1. sayfa
Geç 18.yüzyıldan önce milliyetçilik diye bir ideoloji yoktu. "Şanlı vatanım, büyük Türk milleti, Türklük" gibi anlayışlar Fransız İhtilali'nden sonra önce Avrupa'ya sonra Dünya'nın geri kalanına yayıldı. Bu süreçte bir iktidara mesela Osmanoğullarına ve genellikle yabancılarca tanımlanmış olan cemiyetine (Türklere) tabiyeti ifade eden ulus gibi terimler yeni anlamlar kazandı. Osmanlı Sultanı Avrupa bağlamında Imperator Turcorum'du (Türklerin İmparatoruydu) ancak kendi ülkesinde Sultan nizam-ı alemi kuran ilahi olarak atanmış bir yöneticiydi ve Osmanlı'da bildiğimiz anlamda millet diye bir kavram yoktu, Osmanlı'da millet din üzerinden tanımlanıyordu (Osmanlı tebaası olan tüm Ortodoks Hıristiyanlar sözgelimi Millet-i Rum'dur, Osmanlı'nın idareci halkı da Ümmet-i Muhammediye'dir). Gerek Osmanlı'da gerekse Fransız İhtilali'nden önceki çağlarda diğer kültürlerde millet mefhumu bir dine mensup olmakla mesela verdiğim örnekteki gibi Müslüman veya Hıristiyan olmakla veyahut Cengiz devletinde ve eski Türklerde olduğu gibi bir hükümdara - iktidarına tabi olmakla tanımlanıyordu. "Hülâgü'nün Ulusu" dediğimizde Hülâgü'ye bağlı, Hülâgü'nün teoride sahibi olduğu herkesi anlamamız gerekiyor; aynı dili konuşan insanları değil; aynı şekilde "Gök Moğol Ulusu" dendiğinde de Dünya'ya hükmetmeye göklerden yazgılı bir hükümdar (Cengiz Han) ve sahip olduğu kabileyi (Moğolları) anlamamız gerekiyor. Cengiz'in Moğol adını yakıştırdığı ulusuna tabi insanlar kendilerine Moğol yerine sözgelimi yabancılar tarafından Tatar denmesinden rahatsız olurlardı çünkü Tatarlar Cengiz'in ve kavminin savaştığı başka bir Mongolik kabileydi. Cengiz'in eski düşmanı Tatarlar da "Moğoldu" halbuki. Tatarlar bizim şemsiye bir ad yakıştırarak "Moğol" dediğimiz, yine dillerine yerleşik bir şemsiye adla "Moğolca" dediğimiz Mongolik topluluklardan birisiydi. Yabancılar ama bu Tatarların gerçekte düşmanı olan Moğollara Cengiz'in büyük seferlerinden çok önce yaygınlanmış olan şemsiye bir ada başvurarak "Tatar" demiş. Kısacası 18.yüzyıldan önce milliyetçilik düşüncesini aramaya kalkarsanız fena çuvallarsanız. Bir dereceye kadar Roma veya Sparta gibi antik kent devletlerinde (Grekçe polis, Latince civis) milliyetçiliği andıran ama yine de birçok açıdan bir tanrıyı (Bakire Athena veya Juppiter'i), ev (household) tanrılarını merkeze koyan ve toplum kavramını sanki büyük bir aileymişcesine yorumlayan geleneksel kodlara (Mos Maiorum) dayanan farklı, milliyetçilikvari kabileci bir anlayış bulabilirsiniz. Ötesini bulamazsınız. Geçmişte milliyetçilik diye bir şey yoktu, yalnızca kabilecilik ve dinlere, pratik hayatın unsurlarına göre yorumlanmış dünya anlayışları vardı. Milliyetçiliğin zaten Marksizmle beraber tarih bilimine verdiği en büyük zarar bu. Marksizm tarihi ütopya ve sınıfsız toplum arayan insanların bilinçaltı sınıf savaşına, milliyetçilik ise ulusal kimlikleriyle gurur duyan bireylere sahip kavimlerin çatışmasına indirgiyor. İki anlayışta tamamen farazidir ve tarihsel gerçeklerle ilgisizdir. Hatay'ın Türkiye'ye katıldığı zamanlarda "Ulus" kelimesinin içeriği çok farklılaşmıştı; salt anlamda artık yalnızca Hatay'ın efendisine bağlılığı ifade etmiyordu ya da Müslüman olmayı. 20.yüzyılda ulus terimi milliyetçilik anlayışı veya çağın milliyetçilik ideolojisi çerçevesinde aynı dili konuşan, aynı kavme mensup olma şuurunu paylaşan, benzer kültürel pratiklere sahip insanları kapsıyordu. O yüzden Moğollar kendilerine Tatar denmesine hoş bakmazken ya da vice versa durum sözkonusuyken çoğunluğu Türkçe konuşan Hataylılar "Türk" olmakta ve eski zamanların devletlerinden farklı olarak gerçek bir ulus devlet olan Türkiye'ye katılmakta beis görmedi. Hatay diye bir ulus zaten 20.yüzyılda sözkonusu olamazdı. Not: Tatarlardan Cengiz Moğollarının kurduğu ve Türklerce asimile edilmiş Uluğ Orda (Altın Ordu) devletini ve göçebe halklarını, yani Rusya'nın Müslüman Türklerini kastetmiyorum, Moğolistan'daki bir kabileden - kavimden söz ediyorum. Bu konuda karışıklık olmasın. |
Mesajınızda milliyetçilik, milliyetçiliğin gelişimi üzerine kritiğinizin bu kadar yoğun olmasına anlam veremedim. Konum milliyetçilik yahut milliyetçiliğin gelişimi üzerine değil. Onu tartışalım derseniz tartışalım ama onun yerini bu konu olarak düşünmüyorum. |
Hocam arada paragraf kullanın, böyle zor okunuyor. |
|
|
Bu arada yazdıklarımı aslında pek de milliyetçi hislerle yazılmadığını söylemek isterim . O hissi vermişsem Kendimce bir milliyetçiyim ama herhangi bir ilmi disipline bu kimliğimi bulaştırmamaya gayret gösteririm. Yav hocam bilir misin bilmem de dün akşam bilmem kaçta kalktım, neredeyse bir gündür uyanığım, hala uyanığım. Kah çeşitli forumlarda uzun uzun tartışmalara girdim, kah sinirlenip söveyazdım, kah bir tane "Mesneviden ders aldım" remixi görüp kahkahalara boğuldum. Günün sonunda şu kavgasız tatlı konuda bazı yazdıklarınıza yanıt vermeye çalıştım, bazı yazdıklarınızı anlayamayınca canım sıkıldı. Bu birey şimdi uykuya hazırlanıyor :y: İyi forumlar, iyi geceler vs. |
|
|
1. sayfa
Mezkur kanunda, doğudaki "Türk ırkı"ndan -kanunda "ırk" da, "kültür" de yazıyor. dikkat çektiğim burası değil- olmayanlar batıya ve, yanlış hatırlamıyorsam, "Türk ırkı"ndan olanlarsa doğuya tehcir ettirilecekti(Türkleştirme, asimilasyon vs ne diyorsanız artık).
Ulusalcılığı konu yapıyorsak temelden başlayalım. Ulusal kelimesi ulustan gelir. Ulus ise TDK Sözlük'ünce "millet" olarak tanımlanıyor fakat ulus, milletten farklı bir kavramdır. Mezkur tanım da "ulus" kavramını yeterince açıklayamıyor. "Ulus"un etimolojisine bakarsak "ülüş"ü buluruz. Klişe örnektir; Cengiz Han'ın ölümünden sonra büyük Moğol ülkesi, Han'ın oğullarına pay edildi. Çağatay Han'a bahşedilen topraklar "Çağatay ülüşü" idi. Dolayısıyla Cuci'ye pay verilen topraklar, Çağatay'ın "ülüş"ü olamazdı. Yoksa miras ihtilafı olurdu. Demek ki, uluslar(ülüş) mahdutmuş.
Şimdi konu için önemli gördüğüm Hatay ilhakına da değinmek isterim.
1938'deki Hatay Cumhuriyeti'nin vatandaşları Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusundan değildi. Peki ulusalcı olduğu iddia edilen bir adam, neden kendi ulusundan olmayan bir memleketi kendi ülkesine ilhak etmeye son nefesine kadar uğraştı? Emperyalizm mi? Hataylılarla Türkiyelilerin arasındaki ilişki nedir?
1- İkisinin çoğunluğu aynı dili konuşuyordu: Türkçe(Oğuz Türkçesinin Batı kolu).
2- İkisinin çoğunluğu aynı dine ve hatta dinin aynı mezhebine mensuptu: Sünni İslam.
3- İkisinin çoğunluğunun kültürü benzerdi: İkisi çoğunlukla Sünni Müslüman Oğuz Türk'ü idi.
ve göremediğim daha farklı ilişki biçimleri de vardır mutlaka.
Sınırının dışında kalan toprağı ilhak etmeyi emperyalizmle de ilişkilendirebiliz fakat Hatay politikası emperyal değildi. Hatay'ın çok büyük jeolojik özellikleri yoktu. Örneğin Musul gibi petrolü yoktu. En büyük özelliği Doğu Akdeniz'deki güçlü bir liman olması, nüfusça yöredeki illerden daha kalabalık olması. Haydi Musul ilhak edilseydi, ilhakını petrolle açıklanabilirsin. Zaten Musul için yapılan anlaşmada toprak hakkından vazgeçip petrol gelirini geçici olarak kısmen aldık. Fakat Hatay'ın ilhakını şehrin bahsettiğimiz özellikleriyle açıklamak basit ve zannımca yanlış olur.
Türkiye Türkleri Hatay Türk'üyle aynı ulustan olmasa da aynı millettendi(ve hatta aynı din, aynı dil, aynı kültür). Fakat Hatay ilhakını milliyetçiliğe bağlıyorum. Çünkü Hatay ilhakının sebebi daha çok Türkçülüğe yakındı. Neydi o sebep? Her ne kadar ilhakı göremese de, Gazi Hazretlerinin ilhaktan 16 sene önce 15 Mart 1923'te Adana'da bizzat kendi ağzından sebebini duyduk: Kırk asırlık Türk yurdu düşman elinde esir kalamaz!
Uzun yazmadım ama toparlayıp tekrar soruyorum: Haydi Hatay'ın ilhakını müfret bir vaka olarak görelim. Fakat İskan Kanunu gibi ciddi bir kanun, ulusalcılığa zıt değil midir? Ulusalcılık iddiasını çürütecek kadar güçlü bir kanun değil midir? Let's make fırtınayıbeyin.