olduğu biliniyor. Günah/sevap başarı puanı çıkarılırken maazallah kesirli mesirli işlem çıkar, bulursunuz kendinizi kazanın içinde. Sonra iblis çatalla dürterken "ben dh forumda evrim teorisi yok, dönün imana diye atayistlere tebliğ de bulunuyordum. Şahane abuklukluktaki mesajlarımla dinsiz kısmısını hayattan soğutup cihat ediyordum" desen de nafile, kaynayan kazandan çıkmak kolay değil netekim. |
ÖNYARGIDAN KURTULMAK Çoğu insan bir bilim adamından duyduğu herşeyi, mutlak doğru sanır. Bu bilim adamının birtakım felsefi ya da ideolojik önyargılara kapılmış olabileceğinden endişe etmez. Oysa bilim adamlarının bir bölümü, sahip oldukları bazı önyargıları ya da bağlı oldukları felsefi görüşleri, bilimsel bir görünüm altında topluma empoze ederler. Örneğin, tesadüflerin karmaşa ve düzensizlikten başka bir şey oluşturamadığını gözleriyle gördükleri halde, evrendeki ve canlılardaki yapıların, plan ve düzenin tesadüfler sonucu ortaya çıktığını savunurlar. Söz gelimi bu tür bir biyolog, canlılığın yapıtaşı olan bir protein molekülünde inanılmaz bir düzen olduğunu ve bu düzenin tesadüflerle oluşma olasılığının bulunmadığını rahatlıkla anlar. Ama buna rağmen, proteinin, milyarlarca yıl önce ilkel dünya şartlarında rastlantılar sonucu meydana geldiğini iddia eder. Bununla da kalmaz, yalnızca bir değil, milyonlarca proteinin tesadüflerle oluşup, sonra inanılmaz bir plan ve düzen içinde biraraya gelerek ilk canlı hücreyi oluşturduklarını da çekinmeden iddiasına ekler ve bunu ısrarla savunur. Bahsettiğimiz kişi "evrimci" bir bilim adamıdır. Oysa aynı bilim adamı, boş bir arazide yürürken üst üste dizilmiş üç tuğla görse, bunların tesadüfen meydana gelip, sonra yine tesadüfen üst üste dizildiklerine asla ihtimal vermez. Hatta böyle bir şey iddia eden kimsenin aklından kuşkulanır. Peki, sıradan olayları normal değerlendirebilen bu insanlar, konu kendilerinin nasıl var olduğu sorusunu araştırmaya gelince, nasıl olup da bu denli akıl dışı bir tutum sergilerler? Elbette, bu davranışın bilim adına olduğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü bilimsel düşünceye göre, eğer bir olayın iki muhtemel nedeni varsa, her iki ihtimal üzerinde de düşünmek gerekir. Eğer iki ihtimalden birisi diğerinden çok daha düşükse, örneğin yüzde 1 ise, bu durumda akılcı ve bilimsel olan hiç kuşkusuz ki yüzde 99 olan diğer ihtimal üzerinde yoğunlaşmaktır. Bu bilimsel ölçüyü akılda tutarak düşünelim. Canlıların bu dünya üzerinde nasıl ortaya çıktığı konusunda öne sürülen iki görüş vardır. Birincisi, tüm canlıları, şu an sahip oldukları kompleks yapılarıyla Allah'ın yarattığıdır. İkincisi ise, canlılığın bilinçsiz tesadüfler sonucunda meydana geldiğidir. Bu ikincisi, evrim teorisinin iddiasıdır. Bilimsel verilere, örneğin moleküler biyolojiye baktığımızda ise, tek bir canlı hücrenin, hatta onda bulunan milyonlarca proteinden tek bir tanesinin bile, evrimin savunduğu şekilde tesadüfler sonucu oluşmasına ihtimal olmadığını görürüz. İlerleyen bölümlerimizde de ele alacağımız gibi, olasılık hesapları bu gerçeği açık ve net olarak ortaya koymaktadır. Bu durumda, canlıların ortaya çıkışı hakkında öne sürülen evrimci görüşün doğru olma ihtimali "0"dır. O halde, birinci görüşün doğru olma ihtimali "yüzde yüz"dür. Yani, canlılık bir anda var edilmiştir. Diğer bir deyişle "yaratılmış"tır. Tüm canlı varlıklar, üstün bir güç, bilgi ve akıl sahibi olan Allah'ın yaratmasıyla var olmuşlardır. Bu gerçek yalnızca bir inanç biçimi değil, akıl ve bilimin vardığı ortak sonuçtur. Elbette bu gerçek karşısında, evrimci bir bilim adamının bu iddiasından bütünüyle vazgeçmesi, açık ve ispatlanmış gerçeğe teslim olması gereklidir. Aksine bir davranış, kendisinin "bilim adamı" olmaktan çok, bilimi felsefesine, ideolojisine ve dogmatik inançlarına alet eden bir kişi olduğunu gösterecektir. Oysa bütün bunlara rağmen söz konusu evrimci "bilim adamı"nın, gerçeklerle yüzleştiği her durumda, öfkesi, inadı ve önyargıları bir kat daha artar. Onun bu tutumu tek bir kelimeyle açıklanabilir: "İnanç" ... Ama batıl bir inanç. Zira, gerçeklerle karşı karşıya geldiği halde, bunlara gözünü kapayıp, hayalinde kurduğu akıl dışı bir senaryoya ömür boyu bağlanmanın başka bir açıklaması olamaz. Körü Körüne Materyalizm Sözünü ettiğimiz batıl inanç, maddenin sonsuzdan beri var olduğunu ve maddenin dışında hiçbir şeyin var olmadığını savunan materyalist felsefedir. Evrim teorisi, materyalist felsefenin sözde "bilimsel dayanağı"dır ve bu felsefeyi ayakta tutmak için körü körüne savunulur. Bilim, evrimin iddialarını geçersiz kıldığında ise -ki 20. yüzyılın sonunda varılan nokta budur- materyalizmi yaşatabilmek uğruna bilim çarpıtılmaya ve evrimi destekler hale getirilmeye çalışılmaktadır. Türkiye'nin önde gelen evrimci biyologlarından birisinin yazdığı bazı satırlar, bu körü körüne inancın doğurduğu yargı bozukluğunun etkisini görmemiz için çok ideal bir örnek oluşturur. Söz konusu bilim adamı, canlı organizmalarda bulunması zorunlu olan proteinlerden biri olan Sitokrom-C'nin tesadüfen oluşabilmesi ihtimali konusunda şunları söylemektedir: Bir Sitokrom-C'nin dizilimini oluşturmak için olasılık sıfır denilecek kadar azdır... Ya da oluşumunda bizim tanımlayamayacağımız doğaüstü güçler görev yapmıştır. Bu sonuncusunu kabul etmek bilimsel amaca uygun değildir. O halde birinci varsayımı irdelemek gerekiyor.1 Prof. Michael Behe: "Yaşamın akıllı bir varlık tarafından tasarlandığı gerçeğine karşı öne sürülebilecek hiçbir tutarlı görüş yok." Görüldüğü gibi söz konusu "bilim adamı", yaratılışı kabul etmektense "sıfır denecek kadar az" bir olasılığı "bilimsel" saymayı tercih edebilmektedir. Oysa bilimin kurallarına göre, az önce de bahsettiğimiz gibi, bir konu hakkında iki alternatif açıklama varsa ve bunların birinin gerçekleşme ihtimali "sıfır" ise, o halde doğru olan diğer ihtimaldir. Ancak, söz konusu dogmatik materyalist yaklaşım, maddeye hakim olan madde-üstü bir Yaratıcı'nın varlığını kabul etmeyi baştan yasaklamıştır. Bu yasak, yukarıda alıntı yaptığımız evrimci yazarı ve aynı materyalist dogmaya inanan pek çok bilim adamını ne yazık ki akla ve sağduyuya tamamen aykırı bir kabule götürmektedir. Bu bilim adamlarına inanan ve güvenen sıradan insanlar da, bu kişilerin kitaplarını, yazılarını okuyarak, onların gözlerini kör eden "materyalist büyü"nün etkisine girmekte, aynı duyarsızlığa bürünmektedirler.Bilim dünyasında önde gelen isimlerin önemli bir bölümünün ateist olmalarının nedeni, işte bu bahsettiğimiz körü körüne materyalist bakış açısıdır. Bu büyünün etkisinden kendilerini kurtaran ve açık bir yargı ile düşünen bilim adamları ise, Yaratıcı'nın apaçık varlığını kabul etmekte hiç tereddüt etmezler. Bu bilim adamlarından son yıllarda bilim dünyasında giderek yaygınlaşan "bilinçli dizayn" teorisinin önde gelen isimlerinden biri olan Amerikalı biyokimyacı Prof. Michael J. Behe, canlılardaki "tasarımın", yani yaratılışın varlığını kabul etmemekte direnen bilim adamlarını şöyle anlatır: Son kırk yıl içinde, modern biyokimya, hücrenin sırlarının önemli bir bölümünü ortaya çıkardı. Onbinlerce insan, bu sırları bulmak için yaşamlarını laboratuvarlardaki uzun çalışmalara adadılar... Hücreyi araştırmak için gerçekleştirilen tüm bu çabalar, çok açık bir biçimde, bağıra bağıra, tek bir sonucu veriyordu: "Düzen!" Bu sonuç o denli belirgindi ki, bilim tarihindeki en önemli buluşlardan biri olarak görülmeliydi... Ama aksine, hücrede keşfedilen kompleks yapı karşısında, utangaç bir sessizlik hakim oldu... Peki neden? Neden bilim dünyası, keşfettiği büyük gerçeğe sahip çıkmıyor?2 İşte dergilerde, televizyonlarda gördüğünüz, belki kitaplarını okuduğunuz ateist evrimci bilim adamlarının durumu budur. Bu insanların yaptıkları tüm bilimsel araştırmalar, kendilerine bir Yaratıcı'nın Allah'ın varlığını göstermektedir. Ancak onlar aldıkları dogmatik materyalist eğitim ile o denli körleşmişlerdir ki, herşeye rağmen bu gerçeği reddetmeyi sürdürürler. Allah'ın varlığının açık delillerini sürekli görmezden gelen bu kişiler tümüyle duyarsızlaşırlar. Dahası, bu duyarsızlıklarından kaynaklanan cahilce bir kendine güven duygusuna kapılırlar. Hatta, Hıristiyanlara seslenirken; "eğer bir heykelin sizlere el salladığını görseniz dahi, bir mucize ile karşı karşıya olduğunuzu sanmayın... çok küçük bir olasılıktır, ama belki de heykelin sağ kolundaki atomların hepsi, tesadüfen, bir anda aynı yönde hareket etme eğilimi içine girmiş olabilirler" 3 diyen ateist evrimci Richard Dawkins gibi, saçma olanı savunmanın bir erdem olduğunu sanmaya başlarlar. Kuran'da, insanlık tarihi boyunca inkarcıların sahip oldukları bu ortak psikoloji çok güzel tarif edilmektedir: Gerçek şu ki biz onlara melekler indirseydik, onlarla ölüler konuşsaydı ve herşeyi karşılarına toplasaydık —Allah'ın dilediği dışında— yine onlar inanmayacaklardı. Ancak onların çoğu cahillik ediyorlar. (En'am Suresi, 111) Kuran'daki bu ifadelerden anlaşılacağı gibi evrimcilerin sahip oldukları dogmatik zihniyet, kendilerine özgü, orijinal bir düşünce değildir. Evrimci bilim adamları, çağdaş bir bilimsel düşünceyi değil, en ilkel putperest toplumlardan bu yana ısrarla devam eden bir cehaleti korumaktadırlar. Bir başka ayette aynı psikoloji şöyle belirtilir: Onların üzerlerine gökyüzünden bir kapı açsak, oradan yukarı yükselseler de, mutlaka: "Gözlerimiz döndürüldü, belki biz büyülenmiş bir topluluğuz" diyeceklerdir. (Hicr Suresi, 14-15) |
Çarpma olasılığı var. Evren belirli bir fiziksel düzene oturtulmuştur zaten, olağandışı bir müdehaleye gerek yok. program yazılmış, işliyor.
Birisi bana şunu açıklasın: kütlesi büyük olan cisim kütlesi küçük olanı neden çekiyor, kendi eksenine oturtuyor? Bu çekim kuvveti bir yasa, peki ama neden?
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi caneker -- 21 Haziran 2010; 15:29:36 >
Bu mesaja 2 cevap geldi. Cevapları Gizle